SANAT 21 Kasım 2017
18,4b OKUNMA     729 PAYLAŞIM

Geçmişten Günümüze Sanatın Sürekli Form Değişimi Geçirerek Farklılaşmasının Sebebi Ne?

Sanatın yaşadığı değişim süreci, insanların derin anlamlar içermesine rağmen çoğu sanat eserini neden kavrayamadığını da açıklığa kavuşturuyor. Sözlük yazarı "malmazel", bu konuya netlik kazandırırken ufukları açan bir perspektiften anlatıyor.
15. İstanbul Bienali


'medeniyet' kavramının var oluşundan beri, ki bu antik yakın doğuya kadar uzanan köklü bir kavramdır, az çok dalgalanmalar ile benzer formlarda ilerleyen, dönem dönem farklılıklar gösterse bile mutlaka bütünlüğünü koruyan sanatın yirminci yüzyılda yere düşüp binlerce parçaya ayrılan bir bardak gibi bunca keskin form değişimleri geçirmesi ve bunca farklılaşmasının altındaki sebep sizce ne?

20. yüzyıl sosyo-ekonomik değişimlerinin sanat ve edebiyat üzerinden insanların hayatlarına olan yansımaları, benim için son birkaç yıldır süregelen uzun soluklu bir ufuk açma konusudur. müzikolojiye, sosyolojiye, dans tarihine, felsefeye yahut edebiyata az çok ilgi duymuş kişiler için aşağıda anlatacaklarım tanıdık gelecekse de, esas ufuk açan şeyin döneme daha büyük perspektiften ve daha geniş pencereleri bütünleyerek bakmak olduğunu düşündüğüm için, benim için okumanın/araştırmanın kelimenin tam anlamıyla 'leziz' olduğu bazı şeyleri sizinle paylaşmak istiyorum.

Contemporary


aslına bakarsanız, her şey marx'ın 'alienation' kavramı kadar basitçe özetlenebiliyor. eğer camus seven biriyseniz buna 'yabancılaşma' diyebilirsiniz, benim gibi kafka'cıysanız buna 'hamam böceğileşme' diyebilirsiniz; fakat kullandığınız terimler sizi hep aynı felsefeye çıkarır: bu güne kadar süregelen klasik normların dışına çıkmış olan hayata yabancılaşma. bitti mi? elbette bitmedi. bir diğer önemli kelimemiz ise korku. bilirsiniz, yirminci yüzyıl korku çağı derler. yaşadığı hayata yabancılaşan bir toplum için tepelerine düşen bombaların elbette sanatta yarattığı radikal değişimler, sırf ardında yatan felsefeden dolayı dahi ilgi çekici. peki biraz detaylı inceleyelim bakalım neymiş bu yirminci yüzyıl sanatı.

harmoni ve bütünlük

marx'ın alienation kavramında gününün çok büyük kısmını gün ışığı almayan fabrikalarda geçiren işçilerden bahseder. sanayileşme ile eskiden zanaatlerde olduğu gibi ürünü bir bütün olarak üretmekten ziyade, ürünün tek bir parçasını üreten ve günün sonunda üretilen ürünü dahi görmeyen işçilerin psikolojisini anlatır. sanayileşme ve şehirleşme ile doğadan uzaklaşan insan, gün ışığına uzaklaşan insan, doğaya uzaklaşan insan, bütünlükten uzaklaşan insan: kısaca robot. dolayısıyla sanatta da harmoni ve bütünlüğü arayan; yahut bozulan harmoni ve bütünlüğü sanatına yansıtanlar var.

Bedri Rahmi Eyüboğlu - İstanbul


tepeden bırakılan bir bombanın şehri paramparça etmesi gibi, bir yağlı boyanın üzerine, yahut bir senfoninin üzerine bir bomba düştüğünü düşünün. bütünlüğün bozulduğu, klasik normların fragmanlarına ayrıldığını göreceksiniz. bize bir picasso tablosundaki keskin çizgiler ya da formsuz nesneler anlamsız gelse de, yansıtılmak istenen şeyin formsuzluk olduğunu düşündükçe döneme 'yabancılaşan' insanların, aynı şekilde klasik sanat normlarını terk ettiğini de göreceksiniz. keza müzikal anlamda formsuzluk schönberg'in serializmi ile başlar. artık müziğin temel bileşenlerinden biri olan 'ton' dahi çatlamaya başlamıştır ve müzikte 'tonsuzluk' kullanılmaktadır. keza parçayı dinlediğiniz zaman tizleşen enstrümanlar ve dinlerken derinden hissedebileceğiniz 'korku' dışa vurumu oldukça nettir. keza benzer eserlerde lokomotifin raylarda ilerleyişine benzeyen sesler gibi sanayileşme ya da savaş temalı seslerin müzikte kullanımının arttığını görebilirsiniz.

öte yandan, doğaya yabancılaşan modern toplumlara inat, müzikte doğalın arandığı ve her melodinin değerli olduğu algısını işleyen besteciler vardır. stravinsky, şahsım adına, verilebilecek en güzel örnek olabilir. şiddetle (bkz: 58096784) yine müzikte formsuzluk kullanılmakta, ancak bu sefer doğalı yansıtmaya çalışmak gibi bir gaye güdülmektedir.

Picasso - Guernica


bu natüreli arayış, illa 'picasso' kadar formsuz olmak zorunda da değildir. örneğin, yumuşak geçişlerin, pastel tonların ve çılgınca harmoninin kullanıldığı art nouveau; spesifik olarak incelersek de çek asıllı alphonse mucha, perspektif ve orantının gerçek dışılığının kullanılarak yansıması gibi de görülebilir. keza, sanayileşme ile grileşen bir avrupa'da, renklerin ve doğanın arayışı olarak düşünülebilir. keza (bkz: 64392853)

günün sonunda, bugün bakıp 'öeff bu neymiş ya' denilen pek çok erken modern sanat eseri, dönemin şartları ile tutarlılık içinde gelişmiş ve insanların yabancılaşmasını yansıtmıştır. bu yazı ansiklopedilerce uzatılabilir, ben yalnızca sevdiğim ve en genel örnekleri vermek istedim ki okuyanlarda belki biraz ilgi uyandırabileyim. sosyoloji sevip sanata uzak olanlar, ekonomiden anlayan ancak müzikolojinin kelime anlamını dahi bilmeyenler, yahut salt estetik güzelliğinden zevk alıp felsefesini bilmeyenler için; multidisipliner bir yaklaşım ile modern sanatı sevmek ve ondan keyif almak mümkün arkadaşlar.