EDEBİYAT 3 Nisan 2024
14,6b OKUNMA     262 PAYLAŞIM

Jack London'ın, Bir Aşk Öyküsünün İçine Sığdırılabilecek Her Şeyi Sığdırdığı Roman: Martin Eden

Eylül 1909'da yayınlandığından beri klasiklerden sayılan bu efsane hikayeyi analiz ediyoruz.

martin eden... jack london'ın bir aşk öyküsünün içine; hayatla, toplumla, fikirlerle ilgili ne varsa sığdırdığı, dönemin ruhunu iyi yansıtan başyapıtlardan biri.

bundan sonrası spoiler:

jack london; bu kitapla üç konuya parmak basmıştır: sınıf ayrımı, sosyal adaletsizlik, üst zümrenin bayağılığı; bu üç şeyin üçüne de martin'in hikâyesi aracılığıyla gözlemleriz. martin sınıf ayrımını, sosyal adaletsizliği ve zenginlerin boş yaşadığını deneyimler hikaye boyunca, her bölümde yüzümüze çarpar london bu gerçekleri.

martin, alalede bir denizciyken onun hayatını değiştiren olaylar silsilesi, arthur adında bir arkadaşını bir kavgada kurtarıp sonrasında arthur'un davetiyle morse ailesinin evine gitmesiyle başlar. arkadaşı zengin bir ailenin çocuğudur, kendisi dışında norman adında bir erkek kardeşi ve bir kız kardeşi vardır. martin, arkadaşının ablasını görür ve aşık olur. kızın adı ruth'tur ve martin, ruth'a daha onu görür görmez abayı yakar..

martin, çok çalışkan bir insandır. iyi bir kişiliğe, iyi bir fiziğe, güzel bir yüze sahiptir, iyi insandır, dikkatlidir, zekidir. yani bir insandan beklenebilecek her güzel özelliğe sahiptir ancak bir sorun vardır: "fakirdir."
ruth, baktığınız zaman doğuştan gelen özellikleri ve ailesinin zengin olmasından ileri gelen; güzel bir kadın olmasının yanında iyi eğitimli olmak dışında başka bir insani vasfa sahip değildir. başta karakter sahibi değildir, iyi yürekli olduğu tartışılır ancak "zengindir." ruth'un bu yanını hikaye ilerledikçe daha çok görürüz ve yer yer ruth'dan nefret ederiz.

anlayacağınız; martin, ruth'a aşık olduktan sonra kaybedeceği bir savaşa girmiştir. jack london çok zeki bir yazardır, bize hikayenin başından martin'in kızı kapıp hikayenin mutlu sonla sonuçlanacağını düşündürtmüştür ancak hepimizi yaş tahtaya oturtur; zaten hikâye ilerledikçe, kitabın konusunun aşkın ötesinde bir şeyleri daha anlattığını da anlarız.

martin, ruth'a aşık olduktan sonra fakir olduğu gerçeğiyle yüzleşir. ruth'la beraber olmak için sınıf atlamalıdır. bunun için ilk olarak, yarım bıraktığı eğitim hayatına kaldığı yerden, daha sıkı bir çalışmayla dönmeye karar verir ancak bir sorun vardır: "martin işe gitmek zorundadır." bu nedenle martin sınavlarını veremez. bu dönemde ruth ona çok yardımcı olur, ruth edebiyat mezunudur, bu konularda boş olmayan bir kızdır. martin'e büyük faydaları dokunur.

martin, ruth için değişmeye karar verip kendini eğitime adadığı gün, hikayenin sınıfsal ve sosyal eleştirilerine de çok daha fazla tanık olmaya başlarız, çünkü martin eğitim hayatını sürdüremez. eğitim; parasız insanlara göre bir şey değildir. daha henüz 21 yaşında olan martin, liseyi bitirmeyi başaramaz, çünkü sınavları veremez. çalışmak zorunda olduğundan yeterli zamanı ayıramamıştır okula; ancak herhangi bir öğrenciden daha çok şey öğrenir bu süreçte, bunun ekmeğini birkaç yıl içinde yiyecektir.

hikayenin ilk sosyal eleştirisi budur, ardından sınıfsal ayrımı işaret eden ilk olaya denk geliriz. zenginlerin, kendi menfaatleri için her şeyi yapacak potansiyele sahip olduğunu görürüz ruth'un ailesi vesilesiyle; çünkü morse ailesi, martin'i kızlarının aşırı muhafazakâr yanını törpüleyecek adam olarak görmekte, ve zengin bir adamla evlenmesi yolunda, kızlarını erkek cazibesiyle tanıştırmak isteyen aile, bu uğurda martin'i kullanacaktır.
kızlarının martin ile görüşmesine izin verirler, çünkü ruth da henüz tam olarak bilmese de martin'e karşı bir şeyler hissediyordur. annesi bunu anlamıştır.

martin, sınavları veremeyince bir dönem boşta kalır ancak zaman geçince kitaplara olan tutkusunun da etkisiyle yazar olmaya karar verir. bu iddialı bir karardır, çünkü birkaç yıl öncesine değin doğru düzgün bir şey bilmeyen birinin kararıdır bu ancak martin kararını vermiştir. martin bu dönemden sonra radikal bir karar alır. artık denizde çalışmayacaktır. martin'in denizden uzaklaşması jack london'ın kitabın sonuna yaptığı bir göndermedir.

martin, denizden ayrılıp şehirde yaşamaya başlar. belli bir dönem oda kiralayıp ayakta kalması için para biriktirmeye karar verir ve sonra bir çamaşırhanede işe başlar. bir ay boyunca çamaşırhanede köpek gibi çalışır, orada bir dost edinir ve oradan tek kazancı da bu olacaktır. amaç: 30 dolar biriktirdikten sonra bir oda kiralayıp yazar olmak isteyen martin'in bir ayı adeta bir yıl gibi geçmiştir.

önceden de dediğim gibi bu oldukça iddialı bir olaydır martin için; birkaç yıl önceye değin, doğru düzgün bir şey bilmeyen, okumayan birinin cesaretidir bu; zaten ruth da buna karşı çıkar ve babasının arkadaşı olan, dipten gelip başarı hikâyesi yaratmış bir avukatın yanında işe başlamasını istemiştir. martin, buna karşı çıkar. hem kendi ekmeğini kendi kazanmak istemektedir hem de bunu gururuna yedirememektedir.

yazmaya başladıktan sonra, âdeta yemek yer gibi kitapları okumaya başlayan martin, üst zümrenin düşünüldüğü kadar akıllı olmadığını, sloganlarla yaşayan boş insanlar olduğu kanısına varır. sorun şudur ki; çoğu zengin insan hakkında bu kanıya varan martin, ruth'a olan aşkından ötürü ruth hakkında böyle düşünemez, ona konduramaz; çünkü martin, her şeyden uzaklaşmaya karar verip ruth için yükseklere oynadıkça kendinden de uzaklaşmaya başlamıştır. aşk, gözünün önüne büyük bir duvar örmüştür ve olanları iyi göremez.

martin'e cazibesine yenilen ruth, martin ile sevgili olur ve evlenme kararı alırlar. martin'i havalara uçuran bu gelişme, aynı zamanda sonun başlangıcıdır.

martin ile nişanlanan ruth, martin'i olduğu gibi sevemez bir türlü, martin bunu görmek istemez uzun süre, arada bir sert bir şekilde ruth'a muhalefet etse de, tam olarak gerçeği kabullenmemiştir henüz.

ruth'un martin ile nişanlanması bile, martin'in sınıf atlayabileceği potansiyeli üzerine gerçekleşmiştir. martin'i sevmiyor değildir ruth, ancak geleneklerinden ve geldiği sınıfın gerçeklerinden de vazgeçmeyecek biridir.

bu süreçte kızlarını martin'den soğutmaya çalışan aile, ruth'un martin'den soğuyabileceği her şeyi yapmaya başlarlar.

okudukça, öğrendikçe zenginlere olan kini artan martin'in, bir yemek sırasında bir yargıç'a ağır konuşması üzerine, ruth utanır ve ailesi sevinçten göbek atar. konu sosyalizm'dir, yargıç martin'i sosyalist olmakla itham edince, martin dayanamamış ve birkaç hakaret etmiştir.
ruth'un ailesinin planının son aşamaya da gelmesiyle işler ters gider ve ruth, martin'den ayrılmaya karar verir. martin, ne yapıp ne etse de ruth geri dönmez. bu ayrılık döneminde, hayatının dönüm noktasını yaşar martin; russ adlı arkadaşıyla tanışır.

martin, russ ile geçirdiği süre boyunca daha çok öğrenir, daha çok anlar. russ'ın, martin'i partiye davet ettiği söz unutulmazdır: "seni kitap okuyan insanlarla tanıştıracağım. hayat, ancak böyle insanlarla bir araya geliyorsan yaşanmaya değer olur."

martin, aylarca aç yaşayıp kıçındaki pantoluna dek satar. bu süreç içerisinde sağlığını, aşkını, geçmişini, arkadaşlarını kaybeder. russ, martin için dönüm noktasıdır, çünkü russ martin'in karşısına çıkmasaydı, martin'in başarısının gerçekleşmesi mümkün olmayabilirdi.
russ, onu edebiyatçı arkadaşlarıyla tanıştırmış ve martin daha önce duymadığı, bilmediği birçok şeyi öğrenmiştir.

russ, bir sosyalist olmasının yanında inanılmaz yalnız ve bireyci yaşayan biridir. kendisine ait bir yere sahip değildir. o da martin gibi zekidir, akıllıdır ancak yalnızdır. bu onun çöküşü olacaktır. russ, kafasına sıkıp intihar eder.

jack london, burada bireyciliğe olan bakış açısını konuşturmuştur. hikayenin sonunda martin'in sonunu da russ'tan farklı yazmamıştır...

sonunda martin'in beklentisi gerçekleşir

1 yıllık çalışması meyvesini vermiştir. artık öyküleri basılıyor, yüksek meblağlalar kazanıyor ancak yaşananlardan sonra hiçbir şeyden tat alamaz hale gelmiştir martin; henüz yazarlığı ülkede kabul olmadan önce ruth'un nişanlandığı gerçeğiyle yaşaması, russ'ın intiharı, ve de insanları anlamak yormuştur martin'i; tükenmişlik sendromunu dibine dek yaşar.

martin, sonunda amerikan rüyasının ne menem bir şey olduğunu da anlamıştır. cebinde paran varsa, herkesin sofrasına konuk olur, her güzel kızın kalbini kazanır, herkes sana saygı duyar; amerikan rüyası budur, ve martin, bundan büyük bir rahatsızlık duyar, çünkü martin değişmemiştir; martin aynı martin'dir, aradaki fark: artık ünlü ve para kazanan bir yazar olmasıdır.

mucizeler birbiri ardına gerçekleşmeye başlar bu süreçte

zamanında kızı martin ile evlenecek diye götü tutuşan ruth'un babası martin'i bir gün sokakta görür ve yemeğe davet eder. hatta martin'in hakaret ettiği yargıç bile martin'i yemeğe davet eder.

martin'in bu süreçte her şeyin boşuna olduğunu anladığı an ise; onunla konuşmaya tenezzül bile etmeyen ruth'un, martin'in kaldığı oteldeki odasına ansızın dayanıp "seni seviyorum" demesidir. ruth, martin'i ikna etmek için her şeyi yapar, hatta "istersen şimdi senin olurum" deyip martin'in karşısında soyunur. martin dehşete düşer olan bitenler karşısında, ancak sorun şudur ki: martin artık ruth karşı bir şey hissedemez hale gelmiştir. ruth'a "artık seninle olamam" der, soyunup kaldıktan sonra, ve bunları duyan ruth odadan çıkar. martin, kendisine bir şey yapmasından korkar ruth'un ve peşinden gider. daha sonra ise, daha acı bir gerçeği daha öğrenir.

ruth'un arkasından giden martin, ruth'un erkek kardeşi norman ile karşılaşır. norman, daha öncesinde ruth'la martin ayrılınca martin'i tehdit eden kardeştir. "buradan geçiyordum" diyen erkek kardeşin lafına inanmaz martin ve gerçeği anlar. ruth'u bizzat o getirmiştir. ruth'u o getirdiyse, ailesinin parmağı da vardır. martin dehşete düşer.

boşuna aşık olduğunu, ruth'un aşkıyla değiştiğini, ruth'a duyduğu sevgi bitince arafa düştüğünü, bu süreçte başkalaştığını anlar ancak artık geçtir...

martin, ruth'u severek her şeyi kaybetmeye başladığını görememiştir. eski çevresini, mutluluğunu, arkadaşlarını... ve bunu anladığında martin, artık eski martin değildir.

martin, eski hayatına bir anlık döner. eski arkadaşlarının, onu hikayenin başlarında seven varoş kızın olduğu bir eğlenceye gider. kız, martin'in zengin biri olduğunu bilmiyordur, buna rağmen martin'e "senin için her şeyi bırakırım, seninle gelirim" diyen kız, ruth'a hakaret ettirecek düzeydedir. ruth, martin ile olmak için âdeta yasalar koymuştur ve aşkı da tartışılacak düzeydedir hep ancak bu kız martin'i martin olduğu için sevmektedir, o kadar..

eğlence sırasında her şey çok güzeldir, eski günleri yeniden yaşar bir anlığına martin ancak durup düşündüğünde artık onların içinde yaşayamayacağını da anlar, çünkü martin artık biliyordur, anlıyordur, onlar gibi konuşmuyordur, onlar gibi sevmiyor ve düşünmüyordur. ruth'a aşık olduğu gün, varoşlardan çok uzak bir noktaya varmıştır.

gelin görün ki; martin, üst zümreye de ait değildir. onlardan iğrenen martin, onların içinde de yaşayamayacağını anlar.

martin, bu süreçten sonra kazandığı tüm parayı onu tanıyan iyi insanlara dağıtmaya başlar. günün birinde çamaşırhanede vakit geçirdiği arkadaşına rastlar.

joe, martin'e dediği gibi kendini tembelliğe vermiştir. martin, joe'nun artık iyi yaşaması için çamaşırhaneyi satın alır. vedalaştıkları anlarda joe'nun kurduğu bir cümle, aslında kitabın sonunun neden martin ölümüyle bittiğini anlatır. joe, şöyle bir şey der: "tembellik, içmek güzel de; artık böyle yaşamak zor geliyor. bir kadına ihtiyacım var."

joe, böyle dediğinde kitabın sonunun neden öyle bittiğini iyi anlamamızı sağlamıştır. ruth'un onu sevdiği, yanında olduğu senaryoda martin'in de yaşayacağını biliriz. martin kimseyi sevemeyeceğini anlamıştır ruth'tan sonra, joe'nun ise bir aşk tecrübesi yoktur ve hala mutlu yaşayacağı bir sürü zaman vardır.

martin, ne mutlu yaşayabilmiştir ne de kendinden tam olarak memnun olabilmiştir.
martin'i bu dünyadan nefret ettiren budur.

martin, son günlerinde tüm parayı sevdiği insanlara dağıtmaya başlar. ona odasını açan meksikalı kadına ev alır; ablasını eniştesinin esaretinden kurtarır; onu seven kıza, joe'ya ve şu an aklıma gelmeyen birçok insanın hayatını değiştirir ancak onu mutlu edecek hiçbir şey kalmamıştır...

velhasıl-ı kelam; jack london'ı büyük yazar yapan yazdığı kitapların çok katmanlı olmasıdır

london, martin eden'de de diğer kitaplarında yaptığı çok katmanlı bir hikaye anlatır. okuyan kişinin bilgi birikimine, hayata bakış açısına göre london'ın eserlerinden daha büyük edebi hazlar alınabilir. martin eden'in görünürde bir aşk hikayesi olması ancak martin'in hikâyesinde yazarın siyasi, toplumsal bakış açısının çok hissedilir olmasıyla, her karakterde sınıfsal, sosyal bir soruna parmak basmasıyla martin eden çok katmanlı bir eser olduğunu bize gösterir.

london; bireyciliğe karşıdır, kitaptan bunu anlarız. martin, russ gibi insanların var olamayacağını, var olsalar bile böyle insanların -diğer bir deyişle amaçsız insanların- toplumdan ayrışan bireylerin her koşulda (onun düşüncesine göre) yok olacağını göstermek istemiştir.

russ karakteri yalnızca martin'in aydınlanması için hikayede anlatılan bir karakter değildir. -yazarın bakış açısına göre- sınıfsız insanın sonunun russ gibi olacağını anlatmak isterken, aynı zamanda sınıfsız kalan martin'in sonuna da gönderme yapar.

london'a göre sınıfsız bir insan, yani bireyci bir insan işe yaramaz biridir. hikaye boyunca liberallerin savunduğu birey merkezli dünyayı yerden yere vurmuştur london; ona göre toplum merkezli, birey mutluluğu daha önemlidir.
sosyalist ülkeler; ilk kuruldukları dönemlerde aynı böyle düşünmüştür. zorunlu çalışma yasaları çıkarmışlardır. birey merkezli dünya anlayışına topyekûn savaş açan uç örnekleri de vardır;
(bkz: nazi almanyası)
(bkz: kuzey kore)
(bkz: çin halk cumhuriyeti)

jack london, hikayede üst zümrenin çirkin ve çıkarcı yanlarını sürekli gösterirken, fakir kesimin iyi niyetli, cahil ama güzel insanlar olarak resmetmiştir; belki de o dönem için doğrudur, bunu bilemeyiz. bugünlerde tüm insanlar john steinbeck'in dediği gibi "kendini geçici sıkıntı yaşayan milyonerler" olarak görmektedir. zaman çok değişti açıkçası, o günlerde kenarda kalmış insanlar nasıl yaşıyordu, ne yapıyordu tam olarak bilmek zor.

ayrıca dünya o güne göre, liberallerin hayat tarzının daha benimsendiği bir yer haline geldi. insanlar o günlerde toplumcu olmasa da, toplumcu insanlar gibi yaşıyordu. toplum birbirine sahip çıkıyordu, insanlar birbirine karşı yardım etmeyi biliyordu. bugünlerde ki gibi, kimsenin sınıf atlama hayaliyle yanıp tutuştuğu yoktu o kadar; herkes hayat ona ne verdiyse ona göre yaşıyordu. aşkın, dostluğun içinde bugünkü gibi maddi şeyler o kadar da yoktu. iki insan birbirini seviyorsa, evlenirdi. bugünkü gibi enerjiler, çakralar, maddiyat o denli konuşulmuyordu. bunların konuşulduğu yer, üst zümreydi.

martin eden; bu gibi yerlere göndermelerde bulunmasıyla, referans verdiği yazarlar ve eserleriyle inkâr edilemez şekilde politiktir.

ayrıca bu kitabı, jack london'ın intikam için yazıp yazmadığını da bilmiyoruz. mabel applegarth adlı bir kadının ruth olduğunu, ayrıca martin eden'in london'ın ilk gençliğini anlattığını da biliyoruz. london hayatının bir döneminde denizcilik yapmış birisidir, daha sonrasında amerikan rüyasını yaşamış, ülke çapında sevilen bir yazar olmuştur daha o hayattayken.

kitap intikam için yazılmadığıysa bile, london'ın mabel'da aklının kaldığı sonucunu çıkarmak pek de haksızlık olmasa gerek... sanırım london, mabel'i tarifi imkansız biçimde sevmişti. tahminen de hiç unutmadı mabel'i... keşke haklarında daha çok bilgiye sahip olabilseydik...

son sözlere gelecek olursak

kitap, martin'in suların üstünde tanıştığı arthur adlı arkadaşının evine bir kavgadan sonra gitmesiyle başlar. yani ruth ile tanıştığı yere; kitabın sonu da; ruth'un, insanların gerçek yüzünü görmesiyle, hayat kavgasından uzaklaşmasıyla suların dibinde bitmiştir.

kitap başladığı yerde bitip martin suyun dibine çökerken; russ'ın da neden intihar ettiğini az çok anlarız ve russ'ın intihar etmeden önce martin'e ettiği son sözleri anımsarız:

" ‘dergileri de bırak. geriye dön; gemilerine ve denizine. martin eden, sana tavsiyem budur. yozlaşmış insanlarla dolu bu iğrenç şehirden istediğin ne? güzelliği, dergiler krallığının arzularına takdim edip zamanını kaybediyor ve her gün kendi boğazını kendin kesiyorsun. geçen gün bana bahsettiğin şey neydi? ‘insan: faniliğin son temsilcisi.' peki, faniliğin son temsilcisi sen, şan şöhretle ne yapacaksın? elde edersen, seni zehirleyecektir. şöhrete erişemeyecek kadar basitsin, safsın ve mantıklısın. umarım dergilere bir satır bile satamazsın. hizmet edilecek yegâne efendi, güzelliktir. güzelliğe hizmet et, tanrı toplumun cezasını versin! başarı! başarı, henley'nin hayalet'ini bile gölgede bırakan bir stevenson şiirinde değilse, aşk döngüsü'nde değilse, nerede peki? yaptığın işte veya edindiğin başarıda değil, o işi yapmaktan duyduğun hazda. hiç anlatma, biliyorum. sen de biliyorsun. güzellik seni yaralar. bu, senin içinde sonsuz bir acı kapanmayan bir yara, alevden bir bıçaktır. neden dengilerle oyalanıyorsun? bırak, hedefin güzellik olsun. neden güzelliği altına dönüştürüyorsun? zaten yapamazsın bunu; boşa telaş etme. dergileri bin yıl bile okusan, perinde keats'e layık tek bir dize bulamazsın. ünü ve parayı bir kenara bırak, yarın hemen bir gemiye atla ve denize açıl."

not: bayağı vakit harcadım bu yazı için, buraya dek okuyan herkese bu nedenle teşekkür ederim.