TELEVİZYON 13 Nisan 2020
35,2b OKUNMA     599 PAYLAŞIM

İlk İki Bölümüyle Sağlam Bir Atmosfer Sunan Alef Dizisinin İncelemesi

Emir Alper'in yönetmenlik koltuğunda oturduğu, başrollerinde Kenan İmirzalıoğlu, Ahmet Mümtaz Taylan ve Melisa Sözen'in yer aldığı BluTV & FX ortak yapımı Alef dizisinin ilk iki bölümü yayınlandı. Biz de sıcağı sıcağına dizinin bir incelemesini yayınlamak istedik.

alef’i duyurulduğu zamandan beri merakla bekliyordum. çünkü emin alper, yeni dönemin önemli bir yönetmeniydi ve dizinin kadrosu sağlam görünüyordu. şimdi dizinin ilk iki bölümü nasıl olmuş, yönetmenimiz ve oyuncularımız neler yapmış bir bakalım.

dizi, sembolik cinayetler işleyen bir seri katilin ve onu yakalamaya çalışan iki polisin hikayesini anlatıyor

henüz iki bölüm yayınlandığından cinayetlerin arkasındaki felsefi altyapı hakkında yorum yapmak için çok erken. ancak şimdilik işin ucunun sekizinci yüzyılda ortaya çıkan ve islam’ı farklı yorumlayan bir tarikata dayandığını görebiliyoruz. cinayetlerin işleniş şekillerini, trans bireyi, yazarları, kesilen dilleri bu mistik geçmişe nasıl bağlayacaklar, daha önemlisi bağlayabilecekler mi asıl problem burada. ancak ilk iki bölüm için verdikleri ayrıntılar gayet doyurucu. o yüzden en azından metin için sıkı çalıştıklarını söyleyebiliriz. yine de “vay be ne kurgu yapmışlar.” demek için o sembollerin çözülüp katilin yakalandığı finali beklememiz gerekiyor.

ancak bu konuda şöyle bir eğretilik var. normalde bir mesaj ancak alıcıya ulaşabiliyorsa anlamlıdır. mesela gerçek hayatta yakalanamayan the zodiac killer, gazetelere bulmaca gibi şifreler gönderir. buradaki amacı şifreler üzerinden bir merak uyandırmak ve adını duyurmaktır. bu konuda da başarılı olur çünkü gönderdiği mesajın alıcısı bütün toplumdur. mads mikkelsen’in baş rolde yer aldığı hannibal dizisinde ise arkasında derin entelektüel birikim olan sofistike cinayetler işlenir. burada ise mesajın yine alıcısı vardır çünkü hannibal lecter’ın entelektüel birikimi bu tür mesajları çözmesine yardımcı olur.


alef’teki durum ise böyle değil. şöyle bir örnek verelim; işlediği cinayetlerde iskambil destesini metafor olarak kullanan bir seri katilimiz olsun. cinayet şekillerini sinek, karo, kupa ve maça’nın sembolik ve tarihi anlamlarına göre belirlesin. böyle bir durumda katilin vermek istediği mesaj iskambil destesiyle tüm ilişkisi “papaz kaçtı” üzerinden dönen insanlara asla ulaşamayacaktır. bu da tematik cinayet işlemeyi anlamsız kılar çünkü verilen mesaj seri katilin imzasıdır. ve yapılan araştırmalara göre bütün seri katiller bilinmek ister. bu yüzden entelektüel birikim anlamında zayıf olan bir toplumda bir seri katilin bu tür cinayetler işlemesi çok inandırıcı değil açıkçası. yine de bu konudan çok şikayet edemem çünkü öteki türlü de farklı bir hikaye anlatılma şansı kalmayacaktı.

gerçi “hikaye çok farklı değil. zaten se7ena benzemiyor mu bu?” diyebilirsiniz. evet büyük benzerlikler var. bu mantık da dünyada üretilen dizilerin ve filmlerin gerisinde kaldı aslında. ancak se7en’ın 1995’te yapılmış olması bu mantığın türkiye için hala yenilikçi olmadığı anlamına gelmez. çünkü türk sineması yeşilçam’dan sonra büyük bir duraklama devrine girdi. özellikle doksanlarda yılda üç – beş film ancak üretiliyormuş. bu yüzden yurt dışı ile aramızdaki fark çok açıldı. şimdi mindhunter gibi saf psikoloji üzerine kurulu hikayeler üretiliyor ama önce se7en’a benzer işlerin yapılması gerekiyor ki ileride mindhunter’ı yapabilelim. bu yüzden bu benzerlik bir izleyici olarak beni rahatsız etmiyor açıkçası.


ayrıca dizideki soruşturma da çok güzel işleniyor. normalde bir cinayet soruşturması yazmak senarist için çok fazla çaba gerektirir. katilin profili nasıl oluşturulur, hangi bilgi hangi evrakta saklıdır, kime hangi soru sorulur, hangi cevap için nereye gidilir tek tek tasarlanması gerekir. bu kısım da biraz sıkıcıdır çünkü maktulün kardeşinin, gerekli cevaba sahip olduğunu yazar olarak siz biliyorsunuz. ancak izleyici bilmiyor. damdan düşer gibi iş çözmemek için de önce fotoğrafçıya, oradan pavyona oradan tekrar maktulün kardeşine oradan da eve ulaşmanız gerekiyor ki kurduğunuz akış inandırıcı olsun. yoksa cevaba kestirmeden ulaşmaya çalışırsanız izleyici “vahiy mi geldi birdenbire?” diye sorar ister istemez. bu da yazdığınız metni zayıflatır. burada ise tüm süreçler adım adım gösterildiği için izleyici de bütün detaylara hakim olabiliyor.

ancak dizinin her anı böyle akıcı değil çünkü diziyi tasarlarken ne kadar polisiye klişesi varsa arka arkaya kullanmışlar

tamam, sonuçta belli maddi kaygılar var. ahmet mümtaz taylan ve kenan imirzalıoğlu gibi yüksek profilli isimleri getirmişsiniz. çok riske girmek istemiyorsunuz anladığım kadarıyla. bu yüzden de daha önce denenmiş ve tutmuş fikirlerden çok uzaklaşmamışsınız ama bu klişeler boğuyor anlatılan hikayeyi. çünkü çok fazlalar.


ben birkaç klişe gördükten sonra hemen bir liste oluşturdum kafamdan. karakterlerin balkonda sigara içmesini (ki ilk iki bölümde üç tane böyle plan vardı yanlış saymadıysam), sahil kenarındaki seyyardan yemek yemeyi, üstleri karşısında ezilip büzülen ama astlarına sert davranan müdürü, “aman basına sızmadan” repliğini, biri genç ve idealist, diğeri yaşlı ama “gerçek hayatı” bilen kurt polisin ortaklığını, kuş bakan bilge adamı, yaşlı polisin emekliliğinin yaklaşmasını ve türk internet dizilerinin standardı olan rakı sofrasını (alkol gösterilmesine karşı değilim ama karakterlerin meze seçmesi hikayeye bir şey katmıyor işte) tutturdum şimdiye kadar. klasik amerikan arabasını kaçırdım. onun yerine daha gerçekçi bir şekilde ford taunus gördüm galiba. akademisyenle genç polisin aşık olması da geliyor muhtemelen onun sinyallerini verdiler. bir de finalde akademisyen katil tarafından kaçırılır ve finalde ekibimiz kızı kurtarırken kurt polis kendisini feda ederse çinkoyu tutturuyorum. hadi bakalım.

ama şunu da söyleyeyim: ikinci bölümün sonunda yine bir klişe beklerken çok güzel ters köşe oldum. onun da hakkını vereyim. kemal’in peşinde olduğu adam son anda vapura atladı gibi gösterdiler ancak sonuç klişenin tam tersiydi. o da güzel bir dokunuş olmuş.


biraz oyunculuklardan da bahsedelim

ahmet mümtaz taylan zaten başarılı bir oyuncu. burada da performansından bir şey kaybetmemiş. hatta settar ile o kadar uyumlu ki rolün kendisi düşünülerek yazıldığı çok belli oluyor. ancak bu bariz yazım metni kötüleştirmiyor. kenan imirzalıoğlu için ise şöyle bir şey fark ettim. yakından takip etmesem de kariyeri boyunca canlandırdığı karakterlerin hep ön planda olduğunu biliyorum. yardımcı oyuncu bile olmadı sanırım. o yüzden bu rolde başta donuk geldi bana. çünkü artık tüm gücü elinde tutan birini canlandırmıyordu ve bütünün bir parçası olarak kendisini ortaya koyamadığını düşündüm. replikleri de doğalın dışında biraz sherlockvari geldi. ancak sonradan fark ettim ki karakter 13 yaşından beri ingiltere’deydi. eğitimini de orada almıştı, işe de orada başlamıştı. o yüzden üzerindeki bu arthur conan doyle karakteri havası aslında olması gereken bir şeydi. bu açıdan bakınca kenan imirzalıoğlu’nun rolü başarıyla canlandırdığını söyleyebilirim. çok aşırı bir fark olmasa da canlandırdığı diğer karakterlerden daha değişik bir rolü canlandırmış en azından. bu da oyunculuk anlamında başarılı bir adım. ayrıca kendisinin etkisi sadece bir dizide rol almaktan öte bir şey. çünkü kenan imirzalıoğlu ana akımda çok ilgi çeken bir oyuncu. internet dizisine başlamasıyla beraber önümüzdeki dönemde bu tür özgün işlerin artacağını tahmin edebiliriz. bu da izleyiciler olarak bizim için iyi haber demektir.

melisa sözen ve karakteri yaşar hakkında ise henüz bir şey söylemek için erken. ancak göründüğü ilk sahne için şöyle bir durum fark ettim. burada bir doçent olan karakterimiz ders anlatıyor. ortada zor bir text var. bu monolog, günlük hayatta kesinlikle kullanılmayan bir yığın bilgi içeriyor ve bunların net olarak söylenmesi gerekiyor dizinin atmosferi için. burada melisa sözen’in bütün cümleleri nefes bile almadan arka arkaya dizdiğini görüyoruz. daha ders konusu bitmeden de hadi haftaya görüşürüz diyor. ki bu bir öğretmenin yapacağı bir şey değil normalde.


buradaki durum sanırım şöyle, normalde “arabayla sağa döndüm.” ile “arabayla sağa saptım.” repliği arasında çok önemli bir fark yoktur. ancak bir oyuncuya üzerinde değişiklik yapamayacağı bu kadar sert bir text verirseniz bütün cümleleri bire bir ezberlemesi gerekir. melisa sözen’in text’i de böyle. o da ezberini buna göre yapmış ancak biliyor ki konu çok karışık ve durursa tekrar toparlayamayabilir. bu yüzden ne söyleyecekse olabildiğince hızlı söyleyip işi çözmeye girişmiş. bu da bir amfinin rahat ortamında konuşan doçent havasını bozmuş.

ancak bu çözülemeyecek bir problem değil. burada sadece oyuncunun üzerindeki gerginliği atması gerekiyor. bu da daha fazla provayla halledilebilecek bir durum zaten. mesela bartu ben ile tanıştığım ve çok başarılı bulduğum müfit kayacan’ın karakterinde bu rahatlık var. morgda akciğer ve boğulma ile ilgili teknik terimleri sanki bir hekimmiş gibi arka arkaya sıralıyor kendisi. ancak ilk iki bölümde bu tür aksamaların olması doğal. ileriki bölümlerde melisa sözen’in de bu sorunu atlattığını tahmin etmek de güç değil. çünkü kendisini kanıtlamış bir oyuncu zaten.


son olarak dizinin teknik kısmından bahsetmek istiyorum

normalde ham görselde aşırı ışıktan oluşan patlama veya gölge nedeniyle oluşan siyah istenmez. çünkü bu noktalar veri kaybıdır ve düzeltseniz bile bu görüntüler düzgün pozlanmış alanlar kadar kaliteli olmayacaktır asla. fotoğrafçılığa yeni başlayan insanlara “abi burası neden bu kadar gölge?” diye sorduğunuzda genelde “ee orayı gölge bırakmak istedim.” diye kıvırmalı cevaplar alırsınız. bu dizinin görselleri de işi veri kaybına vardıracak kadar gölgeli. baya renk kaybı falan var gölge yaptıkları yerlerde ancak tabi bu durum amatörlükten kaynaklanmıyor. farkı da şuradan anlayabilirsiniz; o an ekrandaki kompozisyon neyi gerektiriyorsa tam olarak o alan gölgeli görünüyor. bu da açıkçası muazzam bir kullanım olmuş. çünkü gölge yapmak aslında ışık yapmak kadar önemlidir ve bu kadar ünlü oyuncular varken onları neredeyse “göstermemeyi” tercih etmek cesur bir hamledir. ancak hikayenin atmosferini kurabilmek için bu işe girişmişler ve sonuç bence gayet başarılı olmuş. buradan da yönetmeni, görüntü yönetmenini ve ışık ekibini tebrik ediyorum.

sonuç olarak 

evet, dizide klişeler biraz fazla. ancak kurulan atmosfer başarılı. ayrıca bir polisiye dizide önemli olan unsuru da sağlamışlar. yani bir sonraki bölümde neler olacak, katil kim, cinayetlerin arkasında nasıl bir düşünce yapısı var, bunların hepsini merak ediyorsunuz.

ayrıca ahmet mümtaz taylan ve haluk bilginer gibi başarılı oyuncuları internet dizilerinde görmek güzel. kenan imirzalıoğlu gibi çok geniş kitleye hitap eden bir oyuncunun bu alanda çalışmaya başlaması ise bizim için çok umut verici. umarım önümüzdeki dönemde bu tür yeni şeyler deneyen daha fazla dizimiz olur.

Haluk Bilginer'e Emmy Kazandıran Şahsiyet Dizisinin Enine Boyuna İncelemesi

Şimdiden Efsane Olan Masum Dizisinin Toplumun Derinlerine İnen Bir İncelemesi

10. Bölümle Final Yapan Bartu Ben Dizisinin Bağlandığı Güzel Nokta