FELSEFE 13 Ekim 2020
39,7b OKUNMA     638 PAYLAŞIM

Gerçekliğe Getirilen Mükemmel Bir Yaklaşım: Platon'un Mağara Alegorisi

Antik Yunan filozofu Platon'un (Eflatun) Devlet adlı eserinde yaptığı benzetme olan Mağara Alegorisi, gerçekliğe dair insanı düşünmeye iten cinsten.

Mağara alegorisi nedir?

mağara alegorisi, platon'un (eflatun) ortaya attığı bir teori, bir benzetmedir. devlet adlı eserinin 7. kitabında geçer.

platon'un benzetmesine göre toplumdaki insanlar (düşünürler dışındakiler) bir mağarada kollarından birbirine zincirlerle bağlanmış ve sırtı mağara kapısına dönük oturan esirler gibidirler. sadece arkalarındaki ışık kaynağının (doğrunun, gerçeğin) yaydığı ışıkla karşılarındaki duvarda oluşan kendi gölgelerini görebilir, bu gölgelere bakarak eğlenir ve hayatlarını böyle geçirirler. 

filozoflar ise kendilerini bu zincirlerden kurtararak her ne kadar zor ve acı verici olsa da yüzlerini cesaretle ışığa (gerçeğe) dönerek hayatın gerçek anlamını ve doğruyu görebilen kimselerdir. ancak bu kimselerin mağaraya döndükten sonra gördüklerini diğer insanlara anlatması ve onları inandırması da bir o kadar zor olacaktır, çünkü esaret ve karanlık rahattır, oysa gerçekleri görmek ve ışığa bakmak cesaret ister.

Teoriyi biraz daha irdeleyecek olursak

bahsi geçen alegoride toplumu simgeleyen mağara, toplumsal gelenek-görenek, ahlak kurallarını simgeleyen zincirler, bizleri temsil eden insanlar ve gerçeği ifade eden ışık bulunmakta. insanlar toplumsal kurallar tarafından bileklerinden zincirlenmiş ve gerçeğe sırtlarını dönmüş durumdalar, mağaranın duvarında ise gerçekliği simgeleyen ışığın önünden geçen canlı ve/veya nesnelerin yansımaları görünüyor. zincirler ile bağlanmış insanların herhangi bir hareket kabiliyeti de bulunmadığı için yalnızca mağara duvarına vuran yansımaları görebilmekle yetiniyorlar. gözler ise sürekli bu karanlık ortamda bulunmaktan ötürü karanlığa alışmış. insanlar gerçekliğin ışığını göremez vaziyetteler. ve daha sonra zincirlerle bağlı olan insanlardan biri bu zincirlerden ve doğal olarak da mağaradan kurtulmakta ve gerçekliğin ışığına kavuşmakta. bahsi geçen insanımız ilk etapta sürekli karanlık ortamda kalmaktan ötürü aydınlık ortama alışamaz ve ışığa, gerçekliğe ayak uyduramaz. ama daha sonra yavaş yavaş gözleri buna alışır ve zamanında zincirlerle bağlı şekilde bulunduğu karanlık mağarasının duvarlarına vuran nesnelerin/canlıların yansımalarının asıl formlarını ve gerçekliklerini görür ve aydınlanır.

daha sonra yeniden mağaranın içerisinde toplumsal baskılar-sınırlar-kurallar-görenekler'in zincirleriyle bağlanmış yalnızca yansımaları izleyebilen, gerçeklikten bihaber insanlara bu gerçekliği ve aydınlığı anlatmak adına karanlık mağaranın içerisine döner. ancak elbette bu defa da karanlığa alışmaz gözleri. zaten gerçekliğin ışığını görmüş insanımızın karanlığın renkleri ile pek de bir problemi yoktur artık. esas problem gördüklerini bu mağarada hala zincirlerle bağlı bulunan insanlara anlatabilmektedir. ancak elbette hayatları boyunca bir mağaradan dışarı çıkmamış, gözleri karanlığa alışmış insanlara bunu anlatmak izah etmek mümkün değildir. aydınlanmış insanımızın anlattıkları mağara içerisinde zincirlerle bağlı yaşamlarını sürdüren insanlarımız tarafından elbette kabul görmez.

eflatun elbette bu alegorinin görünen yüzünde sokrates'in savunması adlı kitabında anlattığı, o zamanlar düşünce suçlusu ilan edilip idama mahkum edilen sokrates'i anlatmaktadır. ancak bir de madalyonun diğer yüzü vardır ki o da toplum-birey ilişkisini sert biçimde suratımıza çarpar.


dün, bugün ve de yarın dahi türkiye nazarında çok keskin biçimde geçerliliği bulunmaktadır bu teorinin. öyle ki gelenek-görenekleri, elalem ne der safsatasını, kendi cemiyetini, dayatmaları, nereye dayandırıldığı hiçbir şekilde bilinemeyen sözde ahlak kurallarını ve hatta bizatihi ahlak kavramının kendisini ve daha da çeşitlendirebileceğimiz birçoklarını bünyesinde bulunduran ülkemiz insanı, mağara alegorisi üzerinden gidecek olursak zincirlerinden bir şekilde kurtulup dışarı çıkan ve gerçekliğin ışığını gören daha sonra da içeri büyük bir hevesle girip zincirlenmiş mahkumlara bu ışığı anlatmağa çalışan kesimi ayıplamakta ve elbette idam etmektedir (bkz: sokrates). insanlar kendisine dayatılanı sorgusuzca kabul etmekte, zincirlere mahkum şekilde yansımalarını izlemekte ve yalnızca yansımaları görebilmektedir ve yalnızca verileni tüketebilmektedir.

üzerine dakikalarca, saatlerce, haftalarca ve hatta aylarca düşünülmelidir bunun. yıllar yılı aktarım yolu ile nesiller arası devredilerek gelen bu toplum kurallarının nedenlerini sorgulamayan, şüphe duymaya korkarak yaşayan insanlar her zaman bu zincirler ile yaşamaya mahkum olacaklar. ancak ne kadar yazıktır ki değil toplumun zincirlerinden şikayet etmek, onların farkında dahi değillerdir. ve işin en acısı da bu zincirleri oluşturanlar da, kendilerini gerçekliğin ışığına sırt çevirtenler de yine kendileridir.

hayatları boyunca 'neden?' sorusunu sormaktan ısrarla imtina etmiş, at gözlüklerini takmış, yalnızca verileni tüketen insanlar toplumun zincirleridir, ahlak bekçileridir, namuslarıdır, gelenekleridir, görenekleridirler. kısacası onlar toplumun kanserleridirler. ve onlar oldukça eflatun'un değinmediği tek kısım olan zincirlerle bağlı iken de hiç değilse kafasını arkaya çevirip orada gerçekliğin ışığı olduğunu gören, izlediklerinin yalnızca yansımalardan ibaret olduğunu fark eden insanlar ne yazık ki her sabah yeniden dünyaya bu zincirler ile bağlı olarak gözlerini açmayı sürdüreceklerdir.