İnsan İlişkilerinin Sosyal Medya Nedeniyle Geri Dönülemez Derecede Değişmesi
dijital deneyimin bir bilgisayar üzerinden sabit bir mekanda gerçekleştiği yıllarda, bu tecrübe fiziksel gerçekliğin sınırlarına bağlı bir şekilde yaşanabiliyordu. ancak mobil cihazların hayatımıza girmesiyle sabit bir mekanın zaruretinden sıyrılarak, her yerde var olabilme durumu ile fiziksel gerçekliğin bir alt gerçekliği olmaktan çıktı ve onunla senkronize hale geldi.
bu senkronizasyonun insanda yansıması ise "her an ve her yerde olabilme illüzyonunun" paradoksal doğası içinde, zaman ve mekana dair algısının, kalıcı bir şekilde değişmesi şeklinde gerçekleşti.
anlık bildirimler, sosyal medya etkileşimleri derken zamanı algılama biçimimizdeki lineer süreklilik parçalara bölündü. aynı zamanda bildirimler ve etkileşimlerle dopamin reseptörlerinin sürekli uyarılması, ödül-ceza mekanizmasının tahrip edilmesine yol açtı ve uzun vadeli tatmin arayışından uzaklaşıp anlık hazlara doğru çekilme yaşadık.
zaman ve mekan ise adeta bir simülasyon düzeni içinde yeniden kurgulandı. aynı anda tek bir zamanın ve mekanın kaydında yer alıyorken, eski fotoğrafların anlık olanlarla birlikte aktığı, tek bir tıklama ile sosyal ağlar arasında mekan değiştirebildiğimiz, hiçbir şekilde aynı sosyal ortam içinde fiziksel olarak konumlamamayacak insanların konuşma pencereleri arasında anlık geçişler yapabildiğimiz bu süreç, insan tabiatı ile çatışık yeni bir zaman-mekan modelinin oluşmasına yol açtı. ve burada zaman her an bir bildirim ile kesintiye uğrayabilecek bir tüketim nesnesine dönüşmüştü artık.
mekan kavramı ise "ubiquity" (her yerde olma) durumu ile erozyona uğradı
oysa asli anlamıyla mekan dediğimizde "içinde olunabilen" ve aynı zamanda duyularla kavranabilen, sınırları olan bir gerçeklik ararız. fakat sosyal platformlar sınırları muğlak birer boşluk sunar. bir anlamda içinde olma hali tecrübe edilse bile dokunsal kavranabilirlik mümkün değildir. rüya görmek gibidir. fizik deneyim ile kendini ayırır. belki internetin "taşınabilir" olmadığı zamanlarda, dijital hala ikincil bir alt gerçeklik alanıyken bu bir bakıma böyleydi. ama şu an, sürekli olarak birden fazla mekan ve zamanda var olma illüzyonunun tam olarak içindeyiz, üstelik bunu fiziksel gerçeklikten de ayıramıyoruz. adeta kolekif bir rüyanın, bir trans halinin içinde olmak gibi. adeta vahdet-i vücut (çoklukta teklik) anlayışının sahte bir parodisini yaşamak gibi. ama bir farkla: burada hakiki bir "tek" olmaktan ziyade, çokluk içinde bir kayboluş hali söz konusu .
mekan kavramı, tarih boyunca insanın kök saldığı, aidiyet hissettiği bir bağlam olarak var olmuştur. oysa aynı anda yalnızca bir yerde bulunabiliyor olduğumuz gerçeği, dijitalin aynı anda birçok yerde olma olasılığı içinde, mekanın anlamını yok eder. oysa soru şu: "her yerde olabilme durumu", aslında hiçbir yerde tam anlamıyla var olmamanın boşluğu değil midir?
her yerde olma illüzyonu, fiziksel dünyada hiçbir yere tam anlamıyla ait olamama gerçeğini gizler. çünkü mekan algısı sarsılmıştır. ekşi sözlükte miyim, yoksa evimde mi? beyin, bu ayrıştırmayı yapabilecek konumda değildir. oysa söylediğim gibi mekan, insana aidiyet, köklenme ve anlam verir. dijitalde ise bu bağlar tamamen ortadan kalkar. burada var olma çabası, aidiyet duygusunun kaybı anlamına gelir. sosyal medyaların istisnasız her biri sadece sürekli erişilebilen bir "boşluk" sunabilir ancak. gerçekte ise insan, kopuk ve soyut, hatta sahte bir varoluşa sürüklenir.
sahtelikten devam edeyim
sosyal medyalarla kimlik adeta bir vitrin halini aldı. herkes kendini göstermek için bir alan yaratırken, gösterilen kimlik ile gizlenen gerçeklik arasındaki uçurum giderek derinleşti. kimlik bir sabitin üstüne eklenen değerler ile şekillenen bir şey olmaktan çıktı ve sürekli inşa edilen bir performansa dönüştü. avatar, yani dijital bir temsil oluşturabilmenin kolaylığı birçok insanın çoklu kişilik örüntüleri oluşturmasına sebep oldu. bunun toplumsal yansıması da tabii olarak şöyle bir şey oldu: "ben, oluşturduğum maske ile kimliklenen biriysem, karşımdaki da öyle değil midir?" bu da eşittir güvensizlik ve ancak yüzeyde güvende hissettiren sığ ve tek kullanımlık ilişkiler. çünkü kimlik, gerçeğin değil, sürekli yeniden kurgulanan bir yanılsamanın temsili oldu. kim kimi ne kadar tanıyor sorusunun cevabı, belki de tarihin hiçbir döneminde bu denli muğlak hale gelmedi.
algoritmaların gölgesinde romantizmin dijital formları yaşanmaya başladı. sevginin derin anlamı algoritmaların gölgesinde bir "eşleşmeye" indirgendi. arkadaşlar ve partnerler, sanki bir e-ticaret sitesinden ürün alır gibi seçilmeye başlandı. göz temasının yerini, pikseller eşliğinde ekran temasları aldı. bir zamanlar beden dilinin, bakışın ve jestlerin içinde var olan duygular, emojiler ve simgeler ile dijital boşlukta öylesine kayboldu ki, insanların fiziksel bedenlerindeki mimikleri dahi bu donukluğa ayak uydurdu. "selfie" çeken ve her anı paylaşılabilir bir fotoğraf yani vitrindeki nesne olarak gören insan kendine dahi dışarıdan, hayali bir telefonun ekranından bakmaya başladı.
sadece mesajlar. hızlı, kısa ve yüzeysel. ve burada sözün yerinde metinler varken, sessizlik bile bir kaybolma değil, sadece bir çeşit arka plan gürültüsü.
boşanmaların ve aldatmaların artması ile dostlukların zayıflamasındaki temel nedenler buralarda gizlidir.
sadakat ve tatminsizlik döngüsü dijitalleşmenin en büyük etkilerinden biridir mesela. sosyal medyada adeta bir katalogdan ürün seçer gibi sürekli şekilde başka seçeneklere maruz kalmak sadakat duygusunu aşındırır. her an daha "iyi" bir alternatifin mevcut olduğu yanılsaması, uzun vadeli ilişkilere olan inancı zedeler ve tatminsizlik duygusunu artırır. eğer bir insan sürekli olarak daha iyisini arıyorsa, bu da elindekinin değersizleşmesi yahut o değerin artık idrak olunamaması demektir. bugün hemen her ilişkinin ortak sorunu olan tatminsizlik döngüsü bu şekilde var olur. sahip olunan değerler gözden kaçar. ilişkiler yüzeyde kalır.
ayrıca sadakat sadece fiziksel bağlılıkla sınırlı değildir. nefsin kontrol edilmesi ve ruhsal bağlılık esastır. ancak sosyal platformlar yapısal anlamda doğrudan kullanıcıların zaaflarına yönelir. adı üstünde: kullanıcı. burada doğrudan seçilmese bile bir satıcı-ürün ve alıcı şeması bulunur. sürekli yeni etkileşimlere maruz kalmak da nefsi tatmin etme arayışını körükler. hadi diyelim bir şekilde kişi ahlaki bir duyarlılık ile fiziksel bir eylem boyutuna geçmedi, sadece bakmak ve tahayyül etmekle yetindi. bu durumda dahi enerji alanı kesintiye uğrar. nazar dediğimiz konu. bir başkasının alanına sızma hali. bu da fiziksel olmasa bile ruhsal bir sapma ve bir tür sadakatsizlik anlamına gelir. fiziksel bir nihayet oluşturmamış iştahlı bir bakış dahi ilişkiyi ayakta tutan ruhsal dengeyi bozar. şu söylediğim bugün çok az istisna dışında her hane ve çiftin ortak problemi. insanlar, başkalarının alanına doğrudan ve rıza ile ya da izinsiz ve tacizkar şekilde sürekli sızıyor. belki bedenler birbiriyle temasta değil, ama hangimiz "ben" derken bu fiziksel bedeni kast ediyoruz? fiziksel bir sonuca ulaşmamış her arzu, alaka ya da arzu duyulma ihtiyacı ile nefsin (enerji bedenin) başka alanlara yönelmesi, kişiyi kendi ruhsal dengesi ile çelişir hale getirmeye tek başına yeter nitekim. sadece bu durumun doğurduğu iç çatışma hali ve aşamalı manevi yıkım için bir kitap dolusu şey söylenir ki yine de az kalır.
ne denir, gerçek olan işte böylece kayboluverdi. çoğunluk farkında değil. bir kısmımız, "bir şeyler yanlış" diyebilmenin eşiğindeyiz. bazısı ise farkında, zaten yukarıda söylediğim her şeyin istisnası o üç beş kişi.
öyleyse ne yapalım?
zaman geri gelmeyecek. gelmesin de zaten, yaşandı bitti saygısızca. daha iyi ya da daha kötü olacak ama eskiden olduğu gibi olmayacak. mekan algımız da yerine oturmayacak belki. ama en azından şu saçmalığın içinde aralıksız şekilde kaybolmak yerine, bazen durup gerçekten "burada" olmayı daha sık şekilde deneyebiliriz. şu manyakça hıza kapılmadan bir an için bile olsa gerçekten daha az sahte bir şekilde var olmayı deneyebiliriz. deneyebiliriz, değil mi?
işte öyleyse yeni bir gün.