SİNEMA 4 Ocak 2018
20,3b OKUNMA     791 PAYLAŞIM

Fransız Yönetmen François Truffaut'nun Başarısının Sırrı Sayılabilecek Hayat Hikayesi

Yeni Dalga akımının öncülerinden olan ünlü senarist, yönetmen ve yapımcı François Truffaut, aile ilişkileri açısından çok da şanslı biri değilmiş. Kolay bir çocukluğu olmayan François Truffaut'nun sinema sanatındaki başarısını ise zor doğduğu ve büyüdüğü bu çevre şekillendirmiş.
François Truffaut


sinema tarihinde belki de hiçbir yönetmen francois truffaut kadar sanatıyla iç içe yaşamamıştır. truffaut, öz yaşam öyküsüyle filmlerinin senaryoları arasındaki çizgiyi ortadan kaldıran radikal bir tavır takınmış ve film sanatının, sanatçının kendi yaşantısından yola çıkması gerektiğini ateşli bir şekilde savunmuştur. yirmiden fazla filme imza attığı kariyeri boyunca truffaut, temellerini oluşturduğu yeni dalga akımının sinemadaki en önemli temsilcilerinden biri olmuştur. truffaut'nun sinema sanatının ihtiraslı ve kişisel yaklaşımını, doğduğu ve büyüdüğü çevre şekillendirmiştir.

sıradan insanlar için sıradan filmler çektiğini söyleyebilecek kadar mütevazi, sekiz yaşından beri sinemanın sıkı takipçisi, fransa'nın dahi çocuğu francois truffaut 1932'de paris'te doğar. gözlerini açtığında tıpkı filmlerinde rastlanan türden zorlu bir çocukluğa merhaba der. annesi janine de monferrand, oğlu francois'yi dünya getirdiğinde daha on yedi yaşındadır ve çocuğunu birlikte büyütebileceği bir eşi yoktur. orta sınıftan saygı değer bir ailenin kızı olan janine, gayri meşru dünyaya getirdiği francois'nin doğumundan on sekiz ay sonra dekoratör ve mimar roland truffaut ile evlenir. roland küçük çocuğa truffaut soyadını verir ve nüfusuna aldırır. truffaut yaşamının ilk on sekiz ayını bir sütanne yanında geçirir ve daha sonra anneannesinin evine yerleştirilir.

François Truffaut

annesi janine tiyatro, sinema ve kitaplarla ilgilidir. üvey babası ise tam bir dağcılık tutkunudur. zaten genç çift bir dağcılık kulübü olan club alpin'de tanışmıştır. genç çift minik oğullarına yaşamlarında yer vermek istemez ve sonuçta francois sekiz yaşına kadar anneannesinin yanında yaşar. sık sık hastalanan, zayıf yapılı bir çocuktur ve zamanın büyük kısmını evde kapalı geçirir. büyükbabası son derece otoriter bir insandır ve evde küçük truffaut'nun uyması gereken katı kurallar konulmuştur. genç teyzeleri ile birlikte kitaplar ve müzikle dolu bir evde yetişen truffaut, anneannesinin ölümünden sonra istemeyerek de olsa evine geri döner. çocukluğunun geri kalan kısmını geçireceği bu ev, ileride çekeceği fimlere esin kaynağı olacaktır.

francois'nin aralarına katılması konusunda ısrarcı olan annesi değil de üvey babasıdır. eve dönmesi konusunda annesinin gösterdiği isteksizlik, istenmediği ve sevilmediği duygusu truffaut'nun kişiliğinde derin izler bırakır. her şeye rağmen genç ve güzel annesini özgür ruhu onu derinden etkiler ve kendisinde hayranlık uyandırır. annesiyle arasındaki karmaşık ilişki, gerçek babasının bir başkası olduğunu öğrenmesiyle daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüşür.

François Truffaut

truffaut bir röportajında şöyle der: "annem evde ses olmasına dayanamazdı ya da daha doğrusu, bana tahammül edemezdi demeliyim. sanki orada okmuşum gibi davranmalı ve bir köşede kitap okumalıydım. oyun oynamaya ya da gürültü çıkarmama izin yoktu. benden etraftakilere varlığımı unuturmam beklenirdi." truffaut'nun kitaplarla arasındaki özel ilişkinin temelleri işte bu ortamda pekişir. ileriki yıllarda yöneteceği birçok filmde kitap teması önemli bir yer tutar ve birçok filmi de kitap uyarlamalarından doğar.

hayatının her döneminde okumaya tutkun olan truffaut'nun okul yılları iyi başlar ancak sık sık okul değiştirmesi ve ailesinin ilgisizliği sonucu başarısı giderek düşer. sonunda okul hayatı sürekli derslerden kaçmak ve bu vakitlerde sinemaya gitmekle geçer. truffaut'nun sinemada izlediği ilk film, yönetmen abel gance'in kayıp cennet ( paradis perdu/1940) adlı filmdir. ilk kez sekiz yaşında izlediği bu filmi truffaut daha sonra sekiz kez daha izleyecektir. 

Paradis Perdu filmi

on iki yaşına geldiğinde truffaut haftada 2-3 film izlemektedir. izleyecek yeni bir film olmadığında, sevdiği filmlere tekrar tekrar gitmekten zevk alır. kendi anlattığına göre, bu dönemde 2. dünya savaşı sonrasının en önemli yönetmenlerinden henri- georges clouzot'nun skandal filmi karga'yı ( le corbeau/1945) on üç kez, yönetmen sacha guitry'nin aldatmanın romanı (le roman d'un tricheur/1936) adlı filmini on iki kez izlemiştir. artık ergenliğini eşiğindeki truffaut için hayat sinemadan ibarettir.

50'li yılların ikinci yarısında avrupa'daki yeni dalga akımının öncülerinden olan françois truffaut'nun sinema serüveni ünlü "cahiers du cinema" dergisinde film eleştirmeni ve sinema tarihçisi olarak başladı. truffaut'nun 1954'te dergide yayınlanan ve bir filmin asıl yaratıcısının yönetmen olduğunu savunan "auteur teorisi", bir nesile ilham kaynağı oldu. o dönemlerde kısa filmler yapmaya başlayan truffaut, ünlü yönetmen roberto rossellini'nin asistanlığını yaptıktan sonra 1959'da ilk filmi "400 darbe"ye imza attı. yarı otobiyografik film, jean pierre leaud'nun oynadığı antoine doinel'in zor geçen ergenlik dönemini öykülüyordu. yönetmene en iyi senaryo oscar adaylığı ve cannes'da en iyi yönetmen ödülü getiren filmden sonra truffaut, zaman zaman doinel'e geri dönecek ve hep leaud'nun oynadığı karakterin yetişkinliğe geçişini sinemaseverlere sunmaya devam edecekti.

400 Darbe filminden bir kare

"400 darbe"nin ticari ve eleştirel anlamdaki başarısı truffaut'nun uluslararası arenada tanınmasını sağladı. sonraki filmi "tirez sur le pianiste" (1960), b-sınıfı amerikan filmlerden esinlenmiş, hınzır bir zeka ve teknik erdemlerle zenginleştirilmiş daha karmaşık bir duyarlılık yansıtıyordu. 1. dünya savaşı sonrası yıllarda iki erkek, bir kadın üç arkadaşın öyküsünü anlattığı "jules et jim" ise daha sonradan bazı eleştirmenlerce truffaut'nun en iyi filmi olarak nitelendirilecekti.

"400 darbe" ve "jules ve jim"de, jena renoir'a saygı gösterisinde bulunan truffaut'nun "tirez sur le pianiste" ve birçok diğer filmi onun daha karanlık, daha ironik yüzünü sergileyecekti. "la peau douce", "la sirène du mississippi", "vivement dimanche" ve özellikle "baisers volés", onun amerikan gerlimlerine duyduğu ilgi ve sevgiyi yansıtırken, ray bradbury'nin ünlü "fahrenheit 451"ini sinemaya uyarlayarak bilim-kurgu türünü; "l'enfant sauvage", "l'histoire d'adèle h.", "la chambre verte" ve "le dernier metro - son metro" ile de dönem filmlerini ele alacaktı. "kadınları seven adam" ve "la femme d'à côté"de ise truffaut aşk acılarını öykülüyordu.

bazı eleştirmenler truffaut'nun son dönem filmlerinin, ilk dönemindeki kalitenin çok altında kaldığını söyleseler de joseph mcbride, "eğer truffaut'nun ilk eserlerindeki olağanüstü kamera hareketleri, nefes kesen kurgu ve keyif duygusu, daha sonraki filmlerinde daha az belirginse bunun sebebi anlatım ve tarzda daha bilinçli bir yaklaşım ve duygusal zenginliğin artmasıdır" diyordu. truffaut, "la nuit américaine" ile 1974'te en iyi yabancı film oscar'ını kazandı, en iyi yönetmen ve senaryo dallarında oscar'a aday gösterildi.

François Truffaut Oscar töreninde ödülünü alırken 

truffaut, sadece kameranın arkasında kalmadı; zaman zaman oyunculuğa da soyundu. "l'enfant sauvage", "la nuit américaine" ve "l'histoire d'adèle h."de küçük roller üstlenen truffaut, "la chambre verte"de başrole soyunurken, steven spielberg'in "close encounters of the third kind- üçüncü türle yakınlaşmalar"ında da bir başka yönetmenle oyuncu olarak çalışmış oldu.

yeni dalga'nın en önemli isimlerinden, "auteur teorisi"nin babası truffaut, 52 yaşında bir beyin tümörü yüzünden ölmeden önce "küçük hırsız" filmi üzerinde çalışmaktaydı. truffaut'nun vasiyet filmini daha sonra claude miller beyazperdeye aktardı.

ABD'de, Siber Zorbalık İçin İlk Eyalet Yasasının Oluşturulmasına Sebep Veren Ölüm: Megan Meier