SİYASET 5 Mayıs 2021
22,5b OKUNMA     430 PAYLAŞIM

İnsanların Nasıl Yaşayacağını ve Öleceğini Tayin Eden Siyasal Güç: Nekropolitika

Nekropolitika nedir? İnsanların yaşam hakkını, nasıl yaşayıp öleceklerini tayin etmeyi kendinde hak gören yönetim biçimini enine boyuna inceleyelim.
iStock

nedir, ne değildir?

nekropolitika, kamerunlu filozof achille mbembe’nin* kullandığı bir kavram. yaşamı zapt etmenin günümüzdeki biçimlerini açıklamakta biyoiktidar, biyosiyaset kavramlarının yetersiz kaldığını yerine necroiktidar ve necrosiyaset kavramlarını öneriyor. biyoiktidar sıklıkla yaşamı hesap, program, strateji alanına dönüştüren, yaşamı olumlayan iktidar teknolojisi olarak düşünülür. fakat kültürel çalışmaların acısız çiğ köfte yiyicilerinin ve avrupa komünizminin tedricilerinin gramsci’sisine benzemesin foucault‘nun akıbeti.

hegemonya’dan şiddetin, zorun, baskının arındırılması gibi, foucault’nun biyoiktidarı şiddet içermeyen bir süreç değildir. biyoiktidar, yaşamı korumak, sürdürmek için aynı zamanda ortadan kaldırmak gerektiğini anlatır. tehlikelinin, işe yaramaz olanın, hastalıklının ölümü, yaşamı daha temiz ve sağlıklı kılar der. biyoiktidarın mantığı hem yaşamı korur hem de holokosta onay verir.

necrosiyaset ise, egemenliğin nihai ifadesinin kimin yaşayabileceği ve kimin ölmesi gerektiğini emretme iktidarında ve kapasitesinde yattığını söylüyor. egemenliğin sınırı öldürmek veya yaşamasına izin vermektir. egemenliği icra etmek ölüm üzerine denetimi icra etmektir.

anahtar kelimeler: schmitt, egemenlik, foucault, biyoiktidar, agamben, kamp, olağanüstü hal, savaş, yaşam, ölüm.

meraklısı için; veritabanı derdi olmaksızın şuradan ulaşılabilir.

*achille mbembe, “necropolitics”, public culture 15(1), 2003, s. 11-40

bu nekropolitika kavramı çok yeni

4880 yıl önce ambictus kim nedir diye düşündü laflarıyla felsefe yaptığını iddia edenlerin konuşmaya bayıldığı konuların ötesinde bu konular tabii ki. yani şöyle, felsefe günümüzde de bir şeyler yapıyor. türkiye'de felsefe denince akla direkt olarak felsefe tarihi geliyor. yani bugün 2021 yılında felsefe ne yapar, ne çalışır, güncel konuları nedir bilen yok pek. bir şey olduğu zaman 2445 yıl önceki bir filozofun dediklerine başvuruluyor. yahu üzerinden 3 milenyum geçmiş.

nekropolitika kelimesine ismini veren filozof achille mbembe ve bunu 2003 yılında yazdığı bir makale ile ilk defa kullanıyor ve literatüre geçiriyor. makaleyi bulmak kolay. ben bu makalenin ilk cümlesini direkt burada referans olarak kullanmak istiyorum. zaten bunun üzerinden konuyu açacağız. bu arada makalenin orijinali ingilizce değil, yani daha sonradan ingilizceye çevrilmiş. zaten dildeki hantallık kendisini direkt olarak belli ediyor. hangi dilde yazıldığına bakmadım.

"this essay assumes that the ultimate expression of sovereignty resides, to a large degree, in the power and the capacity to dictate who may live and who must die. hence, to kill or to allow to live constitute the limits of sovereignty, its fundamental attributes."

diye devam ediyor. şimdi burada hemen bunun çevirisini yapalım:

"bu yazı, en azami suretteki egemenlik akdinin ifasında, büyük ölçüde, kimin yaşayacağını ve öleceğini dikte etme gücüne ve bu kapasitesiyle münhasır olunmasına vakfeder. dolayısıyla, öldürme(k) veya yaşamaya müsade etme(k) egemenliğin sınırlarını ve temel vasfını belirler."

şimdi bunu biraz daha anlaşılır hale getirmek gerekiyor. egemenlik denen şeyin en ileri uygulama alanında diyor ya da egemenlik denen şeyin üzerindeki örtüleri kaldırıp durduğumuzda diyor, en altta karşımıza çıkacak şey diyor, o egemenliğin kullanıldığı alan ve mekanda kimin ve neyin olup olmayacağına dair kararı vermek gücüne sahip olunması gerektiği kabulü ile bu tartışmayı yapacağız diyor. yani egemen bir kimse, kendi etki alanındaki diğer her şeyin kaderini belirleyen kimsedir diyor daha da basit manada.

burada aslında konu nasıl bir yol alacak belli. bu noktada agambe'nin homo sacer'ını bilmek de gerekiyor ve biraz da biyopolitika. yani bu yukarıdaki cümleyi anlamak için değil, sırada gelecekleri anlamak için bunları biraz biliyor olmak gerekiyor. michel foucault'un tabiriyle biyopolitika da en temel manada insanları insan olarak değil de işte aynı kültür ortamındaki bakteriler gibi kabul edip bu minvalde politikalar sürdürmeyi tercih eden yöntem diyebiliriz. homo sacer nedir dersek, en basit tabiriyle, slavoj zizek'in ettiği tabirle, alt sınıfa kakılmış insan demek. kimdir bunlar? mesela en basitinden mülteciler. mültecilerin gittikleri ülkede büyük bir coşkuyla karşılandıklarını düşünmek safça olur. öte yandan mülteci denen insan kategorisine girmek için sadece başka bir ülkeden geliyor olmanız yeterli. fakat bir ayrım var hangi vasıfla geldiğiniz de önemli. yani türkiye'den doktora yapmak için abd'ye gidiyorsanız mülteci sayılmazsınız. fakat amaçsızca varırsanız o ülkeye bugün artık siz bir "mülteci" olarak karşılanırsınız. buna eskiden göçmen denirdi. bugün artık bir amaca binaen ülkesini terkeden fakat gittiği ülkeye bir amaca binaen gitmeyen insanlar mültecidirler. arada bir fark var, hissettirebilmişimdir umarım. mesela almanya'ya giden işçiler mülteci değildi, göçmendi. çünkü onlar almanya'ya gitmeden önce nerede çalışacakları filan hazır ve belli şekilde gidiyordu birçoğu, yani bir amaca binaen gidiyorlardı. fakat bugün türkiye'den ne olursun kaçmak amacıyla çıkan ve gittiği ülkede ne yapacağı belli olmayan insanlar mülteci pozisyonu ile karşılanacaklardır. dolayısıyla, gittikleri ülkede göçmenlerden daha alt bir attribute ile vasf ile kabul edileceklerdir. görünmez etiketleri mülteci olacaktır yani. ve yine dolayısıyla, sahip oldukları her şey arbitrajlı olacaktır. yani o ülkeye arbitraj ayağına gelmiş olacaktır. bu ne demek? mesela iş gücü türkiye'de ucuz ya hani almanya'ya kaçak göcek giden bir türk genci almanya'da tamamen vasıfsız biri olarak addedilecek ve orada sisteme müdahil olmadan belki iş gücünden iskontolu şekilde faydalanılacak.


bu homo sacer denen insanların, kategorinin, tek örneği bu değil, aynı zamanda o ülkenin gerçekten vatandaşı olup da perifere itilmiş olan versiyonu da vardır. ırkçılık örneğin, en kaba halidir biyopolitikanın. daha ileri versiyonlarında biyopolitikanın bu sefer genetik olarak daha sağlam materyal sahibi olanın daha yeğ tutulması politikası şekliyle devam eder. politika denen şey ekonomi biliminin iddialarının devreye alınma yöntemlerini oluşturan bir bilim alanı olduğu için bu işin en dibine inildiği anda da bir kadının zengin ve kaşı gözü yerinde, güçlü sağlıklı bir erkeği daima seçeceği hakikatine kadar dayanır. burada da işte red pill denen ağlak felsefe cürufu ortaya çıkar. genel bağlamı çizmek adına sağdan soldan örnekler vererekten konunun ciddiyetinden ödün vermek pahasına bu tür bir anlatımı tercih ediyorum. çünkü konuyu burada akademik seviyede ele almak çok zor.

"to exercise sovereignty is to exercise control over mortality and to define life as the deployment and manifestation of power." diye devam eder, yani:

"egemenliğin tatbikatı (egemenliği tatbik etmek) ölüm üzerine mutlak kontrolü tesis etmek ve yaşamı gücün tezahüratı ve tertibatı (gücü tezahür ettirme ve yönlendirme becerisi olarak tanımlamaktır."

yani "egemenlik demek her konu üzerinde her türlü aksiyonu alma hakkını elinde tutmaktır" demek istiyor mbembe. egemen olan kaderi tecelli ettirme gücünü elinde tutan demektir. bu da insan özelinde direkt olarak yaşama hakkı üzerinde mutlak ve koşulsuz ve sorgusuz tahakküm sahibi olmak anlamına geliyor. kısacası egemen olan karşısındakine ya da hinterlandı içerisindekine yaşam alanı sunup sunmama kudretine sahip olmaktır. bütün karar egemen olandadır. mesela bunun içerisine hemen ilk giren şey savaşlardır. egemen bir ülkenin toprağına mütecaviz bir hareket mütekabiliyet esasları gereğinin ötesinde bir uygulamaya mahal verebilir. yani sizin ülkenize tehdit oluşturacak bir aksiyon alınırsa buna karşılık ölümcül şekilde verilir. çünkü egemenlik bunu gerektirir. aksi takdirde sizin bu defa "egemen olmadığınız" kanaatinin oluşmasına mahal verir. bu anlayış evrensel bir akit değildir. yani hukuk gibi yazılmış bir şey değildir. bu, meselenin özü itibariyle böyledir. haddi zatında burada anlaşılacağı üzere, bu nekropolitika denen şey de biopower'ın ve biopolitika tatbikat usullerinin egemenlik ile ilişkide olduğu hatta konu olur. yani bir yanda biopolitika denen usul var öte yanda da egemenlik kavramı, bunlar bir araya gelince nekropolitikanın alanını oluşturmaktadır. süper bir örnek; mbembe'nin makalesinde direkt olarak ağzından atıf verdiği hannah arendt -yahudi kökenli alman fenomenoloji felsefecisi- şu şekilde ifade eder:

"there are no parallels to the life in the concentration camps. its horror can never be fully embraced by the imagination for the very reason that it stands outside of life and death."

yani "konsantrasyon kamplarında yaşam ile hiçbir paralellik yoktur. bunun dehşetinin tasavvur yoluyla anlaşılması, orada olanların yaşam ve ölüm kelimelerinin tanımının dışında olması müsebbibiyle katı suretle (kesinlikle) mümkün değildir." yani diyor ki o konsantrasyon kamplarında olan şeyleri öyle hayatın kendi döngüsü içerisinde olan "yaşam ve ölüm" kelimeleriyle anlam kazanan şeyle yakından uzaktan ilgisi yoktur, orada yaşananların bizim bildiğimiz manasında "yaşam ve ölüm" değildi denmeye çalışılıyor.

"because its inhabitants are divested of political status and reduced to bare life, the camp is, for giorgio agamben, "the place in which the most absolute conditio inhumana ever to appear on earth was realized."

"çünkü oranın insanları politik statüden tecrit edilmiş, temel olarak yaşayan şey (yaşam formu) düzeyine düşürülmüş (indirilmiş)lerdi, ve kamp, agambe'nin tabiriyle "görüp görülebilecek en mutlak insaniyetsizlik şeraitinin hüküm sürdüğü yer" idi dünyanın tanık olduğu.

mutlak kelimesi aynı mutlak sıfır noktası gibi, yani kendi anlamı zaten "en" manası taşırken bir de bunu "most" ile artık dilin beceriksizleştiğinin bir alameti olarak kullanarak tasvir etmeye çalışması agamben'in durumun vehametini bize bir kez daha anlatmaya çalışıyor. ben ise burada "naziler çok beterdi" virtue signalling'i yapacak değilim, burada anlatmaya çalıştığım şey nekropolitikaya bir tür örnek verebilmek idi. makalenin dışından bir örnek daha vermem gerekirse: h.g. wells'in war of the worlds adlı kitabını da örnek vermek yerinde olur. dünya'ya uzaylılar geliyor ve insanları kıyma makinasından geçiriyorlar. bütün insanlığı yok etmeye çalışıyorlar. işte orada olan şey de bir nekropolitika ürünü aksiyon. bu arada illaki öldürmek olarak algılamamak gerekiyor bunu. yaşamasına müsade etmemek de var işin içinde. yani yaşayanı öldürmek başka bir de doğacak olana da müsade etmemek işin başka bir boyutu. işte aynı bir önceki yazıda bahsettiğim şey gibi.


şimdi işte tam da tüylerin ürpereceği noktaya geliyoruz: peki bu insanlar kimler olacak?

bacağı kırılan atlar.

yani işlevini yitirenler.

yani işlevsiz kalanlar.

yani ıskartaya çıkanlar.

yani gerek kalmayanlar.

bunların yaşamasına da gerek kalmayacak. bunlar belki sistematik şekilde öldürülmese bile (yaşmasına) izin verilmeyecek. yani hasta olduğunda tedavi edilmeyebilir ya da diğer insanların ömürleri uzatılırken bunlara o takviye yapılmayabilir. bunların çocuk sahibi olması engellenebilir. vasektomi yaptıran erkeklere ve rahimlerini kurutturmayı kabul eden kadınlara mesela evrensel temel gelirlerine ek yapılabilir.

bunları neden anlatıyorum konusuna gelirsek: gerçekten çok basit, bu içinde yaşadığımız çağın felsefesini anlatmak, yani üretken olmayan bir yaşam olduğu haliyle anlamsızdır, değersizdir ve hatta dolayısıyla gereksizdir. yapmak istediğiniz şeyi bulup bunu yapmanız gerekiyor.