EDEBİYAT 18 Mayıs 2021
53b OKUNMA     537 PAYLAŞIM

Göründüğü Kadar Masum Olmayan Masalların Alt Metinlerinde Yatan Türlü Hinlikler

Yıllardır hepimizin önce dinlediği, sonra da okuduğu masalların aslında göründüğü kadar masum olmaması, alt metinlerinde binbir türlü hinlik ve şiddet barındırmasına dair ilgi çekici bir yazı.

masalların, toplumsal cinsiyeti ve toplumu -özellikle kadın- üzerinden şekillendirmesini derinlemesine ele almaya çalışacağım bu yazıda. öncelikle toplumsal cinsiyet derken tam olarak kastedilen ne onu kısaca açıklayayım. toplumsal cinsiyet kavramı kabaca, toplumun tarihsel süreçte kadına ve erkeğe (ama özellikle kadına) biçtiği değer, bu iki insan cinsiyle ilgili yaptığı tanım ve üzerlerine yüklediği görev/ler. ve tabii ki dolayısıyla toplumun, yaptığı tanımlar ve yüklediği görevlerle onları davranış bazında kısıtlaması, dahası insan türünün hem davranışsal hem de düşünsel özgürlüğüne kast etmesi. toplumların bu tanımlamalarının ne kadar hastalıklı olduğu zaten ortada, bunu detaylandırmaya gerek yok. biz zaten bir orta doğu-islam toplumu olarak bunun örneklerine hemen her saat rastlıyoruz gerek ulusal medyada, gerek sosyal medyada (hemen her gün diyebilmeyi bile çok isterdim). bu kültürel bir sorun ve en güzel yönü de değiştirilebilir, dönüştürülebilir olması. (bu sözlerimden benim aşırı umutlu biri olduğum zannına kapılmayın. ama her kültürel unsur zor da olsa dönüştürülebilirdir, evet orta doğu’da bile bu böyle.) zaten benim derdim de kısa vadede çocukların mümkün olduğunca kaliteli metinlerle karşılaşmasını sağlamak, kaliteli metinlerle beslenen çocukların da uzun vadede yakın çevrelerini ve içinde yaşadıkları toplumu dönüştürmesini ummak (daha fazlası değil).

her şeyden önce şuna inanın: masalları ayıklamak ve klasikleşmiş masallardaki patalojik unsurları ortaya çıkarmak sadece çocuklar açısından değil, yetişkinler açısından da bir gereklilik. zira şu anda yetişkin olan herkes bir zamanlar o masalları dinledi ve kabul edin ya da etmeyin o masallar hepimizin bilinç altına bir şeyler yerleştirdi. toplumlar genelinde kadın ve erkek üzerinden yapılan cinsiyetçi tanımlara ve biçilen rollere bakarsak, kimse, bu tanımların/görevlerin oluşma sürecinde masalların etkisi yok diyemez. (bkz: her temas iz bırakır) en az göz önünde olan ve her daim küçümsenen çocuk edebiyatının sandığımızdan daha etkili olduğu bir gerçek. pamuk prenses’i, kırmızı başlıklı kız’ı, hansel ve gretel’i yok edemeyiz (en azından kısa vadede) ama bu ve benzeri masalların barındırdığı kavramları yüzeysel de olsa bilirsek çocuklarımızın onları sorgulamasını sağlayabiliriz. toplumsal ve kültürel dönüşüm de bu sayede olabilir ancak.

masal dediğimiz yazın türü, bilinçaltına hitap eden sembolleri büyük bir ustalıkla kullanır

bu sayede de hedeflediği kitleye (yani çocuklara) mesajlarını rahat bir şekilde iletmeyi başarır. melek özlem sezer’in deyimiyle “görünür yüzeyi kullanmaz” ve böylece normal şartlarda toplum tarafından şiddetli bir tepkiyle karşılanması muhtemel şeyleri/durumları/olayları, “aman masal değil mi altı üstü” dedirterek okuyucu kitlesine alttan alta yerleştirir. bunu da, okuyan/dinleyen kişinin en hassas, zihinsel olarak en açık olduğu ve okuduğu/dinlediği her şeyi bir şekilde zihninde kodladığı, davranışlarını da ona göre şekillendirdiği bir süreçte yapar (yani çocukluk denilen hassas süreçte). çocuğu yakın çevresinde gördüğü ve örnek aldığı davranışlar şekillendirmez sadece. okuduğu, dinlediği, hatta kulak misafiri olup da duyduğu her şey (inanın bana her şey) şekillendirir.

masallar temelde iktidara hizmet ederler ve yayılması sağlananlar da bu masallar olmuştur

amaç okuyucuyu ve elbette geniş perspektifte yönetileni edilgen kılmak, bu edilgenliği de beslemeye devam edip sürekliliğini sağlamaktır. geleneksel masalların tüm mesajları bu yönde iletiler içerir. bu mesajlar çocuğa, büyüklere itaat etmeyi, onların istediği gibi uslu bir çocuk olmayı, itiraz etmemeyi; halka ise koşullarını sorgulamamayı, isyan etmemeyi, boyun eğmeyi ve uslu çocuklar yetiştirmeyi salık verir. amaç çocuklar açısından büyüklerin iktidarını, halk açısından da kan emici yönetici sınıfın iktidarını sağlama almaktır. bazı masallarda karşılaştığımız, sıradan halk çocuğunun çeşitli maceralardan sonra kralın kızıyla evlenmeyi başarması ve sonradan da kral olması ritüelini ele alalım. yokluktan gelen zeki çocuk bir şekilde kral olur ama kral kavramını ve krallığın gerekliliğini sorgulamaz (oysaki çocuğun zekası karşısına çıkan tüm engelleri aşmasını ve kral olmasını sağlayacak yeterliliktedir, ama kral olduktan sonra o zekadan eser kalmaz nedense), daha doğrusu masalın yazarı bunu sorgulatmaz, zira iktidar sürmelidir. yöneten zümreye, üzerinde kolaylıkla egemenlik kurabileceği eline vur ekmeğini al bir yığın gerekir. krallık kötü değildir ve var olmalıdır, bunu sorgulamak kimsenin haddine değildir. geçmişteki krallardan bazıları kötü olabilir ama bu, krallık kavramının kötü ve sorgulanabilir olduğu anlamına gelmez. (bkz: kahrolsun bağzı krallar)

masallar normal şartlarda yapılması imkansız şeylerin bir çırpıda yapılmasına imkan tanıyarak geçici bir rahatlama sağlar 

ve cin, peri, büyü gibi unsurlarla okuyucuyu dışarıdan gelen yardıma muhtaç hale getirir: şans bir anda kahramanımızın yüzüne güler, zenginliğe kavuşur, iktidar sahibi olur (fakir kahramanın prensesle evlenip prens, yani müstakbel kral olması), bitmesi imkansız gibi görünen işler bir anda bitiverir, iyilik ödüllendirilir, kötülük asla cezasız kalmaz. ama tüm bunlar görünmez bir el tarafından organize edilir sanki, çünkü amacı okuyucuyu/dinleyiciyi pasifize etmektir. geleneksel masal, derinlemesine düşünen, kararlar alan, bu kararları uygulamaya koyan, gerektiğinde harekete geçen, eyleme döktüğü kararların sorumluluğunu alan, ayakları yere sağlam basan güçlü bireyler istemez. pısırık, başkasının ağzına bakan, başkalarının verdiği kararların sonuçlarını yaşayan, dahası bu sonuçlara katlanan ve itiraz etmeyen, sorumluluk alamayan, dolayısıyla harekete geçemeyen basiretsiz ayak takımı ister.

toplum genel olarak mağdur olanı yücelttiği için masallardaki iyi kadınlar da genellikle zor durumda resmedilir

masallarda kendisine yapılan haksızlık karşısında sesini çıkarmayan, sabreden ve fedakarlık gösterenler de bu kadınlardır. zaman zaman bu haksızlığı yapan kişiye karşı kızgınlık ya da kırgınlık beslerler. ama her seferinde bu pasifliğin, haksızlığa uğramış olsa dahi gösterdikleri sabrın ödülünü alırlar. haksızlığı yapan kişi cezasını bulur, sabır gösteren kadın ödülünü alır. bunun tam karşıtı olarak masallarda bağımsız olarak tasvir edilen kadınların peri, cadı, üvey anne, acımasız kraliçe, büyücü olması da tesadüf değildir. bu tasvirin, toplumun bağımsız kadına karşı duyduğu korkuyla doğrudan ilgisi vardır. masallar bağımsız ve güçlü kadını kötülükle bağlantılandırarak bağımlı olmaya, boyun eğmeye, sabretmeye güzellemeler dizer aslında, dahası bunu kutsar, yüceltir. ödülü de bağımlı kadınlara verir zaten, bağımsız kadın tiplerine de sonu gelmeyen cezaları reva görür. (aslında burada biz yetişkinlere de küçük bir gözdağı verir masal. “bakın masaldaki büyücü, kraliçe gibi çocuklar yetiştirmeyin, çocuklarınızı özgürlük, hak, hukuk gibi saçma sapan kavramlarla büyütüp özgür çocuklar getirmeyin karşımıza. sonra ağzınızın tadı bozulur, karışmayız valla!” der. yani anlayacağınız masal görünürde sadece çocuklara hitap eder, ama işin rengi aslında öyle değildir. azıcık dikkatli anne babalara da kendi çapında ibretlik birtakım dersler verir.)

masallar hitap ettiği kitleyi yetişkinliğe hazırlamak için de vardır

baş kahramanları da bu yüzden ergenlik çağındaki gençlerdir. masallarda kullanılan yetişkinliğe geçiş ritüellerinden bazıları da şu şekilde çıkar karşımıza: öpüşme (ama aslında ilk cinsel ilişki, öpüşme sadece sembol), evlilik, yolculuğa çıkma, tecrit olma/edilme, doğayla baş başa kalma, bedensel olarak birtakım zorluklarla test edilme, iktidarda olan bir yaşlının -kralın ya da padişahın- iktidarına kafa tutma, itibarını sarsma, iktidarı ele geçirme…

masallarda toplumsal cinsiyet rollerine uyan karakterler ödüllerini alırlar

bu ödül iktidar sahibi olma, zengin olma, erkek için prensesle evlenme, kız için prensle evlenme, güzellik, mutluluktur genellikle. aslında çoğu zaman da tüm bunlar evlilikle bağlantılı olarak lütfedilir kahramana. toplumun kadın ve erkeğe yüklediği görevlere aykırı olan karakterleri de seç beğen al cezalar bekliyordur: evini geçindirememek, cimrilik, başkasının karısına göz dikmek, kahramanın hakkını yemek, cinsel yetersizlik (bkz: binbir gece masalları), açgözlülük, itaatsizlik, sadakatsizlik, yasaklanan tutkuların esiri olma vb.

masallardaki öpüşme, daha doğrusu ilk öpücük ritüeli, sadece basit bir öpüşme değildir

içerdiği anlam, iki varlığın dudaklarının temasından ziyade cinsellik, evliliğe çağrı ve öpülen kişinin dönüşümü (bkz: metamorfoz) alt metinlerine sahiptir. bu sayede çirkin güzele, yaratık prense, kötü iyiye, ölüm de hayata dönüşür. bu dönüşümü sağlayan da genellikle kadındır. kadın, kaderinde yazılı olan çirkin mi çirkin bir yaratığa sabretmeli, onu sevmeli ve yakışıklı bir prense dönüşeceği zamana kadar ona katlanmalıdır. kadının payına düşen bir kez daha sabretmek, boyun eğmek ve koşulsuz sevmektir. zira bu dönüşümün anahtarı ondadır. eğer dönüşmesi istenen/umulan çirkin yaratık dönüşmüyorsa bunun suçlusu yine kadındır, çünkü o yaratığı dönüştürmesi gereken şey kadının verdiği koşulsuz ve karşılıksız sevgidir. bu durumda kadın yeterince sevmemiş demektir. masalın bu yönüne dikkat kesildiğimizde karşımıza şu çıkar : umut sadece fakirin değil kadının da ekmeğidir, zira talihsiz bir şekilde -buraya dikkat- “kendi iradesinin dışında” yaratığa dönüşen erkek, olur da bir gün tekrar insana dönüşürse prens olacaktır. prens olamasa bile zengin bir erkek olacaktır (bkz: o da olumlu). bu süreçte kadından beklenen, katlanması, sevmesi, onu dönüştürmeye çalışması, dönüşmüyorsa kendini suçlaması, kendi yaşamsal koşullarını değiştirmeyi aklından bile geçirmemesidir.

kadının çirkin ve belki de huysuz bu yaratığa katlanması sürecinde yaratık aslında çok iyi biridir. başına ne geliyorsa hep iyi niyetinden geliyordur. sevdiğini belli etmez ama içten içe sever, sert davranır ama siz ona bakmayın, içi temizdir. (bkz: ya benim adam sevdiğini pek belli etmez) (bkz: bizim herif biraz sert görünür ama evde öyle biri de olmalı yani) (bkz: erkek dediğin yeri geldiğinde yumruğunu masaya vurmasını bilecek) örneğin güzel ve çirkin masalındaki tüylü yaratık tam da bu sebeple olağanüstü bir varlıktır. bu masaldaki dönüşüm de kızın gerçek sevgisi ve yaratıkla evlenmeye karar vermesi sayesinde gerçekleşir. işte masalın hinliği de burada başlar. masalın güzel final bölümü, daha önceki sayfalarda yer alan travmatik olayları unutturuverir. oysaki o zavallı kız, babasının hayatı karşılığında sarayda o çirkin yaratıkla yaşamaya mecbur kalmıştır. çocuğu uğruna gerektiğinde canını bile vermesi beklenen varlık (bkz: baba), onu kendi basiretsizliğinin sonucunda gerçekleşen bir olayda o iğrenç koşullara hapsetmiştir. ama okuyucu bu kısmı düşünmez, mutlu sonla büyülenir. masal da bunu ister zaten: sen geçmişe takılma, sonuca bak, sonuçta herkes mutlu!

masallar prenses adayı güzel kızı olabilecek en kötü koşullarda yaşatır

ailesi tarafından terk edilmiştir (aileye bak), berbat koşullarda yaşamaktadır, açtır, sefalet içindedir, çevresinde güzelliğinin onaylanmasını sağlayacak nitelikte yakışıklı bir erkek yoktur (güzel bir kız yakışıklı bir erkekle birlikte olana kadar kendine güzeldir, olduğunda ise güzelliği kabul görmüş olur), çevresindeki erkekler ya cücedir (onlar da zaten prensese yan gözle bakmazlar) ya da kızın güzelliğini hak edecek zenginlikte değillerdir. yine nedense masallardaki bu hanım kızımız, kahramanımız onu kurtarmadan hemen önce yaşam koşulları açısından daha da dibe çekilir. kahramanın önünde de, güzel kızı kurtarmak için ya yenilgiye uğratması gereken bir canavar, cadı, büyücü, üvey anne vardır; ya da kahramanımızdan insan üstü bir çaba göstermesi ve aşılmaz zor engelleri aşması beklenir. ve tüm bu en kötü koşulların sonunda erkeğimiz müstakbel eşi olacak güzel kızı kurtarır, böylece erkeğin zaferi de kutsanmış olur, yüceltilir. kadın, sorumluluktan muaf tutularak, başkasına muhtaç gösterilerek yine pasifize edilir, erk’in/erkeğin/erkekliğin yüceltilmesi için aracı kılınır sadece.

eğer girişilen bir macerada birden çok kardeş varsa, dayanışma ya da rekabet, kardeşlerin cinsiyetine bağlı olarak oluşturulur

kardeşlerin tamamı kız ya da erkekse birbirlerine rakip yapılır. (bkz: külkedisi) kardeşlerin biri kız biri erkekse rekabet yerine dayanışma işlenir. (bkz: hansel ve gretel) kardeşler arası rekabetin olduğu masallarda zafer genellikle en küçük kardeşe bahşedilir ve diğer kardeşler de bu en küçük kardeşin affına mazhar olur. en küçük kardeş her zaman abilerinden, ablalarından daha zekidir ve bu zekasıyla yaşına başına bakmadan tüm zorlukları aşmış, tüm bilmeceleri çözmüş, kardeşleri de dahil tüm rakipleri elemiştir (olmaz olsun öyle kardeşlik).

eğer bir masalın kahramanı kadınsa, içinde yaşadığı ailede kuvvetle muhtemel erkek evlat yoktur (aksi takdirde kahraman olmak kadının haddine mi?). ama kadın kahraman buna rağmen kadın kimliğini kullanamaz, çünkü kahramanlık toplum nezdinde erkek olmakla ilintili bir durumdur. masallar da kadını erkek kılığında kahramanlaştırarak erkek egemen dünyayı bir kez daha onaylamış olur. bu kadın kahramanımızdan beklenen de, olur da kahramanlık sürecini tamamlayıp evlenirse (bazen bu süreçte müstakbel eşine karşı mücadele ettiği de görülür), artık kahramanlık yapmaması, bu işlerden elini etiğini çekmesi, evinin kadını çocuklarının anası olmasıdır. kadın kahraman için ilk öpüşme/ilk öpücük, hayatının erkeğini bulduğu an gerçekleşir. böylece masal, kadın kahramanın bekareti konusunda da, atıldığı maceraların bekaretine bir halel getirmediğine dair güvence sunar.

masallar her şeyi “en” yapmaya da meraklıdır

masalın erkek kahramanının cesur ve güçlü olması yetmez, en cesur ve en güçlü olmalıdır. prensesin de güzel ve çekici olması değil, en güzel ve en çekici olması gerekir. benzer şekilde kral ya da padişah en yüce gönüllü, cadı, üvey anne, büyücü vb. kötü karakter olarak tasvir edilen kişiler de en kötü olmalıdır. böylece en cesur erkeği, en kötü düşmanlarla mücadele ettirip en güzel prensesle buluşturur ve içimizi rahatlatır, aksi takdirde okuyucuda liyakatla ilgili birtakım soru işaretleri oluşabilir ki bu da masalın, türünü devam ettirmesi açısından iyi bir şey değildir. davul bile dengi denginedir, herkes yerini bilmelidir. erkek kahraman da onca zorlu testi başarıyla geçtiyse bir zahmet prensesi değil, en güzel prensesi ve en çıtır prensesi elde etsindir. normal şartlarda kadından beklenen -en hafif tabiriyle- “ağırdan alma”, masallar söz konusu olunca göz ardı ediliverir, prensesimiz kurtarıcısına aniden tutulur, aşık olur. ama bu bir zayıflık göstergesi değildir, kahramanımız alt sınıftan da gelmiş olsa artık bunu hak etmiştir. prensesin, onu sıradan değil, çok daha sıra dışı kötülüklerden koruyacak bir kocaya; erkeğin de, yaptığı kahramanlıkları hak edecek güzellikte ve güzelliği toplum tarafından önceden onaylanmış bir prensese ihtiyacı vardır. bu şekilde her ikisinin de isteği karşılanmış olur. bazen muhteşem bir kahramanlıkla kurtarılmayı bekleyen en güzel kızın yerini, kral olan babasını dahi içinden çıkamayacağı durumlara düşüren en güzel kız alır. kral, bu durumu çözüme kavuşturmak için bir yarışma açar, sonucunda da yarışmayı kazanan kişiye kızını vaat eder. bu yarışma kimi zaman kimsenin çözemediği bir bilmeceyi, kimi zaman da zorlu koşullar içeren bir macerayı içerir. masal, bilmeceyi en yakışıklı erkeğe çözdürerek, macerayı en yakışıklı erkek lehine sonuçlandırarak en güzel kızı en yakışıklı erkekle buluşturur yine. bu arada zeki ve yakışıklı erkek aracılığıyla kralın asi kızını da ehlileştirerek gerekli toplumsal sınırlar içine çeker. bu tip masalların sonunda genellikle basiretsiz kral, yarışmayı kazanan zeki erkeğe iktidarı teslim eder ve bir köşeye çekilir. (gariptir ki kahramanımız tüm bu süreci tek çizik bile almadan tamamlayacak zekaya sahiptir. tamamlayıp, kralın kızını ve utanmadan bir de tahtını aldıktan sonra o zekadan eser kalmaz. tüm o çetrefilli bilmeceleri, bulmacaları, tuzaklı maceraları atlatan zeki erkek, kral olduktan sonra mala bağlar, bir önceki basiretsiz kraldan hiç farkı kalmaz. masal bir kez daha okuyucuya, mutlu sona gelinen süreçte yaşanan her şeyi unutturmuş, bizi yine sadece mutlu sona odaklamayı başarmıştır.

çocuklar, okudukları ya da dinledikleri masallarda kahramanları örnek alırlar, çünkü en göz önünde olanlar onlardır

hangi çocuk yan roldeki bir karakteri umursar ki? yanlış niteliklerle dolu kahramanlar, yanlış birer model olur çocuklar için. masallardaki kahramanların gerçekle uzaktan yakından ilgisi olmayan özellikleri vardır. tüm zorluklarla tek başlarına mücadele ederler (tamam bazen bir kişinin yardımına ihtiyaç duyabilirler), bu mücadeleyi de sahip oldukları fiziksel güç ya da sihir vb. şeyler aracılığıyla yaparlar. çocuk bu kahramanları örnek alırsa, karşılaştığı sorunlara kendince bulduğu/bulacağı çözümler de o kahramanınkiler gibi olacaktır: gerçek bir mücadele içermeyen, mücadele içeriyorsa da fiziksel güç ve tek başınalık içeren çözümler. oysaki gerçek hayat öyle değildir, olmayabilir. mücadele gerektirir, bu mücadele çoğu zaman fizikselden öte zihinsel güç ve süreç içermelidir, çocuğun birden çok kişiyle dayanışma içine girmesini gerektirir ve bazen de soruna yönelik asıl çözümü, dayanışma içine girdiği kişilerden birinin bulmasına tahammül etmelidir. ama çocuğa dayatılan masallardaki kahraman kültünde bu yoktur. okuyucu/dinleyici hele de ezilen, sindirilen ve başkaldıramayan, buna azıcık da olsa izin dahi verilmeyen bir çocuksa, bu durum daha da vahim bir hal alır ve çocuğun, kahramanın zaferine ortak olarak doyum sağlamasına yol açar. ama onu doyuma ulaştıran bu masallarda cinsiyetçilik, ödül olarak sunulan güzel bir kız, sonunda kendini bir halt zanneden kahraman, acımasızlık, intikam, keskin bir şekilde birbirinden ayrılan iyi ve kötü karakterler, başarıya ulaşmak için fiziksel gücün yeterli olması unsurları vardır. bir çocuğun sunulan bu kavramlarla büyümesi, hayatı da bu şekilde görmesine yol açar.

masallarda oynatılan oyunlar toplumsal cinsiyete dair roller içerir

kız çocuklara evcilik oynatmak, erkek çocukları elinde kılıçla resmetmek tam da bununla ilgili bir durum. kızlar masallardan aldıkları “otur oturduğun yerde” mesajlarına ek olarak aileler tarafından da evcil olarak yetiştirilir zaten (sonuçta o anne de aynı masallarla büyümüş, masallar ona da otur oturduğun yerde demiş). mutfak işlerine koşturulurlar, moraller düştüğü anlarda evin neşesi olurlar, taleplerini, evin sert bakışlı reisinin gururunu okşayarak dile getirirler ve almak istediklerini de şirinlikleriyle elde ederler. erkek için geçerli değildir bunlar. aile içinde kız çocuğa karşı davranışlar iç dünyaya yönlendirici niteliktedir, ama erkek çocuk, ailesinin ondan beklentileri doğrultusunda dış dünyaya yönlendirilir. anne babasına alışverişlerde yardım etmesi beklenir mesela. daha geç saatlere kadar dışarıda oynayabilmesi de erkek çocuğa tanınan ayrıcalıklardan biridir. dolayısıyla toplum/kültür, kız çocuğu dış dünyayla ilgili deneyimlerden yoksun bırakır. aile kız çocuğu içsel alana hapsederek onu gereğinden fazla uysal, şefkatli ve yumuşak yetiştirir. bunu yaparak da farkında olmadan bir felakete zemin hazırlar. dış dünya deneyiminden yoksun kalan kız çocuk iç dünyasına (yani duygusal yönlerine) odaklanır, tüm dünyasını bu temel üzerine kurar. hayatını bu şekilde temellendiren bir kız çocuğunun da sonraki yıllardaki duygusal ilişkilerinde erkeğe nazaran daha hırslı olması normaldir. çünkü ailesi ona başka bir alan sunmamıştır, rekabete girebileceği, kendini gösterebileceği tek alan vardır, o da duygusal ilişkileri. (bkz: kadın kıskançlığı) (sesli düşünüyorum: kadın kıskançlığının kendine zarar verme olarak, erkek kıskançlığınınsa bu kıskançlığın öznesi olan kişiye yani kadına zarar verme olarak ortaya çıkması, kadının iç dünyaya, erkeğinse dış dünyaya yönlendirilmesiyle ilgili olabilir mi?)

evin kızından, ailesini endişeye sürükleyecek dış deneyimlerden kaçınması beklenir. başına bir şey gelecek olursa bu durum tüm aileyi zor durumda bırakacaktır. kız çocuk, bu sorumlulukla yetiştirilir ve olur da başına kötü bir olay gelirse bunun sorumlusu yine kendisidir. bu kız çocukları için en büyük başarı (eğitimli olsun ya da olmasın pek fark etmiyor) mutlu edebilecekleri (onları mutlu edecek demiyorum bakın) ve güzelliklerini onaylatabilecekleri yakışıklı, zengin bir erkek bulmalarıdır. karşılarına çıkan adayların birtakım sınavlardan geçmeleri gerekir ama, zengin prens öncelikle güzel prensesin güzelliğini hak etmelidir. azıcık kaprisin ve nazın bir zararı yoktur, kendini azıcık ağırdan satmalıdır (bkz: satmak) ama yakışıklı prensin, sahip olmak istediği bu en güzel prensesi zaman zaman cesaretini toplayıp öperek uyandırmasında da bir sakınca yoktur. bu tip ufak yaramazlıklar kabul edilebilir. tıpkı masallardaki gibi…

yaratılmak istenen (ve hatta yaratılan) kadın tipi pamuk prenses masalında iyice ayyuka çıkar. pamuk prenses, çevresindeki herkesi kendi gibi zanneden (tanıdık geldi mi?), başına gelebileceklere karşı önlem almayan, başına gelenlerin sorumluluğunu da alamayan, her şeye aptal gibi inanan, ev temizleyerek sadece bedensel bir çaba harcayan, düşünsel anlamda hiçbir çaba göstermeyen, zihnini yormayan, zengin olması da fakir kalması da başkalarına bağlı olan, ölüm tehdidi altında yaşayan, avcının anlık merhameti sayesinde ölmekten kurtulan, doğanın acımasız koşullarına terk edilen, çevresinde hadım edilmiş cücelerden başka erkek bulunmayan, yine bu cüceler ve yakışıklı bir prens tarafından kurtarılan basiretsiz bir genç kız. dış dünyaya dair zerre kadar deneyimi yok ve hayatıyla ilgili tüm ipler başkalarının elinde, saçının teline kadar başkasına bağımlı. yani masal diyor ki bir anlamda: “sen sesini çıkarma, sana yazılan kaderi yaşa, verilen görevi layıkıyla yerine getir, elbet biri çıkar ve seni bu kötü koşullardan kurtarır. alnına ne yazılmışsa o olur bacım, şansını çok zorlama.” masalda üvey anne de boşuna cezalandırılmaz. üvey anne pamuk prenses’in aksine kadınlığının ve güzelliğinin farkındadır, kaderi kendi ellerindedir, yönetilemez yönetir, yani tam bir femme fatale’dir. masal femme fatale’i cezalandırarak diğer kadınlara da ders verir bir anlamda. der ki, bahtınız açık olsun istiyorsanız güzelliğinin farkında olan ve kaderini kendi tayin eden üvey anne/kraliçe gibi olmayın. güzelliğiniz geleceğinizi şekillendirir ama pamuk prenses gibi olursanız… (yukarıda bir yerde değindim ya, biz yetişkinlere de sesleniyor aslında. yetiştirmeyin böyle çocuklar, böcek gibi ezeriz onları, sevmeyiz böyle bağımsız karakterleri, çoğunluk biziz diyor.)