TELEVİZYON 13 Eylül 2024
12,9b OKUNMA     150 PAYLAŞIM

Lost'taki Ada, Esasında Bir Cehennem miydi?

Lost dizisindeki adaya dair bambaşka bir yerden bakıyor bu kritik, buyrun.

ada aslında cehennem miydi? insanlar adaya cezalandırılmak için mi düşüyordu? ya da ada onlar için adeta bir kurtuluş bileti ve ödül müydü?


lost - closure müziği eşliğinde açıklayalım


yazının bundan sonrasını yalnızca diziyi tamamen bitirdiyseniz okuyun.

aslında birçok kişi, final bölümündeki meşhur kilise sahnesi yüzünden adanın bir cehennem olduğunu, içindeki kazazedelerin cezalarını çektikten sonra cennete girebildiklerini düşünüyor. aslında bu "cehennem" bakış açısı biraz göreceli bir şey, çünkü durum tam olarak öyle değil.


ada, aslında kazazedelerimiz için birer kurtuluştu

o uçağın o adaya düşmesi, belki başlarına gelmiş/gelebilecek en güzel şeydi. "ne diyorsun? bir insanın uçağının adaya düşmesi nasıl güzel bir şey olabilir?" demeyin, açıklayayım. emin olun uçağı adaya düşen kazazedelerimizin hepsi, hayatlarında tam olarak bitik durumdaydı, tam anlamıyla "yıkık" kelimesiyle özetleyebiliriz hayatlarını. etraflarında ne bir dostları vardı, ne de onlara değer veren insanlar vardı, her anlamda bitik durumdalardı.

örneğin, kate babasını öldürmüş bir kaçaktı ve peşindeki federal tarafından yakalandı, cezaevine götürülüyordu, her dokunduğu erkeğin hayatını mahvediyordu, suçlu olduğunu bilmeyen bir polisle evcilik oynuyordu ve finalinde onun da ölümüne sebep olmuştu. sawyer'ın çocukken hayatı mahvolmuştu, ismini aldığı dolandırıcı ailesini dolandırmıştı ve annesi babasını aldatmıştı, babası bunu öğrenince annesini öldürdü ve intihar etti, sawyer bir mektup yazdı ve yıllarca o dolandırıcıyı aradı, öldürmek için.

hurley'in hayatı tam anlamıyla yıkıktı, lotodan para kazanmıştı ama buna rağmen şanssızlık yakasını bırakmıyordu, hiçbir şekilde mutlu değildi çünkü çevresinde ne bir arkadaşı vardı, ne de onun yanında olan bir kadın, hayattaki ilk sevgisiyle bile adada tanışmıştı, düşünebiliyor musunuz? john locke içinse, durum bambaşka resmen. yıllarca babasını hiç tanımadı, birden bire babası ortaya çıktı ve sanki john'ın hayatına dahil olacakmış gibi davrandı, ama aslında tek hedefi john'ın böbreğini almaktı ve başardı, ama bununla da yetinmedi ve john'ın tekerlekli sandalyeye mahkum kalmasına sebep oldu. koreli çiftlerimiz jin ve sun'ın, çocukları olmuyordu ve sun, jin'i aldatmıştı. çok geçimsiz bir evlilikleri vardı, hatta uçak indiğinde sun, jin'den boşanmayı bile düşünüyordu.

jack, kendisi gibi doktor olan babasıyla sorunları olan bir doktordu. babasının alkol problemi vardı ve bu alkol problemi yüzünden kurtulma şansı olan hamile bir kadının ölümüne sebep oldu, jack bu hatayı affetmedi ve babasının doktorluğunu elinden alacak şekilde ifade verdi. babası, sydney'e gitti ve orada ölümünü bekledi, hatta sawyer'la iki kadeh içmişliği bile vardır. jack, bir daha yürüme şansı olmayan bir kadını ameliyat ederek iyileştirdi ve onunla evlendi, ama bir süre sonra kadın jack'i aldattı, boşandılar, jack kendini alkole verdi, iyice yıkık oldu. yani, adaya düşen kazazedelerimizin hiçbirinin hayatı dört dörtlük değildi. hepsinin ama hepsinin sorunları vardı, mutlu değillerdi ve bu hayatta hiçbir hedefleri yoktu.

pek ada onlara nasıl bir şans verdi? adanın, kazazedelerimiz için kurtuluş bileti olma ihtimali var mı?

bana göre tam olarak böyleydi! ada, tüm kazazedelerimiz için kurtuluş biletiydi. gerçek hayatlarında tam anlamıyla yıkık olan, çevrelerinde hiçbir arkadaşı olmayan kazazedelerimiz, adaya düştüklerinde tam olarak yeni bir hayata başladılar. kazazedelerimizin, kendilerini farklı ve olmak istedikleri gibi tanıtmak için bir şansları vardı artık. isterlerse, eski hayatlarında davrandıkları gibi davranıp her şeyi mahvedebilirlerdi, isterlerse de eski hayatlarında olduklarının tam tersi bir şekilde davranıp, bu şansı iyi değerlendirebilirlerdi.

bazıları bu şansı çok güzel değerlendirdi

örneğin sawyer, gerçek hayatta bencil bir herifin tekiyken, ada hayatına bir şekilde uyum sağlamayı başardı. helikopterle kurtulacakları anda bile, helikopterden atlarken "beni o hayatta bekleyen bir şey yok ki!" diyip adada kalmayı tercih etmişti, aslında çoğu için durum böyleydi, biri hariç; john locke! john, ada dışındaki hayatında felçli ve tekerlekli sandalyaye mahkum biriyken, ada sayesinde tekrardan yürümeye başlamıştı ve adanın değerini/önemini anlayabilen ilk kişi oydu, hatta jack'e sürekli "neden buradan kurtulmak istiyorsun ki ? seni dışarıda bekleyen ne var!" şeklinde kızıyor, eleştiriyordu. adadan önceki hayatında bir işkenceci olan sayid jarrah karakteri de, adadaki ikinci şansını iyi kullananlardan diyebiliriz, her ne kadar ilk başlarda sawyer'a işkence etmiş olsa da, sonradan hatalarını anladı ve kendini düzeltti.

adanın koruyucusu jacob da kazazedelerimize bu yönde bir konuşma yapmıştı. "hepiniz bu ada için en uygun adaylardınız, gerçek hayatlarınız bitik durumdaydı ve hepinizin sorunları vardı, ben sizi çok güzel bir hayattan çekip alıp bu adaya getirmedim, hepinize yeniden başlamak için bir fırsat verdim!" şeklinde, adanın kazazedelerimiz için yeni bir fırsat olduğunu çok güzel özetlemişti.

toparlarsak

ada tüm kazazedelerimiz için yeniden doğma fırsatıydı, hatalarının bedelini ödemek ve yeni/iyi bir insan olmak için normalde kimsenin sahip olamayacağı bir şansları vardı ve neredeyse hepsi bu şansı iyi değerlendirdi, test başarılıydı.