SİYASET 31 Mayıs 2024
19,4b OKUNMA     220 PAYLAŞIM

Mavi Marmara Saldırısında 4. Kaptan Olan Ekşi Sözlük Yazarının Yaşadığı Dehşet Anları

31 Mayıs 2010'da Gazze'ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisi, İsrail askerlerinin silahlı saldırısına uğraşmış, saldırıda 10 Türk vatandaşı hayatını kaybetmiş, 50'den fazla kişi de yaralanmıştı. Bu saldırıda geminin dördüncü kaptanı olan bir Ekşi Sözlük yazarı, o gün yaşadıklarını aktarmış.

israil'in vahşete, insanlık ayıbına sebep olduğu bir askeri operasyondur bu. nereden mi biliyorum? saldırı sırasında mavi marmara gemisi'nin dördüncü kaptanı idim.peşinen yazıyorum. aşağıda yazanlar tamamiyle gerçektir ve hiç bir propaganda içermemektedir. olayda sadece görevimi icra ederken şahit olduklarımı aktaracağım.

saat 21:45 civarlarında, kıyıdan 70 mil açıkta, 222 rotasına yani güneybatıya seyrederken radarda 3 adet büyük çaplı gemi tespit ettik. filoyu çember şeklinde biri sağdan biri soldan biri de en arkadan ablukaya aldılar ve yaklaşık 4-5 milden bizi takip etmeye başladılar. saat 22:20 civarlarında telsizden bizi çağırdılar. bir kaç rutin sorudan sonra, kalkış ve varış limanımızı sordular. kaptan soruya , ' kalkış limanım antalya, varış limanım gazze' dedikten sonra yaklaşık 5 dakikalık bir sessizlik oldu. ardından tekrar çağırdılar ve gazze limanının blokaj altında olduğunu , hiç bir gemiye geçiş izni verilmediğini, dolayısıyla geri dönmemizi veyahut gemiyi ashod limanına çekmemizi , gemideki yardım malzemesinin gazzeye transfer edileceğini, eğer bu 2 seçenekten herhangi biri yapılmazsa yapılacak operasyon sonucu gemiye, personele ve yolculara gelecek zarardan gemi kaptanının sorumlu olacağını bildirdiler. 

gemi kaptanı ise 'geminin uluslararası sularda olduğunu , kesinlikle silah,mühimmat vb şeyler taşımadığını, tamamen sivil olduğunu dolayısıyla hiçkimsenin kendisine rota değiştirmesini emredemeyeceğini, yapılacak herhangi bir operasyondan da tamamen israil hükümetinin sorumlu olacağını' söyledi.

bu konuşmadan sonra sırasıyla filodaki diğer gemilerle temas kurup onlara da aynı şeyleri söylediler. hemen hemen aynı yanıtları aldılar. bi süre sonra kıyıdan 75 mil mesafeye geldiğimizde rotamızı 180 e yani güney istikametine çevirdik.

o gün sabah 5:30 da kalkmıştım ve öğlen 2-3 saat istirahat etme şansım olmuştu. gece yarısı olduğunda kaptan istirahate çekilmemi, yorgun olduğumu ve sabah devam etmem gerektiğini söyledi ve ben sabah 6:00 da uyanmak üzere kamarama gidip uyudum. sabah 4:00 saatlerinde silah-bomba sesleriyle yataktan fırladım. lumbuzumdan baktığımda kırmızı-yeşil dumanlar gördüm ,biraz daha dikkatli baktığımda geminin yanında 3-4 adet hücumbot-zodiac gördüm. hücumbotlardaki askerler silahlarını gemiye doğru doğrultmuşlardı. yukardan helikopter ve çok yoğun şekilde silah sesleri geliyordu. kamaram en üst katta olduğundan , atılan mermilerin tavandan sektiğini duyabiliyordum. mermi sesleri o kadar yoğundu ki mermilerin tavanı deleceğinden korkup hemen kurşungeçirmez yelek giydim. uyku sersemliğiyle bir sigara yaktım ve kamaramın içindeki tuvalet bölmesine girdim. yaklaşık 5 dakika sersemliğimin geçmesini korku içinde bekledim. biraz kendime geldiğimde üstümü giyinip kaptan köşküne gittim. tüm kaptanlar ve başmühendis, ayrıyeten 4 gemici kaptan köşkündelerdi. ben oraya vardıktan 2-3 dakika sonra askerler kaptanköşkünün camlarını gerçek(!) mermiyle kırıp içeri girdiler. o anda gemide ölü ve yaralı olduğunu biliyorduk , bir kaza kurşununa hedef olmamak için camları kırdıkları sırada ellerimizi kaldırdık ve bekledik. bir asker silahını suratıma doğrultup , ' do not move, if you move i swear i kill you' diye bağırdı. ona benim 4. kaptan olduğumu ve yanımdakilerin de gemici olduklarını, zararsız olduğumuzu ve sadece görevimizi yaptığımızı söyledim. askerler sırayla hepimizi cam kırıklarının üstüne yüzüstü yatırıp , ellerimizi arkadan plastik kelepçeyle kelepçelediler. sadece kaptanı kelepçelemediler, o da suratına silah doğrultulmuş vaziyette ayakta bekliyordu. daha sonra rütbeli bir asker geldi . kaptanla ingilizce konuşmaya başladı. konuşmayı tam net hatırlamıyorum ama kaptan kendisine gemide yaralı insanların olduğunu , israil ordusundan tıbbi yardım talep ettiğini belirtti. asker 'captain, i dont care how many dead people you have , now alter your course to ashdod' dedi (türkçesi : gemide kaç yaralı-ölü olduğu umrumda değil, şimdi rotayı ashdod'a çevir')

askerler yanımızdan geçerken bilerek üstümüze basıyorlardı. yerde yatarken kafamı-elimi oynattığımda direk silahların lazerlerini yüzüme gözüme doğrultuyorlardı. üstümde kurşun geçirmez yelek vardı ve arkadan kelepçelenmiştim. kollarım kavuşmuyordu. artık kollarımı hissetmemeye başlamıştım, kangren olacaktım. defalarca belirtmeme rağmen hiçbir şey yapmadılar. diğer arkadaşlar da aynı vaziyetteydi.

sabah 7-8 gibi geminin kontrolünü tamamen ele geçirdikten sonra bizi yüzüstü yatma pozisyonundan oturma pozisyonuna aldılar. kelepçelerimizi gevşettiler. su verdiler. ani bir hareket yaptığımızda direkt alarma geçiyorlardı. bir askerle göz kontağı kurduğumda asker 5-10 dakika pür dikkat beni izliyordu. gözlerinde inanılmaz bir korku vardı. saat 9 civarında kaptan hariç herkesi güverteye götürdüler. güvertede yolcularla birlikte ellerimiz arkadan kelepçeli dizüstü biçimde sırayla oturduk. tepemizde silah doğrultmuş onlarca asker vardı. hepsi sürekli silahlarıyla oynuyorlar, psikolojik işkence yapıyorlardı.yolcuların tuvalete gitmelerine bile izin vermiyorlardı. herkes altına yapıyordu. güvertedeki kan-sidik karışımı gölcükler oluşmuştu. sonra karga tulumba arkama bir yaralı getirdiler. kan kaybından sapsarı olmuştu. bilinci tam açık değildi, tam tepemizde saatlerdir dönen helikopterin pervanesi yüzünden adam resmen titriyor-can çekişiyordu. bir asker de iki metre ötedeki uyku tulumunu alıp adamın üstüne örtmedi.

öğlen bizi yani gemi personelini tekrar kaptanköşküne götürdüler. yere oturtup beklettiler. tuvalete giderken izin istiyorduk, 1 tane asker sırayla bizi götürüyordu. aramızda konuşmamız yasaktı.

kaptan köşkünde beklerken 2 israil askerinin aralarında türkçe konuştuklarına şahit olduk. üstelik çok düzgün konuşuyorlardı. yani üniformayı çıkarsa türk zannederim, o derece. konuştukları konu ise vahimdi. 2'si birbirine yukarda nasıl insan avladıklarını övüne övüne anlatıyordu. birbirlerine kaç kişi öldürdüklerini, yaraladıklarını anlatıyorlardı. dehşete düştüm ama yapacak bir şey yoktu tabii ki. saatlerce içimden küfür ettim. güçlerinin sadece sivillere yeteceğini orada gördüm o şerefsizlerin. eli sopalı 20 tane adamı, son teknoloji silahlarıyla öldürmekten övünç duyuyorlardı o*ospu çocukları. 19 yaşındaki sopalı çocuğu yere yatırıp kafasına 4 kurşun sıkmayı bi halt zannediyorlardı. belliydi köpeklerin vatanını parayla satın aldığı. delikanlı gibi çıkıp savaş yapmamışlar tarihleri boyunca. savaşın askere asker olması gerektiğini bilmiyorlardı. onlar için savaş, son sistem teknolojiyle, sopalı-sapanlı adam vurmaktı. kulvarları oydu.

bu dediklerim yanlış anlaşılmasın. ben kesinlikle israillilerin hepsinin kötü insanlar olduğunu söylemiyorum. aksine daha önce yük gemisiyle gittiğim israil limanlarında tanıdığım çok kral, çok sevdiğim insanlar oldu. hatta ve hatta insanların neden israilden nefret ettiklerini merak ediyordum. ama bu askerler farklıydı. merak ediyorum bunlar böyleyse bunları eğitenler, emir verenler, komutanları ,başbakanları nasıl adamlar. suratına tükürmeye değmeyecek adam gördüm bu gemide gördüm. cehennemi yaşattılar 561 yolcu-29 tayfaya. o gün orada yaşananlar o meşhur nazi filmlerinde gördüğüm sahnelerden daha kötüydü resmen. tamam, bizi sabun yapmadılar ama imkanları olsa, 580 kişinin hesabını dünyaya verebilecek olsalar, sabun da yaparlardı, bizi denize atıp köpekbalıklarına yem de ederlerdi. tereddüt bile etmezlerdi.

bu arada yiğidi öldürüp hakkını yemeyelim (yiğit derken bile bi acayip oldum neyse teşbihte hata olmaz.) kadınlara nispeten daha iyi davrandılar. en azından güverteye çıkarıp kelepçelemediler. oturmalarına, tuvalete gitmelerine ,su içmelerine izin verdiler. ayrıca içlerinde bi kaç tane delikanlı asker de yok değildi. ilk kaptan köşküne girdiklerinde mavi gözlü bir asker (yüzleri maskeli sadece gözlerini görebiliyoruz), bize bir şey olmayacağını, sadece denileni yapmamızı, su ihtiyacımız olup olmadığını sordu. ama bu oran 1'e 50 gibi bir şeydi. çoğunluk bizden nefret ediyordu.

'e canım gitmeselerdi , israil baştan söyledi istemediğini', ' olay tamamen politik , insani yardımmış peh' diyen arkadaşlar . sizin niyetiniz belli ki üzüm yemek değil, bağcı dövmek. ortada bir insanlık suçu var ve hiçbir şey ama hiçbir şey orada yaşananları meşrulaştıramaz. hiçkimse eli sopalı 20 tane adamın üstüne helikopterden yaylım ateşi açamaz. hiç kimse benim gemime uluslararası sularda gelip beni rehin alamaz, yüzüstü saatlerce kelepçeleyemez. 30 gün geçti aradan, hala elimde plastik kelepçenin izi var. yukarıdan her helikopter geçtiğinde o anlar aklıma geliyor ve bu operasyonu meşru görenlere hayretle şaşıyorum. bu da israil propagandasının gücü olsa gerek. o kuzu kılığında gördüğün şey aslında kurt ve sıra sana gelince seni mideye indirmekten bir an bile tereddüt duymayacak.

artık birilerinin israil devletine dur deme zamanı gelmiştir. israil'e göz yuman onu pohpohlayan dünyanın diğer büyük devletleri de onlar kadar suçludur.