PSİKOLOJİ 8 Kasım 2022
21,7b OKUNMA     321 PAYLAŞIM

Konfor Alanından Çıkmak İstemeyenlere Dert Ortağı Olacak, İncelikli Bir Görüş Bildirisi

Adeta bir slogan gibi kullanılan "konfor alanından çık" baskısına dair hislerinize tercüman olacak bir yazı.
iStock

varsayalım ki bir kulübede yaşıyoruz

güç bela elde ettiğimiz, bizi dışarının tehlikelerinden koruyan, yaşayabildiğimiz bir yuva. dışarıdaki tehlikelere de çok fazla maruz kalmış, ziyadesiyle ürkmüş ve bu kulübeyi başımızı sokacak bir yer inşa etme arzusuyla yapmış olalım. daha derli toplu bir ev yapmaya imkanımız olmamış olsun, manzarası daha açık, odaları birden fazla, yazın serin kışın sıcak bir evle alakası olmayan bir kulübe var elimizde sadece. bu kulübe ve dışarının tehlikeleri. bu kadar fazla tehlikeler atlatmış ve bu kulübeyi güç bela edinmiş bir insana dışarıda başka bir dünya var ve sen niçin bu kulübede tıkılıp kalmışsın diye sorsak alacağımız cevap "ben burada mutluyum, bana dokunma" olurdu herhalde.

ruhsal dünyalarımızda bu kulübenin eşdeğerlileri var

konfor alanının dışına çıkmak inşa ettiğimiz kulübeyi bırakıp daha derli toplu bir ev arayışına girmek ya da dünyayı olduğu gibi sahiplenip her yerde kendi tarzımızı yaşamaya devam etmek ya da gerektiğinde tarz değiştirecek içsel esnekliğe sahip olmak anlamlarına geliyor olabilir. ama nasıl olacak? fiziksel dünyada kulübesini bırakamayan ve dışarıyı tehlikeli algılayan bir kişiye başka dünyaların ve başka evlerin olasılığını göstermek ve onu buna inandırmak ne denli güçse (çünkü yaşadığı tehlikeler dünyayı tekinsiz kılmıştır ve ömrünü kulübesinin konforsuz ama güvenli alanında geçirmek isteyecektir), içsel dünyalarımızda kendi kulübelerimizden çıkmak ve başka tarzların mümkün olduğunu görmek çok daha zordur.


çünkü bu içsel kulübelerimizi, konfor alanı dediğimiz ama aslında içsel bir ölülük halinden hiç de uzak olmayan, hareketliliğimizi kısıtlayan, bazen iyice aşırılaşarak "acaba yaşıyor muyum yoksa bir zombi miyim?" diye sordurtan, esnekliğimizi rijitlikle takas ederek ve hayata karşı belli tutumlar sergileyerek ancak güvenlikte hissedebildiğimiz, ancak stabil kalabildiğimiz bu alanı yaratan çok eskiden beri şekillenen ve her bir olayda üzerine bir tuğla daha koyarak iyice geçişsizleştirdiğimiz ruhsal savunmalarımız. konfor alanı dediğimiz şey içimizdeki savunmaların bir örgütlenişi bana kalırsa. bu savunmaları örgütleyense dışarının tehlikeleri değil, içimizdeki yıkım korkusu. içsel olarak ne denli tehlikedeysek, tarifsiz acılara ne denli açıksak, ne denli dehşet duymuş isek bu savunmaların duvarları da o denli kalınlaşıyor. hayatta kalabilmek için içsel bir ölülük haline rıza gösteriyoruz. bunu yapan da bilinçli bizden ziyade bizde bir yabancı olan bilinçdışı savunma düzeneklerimiz.

kendi içimizdeki dehşet hissine, acılarımıza, çaresizliğimize yaklaşmaktan korkan varlıklar olduğumuz için savunmalarımız var. ama bu savunmalar da kendi kendimizi içine hapsettiğimiz duvarlar örüyor. duvarları kırıp kulübenin dışına çıktığımızda nasıl bir acıyla karşılaşacağımızı tahmin ediyorsak, hatta daha da kötüsü tarifsiz acılarla bile karşılaşmamız olasılık dahilindeyse, hangi motivasyon ve cesaretle o duvarları kırabiliriz ki? konfor alanımız dediğimiz bu kısıtlı alan kurtarıcımız olmuş ise ve bu kurtarılma pahasına içsel canlılığımızı feda etmiş isek (acı çekmemek için ölülüğe rıza göstermek) bu döngüden çıkmamız nasıl mümkün olacak?


kayıp deneyimini göze almadan konfor alanından çıkmak mümkün değil gibi görünüyor

kulübeyi terk edip dünyaya açılabilmesi için o adamı ya da kadını dünyanın güvenli olduğuna ikna etmemiz gerekiyor. içsel düzlemde ise yardıma en az kulübedeki adam/kadın kadar muhtacız. konfor alanından tek başına çıkmak imkansız bana kalırsa, çünkü zaten tek başına kaldığımız için, çaresizlik ve dehşet içinde inşa ettik o alanı. kendi yaptığımızı kendimiz bozamayız, eğer kumar oynamıyorsak yaşamımızla, eğer çılgınca bir eyleme geçiş olmayacaksa bu dışarılık deneyimi.

gerçek kişilerin yardımı olmadan konfor alanımızı terk edemeyiz özetle

çünkü bu dışarıya açılma deneyimi pek çok acıya gebe, pek çok yıkımı ve pek çok terk edişi, pek çok kaybı içerecek. yaşanması gereken acılar, çekilmesi gereken yaslar, düşülmesi gereken depresyonlar olacak. özgürleşmek kapitalist düzenin pompaladığı tüketim özgürlükleri ya da bedensel özgürlükler kadar basit bir sözcük değil. bilinçdışı savunmalarla ördüğümüz bu konfor alanına kendi başımıza yaklaşmamız çok kolay olmadığı gibi, şiddetli şekilde bu savunmaları yerinden ettiğimizde o ana kadar sahip olduğumuz ruhsal evimiz de başımıza yıkılabilir ve çıplak bir dehşeti yaşarız sadece. eğer bir gün içsel ölülüğümüzden (benim için konfor alanının eşanlamlısı bu) dışarı çıkabilecek isek, bunu deneyimlemiş insanlara ihtiyacımız var, tek başımıza pek kolay değil.

bir slogan olarak "konfor alanından çıkmalısın" cümlesi çok kolay görünse de, gerçeklikte bu en zor yaşam deneyimlerinden birisi.