TARİH 12 Temmuz 2024
18,1b OKUNMA     240 PAYLAŞIM

Milli Sır Teorisi: Atatürk, Cumhuriyet Fikrini Şartlar Olgunlaşana Kadar Saklamış mıydı?

Atatürk'ün cumhuriyet düşüncesini aslında yıllardır içinde tuttuğuna dair bir görüş var ve buna milli sır teorisi deniyor. İnceleyelim.

bu teoriyi ilk kez duyanlar için hemen bir tanım vereyim: kurtuluş savaşı süresince ve hatta daha bile öncesinden başlayarak atatürk'ün kafasında hep bir cumhuriyet fikrinin olduğu ancak zamanı gelmediği ve koşullar oluşmadığı için bunu bir "millî sır" olarak içinde sakladığına yönelik kemalist mitosa, milli sır teorisi adı veriliyor.

daha yakınlarda yayımlanan alp eren topal'ın "cumhurdan cumhuriyete" adlı şahane kitabı, osmanlı düşüncesinde saltanat karşıtı fikir ve söylemlerin izinin taa 17.yy'a kadar uzandığını ve saltanatın mutlak egemenliğini önceleyen iktidar diline karşı gelişen, yeniçeri cumhûrunun başını çektiği, kullar arası eşitliği vurgulayan başka bir siyasetin ve siyasal dilinin mevcudiyetini göstermesi açısından müthiş kafa açıcı bir kitap. bu haliyle cumhuriyet fikrinin tek bir adamın kafasında birden bire yeşeren bir hüdayınabit olmadığını, bu topraklarda başta meşrutiyet deneyimleri, tanzimat aydınları, yeni osmanlılar, ittihatçılar olmak üzere aslında bayağı eski bir tarihinin olduğunu ve dönemin zeitgest'nın ibreyi cumhuriyetten yana kırdığının çoktan belli olduğunu, belli olmayanın ise bunun kimin iktidarı altında ilân edileceği olduğunu göstermesi açısından hayli mühim. neyse biz tekrar milli sır teorisine dönelim.

bu teorinin ana kaynağı, nutuk'ta sadece tek bir yerde geçen şu ifade: "... ben, milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim büyük tekâmül istidadını, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak peyderpey, bütün hey'et-i içtimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim."

lafa gelince atatürkçülük, kemalistlik konusunda mangalda kül bırakmayan tayfanın, atasının sözlerini orijinal eski yazısında okuyamayacağını bildiğimden ama yine de bir ümit belki aralarından bir iki meraklı çıkar diyerek şunları bırakayım buraya: pdf s.14.


patron çıldırdı, hadi bir de sadeleştirilmiş haliyle yazayım: "...ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak zorundaydım."

mustafa kemal'in 1927'deki bu beyanı, halkın halk tarafından yönetildiği bir yönetim biçimi olan cumhuriyetin, esasında çok önceden beri paşanın kafasında olduğunu ama bunu sakladığını ifade ediyor. fakat ortada pek de vicdanda saklanan bir sır falan olmadığını gösteren kanıtlar mevcut (bunların ilk üçüne dikkatimi çektiği için taner timur'a [türk devrimi ve sonrası, s. 24. 40 nolu dipnot] sonuncusu için se suavi aydın'a ["milli sır", resmi tarih tartışmaları-5, nutuk, 2008, ss.105-116] teşekkürler):

1. bu kanıtlardan ilki bizzat kendisinin 1919'da amasya tamimi'ndeki "milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" ifadesi ki cumhuriyetçi özlemini bayağı ayan beyan deklere ettiğini gösteriyor.

2. bir diğeri ise cumhuriyet'in ilanı öncesi mustafa kemal'in yayımlanmasına destek olduğu gazetelerin adı: irade-i milliye, hakimiyet-i milliye...

3. bir başkası ise 24 temmuz 1923'te lozan'ın imzalanmasını müteakiben mustafa kemal'in neue freue presse adlı gazeteye verdiği demeçte türkiye için düşündüğü yönetim biçiminin cumhuriyet olduğunu ayan beyan ifade etmiş olması ve hatta bu beyan "cumhuriyet hakkında gazi mustafa kemal paşa hazretlerinin mülakatı" diye yayımlanmış; üstelik de adı hakimiyet-i milliye olan bir gazetede!

4. son olarak; 1917'de mustafa kemal, ittihatçıların iktidarda olduğu osmanlı ordusunda 7. ordu kumandanı iken, ismail hakkı paşa ile aralarında geçen sohbette konunun saltanatın ilgâsına ve cumhuriyet'e geldiği ve mustafa kemal'in "peki ama bu takdirde başa kim geçecek?" tarzında sualine ismail hakkı paşa'nın "sen, ben ve meselâ enver" diye cevap verdiği ve mustafa kemal'in ise "bugünkü ahval ve ağır şartlar, buna asla elverişli bulunmadığı cihetle bu işin, bugün için sırası gelmiş değildir" diyerek konuyu kestirip attığı, yazılı türk tarih kurumu'nun yayınladığı atatürk'ün hatıra defteri adlı kitabın 131 ilâ 133 üncü sayfaları arasında yazılı durumda.

bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere aslında ortada bir millî sırdan ziyade mustafa kemal'in 1927'den geriye bakarak kendi bakış açısıyla kurguladığı bir tarih anlatısı mevcut

nutuk'tan 23 yıl sonra, 1950'de gösterime giren akira kurosawa'nın raşomon adlı filminde anlattığına benzer şekilde bir samurayın öldürüldüğüne tanık olanların (oduncu, budist rahip, haydut, samurayın karısı) aynı olayda gördükleri, algıladıkları şey farklı olabilmekte.

tarihi kazananlar yazar geyiğine hiç girmek istemiyorum ama yine de kamerayı kurosawavari tarzda mustafa kemal'den uzaklaştırıp, mesela kazım karabekir'e odakladığımızda milli sır teorisi yerle yeksan oluyor. istiklâl harbimiz adlı anılarında yazdığına göre (cilt 1, 2006, yky, s. 17-8) karabekir paşa, milli mücadele başlamadan önce istanbul'da bulunan mustafa kemal'e diyor ki ben erzurum'a gidiyorum, sen de istanbul'da kalmak yerine anadolu'ya gelip ordunun başına geç, başka türlü milî birlik ve millî varlık göstermek imkânı yoktur. o sıralar harbiye nâzırlığına yönelik kulis yapmakta olan mustafa kemal, tak sepeti koluna herkes kendi yolunavari bir karşılık veriyor: "bu da bir fikirdir, ahvâl günden güne size hak verdiriyor. size muvaffakiyet dilerim."

fakat karabekir de hani az tilki olmadığından, mustafa kemal'in kariyer planlarının farkında olduğunu ve bunun önünü almak istediğini gösterircesine şunları yazıyor anılarında:
"ben şarkta millî hükümet esasını kurarken mustafa kemal paşa'nın istanbul'da bir padişah hükümetinde herhangi bir vazife alarak en kıymetli arkadaşları da etrafına toplaması ihtimali beni pek düşündürmüştü. işte en mühim olarak buna mani olmak içindir ki şahsımdan fedakârlık yaparak fikrimin husulü için kendisi şarka davetle millî harekâtın başına geçmesini teklif ettim."

şimdi kamerayı karabekir'den bir diğer paşaya, ali fuat cebesoy'a çevirdiğimizde paşanın hem karabekir'i hem de mustafa kemal'i doğrulayacak şekilde millî mukavemete taraftar bir harbiye ya da dahiliye nazırlığının vatanın selameti için pek münasip olduğunu ve bunun için en doğru adayın mustafa kemal olduğunun altını çizdiğine tanık oluyoruz (bkz: milli mücadele hâtıraları, 1953, s.37):

- tıpkı rauf orbay'ın ahmet izzet paşa'ya harbiye nazırlığına veya erkân-ı harbiye-i umumiye reisliğine mustafa kemal paşa'yı önermesinde olduğu gibi (siyasi hatıralar, 2003, s. 70, 119);

- ya da tıpkı mustafa kemal'in daha yıldırım orduları grup kumandanı iken padişahın yaveri naci bey'e (naci eldeniz) telgrafla çekip kendisinin dahil olacağı bir kabinenin zorunluluk olduğunu belirtmesinde olduğu gibi ki buna bizzat orbay tanık olur (siyasi hatıralar, s.108-9);

- veyahut da istanbul hükümetinin sadrazamı ali rıza paşa'nın, anadolu'daki girişimi bir "cumhuriyet girişimi" olarak nitelemesi gibi ki mustafa kemal'in bizzat nutuk'ta "ali rıza paşa, bir gün ahmet izzet paşa’yı ziyaret eder. esnâ-yı sohbette aleyhimde birtakım tefevvühâtta bulunur ve bu tefevvühâta mühim bir keşfini de ilâve eder: “cumhuriyet yapacaklar, cumhuriyet!” diye bağırır" şeklindeki beyanının bunu doğrulaması gibi.

toparlarsak

kamerayı doğrulttuğumuz her bir tanığın anlattıkları suavi aydın'ın "milli sır" adlı makalesinde (s.110) yazdığı üzere şuna işaret ediyor:

"bütün bunlar, en azından mustafa kemal paşa'nın nezdinde tâ baştan beri akla ve vicdana yerleşmiş bir kararlılığın ve buna bağlı bir programın bulunmadığını gösterdiği gibi, anadolu'ya geçip millî bir kurtuluş mücadelesi başlatma girişiminin de pek bir sır olmadığını, pek çok genç komutanın bu yolda niyetli olduğunu ortaya koyar."

raşomon'dan bir alıntıyla bitireyim bu uzun yazıyı: "yalan söylemek insanın doğasında vardır. çoğu zaman kendimize karşı bile dürüst olamayız."