PSİKOLOJİ 7 Şubat 2023
15,7b OKUNMA     307 PAYLAŞIM

Komplo Teorilerine Neden İnanmamalıyız?

Komplo teorilerine neden rağbet etmememiz gerektiğini detaylı bir şekilde anlatan bir yazı.

friedrich nietzsche'ye atfedilen ünlü deyişi hatırlayarak başlayalım: "bu dahil, bütün genellemeler yanlıştır." ünlü özdeyiş, kendisi de bir genelleme gibi göründüğünden bir paradoksa benzese de aslında doğru düşüncenin temelinde yatan bir metoda işaret ediyor. bunu açıklayabilmek için 20. yüzyılın başına dönmemiz gerekir:

einstein, izafiyet kuramı kapsamında, "güneşin yakınından geçen ışığın, güneşin yerçekimi alanına girerek eğilmeye uğrayacağını" ileri sürüyordu. bu iddia 1919 yılında bir güneş tutulması sırasında doğrulandı. kuram doğrulanmıştı doğrulanmasına ama 20. yüzyılın en büyük bilim felsefecisi olarak kabul edebileceğimiz avusturyalı bir düşünürün, olaya çok farklı bir yönden bakmasına da sebep olmuştu. bu kişi karl popper'dı.

popper, einstein'ın ön-deyisinin doğru çıkmaması halinde, kesin biçimde yanlışlanmış olacağını ve teorinin derhal reddedilecek olduğu fark etmişti. yani asıl önemli olan, kuramın yanlışlanmaya açık biçimde formüle edilmesiydi. popper, diğer kuramların (marx, freud, adler) sahiplerinin hangi koşullarda kuramlarından vazgeçeceklerini belirtmediklerine dikkat çekti. doğrulayıcıları çok olan fakat yanlışlayıcıları belirsiz olan bu kuramlar, ona göre bilimsel değillerdi.

popper bu noktadan hareketle, bilim felsefesinde bir devrim yaratacak ünlü saptamasını yaptı: kuramlar hiçbir zaman deneysel olarak doğrulanamaz. çünkü "tümevarım ilkesi" geçersizdir. ama yanlışlanabilirler. o halde, bir teorinin bilimsel olabilmesi için dıoğrulanabilir değil "yanlışlanabilir" olması gereklidir.

popper'a göre bilimsel çalışmalar, var olan bir sorunsala çözüm arayışı ile ortaya çıkar. bilim sosyal değerleri ele almaz, sadece olgularla ilgilenir; değerler, anlamlar, idealler, erekler böyle olmaları bakımından bilimin konusu olmazlar. daha basit bir değişle bilim ele aldığı konular üzerinde iyi, kötü, doğru, yanlış, haklı, haksız vb. türünden değer hükümleri vermez, onlara erekler, idealler, anlamlar yüklemez. bu noktada bilim, tamamen problemlere dayalı çözüm üretimidir ve bilimsel ölçüt, tamamen eleştiri temellidir. şöyle der: ‘‘bilimsel eleştiri, yani rasyonel eleştiri, kuralları olan bir doğru düşüncesinden hareket eder. bilimsel kuramlarımızın, haklılığını hiçbir zaman savunamayız... fakat onları eleştirel sınamalardan geçirebiliriz. işte burada esas olan, haklılıklarını savunma değil, rasyonel eleştiridir. hayal gücünü bağlamayan, ama onu dizgeleyen eleştiridir.’’

eleştirel zeminden yola çıkıldığında, popper’ın tezi şudur: ‘‘bilimi, bilim dışı yaklaşımdan ayıran yenilik, çözüm denemelerine karşı bilinçli bir eleştirel yaklaşım oluşudur. yani, ortadan kaldırmaya aktif katılım, eleştirme, kısaca "yanlışlama" denemeleridir.’’

dolayısıyla bilimsel çalışmalar temelinde birer deneme yanılma yöntemidir yani daima eleştiriler, sınamalar ve çözümler ile ilerleme sağlarlar:

1) birinci aşama, kendisinden rahatsızlık duyulan bir problem bir sorunun varlığıdır.
2) böylesi bir sorun çerçevesinde başlayan bilimsel çalışmalara deneme niteliğinde çözüm sağlayan kuramlar oluşturulur.
3) kuram eleştirilerek yanlışlardan ayrılır ve yanlışlar ötelenir.
4) eleştirel olarak gözden geçirilen kuram çürütülürse eleştirilebilecek ve çürütülen kuramdan daha üst düzeyde geçerliliği olan yeni bir kuram oluşturulur.

oluşturulan yeni kuram:

a) çürütülen kuramın doğru kabul edilen tüm yönlerine açıklama getirebilecek nitelikte ve daha üst düzey yanlışlamaya direnebilecek, doğruluk derecesi daha fazla olabilecek bir kuram olmalıdır.
b) bu kuramın arayışı tamamıyla rasyonel eleştiri doğrultusunda olmalıdır.

kuramların sorgulanması ve eleştiri , bilimsel zeminin temelini oluşturur, bilime dinamik, sonlandırılması mümkün olmayan bir nitelik yükler. sorgu ve eleştiri altında kuramlar sürekli olarak bir gelişim ve değişim sürecinde olduklarından bu durumun yansıması olarak bilimsel doğrularda da netlikten ve kesinlikten bahsedemeyiz. kuramların doğrulanamayacağının kabul edildiği noktada yapılması gereken ise, en üst düzeyde sınamaya tabi kılarak "yanlışlanabilirlik ilkesi"ne ne derece uyum sağladığının araştırılması olacaktır.

işte bilimsel kuramları, diğer kuramlardan daha geçerli kılan ölçüt, yanlışlanabilirlik ilkesi doğrultusunda şekillenen "sınanabilirliği"nde gizlidir. popper'ın söylediği şekliyle:

‘‘diğerlerinden üstün olan kuram, rakip kuramlar arasında yapılan ayıklamalarda, kendini daha iyi öne çıkaran; en katı biçimde sınanabilen ve o ana kadarki tüm katı sınamalara karşın hala dayanıklı kalan kuramdır.’’

bilim, yanlışlanan kuramların yerine geçecek yeni kuramları, yanlışlanmaya sebep olan hipotezleri yeni kuramın dışına atarak oluşturur. oysa komplo teorileri, kendilerini yanlışlanan hipotezin doğruluğu, dolayısı ile onu yanlışlayanın da komplonun bir parçası olduğu iddiası üzerinden savunmaya çalışırlar. bu anlamda yanlışta ısrar edilirken, onu yanlışlayan da komploya ilave edilerek komplonun kapsamı genişletilir.

buna geri tepme etkisi de backfire effect denir. örneğin, polis faili bulur, iddiayı çürütürse polisin de işin içinde olduğu teorisi ortaya atılır. medya meseleyi aydınlatan bir haber yaparsa, komplo iddiası medyayı da komploya dâhil eden yeni bir teoriye evrilir. akademik bir makale yazarı komployla çelişen iddialar öne sürüyorsa komplonun parçasıdır zaten. hatta üniversiteler de işin içinde olabilir! zira, komplocu mantık döngüsüne göre bir olay komplo gibi gözüküyorsa komplodur, ama komplo gibi gözükmüyorsa kesinlikle komplodur.

oysa yanlışlanabilen kuramların geçerli kabul edildiği noktada yanlışlanamayan kuramlar daima varsayım niteliği taşıyacaktır. bizzat popper'ın dediği gibi ‘‘yanlışlanamayan, katı olarak sınanamayan her bilimsel kuram, sonsuza kadar hipotez veya tahmin olarak kalmaya mahkumdur.’’

bunun pratikteki anlamı ise şudur. bilime dayanarak bilimin pratik uygulamasını (teknoloji) yaratabilmemize karşılık komplo teorilerinde böyle bir imkân mevcut değildir. elbette bu da bir düşünme (nazar, theoria) ve eylemidir (amel, praksis), ancak bir yapma, meydana getirme (sanat, tekhne) değildir. dolayısıyla ondan, bilimden olduğu gibi bir tekniğin, teknolojinin, sanatın, sanayinin veya güncel olduğu üzere corona virüs için bir tedavi yönteminin çıkması mümkün değildir. kısacası komplo teoriler, hiçbir fayda sağlamazlar.

belki de bu yüzden komplo teorisyenleri de sıklıkla kendilerine ‘şüpheci’ sıfatını yakıştırarak eleştirel bir yaklaşımları varmış gibi göstermeye, ‘bilimsellik’ iddiasına tutunmaya çalışırlar. hakikate ulaşmak için merak saiki ile hareket ettiklerini öne sürerler. evet, bilim şüphe etmekle başlar ve belli seviyelerde ve noktalarda şüphe etmek sağlıklı ve gereklidir.

buna karşın komplo teorisyenleri, kabul gören bir teoriyi eleştirirken başvurduklarını iddia ettikleri ‘bilimsel’ kriterleri kendi iddialarını sınamak için kullanmazlar. kastettikleri merak anlayışının sahici bir akademik merak duygusuyla alakası yoktur. komplo teorileri soru sorar ama çoğu zaman bu sorular sağlıklı bir tartışma açmak, durumu anlamak ve karmaşıklığını ortaya koymak, kısacası "sorgulamak" için değil, meseleye son noktayı koymak ve tartışmayı bitirmek için sorulur. örneğin, sıklıkla başvurulan ‘kimin çıkarına’ sorusu hakiki bir merak duygusuyla sorulmaz. sorulan soruların cevabı çoğunlukla zaten teorisyenimizce bilinmektedir. zira, ‘soru sormak’ başvurulan retorik bir tavırdan öte bir şey değildir. buna mantık dilinde retorik soru safsatası (argument of retorical question) denir. amaç cevap almak değil, dinleyiciyi kendi tarafina cekmek, inandırmak ve taraftar toplamaktır.

bu anlamda komplo teorileri, yanlışlanmaya direnirler. bu yüzdendir ki, düşünmeyle olduğundan daha çok inançla ilgilidirler ve döngüsel akıl yürütme ile pekişirler: hem teoriyi yalanlayan bulgular, hem de teoriyi doğrulayan bulguların yokluğu; teorinin doğruluğuna dair kanıt olarak yorumlanır.

bu hususta michael shermer, şöyle diyor: “hem olumlu hem de olumsuz sonuçları teorinizin kanıtı olarak gösterecekseniz, onun geçerli bir tez olup olmadığını neye göre belirlememizi bekliyorsunuz?
aslolan şüphe duymak ve sorgulamaktır, çünkü ispat yükü iddia edenin üzerindedir, şüphecinin değil!”

bu mutlakiyetçi tavırları komplo teorilerinin, bilimin alanından çıkıp inanç alanına geçmelerine yol açar. politik bilimci michael barkun’a göre, bir komplo teorisi üç zımni önerme içerir:

- hiçbir şey tesadüf değildir. (bkz: #102887078)
- hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
- her şey birbirine bağlıdır.

bu yönüyle komplo teorileri, bilimsel yöntemleri değil inanç sistemlerini taklit ederler:

1) gözleme dayalı teorilerin, açıklayamadıklarını, karmaşıklıkları açıkladıklarını iddia ederler. kafa karıştırıcı olan bir dünyaya anlam kazandırıyormuş gibi görünürler.

2) söz konusu açıklamaları, dünyayı keskin bir şekilde ışığın kuvvetleri ve karanlığın kuvvetleri şeklinde bölerek çekici bir basitliğin görüldüğü bir yolla yaparlar. dünya, arka planda mutlak iyiyle mutlak kötünün çatışma hâlinde olduğu" bir sahnedir. toplumsal olaylar (alternatif olarak) emperyalistlerin, kapitalistlerin, komünistlerin, faşistlerin, teröristlerin, yahudilerin, siyonistlerin, sabetayistlerin, masonların, küresel egemenlerin, irticanın, "üst akıl"ın, dış ve iç düşmanların veya benzer gizli örgütlenmelerin eylemlerinin ürünüdür.

3) sıklıkla sıradan insanlar tarafından sahip olunmayan veya ilgi gösterilmeyen özel, gizli bir bilgi olarak sunulurlar. komplo teorisyenlerine göre kitleler "beyni yıkanmış bir sürü"lerdir. bilgi sahibi olan teorisyen, entrikacıların planlarının iç yüzünü anlamakta ve ifşa etmektedir. çalışmalar; bir teoriye inanan azınlık ne kadar küçükse, teorinin komplo teorisyenlerinin o kadar ilgisini çektiğini göstermiştir.

bu haliyle komplo teorilerinin sağlıklı bir düşünce yapısının ürünleri olmadıkları kesindir. psikolojik düzlemde, makyavelizm ve paranoya ile komplocu düşünüş arasında yüksek bir ilişki saptanmıştır. komplo teorisyenliğinin psikolojik kökenleri arasında, yansıtma; "önemli bir nedeni olan önemli bir olayı" açıklamaya duyulan ihtiyaç ve paranoyak eğilim gibi bir düşünce bozukluğunun çeşitli türleri ve evrelerinin varlığı gösterilmiştir. bu psikolojideki insanlar, sosyopolitik açıklamaları, rastgele, öngörülemez veya açıklanması güç olaylarla karşılaşmanın verdiği güvensizliğe tercih eder, örneğin, toplumsal gruplar arasındaki güç ilişkilerini ve kötücül güçlerin algılanan varlığını açıklamak için komplo teorileri formülleştirirler. bir sözde komplonun arkasında yattığı varsayılan entrika neredeyse her zaman düşmanca algılansa da sıklıkla ortada teorisyen için bir güvence kaynağı bulunur. psikologlara göre bunun nedeni insani meselelerdeki zorlukların insanlar tarafından oluşturulduğunu ve insanların denetiminde kaldığını hayal etmenin verdiği avuntudur.

oysa popper'a göre, toplumda meydana gelen (özellikle savaş, işsizlik, sefalet, darlıklar ve salgınlar gibi) insanların mutsuz eden olayların, doğrudan doğruya bazı güçlü kişi ve grupların kasıtları sonunda ortaya çıktıklarını öne süren kuram genel olarak yanlıştır. zira söz konusu komplo teorileri, doğanın üzerimizdeki gücünü tamamen gözden saklamaktadır. oysa tarihte gerçek komploların ortaya çıktıkları yerlerde genellikle tarih üzerinde çok az etkileri olmuş ve neredeyse her defasında komplocular için öngörülemeyen sonuçlar doğurmuştur. tarih aksine, "geniş çaplı doğal kuvvetlerle ve insan topluluklarının geniş yapılarıyla ilerlemektedir"

karl popper, "açık toplum ve düşmanları" adlı eserinde kusurlu bulduğu toplumsal olgularla ilgili "komplocu toplum kuramı"nı ortaya atmıştır. popper'a göre komplo teorileri, yanlış oldukları kadar sosyolojik açıdan da tehlikelidirler. kabilecilik, şovenizm veya ırkçılığa dayanan paranoyak senaryoları güçlendirmekte dolayısyla totalitarizme çanak tutmaktadırlar.

sonuç olarak, komplo teorilerine kafa yormak ciddi biçimde zaman kaybıdır. ancak zamanın her zamankinden değerli olduğu derhal tedbir alınması gereken zamanlarda, söz konusu zamanı komplo teorilerine harcamak doğaldır ki sadece zaman kaybetmekten çok fazlasına malolacaktır.