Kanuni Sultan Süleyman Aslında O Kadar da "Muhteşem" Değil miydi?
kanuni sultan süleyman aslında o kadar da "muhteşem" değildi. bence, kanuni’nin “muhteşem” sıfatı, daha çok batılı seyyahların gözünü kamaştıran saray ihtişamından ve sembolik güç gösterilerinden ibaretti. zaten osmanlı'nın neredeyse hiçbir döneminde halk için "muhteşem" bir dönem olmamış, halkın büyük bir çoğunluğu sefalete mahkum edilmiştir.
kanuni’nin avrupa’da "muhteşem" olarak anılmasının temel sebebi aslında onun şahsî meziyetlerinden çok, osmanlı’nın o dönemki gösterişli imajıydı. yani batı'nın gözünde büyüyen, kanuni’nin zekâsı ya da adaleti değil; topkapı’nın altın kaplamaları, saray törenleri, elmaslar, inciler, mehter marşlarıyla süslenmiş diplomatik gösterileriydi. batılı seyyahlar istanbul’a geldiklerinde, sistemin nasıl işlediğini ya da halkın ne çektiğini değil; sarayın kaç kubbesi olduğunu, sultanın kaftanındaki mücevherleri, yemeklerde sunulan altın tabakları gördüler. avrupa monarşilerine nazaran sarayın gçrkemi elbette büyüleyiciydi ama bu ihtişamın altında içeride yavaş yavaş çürüyen bir sistem vardı. gösteri vardı ama denetim yoktu, dışta ihtişam vardı ama içte çözülme başlamıştı bile. mesela kanuni’nin düzenlediği viyana kuşatması avrupa’da büyük bir yankı uyandırmıştı. ama bu sefer bir zaferle sonuçlanmadı; şehir alınamadı ve osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. yine de bu, batılılar için kanuni’nin gücünün ve "muhteşem"liğinin bir sembolü oldu. onlar osmanlı’nın zenginliğini, ordusunun disiplinini ve padişahın görkemini konuşuyordu, ama içeride neler olduğunu göremiyorlardı. devletin bürokrasisi, tımar sistemi ve ekonomi, dışarıdan görülen bu ihtişamın aksine, yavaş yavaş çatırdamaya başlamıştı. vergiler artıyor, halkın sırtındaki yük ağırlaşıyordu. kanuni’nin sarayı, adeta bir sahneydi; dışarıya güç gösterirken, içeride sistemsel sorunlar birikiyordu. bu dışa dönük gösteriş, kanuni’nin saltanatının sadece bir yüzüydü. bu dönemde osmanlı’nın askerî ve dış politik başarılarının asıl mimarı aslında pargalı ibrahim paşa gibi devlet adamlarıydı.
kanuni döneminde osmanlı; belgrad’ı, rodos’u ve mohaç’ı fethetti. bu zaferler, kanuni’nin adıyla anılsa da, işin aslı biraz farklı. bu başarıların ardındaki stratejik deha, büyük ölçüde pargalı ibrahim paşa’ya aitti. ibrahim paşa, kanuni’nin çocukluk arkadaşıydı ve onun güvenini kazanarak devletin en güçlü ikinci adamı olmuştu. belgrad’ın fethi, rodos’un alınması ve mohaç’ta macar ordusunun ezilmesi, ibrahim paşa’nın planlama yeteneği ve sahadaki liderliğiyle gerçekleşti. kanuni, karar verme süreçlerinde sık sık ibrahim paşa’nın aklına ve vizyonuna güveniyordu. paşa, hem diplomaside hem de savaş meydanında osmanlı’nın gücünü pekiştiren adımlarla devleti zirveye taşımıştı. ama her güzel şeyin bir sonu var. 1536’da, kanuni’nin emriyle ibrahim paşa idam edildi. neden mi? resmi gerekçe “devlete ihanet” gibi suçlamalardı, ama işin içinde saray entrikalarının kokusu vardı. ibrahim paşa’nın yükselişi, birçok düşman edinmesine neden olmuştu. ama kendisi de öyle çok masum değildi, kibre kapılmıştı ve padişahı aslan, kendisini de onun terbiyecisi olarak görüyor ve elçilere "bu imparatorluğu ben yönetiyorum" diyecek kadar ileri gidecek şeyler söylüyordu. süleyman ibrahim'e o kadar çok yetki vermişti ki, zaten neredeyse padişah gibi olmuştu. süleyman 7 tuğ taşıyorken, ibrahim 6 tuğ taşıyordu, padişahtan tek eksiği hilafet tuğ'u taşımaktı, o da olsa zaten padişahtı. pargalı'nın idamından sonra devlet, sanki bir şeylerini kaybetmiş gibiydi. dış politikada o eski dinamizm azaldı, bürokraside çatlaklar belirginleşti. rüstem paşa gibi isimlerin güç elde etmesiyle birlikte; rüşvet, adam kayırma ve liyakatsizlik devletin damarlarına iyice sızmaya başladı. ibrahim paşa’nın yokluğu, adeta bir dönüm noktası oldu. kanuni, bu kararla devletin geleceğini değil, sarayın iç dengelerini de berbat etmiş ve osmanlı'yı bir entrika imparatorluğu haline getirmişti. zaten kanuni döneminden bahsederken ve saray diyince, aklımıza direkt hürrem sultan ve onun entrikaları gelmesinden bunu anlayabiliriz.
hürrem sultan için kanuni’nin hayatına giren ve osmanlı sarayını altüst eden kadın desem yanlış olmaz. aslında kanuni'nin onunla evlenmesi, osmanlı geleneklerinde pek görülmemiş bir şeydi çünkü padişahlar, genellikle cariyelerle evlenmez, sadece çocuk sahibi olurlardı. ama kanuni, hürrem’e öyle bir tutuldu ki, onu azat edip nikâhına aldı. bu, sadece bir aşk hikâyesi değil, devletin işleyişini sarsan bir kırılmaydı. hürrem, sarayda giderek daha fazla söz sahibi oldu. kanuni, adeta onun etkisine kapılmış, devlet aklı yerine duygularıyla hareket eder hale gelmişti. hürrem’in etkisiyle sarayda kadınlar dönemi başladı. sultanlar, hasekiler, sarayın karar mekanizmalarında daha fazla rol oynar oldu. aslında bu imparatorluk için felaketin başlangıcıydı. asıl en büyük yara, şehzade mustafa’nın 1553’te öldürülmesiyle açıldı. mustafa, halkın ve ordunun sevgilisi, karizmatik bir liderdi. ama hürrem, kendi oğullarını tahta çıkarmak için mustafa’yı bir tehdit olarak gördü. kanuni’ye sürekli mustafa’nın isyan hazırlığında olduğu söylentileri pompalandı. peki, mustafa gerçekten isyancı mıydı? kısmen evet, kısmen hayır. 38 yaşına kadar babasına sadık kalan, halk ve ordu tarafından sevilen bir şehzade, eğer isyan etmek isteseydi çoktan harekete geçerdi. ama mustafa, babasının karşısına silahla çıkmadı, taht için entrika çevirmedi. sadece çevresindeki insanların "baban artık yaşlandı, niyetinin ciddi olduğunu anlaması için çeşitli padişahlık alametleri göster, sakal bırak" vs gibi telkinlerine uydu, bunu (bkz: şehzade mustafa/@pegassi) başlığında detaylıca anlatmıştım, ilgilileri okuyabilir. yani aslında şehzade mustafa, bilinen isyan şeklinde kılıcını kalkanını kuşanıp, askeri de arkasına alarak isyan etmedi, yaptığı bir hata olarak bile kabul edilebilir aslında. ama tüm bunlara rağmen kanuni, hürrem, rüstem paşa ve çevresinin etkisinde kalarak oğlunu boğdurttu. bu karar, sadece bir babanın zayıflığını değil, bir padişahın devlet adamı olmaktan uzaklaştığını da gösteriyordu. mustafa’nın ölümü, halkta ve orduda büyük bir travma yarattı. askerler “bir baba oğluna kıydı” diye fısıldaşıyor, halk arasında huzursuzluk artıyordu. kanuni, bu olayda devlet aklıyla değil, bir padişahtan beklenmeyecek şekkilde korku ve duygularıyla hareket etmişti. zaten hürrem’in, kanuni’yi dış seferlerden uzak tutup sarayda daha fazla vakit geçirmesini sağladığı söylentileri de cabasıydı. bu entrikalar, devletin yönetiminde liyakatin yerini saray oyunlarının almasına neden oldu. artık iç yönetimde de bozulmalar başlamış, halk ve hanedanın arası tam anlamıyla açılmıştı, çünkü halk şehzade mustafa'ya büyük bir sevgi besliyor ve saygı duyuyordu, onun idamıyla birlikte anadolu'da ve diğer bölgelerde birçok isyan gerçekleşti, hatta düzmece mustafa olarak bilinen isyanda biri çıkıp şehzade mustafa olduğunu iddia etti ve aslında idam edilmediğini, son anda kaçtığını söyledi ve kendisine epey bir taraftar topladı, daha sonra bu isyan bastırıldı.
kanuni’nin dönemi, dışarıdan bakıldığında fetihlerle dolu bir altın çağ gibi görünse de, içeride halkın durumu hiç de parlak değildi (bkz: osmanlı imparatorluğu/@pegassi) entry'mde bunu detaylıca anlatmıştım. sürekli düzenlenen seferler hazineyi tüketiyor, halkın ödediği vergiler artıyordu. tımar sistemi, osmanlı’nın bel kemiğiydi; ama bu dönemde bozulmaya başlamıştı. tımarcılar, toprağı işlemek yerine rant peşine düştü. bu, hem tarımda verimi düşürdü hem de köylünün sırtındaki yükü artırdı. halk, padişahın görkemli seferlerini ve "muhteşem" oluşunu değil, artan vergileri ve yoksulluğu hissediyordu. yani kanuni’nin düzenlediği seferler dışarıda ihtişam gösterse ve "muhteşem" olarak anılmasını sağlasa da, asla kalıcı kazanımlar getirmiyordu. mesela, 1529 ve 1532’deki viyana kuşatmaları büyük umutlarla başladı, ama ikisi de başarısız oldu. almanya içlerine girildi, ama elde kalıcı bir toprak kalmadı ve "bunca uğraşa değdi" denilecek bir şey ortada yoktu. mesela yavuz sultan selim’in mısır ve safevi seferleri, devlete kalıcı bölgeler kazandırmıştı; yapılan harcamaların ve verilen canların bir kıymeti vardı, ama kanuni’nin seferleri, daha çok sembolikti. sürekli savaş, hazineyi eritti, halkı yordu. kanuni’nin istikrar gibi görünen dönemi, aslında devletin temellerini sarsan bir yanılsamaydı. bu sorunlar, kanuni’den sonra tahta çıkan oğlu ikinci selim’le daha da belirgin hale geldi.
evet! kanuni’nin 46 yıllık saltanatı, osmanlı’nın en geniş sınırlarına ulaştığı bir dönemdi. ama bu genişleme, devletin iç dinamiklerini tüketiyordu. tımar sisteminin bozulması, rüşvetin artması, ulemanın siyasete bulaşması… bunların hepsi, kanuni döneminde filizlenmeye başladı. ikinci selim’in tahta çıkmasıyla, bu sorunlar iyice su yüzüne çıktı. selim, babasından da zayıf kaldı. saray, liyakatten iyice uzaklaştı; devlet adamları yerine entrikacılar yükseldi. yani aslında kanuni’nin tercih ettiği düzen, uzun vadede osmanlı’yı içten içe kemirdi. aslında kanuni’nin “muhteşem” sıfatı, bir yanılsamaydı. sarayın altınla süslü salonları, batılıların gözünü kamaştırdı; ama içeride halk yoksullaşıyor, sistem çürüyordu. ibrahim paşa gibi yetkin isimlerin kaybı, hürrem’in entrikaları ve kanuni’nin zayıf iradesi, devletin geleceğini gölgeledi ve halkı ezdi.
kanuni bir padişah olarak ihtişamlıydı; ama devlet adamı olarak bence “muhteşem” olmaktan çok uzaktı.