FELSEFE 22 Eylül 2020
26,2b OKUNMA     484 PAYLAŞIM

İnsanın Güzellik Anlayışında Evrimin Etkisi mi Daha Fazladır, Yoksa Kültürün mü?

Bir insanı veya nesneyi güzel bulmanız yıllardan beri süregelen evrim sayesinde mi belirleniyor, yoksa içinde yaşanılan kültür sayesinde mi? Kısaca kafa yoralım.
Emma Stone ve Andrew Garfield.

güzellik anlayışında evrim etkisi vs kültür etkisi... her ikisinin de etkisi büyük. ancak içinde yaşadığımız toplumun etkisi, pompeii'nin duvar resimlerinde romalılar'ın biyotiplerini gördüğünüzde, etkisinin evrime göre daha şiddetli olduğunu fark edebiliriz. örneğin antik roma'da erkek güzelliğinin standardı, erkeği temsilen yapılan heykellere baktığınızda, geniş omuzlar, kaslı bir göğüs, uzun bacaklar ve küçük penisler ile karakterize edilir:


erkek güzelliğiyle ilgili kültürel değerlerin o zamanlar tamamen farklı olduğu aşikârdır. evet, bugün, özellikle, bir iktidarsızlık belirtisi olarak, büyük penisliler biyolojik olarak değerli ve erkeksi kabul edilip bağıranlara, vurgulara kulak veriliyor. ancak antik romada durum, belli ki bunun tam tersiymiş; büyük penis, barbarlık, vahşilik ve soysuzlukla özdeşleştirilip bilgelik ve zekâ da bunun tam tersinde konuşlandırılıyormuş. mö 386- 446 yılları arasında yaşamış komedya yazarı aristophanes, "nephelai" adlı oyununda, erkeksi idealin "iyi bir göğüs, açık bir ten, geniş omuzlar, ılımlı bir dil, güçlü kalçalar, küçük ve nazik bir penise sahip olmak" değerleriyle tanımlandığını anlatır. yine antik döneme ait heykellerin yapılma amaçlarının en önemli nedeninin, heykeldeki çıplaklık, masumiyet ve saflık ideallerinin temsil edilmesi saikidir.

bugün ise kitlesel tüketici ürünler ve onu besleyen endüstriler bile erkekleri ve kadınları, güçlü, fiziksel olarak kastan inşa edilmiş, kıvrımlı, büyük memeli, dolgun dudaklı, mükemmel çene hatlarına sahip, etkileyici bir bedene/penise sahip olarak sunuyorlar. güzelliğin var olduğunun reddedilemez kanıtı, onu tanımak için doğuştan gelen duyularımız, teknolojik hilelerle, zevk almanın mutlaklığına doğru çekilirken, doğuştan gelen güzellik anlayışımızı nesnel olarak çok daha öteye, aşırılığa doğru sürüklüyor.


felsefi hiçbir temelle ilgilenmeksizin, doğrudan insanın hormon paketçiklerine hitap eden fizikalist hedonizmin yarattığı bu estetik tahribat, özneyi nesneden ayırarak, kurduğu nesne ilişkilerini yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kılıyor. zira bu tür bir hedonizmin kendisini "dürüstlük" payesiyle, barbarca ifade edişi, özneyi nesneyle bir an için kaynaştırıp bir kopyaya dönüştürüyor. hatta belki bu barbarlığı, defaatle yağmalanmış roma'nın antropomorfik heykellerinin, bu yağmalardan payını alan ilk unsur olmasıyla destekleyebiliriz. antik roma'nın içinde debelendiği ilkel hedonizm, kendi çözümünü böyle (yağmalanarak) üretmiş olabilir ki bugünün reklam kültürü ve panayır usulü de aynı ilkeyle, yağma ilkesiyle tüketimin devamını sağlamaktadır.

hem öznel hem de nesnel gerçekler, öznenin kasıtlı nesne ile olan ilişkisiyle ilgilenir. nesnel gerçek vardır; özne, kasıtlı nesneyi doğru bildiğinde, orada sübjektif gerçek, yani varoluşsal ilişki meydana gelir. böylece güzellik, zihinsel bir deneyim olmaktan çıkar. ancak güzellik, zihinsel bir deneyimdir ve bu nedenle öznel bir şeydir. bir şeyin zihinsel temsilinden (bir resim, bir gün batımı imgesi veya bir şiir gibi soyut bir nesne), belirli bir tür duyumdan (deneyimin yoğunluğuna bağlı olarak, titreme, hafiflik, huzur vb.), duygulardan (şaşkınlık, önemsizlik, ihtişam), farkında olmasak da çok önemli bir dizi örtük zihinsel süreçten (basit bir düzeni, temel simetrileri, şekilleri ve renkleri bilinçsiz olarak algılama yeteneği) ve diğer daha karmaşık süreçler aracılığıyla algılamaktan farklı bir noktaya geldiğinde, güzellik, otomatik, yani doğuştan gelen bir tepki olarak gelişmez.

insanlar evrensel olarak belirli oranlara (altın oran gibi) sahip olan simetriyi, belirli renk kombinasyonlarını vb. yan yana getirmeyi severler. çünkü bu, yaşanmış deneyimlerle değil, tüm insanlarda ortak olan psikolojik yapıyla bağlantılıdır. bilişsel kapasitemiz arttıkça, teknolojik olarak geliştikçe, estetik deneyimlerin bütünlüğü ne kadar fazla olursa güzel olduğunu düşündüğümüz kalıplar, oranlar, simetriler ve sıralı kombinasyonları bulma yeteneğimiz o kadar zayıflar. bu şeylerden hiçbirini bulamadığımızda, bir şeydeki güzelliği göremeyiz. güzellik anlayışımızın evrensel yönü söz konusu olduğunda, taklitler ve kopyalar arttıkça, eskiye dönüp homeros'un "ilyada"sı ile şaşırmaya devam etmekten başka bir seçeneğimiz kalmayacak.