YAŞAM 2 Ekim 2017
363b OKUNMA     1848 PAYLAŞIM

İki Kişinin Öldüğü Kaza Sonrasında Emrah Serbes'in Davranışlarında Saklı Olan Toplumsal Sapkınlık

Emrah Serbes, geçtiğimiz günlerde aracıyla başka bir araca çarparak iki kişinin ölümüne sebebiyet vermişti ve sonrasında Twitter'dan yaptığı açıklamalar, açıklamalarının bir kısmının yalan olduğunun ortaya çıkması derken ortalık bir anda karışmıştı. Sözlük yazarı "diagnostic retikul", tüm bu yaşananlara başka bir pencereden bakmış.


emrah serbes’in yaşadığı durum aslında emrah serbes’ler üzerine düşünmeyi gerektiriyor

bir adam çıkıyor, büyük ihtimalle alkollü iken yaptığı bir kaza ile bir ailenin hayatını yok ediyor. kadın komada ve uyanırsa eski sağlığında olacağı belli değil ama artık eşi yok, kızı yok! tüm hayatı, o ana kadar inşa ettiği her şey bir adam tarafından elinden alınmış. kazayı yapıp arkadaşı sayesinde suçtan kurtulmaya çalışan, sonra kaçan, (ve haberlerden anlaşılan o ki olayın iç yüzü ortaya çıkınca) twitter’dan itiraf mektubu yayınlayıp, yakalandığında ise “emrah serbes sonunda t” yok diye iyice sıvayan ise vicdan, adalet için mücadele eden emrah serbes’in ta kendisi. burada tartışılması gereken konu emrah serbes’in yaptığı kaza olduğu kadar, kaza sonrası davranışlarında saklı olan toplumsal sapkınlık; yani serbes ve onun gibilerin halet-i ruhuyesi.

net söyleyeyim; emrah serbes’ler sapkınlığın kent melodramıyla soslanmış halinin tezahürleri

tüm kifayetsiz muhterisleri gibi ideolojik bir mevzinin arkasına sığınıp epey sermaye topluyorlar. bir yandan on beş papele kaybedenlerin kitabını yazıp, öbür yandan bıçkın muhalif mevzilere doluşuyorlar. “ah dostoyevsky/çehov okudum, hayatım değişti" entelektüelliği ile "bu kent girdap gülüm" arasında lümpenliklerini sinizm ile maskeleyip, pazara sol kontenjanından dahil oluyorlar.

düzenin sol ayağında kültürsüzleşme meczup edebiyatı olarak, lümpenleşme politik mevzi olarak ve depresif zombilik direniş edebiyatı olarak satılırken “emrah serbes lümpen” ile “geldi yine hazımsızlar“ arasında, bir harbi hayalet, sağlam gariban, esaslı aktivist dokunulmazlığı tedavüle sokuluyor. öyle ya, sex satmazsa aktivizm elbette satıyor.

hikayeler hep aynı. bir ton yalan dolan arabesk fanteziler, bol bol acı istismarları

emin olun aynı hikayeler bin kez yazılmıştır. yaşam hakkında kısa ama cafcaflı özlü vecizeler, beylik laflar, hep bir samimiyet vurgusu: “kendini kandırmaca, en sevdiğim oyun“, “hayat elbet iyilere gülecek”.

eh ideolojinin rantı da meyvesini vermeye başlıyor. bir yandan şan, şöhret, başarı, para ve fanlar ile sistem damara enjekte olurken, öbür yandan serbes’i eleştirmek sanki onu değil de savunduklarını eleştirmekle eşdeğer görülüp bariyerler de tesis ediliyor. sahip çıkarsan tüm o sınırsızlığı daha çok provoke etmiş oluyorsun, çıkmazsan öteki’ne yem etmiş oluyorsun. böylece serbes’in savundukları ile yaptıkları arasındaki tutarsızlığı yüzüne vurmak epey zorlaşıyor. işte bu nokta; bir insanın sapkınlaşmasına yol açan momenti de güçlendirmeye yetiyor.

adamımız delikanlının hası, tribün çocuğu, parayı bulunca değişenlerden değil bilakis garibanlığın ne olduğunu bilenlerden. gitgide kayan şirazenin tüm belirtileri ise asabi protestocu mitiyle gururla taşınıyor. serbes’in şiddet güzellemeleri ile kendini jiletleyip poz vermeler ise aynı heybeye dolduruluyor. serbes imajı hakikaten serbes’i yutuyor. imaj da epey estetik: “ben özüme yabancılaşmadım, sizden biriyim. ah bilseniz ne acılar çekiyorum.“


serbes acı çekiyor elbet. insanlar ayna gibidir, onlar da acı gibi kırılır bir yerinden. serbes’in acıları "bize yine gelin olduğun akşam"lar pozları, "çocukların öldüğü ülke"de tivitiyle vicdan azabından boks yaparak ironi yapmaya dönüşüyor. beyefendi bestseller olmuş, pahalı arabalarla geziyor, öbür yandan ironik bir şekilde başarısızlıktan, imkansızlıktan, olmamışlıktan, tutunamamışlıktan bahsedebiliyor. radyoda italya’ya porsche ile mi yoksa kendi arabasıyla mı daha hızlı gidiliri tartışıyorken “hayat bize hiç gülmedi be” minvalinde tvitler atabiliyor. hem delikanlılık muhafızlığını hem de lgbt savunuculuğunu aynı anda icra edebilirken, öbür taraftan düşünce özgürlüğünü savunup, kitabını eleştirenleri hırpalamakla tehdit edebiliyor.

hikaye şu: "hem okumuş hem harbi adamız biz“i muhakkak ispat çabasıyla, (ki burada harbicilik dediğimiz psikopatlığa övgü düzülen bir hayatın içine sızmış ihlal'den keyf alma duygusundan başka bir şey değil), aynı anda hem insan hakları hem de o hakların bariyerleri savunuluyor. depresif-samimi yazar tipolojisi ile gözler boyanırken, konforlu bir hayat ile savundukları arasındaki mesafe iyice açılıyor. buna bir de grup aidiyetinin fetişist cepheleri eklenince kişi boşlukta durduğunu fark edemiyor.

ama gecenin bir yarısında acı veren bir olay yaşanıyor

serbes, yüksek hızla bir genç kız ile babasını istemeden öldürüyor, anneyi ise komaya sokuyor. işte o an göt tutuşuyor. vicdan, adalet ve hatta yasalar birer ebedi sözcük olurken, serbes neyi seçeceğine karar veremiyor. eh yağmur gitgide sertleşiyor tabii, makyaj akmaya başlıyor. dökülen boyaların ardından riyakarlığın yüzü kabak gibi ortaya çıkıyor.

yalandan korktuğu kadar yılandan korkmayan depresif-samimi, karşı çıktığı ahlakı iyi tanıyormuş meğer. ne yapsak da yırtsaklar, pazarlıklar konuşuluyor. kuzey ile güney dizisi mi gerçek oluyor, savcının takibi ile mi dizi erken final yapıyor bilinmiyor ama beni beni emrah'ını sahnelenirken, adnan da samimiyetine inanan sevenleri oluyor.

meğersem o bir zamanlar vicdan için mermiye kafa atan bıçkın delikanlının sınırı, kendine kadarmış. her dava bir gün bitermiş, kapitalizm herkesi esir alırmış. 16 yaşındaki bir genç kıza ve ailesine ödemesi gereken vicdani borç, konforlu bir hayatın cari defterine yazılabilirmiş! eski sevgilisi abd'ye evlenmeye gitti diye kendini doğrayan depresif samimi'nin hapishane hayatına psikolojik olarak hazırlanması lazım-mış. yaşam hakkında beylik lafları bir çırpıda savuran esaslı isyankar, bir suçlu olarak aramızda dolaşmayı kendine yedirebiliyormuş. kimsenin adamı olmayan behzat amirin yazarı, tam da sistemin adamıymış.

öyle bir sapkınlık hali ki bu “dünyayı edebiyat kurtaracak“ vecizeleri “acep benim karizmamı da kurtarır mı ?” ya dönüşüp " itirafımdır " diye twitter'a döşeniyor. ‘emrah serbes sonunda t yok‘, 'adana merkez patlıyor herkes’ güftesiyle söyleniyor, “hiçbir şey bir kızın hayatından daha değerli olamaz.” diye kamu vicdanına ders verirken bile, yok olan bir aile ile kendisi arasında bir değer hiyerarşisi inşa ettiğinin farkına varamıyor. yani depresif-samimi, o kadar açılmış ki boşluğunu göremiyor. hitchcock'un norman’ı gibi, ortada bir cinayet olabilir ama banyo'nun hijyenini dert ediniyor.

düşünün ki bu çocuk şu sözleri söyleyen amirin yaratıcısı

"bugün buraya gelmenin tek nedeni içimden geçenleri söylemek. ben iyi bir adam olamadım ama kimsenin de adamı olmadım hep doğru bildiğim yerde yürüdüm. ama bugün siz beni yoldan çıkardınız, kendi yolunuza soktunuz. bana kendimden utanmayı öğrettiniz. vicdanımı kirlettiniz. bu ödülü bana o çeteyi çökerttiğim için vermediniz, o ödülü o katili serbest bıraktığım için verdiniz. tabak iyi ama çekin .mına koyayım."


neticede sapkın, sadece cinsellik ile ilintili değildir. sapkın yaşadığı ile müdafaa ettiği arasındaki boşluğu göremeyen insandır. bir yandan “bu ülkeye adalet gelecek “ diyip, öbür yandan adaleti pazarlık konusu edendir. bir yandan “ya beni yeğenimle nasıl yazarlar?” deyip, öbür yandan teknede estetik görüntüler verendir. bir yandan lgbt karşıtı olup bir yandan 16 yaşında bir erkekle yakalanandır. bir yandan mazlumun ahı deyip, öbür yandan mazlumlar yaratanlardır.

evet emrah serbes sapkındır, keyf'e göre pozisyon almıştır, işlediği suçtan kaçmış, şovunu da yapmıştır

ama konuyu hala “solcular bunu bile kahramanlaştırıyor“ çerçevesinde tartışandan da daha fazla sapkın değildir. bu trajik vakadan nasıl bir politik menfaat sağlarız diyen insanlarla aynı zemini paylaşmaktadır.

çünkü sapkınlık, her şeyin para, popülerlik, başarı, güç, ideoloji, imaj ve medya değeri ile meşrulaştırıldığı bu ekonomik sistemin doğal bir sonucudur.

grup aidiyeti, güç arzusu, öteki’ne karşı cephe düsturuna mevzilenip, “keyfinden taviz verme!” ideolojisi üzerine inşa edilen bu ambalaj kültürünün kaçınılmaz momentidir. buna bir de en okunmaz, en beş para etmez boktan edebiyatçılarına/yönetmenlerine/ressamlarına sırf kendi grubundan diye sınırsız imkanlar açıp, öteki’ni habire ezen bir iktidar baskısı eklenince, insanların böyle müptezellere sahip çıkmak zorunda kalması, onların da bu desteği istismar etmesi işten bile değildir.

sanki aziz nesin’lere izin verildi de bu ülkede insanlar emrah serbes’in peşinden koştular. yok be kardeşim, yaldızlı hayatların özendirildiği, muhaliflerin cezaevlerine doldurulduğu, baskıyı sürekli ensesinde hisseden insanların yasadığı bir ülkede behzat ç. izlemek insanlara nefes alma şansı veriyordu. rafları her biri bir diğerinden daha sefil orta-sınıf ideolojileri ile soslanmış romanların, sanki düzende bir sorun yok-muş, hayat güllik gülistanlık-mış, tüm mesele maneviyatmış gibi anlatılan yalan dolan öykülerin yanında, behzat ç. gibilerle en ufak ses çıkaranı da bağrına basmak zorunda hissediyordu.

aktivizm tribüncülüğüne evrilen, “adamımızı savunalım aman mevzi kaybederiz” isterisi, kapitalizm eliyle her alana sızdırılmış ve neo-liberal iktidar tarafından köpürtülmüş bir fenomen. aynı anda hem toplumu çökertip hem de bu ötekileştirilmenin, yalnızlaşmanın buhranını sömüren ideoloji, her kesimden binlerce emrah serbes yetiştiriyor.

bunu görece kah “allah de ötesini bırak“ deyip eşini aldatanlardan tutun da “aza kanaat ve sabır“ deyip bir ayda 600.000 tl alanlarda da çok net gözlemleyebilirsiniz. emin olun bu tutarsızlık kitlelerinin gözüne batmıyor.

yanlış anlaşılmasın emrah serbes’ler böyle de ya diğerleri falan demiyorum, sadece topluma yayılmış bir fenomeni saptamaya çalışıyorum

suç bizde falan da asla demiyorum, tam tersine bu sistemin her şeyi nasıl makyajladığına, inanmak yerine inanır-mış gibi yapmayı kutsadığına, bu ayrıştırmanın yarattığı mevzilerde köşe kapmaca yarışının bir istismar ekonomisine doğuştan gebe olduğuna, gerçekten adalet, vicdan için yola çıktığını düşünülen bir insanı nasıl savurup onu istila ettiğine, her kesimden insana hem kendisi hem başkaları için yeterince körlüğü nasıl bahşettiğini anlatmaya çalışıyorum.

neticede bu ekonomik sistem, insana dair ne varsa üzerinden dozerle geçti. duyarlılığı bir yaşam tarzından çıkarıp ambalaja dönüştürdü. bir yandan bencilliğe muazzam bir yatırım yapıp, öbür yandan bize samimiyet satıyor. ve görünen tabloda şimdi tutarlılık var-mış gibi davranmamızı, aksi ile karşılaştığımızda şaşırmamızı istiyor.

kafası çalışan herkes “ne oluyor yahu? adalet, vicdan, hak falan kalmadı.“ diye de zaten farkına varırken “yahu aynı anda hem bu değerleri nasıl savunup nasıl yapıyorlar ?” diye soruyor.

icraatler ile söylemler arasındaki tutarsızlığı, bu derin boşluğun sözde-solcusuna da sağcısına da, fakirine de zenginine de, emrah’ına da sızdığını fark edemiyor musunuz? 

o zaman ne diyelim? münferit bunlar, her şey münferit. ambalaj yanıltıyorsa yenisi ile değiştirin. rahat olun, aynı anda hem adalet isteyip hem linçin de keyfini çıkarın. adalet isteyip kaçmayı, vicdan deyip ihlal'in kralını yapmayı unutmayın. itiraflarınızı savcıyla değil, önce twitter fanlarınızla paylaşın. fakirler için göz yaşı döküp, mercedes’lere binmeyi, eril dil’i tenkit edip “kocam seni bi siker “ demeyi de unutmayın. allah deyip ötesini, vicdan deyip berisini bırakın, aza kanaat telkin edip cukkaları indirmeyi de atlamayın, ha bir de işçinin hakkını çalarak kurduğunuz zengin sofralarında yoksullar için sms de göndermeyi de. inandıklarınızı yaşamıyorsanız, yaşadıklarınıza inanın ama bizi inandığınıza muhakkak inandırın. acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimiz de. ve bir insanı sevmekle başlayacak her şey, gerisini ise sistem halledecek.