SİNEMA 3 Ocak 2018
169b OKUNMA     1642 PAYLAŞIM

Kalitesiz Türk İşi Komedi Filmlerinin Çok İzlenmesinin Ardındaki Toplumsal Sebepler

Sinema sanatına katkıda bulunma iddiası olmayan ve seyircinin ufkunu açması da pek mümkün olmayan bazı filmlerin şapkadan çıkmadığını anlatıyor Sözlük yazarı "lantirn161".


"izlemek" fiili tek yönlü bir bakış açısıdır. halbuki bu tip filmlerin bir de filmi çeken tarafı var, yani suçu sadece izleyene atmak yanlış. bu iki yönü birleştirmek sıkıntının kaynağına inmek için gerekli.

filmi çeken taraf 2 bölümden oluşuyor; filmin yapım kısmı (yapımcı, dağıtıcı, filmdeki set işçileri, yönetmen, senarist vs vs), filmin oyuncuları.

neden böyle filmler çekiliyor sorunsalının "yapımcı açısından" yanıtı "günümüz şartları" içinde çok kolayca veriliyor:

"minimum yatırım-maksimum kazanç"


cumali ceber filminden devam edelim

günümüzün trendi youtuber'lik. bu filmi çeken kişinin youtube abone sayısı şu entry girildiği dakikalarda tam 952.000 kişi. sahte/ikincil hesapları, yanlışlıkla abone olanları, zamanında abone olup şimdi abone olduğunu unutanları kabaca düşünce nereden bakarsanız en az 800-850 bin "gerçek" kişi bu elemanın kanala üye.

yapımcının hesabı çok basit

- 952 bin abonesi olan adamın %20'si bu filmi izlese 190000 kişi yapar.

- reklamdan carttan curttan da 100k adam toplasak etti mi sana 290k adam.

- ortalama 15 lira bilet bedeli desek yapımcının indireceği balya totalde brüt 4,35 milyon tl.

- filmin masrafı yok. tek önemli masraf set işçilerinin parası ve adamın kaşlarına yapılan makyaj. onun dışında bu filmde profesyonel makyöz, kostümcü, ışıkçı vs adam tutmana da gerek yok. çünkü filmde öyle bir yaklaşıma ihtiyaç yok. filmin odağındaki "sıçmak" fiili, filmin çekiminde gerçeğe dönüşüyor zaten.

- mekan kirası gibi bir bedel de yok, yazıyorsun filmin sonuna "özel x üniversitesine teşekkür ederiz" yazısı, iki sahnede de okulun önden görünüşünü koyuyorsun olay bitti. onun dışında havalanan bir uçak ekle hop ordan gelsin, sponsorluk film ekibinin antalya gidiş bedeli çıktı işte. nasılsa sette çalışan işçi 10-15 saatte kamyonetle geliyor malzemelerle birlikte, git gel 2 depo mazot parası oldu bitti sana ulaşım gideri.

- sette oyunculara 1.5 adana söyle, set işçileri de sandviç kemirsin, arada geldiyse iki tane yemek şirketinin de adını yazarsın yemekler de beleşe geldi mi. tamaaam.

- e montaj vs post prodüksiyon aşamaları da "bizim hasan abinin ordan hallederiz" mantığıyla aradan çıkıyor. öyle detay post prodüksiyona da ihtiyaç yok, skeç gibi sahneler zaten movie makerla birleştir gitsin.

- filme de yapımcının arasının iyi olduğu 2-3 orta seviye ünlü ekledin mi filmin pr işinin bir kısmı oradan çıkıyor, akabinde sözlüklerde, twitterda, face'de parayla ajanslardan tuttuğun adamlar yaldır yaldır yorum kasıyor. youtube işinin zaten cılkı çıkmış durumda, fason izlenme almış yürümüş, misal 9 yıl önce youtube'e verilen koskoca iron maiden'ın en hit şarkılarından biri olan the trooper'ın videosu daha 33.264.411 görüntülenme almışken 1 hafta önce piyasaya çıkan sikko bir pop şarkısı 65 milyon görüntülenme alıyor (yersen)!


Iron Maiden - Trooper


dolayısıyla en iyi görüntülenmesi 9 aylık bir videoda 10 milyon olan youtuber'ın 1 aylık film fragmanı videosunun 9 milyon görüntülenme alması da bir şekilde sağlanıyor. yani asıl hedeflenen kitle olan internet tayfası da sonuna dek sömürülüyor.

- sanat sepet, çekim açısı, sinemanın ilerlemesi vs gibi amaç da yok. tek amaç voliyi vurmak.

şu yazdığım hizmetleri adamlardan zaten "film bir patlasın ertesi gün para hesabında karşiim" diye borca alıyor zaten yapımcı. sonuçta cepten 5 kuruş çıkmadan nerden baksan 4,5 milyon tl brüt indiragandi yapılıyor.

şimdi buradan abartarak tüm masrafları düştüğünüzde yapımcıya net 1.5-2 milyondan aşağı para kalmaz. yıllık 1.5-2 milyon kazamak da şu anda gayet iyi çünkü masrafınız yok kardeşim, gideriniz sıfır neredeyse. aynı parayı kazanmak isteyen bir kobi sahibinin götü çıkıyor yok vergi, yok amortisman, yok, mevzuat, yok işçinin derdi, yok beyaz yakalının afra-tafrası diye. la burda ne yapıyorsun da bir anda 2 milyon iniyor cebe?

valla ben de yapımcı olsam bırak sıçmalı komediyi bildiğin hayvan gibi memeli, götlü komedi! filmi çekerim. alırım cicişler stayla 5-10 hatun, açın kızlar memeleri derim. araya sıçmalı, sokmalı lafları eksik olmayan öküz bir karakter sokarım. buyrun hem cinsellik hem sıçmak yani en temel insani ihtiyaçlar tek filmde karşınızda. artık filme ne amaçla geliyorsan gel, ister meme izlemeye gel ister anıra anıra gülmeye gel. ben parama bakarım.

izleyici anlamında bakarsak yıllarca şu yalanla uyutuldu seyirci: "e böyle işlere talep var, izleniyor biz de çekiyoruz."

bu yalan üzerine inşa edildi türk sineması. 1970'li yıllardaki sol akım türk sinemasını da etkilemeseydi hala aynı hikayeler dönüp dururdu ekranda, perdede. yani bugün müthiş sanatçı, inanılmaz yetenek vs vs diye lanse edilen eski tüfek sinemacıların filmlerine bakın çoğunluğunun 1960'ta çektiği filmle 1965'te çektiği film, 1970'te çektiği filmle, 1975'te çektiği film hep aynı: "zengin x fakir y aşkı". arada tek tük nasıl olmuşsa cesur bir yapımcı, yönetmen birleşip "ulan nabıyoruz biz" demiş ortaya ömer lütfi akad'ın harika üçlemesi gelin düğün diyet gibi filmler çıkmış. ama onun dışında sinemanın %90'ı aynı.

neden basit; sanatçı riske girmek istemiyor, aman siyasi mesaj olmasın başım derde girmesin ekmeğimden olmayayım diyor. yapımcıda prensip hep aynı zaten minimum masraf-maksimum kazanç. mekanlar aynı, ekip aynı, kostüm aynı, senaryo aynı hadi yallah çek aynısını dur.

e seyirci napsın birader, ne varsa ona bakıyor. yani eskiden şimdiki gibi seçme şansı yok, ilçede tek sinema var ne gelirse izleyecek adam.

ama şimdi seçme şansı bol, kaynaklar çok fazla. peki neden bir kısım bile olsa (mesela bu çöp filmi izleyen ilk 128k adam için konuşalım) bu tip filme para verip gidiyor?

cevaplar aslında yine çok basit; bayağılığın pohpohlanması, kültürsüzlüğün yüceltilmesi ve samimiyet adı altında ayılığın methedilmesi.

zamanında tv'lerde şimdiki gibi sansür yokken rahmetli kemal sunal filmlerinin hepsini kesilmeden, sansürlenmeden izleyen şanslı nesildenim ben. kemal abimiz de filmlerinde "sıçmak" fiilini kullanmıştır. mesela hafızam yanıltmıyorsa ünlü bombacı mülayim karakterini canlandırdığı korkusuz korkak filminde kendisine piyango bileti satmaya çalışan satıcıya "bak çıkmazsa ağzının çatısına salıncak kurar sallana sallana sıçarım" gibi bir repliği de vardır (ki bunu net hatırlamamın nedeni bu filmi küçük bir çocukken tv'de izlediğim sırada repliği duyan annemin "aaayy ne ayıp laflar ediyor bu kemal sunal, kessinler şurasını ayıp yahu, tıka kulaklarını lantirn" diye bir laf etmesidir. ) ancak şurası bir gerçek ki kemal sunal ve onun nesli komedi ekibi tamamen "küfüre, argoya ve ayılığa" dayalı bir film stratejisi gütmüyordu. sakarlığa, hayatta yer alan ve herkesin karşılaşacağı tiplerden/olaylardan kaynaklı ufak detaylara (mesela zeki alasya/metin akpınar'ın aslan bacanak filmindeki metin akpınar'ın canlandırdığı minibüs şoförü selim karakterinin tepkileri) veya insanın düşeceği olmadık durumların abartılması

(zeki alasya/metin akpınar'ın beş milyoncuk borç verir misin filmindeki efsane stresten renkten renge girme sahnesi gibi)


noktasına dayanan komedilerdi. daha sonraları elbette toplumsal duyarlılıkla biraz olsun mesaj kaygılı komedilere (bkz: faşo ağa) yöneldiler. ama komedi filmlerinde sürekli uyulan belli kurallar ve sınırlar vardı ve kabalığın yüceltilmesi asla olmadı. onların küfürleri sadece replik olarak bir an geldi geçti ve zaten o küfürü o karaktere bizler çok rahat oturttuk. dolayısıyla ettikleri küfür sadece bir anlık bir laftı, filmin ana çatısı değil.

şimdi hepimiz diyoruz ki "nasıl bir nesil yetişiyor? kaba, görgüsüz, zevksiz çocuklar, gençler her yerde!"

e cevabı basit be arkadaşım, senin annen-baban neyse sen de o olursun. bu ülkede özellikle 1970 ve 1980 sonrası doğan nesil sistematik olarak apolitik olarak yetiştirildi. apolitizm belki devlet güvenliği için gerekli görüldü ama bir yan etkisi de genç nesle "ilkesizlik" ilkesini yerleştirmek oldu. çünkü politik anlamda bilinçli olmayan insanın hayatın diğer yönlerinde de bir takım prensipleri olmaz, olamaz. politik fikirler insanın hayatını yönlendirmede en etkili şeylerden biridir. o fikirler insanı ilerletir, hayatını belirler, zevklerini oluşturur. burada yanlış anlaşılmasın, politik fikirler derken sadece sağ/sol fraksiyonun resmi ideolojik söylemlerini kastetmiyorum. ideolojik söylemler doğrultusunda hayata yön veren akımları da kastediyorum. mesela sinemada yılmaz güney tarzı gibi, müzikte anadolu rock akımı gibi insanımızı kültürel anlamda geliştirecek şeyler de apolitizm rüzgarı içinde kayboldu gitti. bu ülkede 1980 darbesi öncesi sağ ve sol ideolojiler sonuçta ayrı gibi dursa da birleştikleri tek bir nokta vardı: bağımsız türk devleti. ülkede milyonlarca sayıda sağ/sol ideolojiye gönül veren insan vardı, bunların hepsinin prensipleri, fikirleri, hayat görüşleri vardı. önce 80 darbesi daha sonra özal liderliğinde anap iktidarları apolitik silindirle ezdi hepsini ve insanlar sindirildi, korkutuldu, susturuldu.

sonuçta apolitizm öyle bir raddeye ulaştı ki sadece aşk şarkılarından oluşan bir diskografiye sahip olan yılların (!) süperstarları, "zengin x fakir y" temalı filmlerden başka bir hazinesi olmayan oyuncular/yönetmenler, sadece aşk romanları yazmış olan yazarlar, tırt konuları anlatıp duran köşe yazarları, hiç bir anlamı olmayan kopya dizilerden oluşan bir sektör, *m-göt-meme ekseninde gelişen bir müzik endüstrisi yani kısacası şu andaki hayatımız ortaya çıktı. 

Çılgın Dersane


şimdi dönün bakın kendinize

tv izlerken aslında herkesin ne olduğunu bildiği bir arabanın markası anlamsızca buzlanıyorken, aktörün elindeki içki bardağının olduğu sahne eğer makaslanmazsa nal gibi kapatılıyorken, sokakta millet fosur fosur sigara içerken, lise tayfasının oturduğu kafeler sigara dumanından geçilmezken ekranda 1939 yapımı rüzgar gibi geçti filmindeki sigaralar çiçekle, buğuyla gizlenirken, fuhuş nerdeyse her adım başı yolda, sokakta görülürken ekranda zamanında ne olduğunu bildiğimiz tipler namus bekçiliğine soyunmuşken, kerameti kendinden menkul tarihçiyim diye geçinip şu ülkeyi kuranlara rezilce binbir türlü hakareti edenler devlet sofralarında başköşeye oturtulurken, zamanında namuslu insanları harcamak için binbir türlü iftiraları atıp, sınavlarda hak yiyip, "müslüman amaca ulaşmak için gerekirse şirk yapar, zina yapar, içki içer" gibi saçma sapan argümanlarla allah'a şirk koştuğu tarikatın liderinin çoraplarının yıkandığı suyu içmeyi, şeyhin giydiği atleti kapmak için dizlerinin üzerinde köpekler gibi yaltaklanmayı göze alan insanların olduğu bu ülkede cumali ceber gibi karakterlerin yer aldığı birkaç milyon ciro yapacak filmleri çekilmesi anormal mi?

hayır hanımlar, beyler hayır. asıl anormal olan bizleriz artık. çünkü ülkemiz artık kocaman bir tımarhane. toplumsal yapının temelleri dinamitlendi ve o yıkıntılar arasında kendini savunmaya çalışan bir kısım azınlık bizleriz. burada bazı arkadaşlar bence yanlış olan bir çıkarım yapmışlar; "ekşide çok konuşuldu" diye bu film bu kadar izlenmiş. geçiniz bunları, eğer ekşinin o seviyede gücü olsaydı bundan önce yaşanan seçimlerde toplumu etkileyecek politik kararların alınmasına neden olurdu. birileri seçilmezdi başımıza. o nedenle bu filmin "sözde" başarısını da salt ekşiye bağlamak büyük hata çünkü ne yaparsanız yapın bu filmi izleyecek ve beğenecek yüzbinler potansiyel olarak yetiştirildi bu ülkede.

gençlerimiz amaçsız, hedefsiz. önlerine konan şeyler de aslında bir hedef, amaç veya anlam ifade etmiyor. şu anda boğaziçi üniversitesine giren adam da konya necmettin erbakan üniversitesine giren adam da aynı şeyi düşünüyor. okulu bitirip uluslararası bir şirkete girmek, deli gibi pazarlama yapıp bonusları toplamak. eee nerede hayat kalitesi nerede insanın hayatının bir amacının olması?

Oflu Hoca'nın Şifresi

hayat sadece eve son çıkan elektronik cihazları toplamak, her yaz deniz güneş kum yapıp yeri geldiğinde uzakdoğuya arınmaya gitmek veya en sevdiğiniz beyaz şarabı yudumlarken o kişinin elini tutup 250 metrekarelik akıllı evinizin deniz gören balkonunda mehtabı izlemek mi?

yoksa hayat, gecenin köründe durup dururken "ya ben şu kitabı hele bir çevireyim, ben okudum ama başkaları da kasmayıp türkçesini okusun" demek, sokakta evladınızla yürürken bir anda çocuğunuzun eline bir parça ekmek tutuşturup "hadi at bakalım bunu kuşlara onların da karnını doyuralım" deyip kirli güvercinleri beslemek, önünden geçtiğiniz dükkandaki son model arabaya bakıp iç geçirirken eşinizle göz göze gelip sessizce "ya boşver, bak kızımız/oğlumuz büyüyor, o parayı ufaklığın eğitimine harcarız" diyerek tek söz etmeden anlaştıktan sonra tıklım tıkış belediye otobüsü veya metro ile 100 metrekare evinize dönüp akşam kararını verdiğiniz çevirinin başına oturmak mı?

çocukları düzgün yetiştirin, kendinizi düzgün yetiştirin lütfen. eğer bunu yaparsanız ortalıkta ne cumali ceber gibi çöp filmler olur ne de sizi baskılayan politik bir ortam oluşur.

Bu içeriği de beğenebilirsiniz