TARİH 29 Eylül 2016
72,2b OKUNMA     1035 PAYLAŞIM

Lock, Stock and Two Smoking Barrels'ı Andıran Modern Dönemin İlk Darbesi: Bâb-ı Âli Baskını

Osmanlı İmparatorluğu'nda 23 Ocak 1913 günü Enver Bey ve Talat Bey'in başını çektiği bir grup İttihat ve Terakki üyesi tarafından hükûmet binası Bâb-ı Âli'nin basılmasıyla gerçekleştirilen askerî darbeyi ''anglachelm'' anlatmış.

yapılış tarzı, hazırlanması, icrası ve de sonuçları gayet bir lock stock and two smoking barrels filmi tadı vermektedir.

öncelikle operasyonun beyni talat bey'dir. işi planlayan, bab-ı ali telefonlarını kesmesi için postaneye ittihadçıları yerleştiren, baskın sonrasında vilayet mutasarrıflarına gönderilecek telgrafları yazan hep o'dur, şöyle başlamaktadır o telgraflar :

"milletin kutsal haklarına tecavüz eden kamil paşa kabinesine karşı galeyana gelen ahalinin bab-ı ali önünde gösteriler yapması ve milletin arzusu üzerine istifa eden sadrazamın.."

oysa baskın öncesinde ne ahalinin, ne de milletin bu olaydan haberi yoktur.

baskın öncesinde talat ve cemal paşalar bab-ı ali etrafına goygoycularını yerleştirmiş, hareketin özellikle kalabalık görünmesi için öğleden sonrasını seçmişlerdi. saat ikiye doğru sapancalı hakkı ile talat kahvehaneleri bir dolaşmaya çıkmışlar, yeteri kadar kalabalık olduğuna kanaat gönderince o sırada menzil müfettişliği binasında olan enver bey'e haber uçururlar. "enver bey çıksın" diye.

enver yerinden fırlar, yakup cemil'in bulup getirdiği beyaz ata binbaşı üniformalarıyla çıkar ve baskına start verilir. nuruosmaniye'den bab-ı ali yokuşuna doğru yalnız başına takur tukur giderken de sonradan türk siyasi hayatına damgasını vuracak olan kırat birden kişner ve kendiliğinden mehter adımına geçer.bu kişneme hareketin başarılı olacağına bir işaret olarak algılanır ve bir süre sonra da atın sağında ittihadçılardan mümtaz, solunda hilmi bitiverir.

enver'in gelişini kahvelerin birinden seyretmekte olan talat bey bu sırada çok gergindir zira, sirkeci - bab-ı ali arasında kahvehanelere yerleştirdiği ve milleti goygoylayacak olan 60 fedai arazi olmuştur. ortalarda gözükmemektedir. enver bey bu durumda sadareti tek başına mı gidip basacaktır? basarsa da ihtilal nasıl kansız olacaktır. bir enver bir kırat ve iki yaverle bab-ı ali mi basılır?. talat bey acilen birşeyler bulmaya çalışır.

kalabalık envere, enver de atın üstünden kalabalığa bakarken beklenmedik bir şey olur, ittihad ve terakki'nin gür sesi ömer naci peşinde talat ile kahvelerden birinden fırlar ve var gücüyle bağırmaya başlar "yaşasın millet, yaşasın ittihad ve terakki, yaşasın enver.." lakin sesi olması gerektiği kadar gür çıkmaz o gün, zira nezledir. enver bey o sırada mümtaz'a sormaktadır : "lan enveri, cemiyeti anladık da bu millet nerede?"

oysa kendisi cebinde bir suretini sadarete götürmekte olduğu mektubunda bu olmayan ahaliye yer vermeyi düşünmektedir, şöyle yazmaktadır kamil paşa'nın imza edeceği mektup : "cihet-i askeriye'nin gördüğü lüzum üzerine hizmet-i sadaratten affımı..."

Fransız Le Petit Journal'ın ilk sayfasında yer alan Nâzım Paşa'nın öldürülüşü illüstrasyonu.

enver bey bu mektubun başına bir de "ahalinin" diye yazacaktı ama hani ahali neredeydi? böyleydi bu ahali, ihtilal, devrim başladı mıydı yerin dibine girerdi. böyle düşünürken sonra gözü ömer naci'ye ilişti, az önce nafia basamaklarında iyi goygoy yapamayan ömer naci bu sefer kahveleri dolanarak bir miktar ahali toplamıştı. şöyle bağırıyordu :

"kandaşlarım, bu hükümet serhad şehri edirne'yi düşmana veriyor! bunu kabul etmeyiz. işte bu binada... teslimiyeti burada imzalıyorlar... ittihad ve terakki buna müsaade etmeyecek, yaşasın millet yaşasın ittihad ve terakki!"

bunu duyan ahali kahvelerden akıp gelmeye başladı. bunu gören ömer naci artık iyice bağırarak enver beyi işaret ediyordu :

"işte enver'in kıratı! hürriyet mücahidi enver bab-ı ali'ye yürüyor. ordu millet elele, belde silah bu zevzekler idaresine son vermeye gidiyor!"

derken enver meşhur kıratıyla menzile vardı, attan indi ve talat beyle burun buruna geldi. ona da ayaküstü kızdı zira altmış fedaisi ortalarda yoktu. sonra neden sakinleşip, etrafına baktı, durum değerlendirmesi yaptı. kendisi de dahil silahlı yedi kişiydiler. enver, yakup cemil, sapancalı hakkı, mümtaz, hilmi, abidin ve mustafa. talat beyde ise silah yoktu, yıllar sonra berlin'de ölürken de olmayacaktı.

yakup cemil ve sapancalı hakkı burada leşi en fazla olan fedailerdir. enver bu ikisine sadaret meclisi kapısını tutmalarını söyler. yakup cemil'i de özellikle uyarır. "kendine hakim ol sok o silahı beline, ihtilal kansız olacak"

enver aslında malını bilen tacirdir. boş yere yakup cemil'i böyle uyarmamaktadır. zira yakup cemil'in hayatı herzelerle doludur. doğduğu yenibahçe mahallesinde "casustur" diye kedi bırakmadığı rivayet edilmekteydi. bingazi cephesinde ise bandırmalı şükrü diye bilinen zenci bir mülazım-ı evvel'i durduk yerde güpegündüz kafasına ateş ederek öldürmüş, "n'aptın lan yakup? niye yaptın" diye soranlara "tipini beğenmedim, casus olabilir" diye cevap vermişti.

yakup cemil harp ve darp olmayan yerlerde asla rahat duramıyordu. bir başka örnekte hasankale efradında kırk yaşından sonra mustahfız jandarma eri olan bir köylüyü, mahallelisi 16 kişiyle beraber casus olabilirler kuşkusuyla kurşuna dizmişti. tabi sorgusuz sualsiz. bir insan kırk yaşından sonra niye jandarma olsundu.

ama yakup cemil o gün rahattı, memlekette harp de vardı, darp de olmak üzereydi.

Baskının gerçekleştiğinin duyulmasının ardından Bâb-ı Âli'nin önünde artarak toplanan kalabalık.

bab-ı ali baskını sırasında dışarıda olanlar pek çok kayıt ile sabit, ancak içerde ne olup bittiğiyle alakalı olarak başmabeynci ali fuat beyin hatıratı bu konuda tek örnektir. sadrazam o sırada bir telgrafnameyi okurken dışarıdan gürültüler geldiğini duyar, ali fuat bey o gün bir miting olup olmadığını sorunca kamil paşa boş gözlerle mabeynci efendiye bakarak :

"yoo yok öyle bir şey" der
ali fuat bey "ama efendim parmaklıklardan tırmanıyorlar" deyince de
sadrazam, "söyleyin kapıları kapatsınlar" diye emir verir.

ali fuat bey şöyle yazmıştır hatıratında :

"düşündüm ki bunların erbab-ı kıyam olduklarına şüphe yok. sadrazam'ın odasına hücum edecekleri de muhakkak, şu halde burada durmak nefsimce büyük bir tehlikeyi mucip. kapıcılara haber vermek bahanesiyle oradan çıktım, aradaki odada kapı ağalarıyla hademelerin ağlaştıklarını gördüm. dışarıdaki büyük sofada şangır şungur camlar kırılıyor, silahlar atılıyordu. deniz tarafındaki elçiler odasına gittim. orada maliye nazırı abdurrahman efendi, posta nazırı mosoros kikis bey, deutsche bank direktörleri, alman sefareti baş tercümanı, kredi avansı müzakeresiyle meşgul oluyorlardı. mosoros kikis bey :

-ah madam şimdi paris'te bu vakayı duyarlarsa benim için ne telaş eder' diyordu.

ben de bir köşeye sıkışarak hal-i intizar eyledim."

o sırada dışarıda enver bey kapıdan geçerken elleri kılıçlı sadaret muhafızları kapıda dikilmektedir. ülkenin kaderini bilmeden de elinde tutan bu iki askerin hakkından sapancalı hakkı gelir, bir anda bağırarak "yolu aç geri çekil selaam dur!" diye bağırınca binbaşı üniformalı enver'in görsel etkisiyle de, iki asker içgüdüsel olarak selama dururlar. kapı açılır ve ittihadçılar böyle içeriye girer.

bu sırada, içeride o sırada çay içmekte olan sadaret yaveri nafiz bey hem arnavuttur hem de ittihadçılardan hoşlanmaz, kapı aralığından enver ile silahşörlerini görünce odasına koşup silahını alır, bu sırada şeyhülislam yaveri silah çekmiş ama ateşleyemeden mümtaz'ın kurşunuyla devrilmiştir. nafiz bey silaha davranır ama mermisinin bir yere isabet ettiğini göremeden gelen yanıtla o da yere yıkılır, sonra harbiye nazırı nazım paşa'nın yaveri silahla antreye koşar bir kurşunla da o yıkılır. mustafa necip o sırada nefesi kesildiğinden yere bağdaş kurmak ister ama yaver nafiz bey ölmemiştir, mustafa gelip on santim berisine oturunca silahını kaldırıp ensesine bir el ateş eder, ittihadçıların sayısını altıya indirir, sonra yakup cemil de kendisini bunun karşılığında yüzünden vurur.

ardından silahşörler cesetlerin üzerinden atlayıp sadaretin üst katına, vükela meclisinin kapısına dayanırlar. o sırada birden kapı açılır, çıkan harbiye nazırı nazım paşa'dır.

nazım paşa aslında ittihadçılarla flört eden, onların yolunu kalpten benimsemiş bir adamdı, ancak emir komuta dinlemez komitacılık deneyiminden de had safhada tiksiniyordu. "hani cumartesi gelecektiniz" diye enver'e sordu. enver de göğsü kalabalık paşayı görünce aynı kapıdaki nöbetçiler gibi hazırola geçmişti.

nazım paşa, "münasebetsiz herifler, pezevenkler, beni aldattınız" diye patladı. enver "paşam siz..." demeye kalmadı, bir silah sesi duyuldu, nazım paşa şakağından giren bir kurşunla kanlar içinde yere devrildi. o sırada yakup cemil de silahından çıkan dumanı üflüyordu.

Nazım Paşa

enver bey mosmor oldu, içinden ona kadar sayıp o da patladı

-"ne halt ettin lan yakup?"

yakup cemil gayet sakin :

-"bu herife laf mı anlatılır, haddini bildirdim" dedi, paşaya bir kurşun da yerde sıktı. nazım paşa'nın son anda ittihadçılara yaklaştığından haberi yoktu.

enver bey bir allahümmesabirin çekti, sakinleşmeye çalıştı. ama olan olmuş kalan kalmıştı, kalan sağlar enver'indi. arkadaşlarının moralini bozmamak için :

-"ne yapalım arkadaşlar, bu bir ihtilaldir, vazifeye devam edeceğiz" dedi.

sonradan sadaret ofisine tekmeyle girdi ve kamil paşa ile yüzleşti. köşesinde "hal-i intizar" etmekte olan ali fuat bey'e bir bakış attı. sonra tekrar kamil paşa'ya döndü. beş kelimelik muhtırasını verdi.

-"millet sizi istemiyor, istifanamenizi yazınız."

kamil paşa enver bey'e yer gösterdi,

-"buyurun oturun yazayım"

herhalde, "muhtırayı anayasa ve hukuk ilkeleriyle bağdaştıramadığım için istifa ediyorum" diyemezdi, ne yazacağını düşünmeye başladı.

"huzur-u şevketsimat-ı cenap-ı hilafetpenahilerine,

cihet-i askeriye'nin isteği üzerine hizmet-i sadaretten affımı istirham eylerim
10 kanunusâni 1328
sadrazam kamil"

enver paşa, cihet-i askeriye kelimesinin yanına "ve milletin" ilavesini gerekli gördü, sadrazam kırmayıp onu da yazdı. sonra enver bey istifa mektubunu aldığı gibi dışarı çıktı, hedef yıldız sarayı idi. ihtilali yapmış, ittihad ve terakki'yi ülkenin başına geçirmek üzere kıratıyla sadareti devirmişti.

hayırlı olsundu.

kaynak: örsan öymen, ali fuat bey, lütfü bey