TARİH 6 Kasım 2025
3,5b OKUNMA     40 PAYLAŞIM

İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası ile İş Birliği Yapan Müslüman Naziler

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası saflarında askerî/propagandist roller üstlenen Müslüman Nazilerin hikayesi.

müslüman naziler, ikinci dünya savaşı sırasında nazi almanyası ile işbirliği yapan ya da nazi saflarında askerî/propagandist roller üstlenen kişilerdir. hem farklı coğrafyalardan (balkanlar, kuzey afrika, orta doğu) hem de farklı motivasyonlardan (anti-sömürgeci hisler, kişisel ve politik çıkarlarr, yerel güvenlik ihtiyaçları, ideolojik yakınlık veya dümdüz fırsatçılık) amacıyla nazi işbirliğini tercih etmişlerdir.

ikinci dünya savaşı'nda nazi almanyası, sadece avrupa'da değil, balkanlar'dan kuzey afrika'ya, orta doğu'dan kafkaslar'a kadar uzanan geniş bir coğrafyada çeşitli halklarla işbirliği arayışına girdi. bu işbirliğine girenler arasında, nazi saflarında askerî ya da propagandist roller üstlenen müslüman figürler ve topluluklar da vardı. bu kişilerin nazi saflarına katılışını tek bir sebebe bağlamak mümkün değildi; kimisi anti-sömürgeci duygularla, kimisi yerel güvenlik kaygılarıyla, kimisi ideolojik yakınlık hissederek, kimiyse tamamen fırsatçılık veya kişisel çıkarlar peşinde bu yolu seçti. yani nazilerin islam dünyasıyla kurduğu bu ilişki, tek bir çizgide ilerleyen basit bir müttefiklik değildi. daha ziyade, 1930'ların sonu ve 1940'ların başındaki avrupa'nın karmaşık jeopolitiğinin, almanya'nın ingiltere ve fransa'ya karşı yürüttüğü stratejik hamlelerle birleşmesinin bir ürünüydü. almanya, birinci dünya savaşı'nda osmanlı ile kurduğu ittifak gibi yeni bir ittifak kuramadı. bunun yerine bu seferki ana hedefi, ingiltere ve fransa'nın sömürge imparatorluklarının altını oymak, bu imparatorlukların baskısı altındaki halklar arasında kendine yandaşlar bularak istihbarat ve askerî avantaj elde etmekti. hitler yönetimi, ortadoğu ve kuzey afrika'da ingiliz-fransız nüfuzunu sarsacak temaları ustalıkla kullandı: anti-sömürgecilik, milliyetçilik, dinî ve kültürel söylemler, asıl hedefleriydi. nazi yetkilileri, "bizim düşmanımız sizin de düşmanınızdır" mantığıyla hareket ederek yerel liderlerle ilişkiler kurmaya, arapça propaganda materyalleri hazırlamaya ve radyo yayınları yapmaya başladılar. bu çabaların arkasında hem somut askerî ve stratejik çıkarlar (yeni cepheler açmak, kaynaklara ulaşmak) hem de islam'ı ve müslüman toplulukları araçsallaştırma niyeti yatıyordu. yani naziler, müslümanları sabitt bir blok olarak görmüyor, yerel koşullara göre şekillendiklerini düşünerek pragmatik bir siyaset izliyorlardı.


almanya, 1939-1945 yılları arasında propaganda silahını çok etkili kullandı. berlin'den kısa dalga üzerinden yayın yapan radyo istasyonları, arapça, farsça, türkçe ve daha birçok dilde sürekli programlar yapıyordu. bu yayınların amacı, orta doğu ve kuzey afrika'daki dinleyicilere anti-ingiliz, anti-fransız mesajların yanı sıra, almanya'nın anti-sovyet ve anti-masonik söylemlerini yerel bir dille ulaştırmaktı. yayınlarda hem milliyetçi duygulara hem de islami değerlere hitap ediliyor, hatta bazı arap konuşmacılar aracılığıyla antisemitik yani yahudi karşıtı temalar işleniyordu. bu konuda en dikkat çeken isim, kudüs müftüsü hajj amin al-husseini idi. al-husseini, hitler'le bizzat görüşecek kadar nazi hiyerarşisinde önemli bir yere sahip oldu ve berlin radyosu'ndan yaptığı arapça konuşmalarla ingilizleri ve yahudileri hedef alan ateşli bir propagandaya imza attı. yani almanya, sömürgeci rakiplerinin etkisini kırmak için dini ve milli hassasiyetleri bilinçli olarak tetikliyordu. nazi propagandasının bel kemiğini "ortak düşman" fikri oluşturuyordu. özellikle ingiltere ve fransa'ya duyulan öfke, yerel halkların anti-sömürgecilik duygularıyla birleşince berlin için verimli bir zemin yaratıyordu. almanlar, "ingiliz sömürgeciliği sizin özgürlüğünüzü ve inancınızı baskı altına aldı, almanya ise bu zincirleri kıracak ve sizi özgür bırakacak dostunuzdur!" gibi mesajlarla bu öfkeyi kendi lehlerine kanalize etmeye çalıştılar. bu söylem, özellikle filistin gibi ingiliz mandası altındaki bölgelerde ve balkanlar'da yankı buldu. bazı yerel liderler bu zeminden güç alarak almanya'ya yanaştı, bazıları ise kısa vadeli çıkar hesaplarıyla geçici işbirlikleri yaptı ve "düşmanımın düşmanı dostumdur" dinamiği, hajj amin al-husseini gibi figürlerin berlin ile yakınlaşmasını kolaylaştırdı. "hajj amin al-husayni kim peki?" diye soracak olursanız, kendisi kudüs'ün büyük müftüsü olarak bilinen ve 1930'larda ingiliz mandası döneminde aktif olan bir filistinli liderdi. 1930'ların sonunda ve ikinci dünya savaşı yıllarında avrupa'da sürgünde olan al-husayni, özellikle nazi almanyası ile temasları ve berlin'den yapılan konuşmalarıyla dikkat çekmeye başladı. al-husayni, alman radyosunda arapça konuşmalar yaparak anti-yahudi ve anti-siyonist propagandaya katıldı. amacı: filistin meselesinde ingiliz karşıtlığını güçlendirmek ve arap ulusalcıları etkileyerek destek kazanmaktı. savaş ilerledikçe, müslüman kökenli askerler nazi almanyası için silah altına alınmaya başlandı.


bu birliklerin en bilineni, bosnalı müslümanlardan oluşturulan 13. waffen-ss dağ tümeni "handschar" idi. ss liderinin fikri olan bu birliğin kurulmasının ardında hem askerî hem de propaganda amaçları vardı: bölgedeki yugoslav partizanlarına karşı yerel bir destek gücü oluşturmak, bosna'daki etnik ve dinî gerilimleri alman çıkarları doğrultusunda yönlendirmek ve müslüman nüfusu nazi saflarına çekmek. alman yetkililer, karl von krempler gibi islam konusunda bilgili subaylar aracılığıyla örgütlenmeye gitti. birlik önce fransa'da eğitildi, ardından bosna'ya gönderildi. ancak disiplin sorunları, firarlar ve partizanlarla yapılan çatışmalardaki başarısızlıklar nedeniyle beklenen askerî etkiyi asla gösteremedi. zaten müslüman bireylerin nazi saflarında savaşma motivasyonları birbirinden çok farklıydı. bosna, sandzak ve kosova gibi bölgelerde yaşayan müslüman nüfus, yugoslavya'nın iç savaş ortamında; sırp çetnikler, hırvat ustaşalar ve komünist partizanlar arasında sıkışıp kalmıştı. bu kaos ortamında alman varlığı, kimileri için diğer etnik grupların zulmünden korunabilecekleri "daha güvenli" bir seçenek gibi görüldü. bazı yerel liderler için ise almanların özerklik vaatleri cazip geldi. bunun yanında; işsizlik, yoksulluk, ailesini geçindirme zorunluluğu gibi sıradan ve insani sebepler de birçok genci nazi saflarında savaşmak için "gönüllü" yaptı. elbette, aralarında nazi ideolojisini benimseyen veya antisemitik duygularla hareket edenler de vardı, ancak bunlar küçük bir azınlıktı. kuzey afrika ve orta doğu'da da benzer şekilde, daha küçük çaplı ajanlık ve işbirlikçi gruplar faaliyet gösterdi. fakat genel olarak, bu müslüman birliklerin savaşın genel seyrine kayda değer bir etkisi olmadı.


savaşın bitiminde, nazi birlikleriyle işbirliği yapan birçok müslüman asker ve lider için zor günler başladı. hajj amin al-husseini gibi önemli isimler kaçarak orta doğu'ya sığındı. handschar tümeni'nin bazı subayları yugoslavya'da yargılanıp idam edilirken, birçok sıradan asker savaş esiri olarak hayatta kalmaya çalıştı.bu eski işbirlikçilerin bir kısmı, tarih sahnesindeki rollerine devam etti. bazı eski handschar askerleri, 1948 arap-israil savaşı'nda da filistin saflarında gönüllü olarak savaştılar.