SİYASET 22 Eylül 2025
2,6b OKUNMA     89 PAYLAŞIM

İktidar Sahiplerinin Muhalefeti Perde Arkasından Yönlendirmesi: Kontrollü Muhalefet

Kontrollü muhalefet, iktidarın gölge oyunu gibi muhalefeti şekillendirip sınırlarını çizdiği ve böylece demokrasinin bir illüzyon olarak devam etmesini sağlayan bir strateji.

kontrollü muhalefet, diğer adıyla üretilmiş muhalefet, iktidar sahiplerinin muhalefeti perde arkasından yönlendirdiği ve böylece “demokrasi” oyununun devam etmesini sağladığı iddiasını ifade eder. bu kavram, kanadalı ekonomist michel chossudovsky’nin şu çarpıcı tanımıyla özdeşleşmiştir: “çağımız kapitalizminde, demokrasi bir yanılsama olarak var olmalıdır. yerleşik toplumsal düzeni tehdit etmediği sürece muhalefete izin vermek egemen elitlerin çıkarınadır. amaç muhalefeti bastırmak değil; onu şekillendirip sınırlarını belirlemektir.” yani iktidar sahipleri, sistem için tehlike arz etmeyen, kontrol altında tutulabilecek bir “sahte muhalefet” yaratırlar. böylece halkın gazı alınır, radikal bir değişim arzusu emniyet sibobuyla boşaltılır ve demokrasi illüzyonu sürdürülür. peki bu kirli oyun nasıl sahneleniyor? kimler bu oyunun figüranları, kimler kuklacılar? gelin birlikte bakalım.

küresel elitler ve “üretilmiş muhalefet” stratejisi

chossudovsky’nin araştırmaları, küresel güç odaklarının muhalefeti fonlar aracılığıyla şekillendirdiğini ortaya koyuyor. devasa vakıfları ve sermaye gruplarını kontrol eden ekonomik elitler, sivil toplum örgütlerinden protesto hareketlerine kadar geniş bir yelpazede sözde muhalif yapıları finansal olarak denetim altına alabiliyor. örneğin birçok çevreci veya anti-kapitalist stk, farkında olarak veya olmayarak ford, rockefeller, mccarthy gibi büyük fon sağlayıcılarına bağımlı hale geliyor. bu durum derin bir ironiyi beraberinde getiriyor: “kapitalizm karşıtlığını kapitalistler finanse ediyor”. petrol şirketlerine karşı çıkan çevreci hareketlerin dahi o petrol devlerini kontrol eden rockefeller vakfı’ndan fon alabildiği, bunun da hareketleri zamanla yeniden şekillendirip evcilleştirdiği biliniyor. sonuç mu? iki taraf da kazançlı çıkıyor: elitler hem vergi muafiyetli bağışlarla mali avantaj sağlıyor hem de toplumsal muhalefeti “uydurma muhalefet” formuna sokup tehlikesiz hale getiriyor.

küresel elitlerin kontrollü muhalefet stratejisinin bir parçası da dünya ekonomik forumu (davos) gibi platformları kullanmak. her yıl davos’taki zirveye seçilmiş stk liderleri, sendikacılar ve aktivistler davet ediliyor; dünyayı yöneten dev şirket ceo’ları ve politikacılarla gayet samimi pozlar veriyorlar. bu ritüel, muhalif söylemlerin elitlerle diyaloğa indirgendiği bir gösteriye dönüşüyor. yani “düzen karşıtları” ile düzenin sahipleri aynı masada buluşup dünyayı kurtarmaya çalışıyor(!). davos’un resmi kitapçığında stk’ların bu zirveye katılımı, “sessiz kalanların sözcüsü olarak küresel gündemi belirleme sürecine entegre olmaları” şeklinde sunuluyor. oysa gerçekte, bu seçilmiş muhalefet temsilcileri küresel baronların onayladığı çerçevede konuşup kendi tabanlarını yatıştırmaktan öteye gidemiyorlar. böylece dünya ekonomik forumu, halk hareketlerini bitirmenin bir aracı haline geliyor; “başka bir dünya mümkün” sloganı fonlanan protestolar eşliğinde içi boş bir temenniden öteye geçemiyor.

chossudovsky’nin “muhalefet üretme” adını verdiği bu stratejinin etkili olabilmesi için hareketlerin içeriden de kontrol edilmesi gerekiyor. batılı istihbarat örgütlerinin ve büyük medya tekellerinin sızması tam da bu noktada devreye giriyor. nitekim “uydurma muhalefet” yapılarına cıa gibi servislerin ajanlarının yerleştirildiği, internet medyasının da bu fonlarla bağımlı hale getirildiği ifade ediliyor. yani sadece finansal değil, lojistik ve bilgi akışı düzeyinde de manipülasyon söz konusu. anaakım medya, görünürde muhalif söylemleri pompalar ama sınırları asla aşmaz. ünlü manufacturing consent (“rızanın imalatı”) kavramını hatırlayalım: şirket medyası kitleleri güdülenmiş bir şekilde tutmak için gereken hikayeyi anlatır. benzer şekilde “muhalefet imalatı” da egemenlerin istemediği radikal çıkışları boğmak, kabul edilebilir muhalefetin çerçevesini çizmek için kullandığı bir taktiktir.

yeni aktörler: teknoloji, ironi ve “halkın sesi”

yüzyılda kontrollü muhalefet oyununda teknoloji şirketleri ve “yeni medya” aktörleri de önemli rol oynamaya başladı. özellikle google, facebook, twitter gibi platformlar, kitlesel hareketlerin örgütlenmesinde kritik araçlar haline geldi. fakat bu araçlar gerçekten bağımsız mı, yoksa küresel politikanın gizli enstrümanları mı?

örneğin, 2011 mısır halk ayaklanması denince akla gelen isimlerden biri wael ghonim’dir. kendisi bir google yöneticisiydi ve mübarek rejimini sarsan dijital kampanyaların arkasındaki kilit aktörlerden biri olarak dünya çapında ün kazandı. ghonim, facebook üzerinde kurduğu “hepimiz khaled said’iz” sayfasıyla on binleri sokağa döken bir hareketi ateşledi. ancak gözden kaçmaması gereken bir detay: ghonim daha önce de dönemin muhalif figürü muhammed el baradey için bir hayran sayfası açmış ve 150 binin üzerinde takipçiye ulaştırmıştı. el baradey ise batı’nın ve küresel güç çevrelerinin desteklediği, hatta kimilerinin “rockefeller’ın piyonu” olarak nitelediği bir isimdi. nitekim el baradey, mısır’daki geçiş döneminde önemli roller üstlenmiş, nobel ödüllü bir bürokrat olarak sahneye sürülmüştü.

bu noktada ironik bir tablo ortaya çıkıyor: google yöneticisi ghonim, el baradey adına gençliği harekete geçiriyor; batı medyası da bu hikâyeyi alkışlarla dünyaya pazarlıyor. nitekim time dergisi, 2011’de wael ghonim’i “dünyadaki en etkili 100 kişi” listesine dahil etti. hem de tahmin edin, ghonim’i öven tanıtım yazısını bizzat el baradey kaleme almıştı! time’daki makalede ghonim “devrimin sözcüsü” diye yüceltiliyor; gençlere ilham veren bir kahraman olarak sunuluyordu. bu övgüler gerçek olabilir, ancak övgüyü yapanın kim olduğuna dikkat: mevcut düzene yıllarca entegre olmuş bir uluslararası bürokrat, genç “muhalifi” takdim ediyor. ne tesadüf ama!

teknoloji devleri ile siyaset arasındaki perde arkası ilişkiler, wikileaks kurucusu julian assange tarafından da sıkça gündeme getirildi. assange, google’ın üst yönetimi ile washington arasındaki işbirliğine dikkat çekerek “google göründüğü gibi değildir” demişti. gerçekten de google’ın eski ceo’su eric schmidt, amerikan dışişleri’ne yakınlığıyla bilinir ve abd dış politikasını teknolojiyle birleştirme vizyonuyla hareket eder. assange’ın aktardığına göre schmidt, “özgürleşmenin yolu, batılı şirketlerin ve piyasaların dünyanın geri kalanına bağlanmasından geçer” anlayışını savunuyordu. yani emperyal güçlerin “medeniyet götürme” misyonu, silikon vadisi’nin güler yüzlü maskesiyle sunuluyor. hal böyle olunca, google’ın ortadoğu pazarlama müdürünün mısır’da devrim ateşlemesi de, facebook ve twitter’ın kitlesel protestolarda oynadığı roller de bir başka açıdan okunuyor: bu platformlar gerçekten halkın sesi mi, yoksa büyük güçlerin elindeki yeni nesil kontrol araçları mı?

wikileaks örneği ise kontrollü muhalefet tartışmalarında ayrı bir yerde duruyor. assange, abd’nin kirli sırlarını ifşa eden cesur bir gazeteci mi, yoksa “ayıp örtüsünü kaldırırken başka bir ajandaya hizmet eden” bir figür mü? kimi çevreler, wikileaks’in sızdırdığı belgelerin bile belirli stratejik amaçlara hizmet ettiğini öne sürüyor. örneğin sızıntıların new york times, guardian gibi anaakım gazetelerle eşgüdüm içinde yayınlanması, büyük medyanın bu süreci sahiplenip yönlendirmesi dikkat çekiciydi. chossudovsky’nin de belirttiği gibi, batılı istihbarat örgütleri ve büyük fonlar internet medyasının önemli bir kısmını kendilerine bağlamış durumdalar. bu durumda en sansasyonel ifşaatlar bile izin verilen çerçevede kalıyor, sistemin bam teline dokunmayan bir “gaz alma” işlevi görebiliyor. julian assange’ın yıllarca manşetlerde kalıp sonra bir anda “times’ın arka sayfalarına” gömülmesi de bu bağlamda düşündürücü.

elbette tüm bu örnekler komplovari gelebilir; ancak büyük resme baktığımızda ortaya çıkan model oldukça tutarlı: halkın haklı öfkesi ve değişim talebi, yine egemen zümrenin kontrolündeki kanallara yönlendiriliyor. böylece düzen, kendi kendini tehdit etmeyecek bir şekilde “dönüşüyormuş gibi” yaparak devam ediyor.

tarihimize bakacak olursak, gençlerin kolaylıkla kullanıldığı karanlık senaryolara en acı örnek 12 eylül 1980 darbesi öncesindeki sağ-sol çatışmasıdır. yıllarca mahalleler, üniversiteler “ülkücü” ve “devrimci” diye ikiye bölündü; binlerce genç birbirini düşman belleyip sokak kavgalarında, suikastlarda can verdi. ancak darbe sabahı ne olduysa, memleketi kasıp kavuran o şiddet dalgası bir günde bıçak gibi kesildi. bu tuhaf durumu dönemin tanıkları şöyle özetliyordu: “12 eylül sabahı darbe bildirisini okuyanlarla, öncesinde insanları birbirine kırdıranlar aynı kuklacının piyonlarıydı… darbeden sonra terör birdenbire ortadan kalktı.” bu sözler, ülkeyi adeta bir iç savaşın eşiğine getiren çatışmaların bir “komplo” olduğu iddiasını güçlendiriyor. yani gençleri ideolojik kamplara bölüp çatıştıran da, sonra “ordu gelip kurtarsın” diyen de perde arkasında aynı güç olabilir miydi? bu elbette tartışmalı bir konu, ancak bugünden baktığımızda görünen şu ki: kardeş kavgası olarak anılan o çatışmalar, darbe gerekçesini meşrulaştıran bir zemin hazırlamış ve neticede kazanan yine toplum değil, vesayetçi akıl olmuştu.

sonuç: uyanık olmak zamanı

tüm bu örnekler, ister küresel ölçekte ister türkiye’de olsun, bizlere aynı dersi veriyor: görünen ile gerçekte olan arasındaki farka daima şüpheyle yaklaşın. demokrasi meydanında atılan nutukların, yapılan protestoların, parlayan yıldız muhaliflerin arkasında hangi güç ilişkilerinin yattığını sorgulayın. elbette her muhalefet hareketine “kontrollüdür” damgası vurmak haksızlık olur; milyonlarca insan gerçekten daha özgür, daha adil bir düzen için mücadele ediyor. ancak tarih bize gösteriyor ki egemen elitler, kendi iktidarlarını korumak için muhalefeti manipüle etmekten çekinmiyor. demokrasi illüzyonu, işte bu ince hilelerle ayakta tutuluyor.

ironik ama gerçek: düzen karşıtı sloganlar atan bazı önderler, aslında düzenin çizdiği sınırlar dahilinde kaldıkları sürece alkışlanıyor. halk yeter ki sisteme tamamen başkaldırmasın, bir nebze “gazı alınsın” kâfi. bunun için de gereken her şey sahneleniyor: fonlanan stk’lar, şov yapan politikacılar, bir anda parlatılan kahraman gençler, sonra sessizce saf değiştiren kanaat önderleri... hepsi büyük oyunun küçük parçaları olabilir.

bizlere düşen, muhalefetin gerçek olup olmadığını ayırt edecek bilinçte olmak. sorgulamak, arka plandaki bağlantıları araştırmak, hiçbir lidere veya kuruma koşulsuz inanmamak… belki de gerçek değişim, ancak bu farkındalıkla mümkün olacak. unutmayalım ki eğer bir muhalif hareket egemen baronların çıkarlarına gerçekten dokunuyorsa, ya itibarsızlaştırılır ya da bertaraf edilir. aksi halde televizyonda rahatça boy gösterebiliyor, manşetlerde parlatılıyorsa, arkasında bir üst akıl olup olmadığını düşünmekte fayda var.

sonuç olarak, kontrollü muhalefet kavramı kulağa komplo teorisi gibi gelse de, dünya siyaset sahnesinde sık sık tezahürlerine rastlanıyor. demokrasi bir tiyatro ise, muhalefet de bazen yönetmenin kontrolündeki bir oyuncu olabilir. önemli olan, perde arkasındaki ipleri kimlerin tuttuğunu görebilmek ve gerçek değişim isteyenlerin bu tuzaklara düşmemesidir. halkın uyandığı, kuklaların iplerinin kesildiği gün ise belki de o “başka bir dünya mümkün” hayali gerçeğe dönüşecek.

kaynaklar