SİNEMA 29 Temmuz 2019
39,5b OKUNMA     756 PAYLAŞIM

Hereditary ile Adını Duyuran Ari Aster'in 2. Filmi: Midsommar'ın İncelemesi

2018 yılında çektiği Hereditary (Ayin) filmi ile sektöre muhteşem bir giriş yapan 33 yaşındaki Amerikan yönetmen Ari Aster'in yeni filmi Midsommar (Ritüel), geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. Peki Midsommar nasıl bir film olmuş? İşte Ekşi Sözlük yazarlarının filmle ilgili görüşleri.

yine muhteşem ari aster filmi midsommar. 

hereditary tarzı bir film beklentisiyle gitmeyin; zira çok çok farklı bir sinema dinamiği var. hereditary'de arka planlara gizlenen ve çok çok sonra kendini belli eden şeyler, midsommar'da başından beri gözümüze sokuluyor. hereditary tamamen doğa üstü bir filmdi, fakat midsommar'da doğa üstü diyebileceğim bir şey şu an için aklıma gelmiyor. 

uyarı: bundan sonrası ağır spoiler içerir.

filmin incelemesi

çok yüzeysel olarak anlatmak gerekirse filmin konusu, hårga'da pagan geleneğini sürdüren ve büyük ihtimalle akıl sağlığı tamamen bozulmuş bir topluluğun dış dünyadan ve kendi içlerinden seçilen birkaç insanı inançlarından dolayı kurban etme gelenekleri.

karakterlere girmeden önce filmde çok önemli olan bir öğeyi anlatmak istiyorum.
psychedelic/psychoactive maddeler. zira dış dünyadan gelen insanların içeride afallama nedenleri bu. belli insanlar zaten baştan öldürülüyor. filmin daha başında, köye tam olarak gelmeden mantar yemelerinin (veya dani çayını içiyor) tek nedeni psychedelic bir tripte görsel olarak nasıl görürsünüz referansını verip, daha sonraki sahnelerde siz bazı görseller gördüğünüzde bunun neden kaynaklandığını farkına vardırtmak.


buna bağlı olarak christian'ın masadan kaldırılıp davet edildiği evin duvarlarına dikkat ettiyseniz/veya bir sonraki izleyişinizde ederseniz, tüm duvar psychedelic mantar türleri ve psychedelic/psychoactive bitki türlerinin resimleriyle kaplı. ve yüzlercesi. bu topluluk tüm bu maddeleri arazilerinde yetiştirip kullandığını düşünün. 

çünkü olay sadece halüsinatif bitkiler/mantarlar değil başka etkileri olan psychoactive bitkilerin de kullanılması. christian'ın en sonunda yüzüne üflenen toz ile felç olması bu yüzden.

akıl sağlığı yerinde olmayan bir topluluk dememin nedeni ise kutsal kitapları ve onları kimlerin yazdığı. yazan kişiler ensest ilişki sonucu meydana gelen zihinsel özürlü bireyler. o kişi öldüğünde zihinsel özürlü bir çocuk doğana kadar bekliyorlar bir sonraki kitap için. onlara göre bunun nedeni zihinsel özürlülerin dünyevi şeylerden uzak olması, dolayısıyla diğer kutsal şeyler için bir kanal olmaları. 

kitabı dikkatlice gördüyseniz salak saçma el boyamaları ve anlamsız semboller var.
tabii siz o sırada mantıklı bir şekilde her sembolün şu, bu anlamı var diye açıklandığı için şüphe duymuyorsunuz. filmde bu konunun içine en çok dahil olan josh karakteri.
kitapların kimler tarafından yazıldığını anladığı anda işin içinde büyük bir bokluk olduğunu anlıyor ve gece kitabın fotoğraflarını çekme gibi bir hatada bulunuyor ve öldürülüyor.


biraz karakterlere girelim

bu filmde, kurban seçip getiren pelle karakteri. yanlış hatırlıyor olabilirim ama ilk köye geldiğinde baba figürü olan kişi pelle için pilgrimage'dan geldin tarzı bir cümle kullandı. yani kutsal görevden geldin diyor. benim anladığı kurban seçtiği için böyle denildi.
kim bilir seneler içinde kaç tane kurban verilmiş. 90 senede bir diyorlar filmde ama bunu izleyiciye değil kurbanlara söylediklerini düşünüyorum. yapılan ritüelin her yıl veya sık yapıldığı çok belli çünkü burada yaşayan insanlar bu inanç üzerinde yaşıyor.

dani'nin zaten hali hazırda akıl sağlığı yerinde değil. bence pelle onu özellikle seçti.
hatta benim teorim, ailesini ve kardeşini pelle öldürdü ki kızın akıl sağlığı gelecekten olan şeyleri kabullenmesine yol açacak kıvama gelsin. zaten o kadar çok madde tüketti ki sonunda tam anlamıyla delirmemesinin imkanı yoktu. ağır psikolojik sorunları olan insanlar için psychoactive maddeler saatli bomba gibidir.


filmde iki kişi hariç öldürülen herkes bencilliklerinden dolayı öldü. tabii ki de normalde de çıkış yolu yoktu neler döndüğünü farketseler bile, aslında kaçınılmaz son. dediğim iki kişi connie ve simon çifti. yaşı gelmiş olan iki kişinin kayadan (bilinçli) intiharından sonra kesinlikle yanlış bir şey olduğunu anlayıp ayrılmaya karar verdiler, dolayısıyla öldürüldüler.

mark zaten farkındalığı çok yüksek bir karakter değil, bir kızın peşinden mal gibi gidip öldürüldü. intihar kısmını çok da sallamadı. josh belgelemek istedi, yakalandı. christian kendi ilişkisinin verdiği sıkıntıyla kör biri gibi tehlikenin içine gitti. çiftleşme görevini yerine getirdi ve öldürüldü.

Filmi pek beğenmeyen bir Ekşi Sözlük yazarının yorumu ise şöyle

ilk filmleri ses getiren yönetmenlerin ikinci filmleri genelde lanetli olur. artık bütün gözler onların üzerindedir ve ne yapacakları herkesin merak konusudur. hele de korku türünde film çekiyorlarsa vay hallerine. ari aster, tam da bahsettiğim kategoriye giren bir yönetmen. ilk filmi hereditary, korku janrı adına son yıllarda yapılagelmiş en iyi şeydi. baştan sona korku türünün tüm klişelerini çok iyi kullanıyor, bunları filme büyük bir beceri ve olgunlukla yediriyor, kendinden bir şeyler katmayı da ihmal etmiyordu. hele o efsaneleşen son yirmi dakikası ile biz korku severleri resmen mest etmişti. hereditary, korkunç, merak uyandırıcı ve zekiceydi. peki bunları ikinci filmi midsommar için söylemek mümkün mü? kısmen evet.

filmin en büyük eksikliği korkutucu olmaması. hatta bence tam anlamıyla bir korku filmi yoktu karşımızda. korku filmlerinin olmazsa olmazı "cult" ve "pagan" öğelerini merkezine almış psikolojik bir gerilim filmi ve daha çok da dramatik bir film izledik. bu filmden korkacak olanlar türe daha yeni yeni alışmaya başlayan kişiler olabilir. korku türüne hakim biri için başından sonuna filmde neler yaşanacağı apaçık ortadaydı. 


şimdi gelelim filmin artılarına ve eksilerine

filmin anlattığı mesele artık korkunç gelmiyor bize. ne bileyim film belki 1600'lü yıllarda geçse beni ciddi anlamda gerebilirdi. ama gelin görün ki günümüzde, isveç'in göbeğinde, ikisi ingiliz üçü amerikan vatandaşı gencin bu denli pervasızca öldürülebiliyor olmasını kimse bana inandıramaz. her korku filminde olan "aa burada telefonlarımız çekmiyor" geyiğini bile yapmadınız utanın be. en azından o klişeyi yapsaydınız da biraz akıllı hissetseydik kendimizi. yıllardır varlığından haberdar olunan bir pagan grup, isveç'in dağlarında cayır cayır amerikalı yakacak ve biz de buna inanacağız. filmin en büyük eksiği buydu bana göre. çok büyük bir eksiklik, sanki hiç yokmuşçasına izleyiciye yutturulmaya çalışılmış.

ikincisi, filmin bir odak noktası yok. hereditary filmini iyi yapan şey, sabit ve sağlam bir konuyu baz alarak yolundan hiç sapmadan ilerliyor oluşuydu. bu filmde odak noktası dağılıp duruyor. ana tema ne burada? yalnız bırakılan bir kadının vahşi birine dönüşmesi mi, pagan kültünün acımasızlığı mı, akademisyenlerin anlamsız hırsları mı, birbirini anlamayan çiftlerin doğru düzgün iletişim kuramayışları mı? film, bir türlü kendine özgü bir yol bulamıyor. bu sebeple, filmin sonundaki o rahatsız edici sırıtış havada kalıyor. tamam kızımız, onunla ilgilenmeyen erkek arkadaşını yaktı. bu mu bizi korkutmalı?

ne kadar eleştirsem de şunu da söylemeliyim ki mutlaka izlenmesi gereken bir film. hele de korku tutkunları kaçırmamalı. sonuçta çok iyi bir korku sever olup bu filmden inanılmaz derecede hoşlanan birileri mutlaka olacaktır.


filmin en büyük artısı atmosferi. ilk defa bir korku filminde bu denli aydınlık ve renkli bir atmosfere denk geldim. genelde korku janrı karanlığı ve loş ortamları sever. bu film ise inadına aydınlık inadına apaçık. güneşin altında insanları gerebilmek büyük bir beceri ister. film bunda başarılı olmuş. ayrıca, muhteşem kamera açılarının ve harikulade müziklerin etkisi de hiç yadsınamaz.

bu arada filmdeki seks ritüelinin çoğu kişiyi rahatsız etmiş olabileceğini tahmin ediyor olsam da bence filmin en etkileyici sahnesiydi. amerika gibi muhafazakar bir sinema anlayışına sahip bir ülke için böylesine cesur ve cüretkar sahnelerin çekilebilmesi takdire şayan.

filmin en çok hoşuma giden yanı ise bireysel olarak hissedilen acı ve haz duygularının komün hayat içerisinde topluca özümsenerek yaşanmasıydı. özellikle, baş roldeki kızımızın ağladığı ve köydeki diğer kadınların da onla birlikte acısına ortak oldukları sahne muazzamdı. o ufacık sahnede acı nedir ve acıya nasıl ortak olunmalıdır sorularına kaba ama kesin bir cevap vermiş yönetmen.

___

son olarak bu türün bana göre en iyi filmi hala 1973 yapımı the wicker man filmidir. meraklılar mutlaka bu filmi de izlemeli ve klişelerin nasıl zekice ters düz edilebileceğini açık açık görmelidir.

Amerikan Filmlerinde Gördüğümüz Rehin Dükkanının Çalışma Mantığı Nedir?

Korku Filmlerinin Çekim Süreçlerinde Yaşanan İlginç Olaylar