PSİKOLOJİ 19 Kasım 2021
24,5b OKUNMA     550 PAYLAŞIM

Freud'un Modern Psikologlar Tarafından Ciddiye Alınmadığı İddiası Doğru mu?

Yıllardır Sigmund Freud'un öğretilerinin modern dönem psikoloji bilimi için yetersiz kaldığı ve psikoloji lisans eğitiminin ilk yılından sonra fazla ele alınmadığı iddia edilir. Cevap arayalım duruma.

Konuya dair genel kabul şöyle oluyor

freud kendi devrinde kişilikle ilgili ilk kuramı oluşturmuş, çalışkan, inatçı, dediğim dedik ve her şeyi çözdüğünü idda eden birisidir. bilinçdışına ve çocukluk yaşantıların yaptığı vurgu, savunma mekanizmaları gibi muazzam fikirleri vardır. en büyük hatası birçok doğru bilginin yanında epey yanlış bilgi de vermiştir çünkü günde 2-3 saat yazan ve asla hatalı olduğunu kabul etmeyen egoist birisidir. diğer tüm kuramları reddedip her şeyi kendi kuramıyla açıklamaya çalışıp kendini büyütür de büyütür. pek çok yerde saçmalar ve asla bunu kabul etmez. yani egoistliği ve inatçılığı kendini ve kuramını aşırı abartması saygınlığını mahvetmiştir, çalışmaları nedensel değildir ve kendi içgörü gözlem ve hasta analizlerine dayanır, somut dayanakları yoktur. bilim dünyasına meydan okumuş, ilham vermiş ve pek çok şey katmış bir insandır ama pek çok yanlış yaklaşımı yüzünden kuramının değerini epey kaybettirmiştir. bir felsefeci gibi düşünülüp ondan ilham alınabilir ama onun kuramının sadece nesnel olarak test edilmiş ve onaylanmış kısmını doğru kabul etmek gerekir.
yani bilim dünyasına yaptığı katkı ve açtığı ufuk inanılmazdır ama her dediğine de güvenilmez çok nev-i şahsına münhasır ve etkili bir karakterdir.

Bir başka görüş de şu şekilde

psikologların freud'u ciddiye almadıklarını düşünmüyorum fakat freud'un ortaya koyduğu ve sonraki psikanalistlerin sistematikleştirdikleri psikanaliz bir terapi yöntemi olarak son derece çetin bir yoldan geçmeyi gerektirdiği için freudyen bir terapinin layıkıyla uygulanması pek kolay değil. sorun bir uygulanabilirlik sorunu gibi görünüyor bana. haftada en az üç defa ve çok iyimser bir tahminle en az üç dört yıl süren bir terapi anlayışının kitleler düzeyinde yaygınlaşması zaten imkansızdır. ama kendinize bu denli derinden bakmayı isteyip böylesi bir çabaya giriştiğinizde aslında tüm sorunlarınızın freudyen olduğunu (çocukluk, anne, baba, kardeş, okul, arkadaşlıklar, ergenlik, cinsellik, diğer erkekler ve diğer kadınlar, statü endişesi, para, sindirme, haz alma, biriktirme, atma diye uzayıp giden bir sözcükler listesi ve bu anahtar sözcüklerin ruhunuzdaki yansımaları üzerine yüzlerce saat konuşmak) kavrayabilirsiniz.

platon'un ideal devleti nasıl imkansızsa freud'un psikanalizi de o denli imkansız. paradoksal olan şu ki bu bu imkansızlığı deneyimlemek, hangi idealleştirmelerin ezici gücü altında boğulduğunuzu ve neyin acısını çektiğinizi keşfederek aslında ideal bir insanın namevcudiyetini kavramak için de psikanalitik bir terapiye ihtiyacımız var. bunları bilişsel davranışçı bir terapide ya da bir travma terapisinde ya da en genel tabiriyle sorun odaklı bir yaklaşımda keşfedecek vaktiniz olmayabilir. psikanaliz bir iyileşme vaadidir elbette ama aynı zamanda bir keşif yolculuğudur ve her yolculuk gibi dolambaçları, gelgitleri, durakları, çölleri ve vahaları vardır. bu bir yolculuğa çıkmak isteyip istememe sorunudur; diğer terapilerse varoluşumuza kısa süreli bir turistik seyahate çıkmak gibidir. ve unutmayalım ki her ne kadar başlangıç noktamız olan doğum ve bitiş noktamız olan ölüm hepimiz için aynı görünse de bu iki sınır noktasının arasındaki yaşam her insan için biriciktir, yüzeyin altındaki hikayeler ve hissettirdikleri herkes için kendine hastır ve her yolculuk kişinin kendi yolculuğudur; ne ödünç alınabilir, ne başkasına devredilebilir..tümüyle kişisel.

freud'un ortaya koyduğu şuydu anlayabildiğim kadarıyla: iyileşmek istiyorsanız kendinize daha yakından bakmalısınız, içinizdekileri keşfetmeyi istemelisiniz, kolaya kaçmaktan , yadsımaktan, kayboluşlardan vazgeçip varoluşunuzun biricikliğini deneyimlemelisiniz. bir terapi yöntemi olarak psikanalizi aşırı derecede çetin kılan şey de bunlar çünkü kendimize bu denli yakın ve samimi şekilde baktığımızda göreceklerimiz o denli dehşete düşürücüdür ki yüz çevirmeyi seçeriz kolayca. tüm bu dirençlerin uzaklaştırıcı gücüne rağmen bu çabayı deneyimlemeye gerçekten değer çünkü eğer ki kendi kaygılarımızı, dehşetlerimizi, yadsımalarımızı ve negatifliğimizi farketmez, bunlarla yüzleşmez ve bir farkındalık yaşamaz isek bunu bizim yerimize hiç kimse yapamaz ve yaşamımız hayırlanmalar, yaşanmamışlıklar kolajına dönüşerek pişmanlık adındaki hiç hoş olmayan duyguya evrilir. psikanalizin savaş açtığı şey de budur freud ve sonrasında: yaşamını sahiplen düsturu.

freudyen fikirlerin psikologlar tarafından kullanılmayıp hümanist bilimlerde kavramsal olarak çalışılması da yukarıda yazdıklarımdan dolayı: uygulanması üzerine konuşulmasından kat be kat daha zor bir pratik çünkü psikanaliz. son olarak, sadece okunan ya da üzerine konuşulan bir freud kesinlikle psikanalize eşdeğer değildir. anlatmanız gerekir kendinizi tanımaya başlamanız için... terapinin başlangıç noktası ve onu freud kitaplarından farklılaştıran da budur.

Biraz daha sert bir yorumla bitirelim

psikologların freud'u ciddiye almaması, bir psikolog olarak katıldığım ve psikolojiye meraklı olan herkese boynumun borcuymuşçasına anlatmaya çalıştığım bir durumdur.

2007 yılında, şöyle bir yazı çıkmış: freud is widely taught at universities, except in the psychology department

her olguyu bir şeye indirgemeye çalışan, matematiksel olarak modelleyemediğiniz herhangi bir şeyin 21. yy'da psikoloji biliminde yeri yoktur.

bana kalsa -ki kalmıyor- freud'u hiçbir şekilde hiçbir yerde anlatılmasına izin vermem ve bütün textbooklardan kaldırırım. özellikle psikolojiye giriş ders kitaplarında çok tehlikeli; freud'un açıklamaları dahice ve yaratıcı. bölüme yeni başlamış, henüz bilimsel araştırmanın temellerini yeni yeni öğrenmeye başlayan öğrencilerin masum zihinlerini zehirleme tehlikesi bile var.

ben freud'un fikirleri yanlıştır veya doğrudur diye bir ifade de bulunmuyorum. freud'un fikirlerinin test edilebilir bir yanı yok, en azından günümüz teknolojisinde. bilimsel bir geçerliliği yok yani, e dolayısıyla da psikolojinin konusu değil. mesela dil, edebiyat bölümünde veya ilahiyatta falan çok güzel tartışılabilinir belki böyle şeyler, ancak psikolojide yeri yoktur.