SİNEMA 31 Temmuz 2024
16,4b OKUNMA     146 PAYLAŞIM

Klasik Olmayı Hak Eden Ancak Gözlerden Uzak Kalmış Bir Bilim Kurgu: Bicentennial Man

Isaac Asimov'un 1992'de yazdığı "The Positronic Man" isimli kısa hikâyeden uyarlanan 1999 tarihli Bicentennial Man'i hatırlayalım.

bicentennial man... isaac asimov'un "the bicentenial man" ve "the positronic man" adlı kitaplarından uyarlanmış, 1999 yapımı bilim kurgu, komedi ve dram filmi. filmde ev işleri için üretilmiş bir robotun insan olma, özgür olma yolundaki yaratıcı, duygusal, komik, mücadeleci ve cesur maceralarını izliyoruz. insan olmanın özelliklerini ve değerini bir robotun yaşadıklarıyla gözlemlemek çok etkileyici. keyifle izlenen, gülümseten bazen de hüzünlendiren bir film. aslında insanın sağlıklı iken sağlığın değerini bilmemesi, hastalığın ne kadar ıstırap verici olduğunu algılamaması gibi bir durumu bize anlatıyor. insan olmanın değerini bir robottan dinlemek ve izlemek hayli ilginç. robin williams başrolde, oyuncular başarılı, film akıcı, müzikler harika, izlemesi keyifli ve düşündürücü.

Uyarı: Bu noktadan sonrası spoiler içerir.

ndr-114 ev robotu olarak tasarlanmış dört kişilik martin ailesinin satın aldığı gelişmiş bir robottur. richard bu yeniliğe hayran ve güven duymaktadır. anne tedirgin ve soğuktur. evin çocuklarından grace robota düşmanca davranırken, amanda sevgi ile yaklaşır. ev işlerine yardımcı olmak ve güvenliği sağlamak üzerine tasarlanmış robotun kusurlu olduğu ve üretim hatası olduğu fark edilir. kusuru hissetmek, merak etmek ve yaratıcılık özellikleri göstermesidir. programlandığı görev tanımının dışına çıkarak analiz edebilmekte ve irade göstermektedir. cam atını kırıp onu üzdüğünü düşündüğü little miss için kendi tasarımı minik ama çok güzel tasarlanmış bir at heykelini oymaktaki ustalığı ve yaratıcılığı ile olay açığa çıkar. sir richard martin kişiliği olduğu düşündüğü robotuna andrew ismini verir. üretim şirketi inceleme için robotu ister ancak kişisel bağ oluşturduğu robotunu richard vermez ve gelişimi için sürekli destekler. aile bireyi olarak yolculuğuna devam eden andrew ev robotu olmanın yanı sıra çok başarılı ve güzel paralar kazanan bir saat üreticisi marangoza dönüşür. okuduğu kitapların etkisi ile yaşadığı dünyayı, tarihini ve insan davranışlarını fazlası ile öğrenir. little miss ve richard'ın sevgisiyle iradesi olan biridir artık. richard'a bunu açıklar ve little miss'in de desteği ile özgürlüğüne kavuşur. richard bu davranışa kırılsa da ona engel olmaz. andrew sahilde kendisine bir ev inşa eder ve kişisel gelişimin sürdürür. richard ile ölüm döşeğinde vedalaşır ve kendi gibi olanları araştırmak için yolculuğa çıkar.


aradan uzun yıllar geçer ama kendi serisi yok edilmiştir ve kendisi benzersiz ve tektir. bu yolculukta ndr tasarımcısı rupert burns ile karşılaşır. insana benzeyen mimikleri olan yüz tasarımları ve kişilik oluşturan biridir rupert. onunla yolculuğu başlar ve ikisinin buluşları insanlık için çok önemlidir. yapay biyolojik organlar vs ile önemli bir süreç başlar. bu süreçte martin'lere dönmüş, little miss'in torunları ile tanışmıştır. little miss ölürken avucunda tahtadan minik at vardır. sevgi ve bağlılığı ve ölümün acısını bir kez daha hisseder andrew ve little miss'e inanılmaz benzeyen torunu portial'a aşık olur. insan olabilmek için rupert'ten dışsal destek, biyolojik destek, sevgili portial'dan ise ruhsal gelişimi için destek alır. insan olduğunun onaylanması için mahkemeye baş vurur, insanlığa bilimsel desteği, ilişkileri, yaşadıkları mahkeme için yeterli olmaz, ölümsüz olduğu için insan olduğu kabul edilmez. mahkeme sonu kendisinden "one" olarak bahseder ki çok acıdır. oysa ki richard "one" lığını kaldıralı çok uzun yıllar olmuştur. ölümün sevdiklerini bir bir elinden aldığını, alacağı gerçeğini ve acının derinliğini hissetmeye başlayınca ölümlüye dönüşmek için rupert ile yolculuğuna devam eder. portial ile yaşlanır, mahkemeye baş vurur ancak karar çıkmadan ölür. portial ona insan olmanın erdemlerin yanı sıra yanlışlarla olacağını, yalnızca akıl ve doğrularla insan olunamayacağını, duygularımızın önemini, kalbimizin sesini ve davranışlarımıza özgürce yansımasının gerekliliğini öğretmiş, rupert ise onu biyolojik olarak ölümlüye dönüştürmüştür. andrew martin olarak yaşamış ve iki yüz yaşında " one is glad to be serviced" diyerek değil acıyı, sevgiyi, paylaşmayı bilen hataları ile özgür bir insan olarak ölmüştür.