TARİH 30 Eylül 2024
9,2b OKUNMA     120 PAYLAŞIM

Engizisyon Mahkemeleri Sanıldığı Kadar Acımasız Bir Sistem Değil miydi?

Orta Çağ katolizminin ünlü engizisyon mahkemeleri, tarihin bize anlattığı kadar şeytani yerler değil miydi cidden? İnceliyoruz.

engizisyon, her ne kadar birçok kötü olayla birlikte anılsa da düşünüldüğü kadar irrasyonel, karanlık, kötücül bir uygulama değil. tabii ki günümüzden baktığımızda engizisyonun açıkça ideal bir yargılama sistemi olmadığını söyleyebiliriz. fakat orta çağ avrupası'nda engizisyon öncesi döneme ait uygulamalarla karşılaştırdığımızda engizisyonun yine de kendi dönemine göre gayet akılcı bir uygulama olduğunu görmemiz mümkün. yani burada bahsedildiği gibi dehşet, korkunç, felaket bir durum yok. orta çağ engizisyonunun kendi dönemine göre yargılama usulünde bir ilerleme olduğu söylenebilir. ancak tekrar söylüyorum: orta çağ engizisyonu.

bu entry'de öncelikle engizisyonun ne olmadığını söyleyeceğim. daha sonra engizisyonun hangi şartlarda ortaya çıktığına ve geliştiğine değineceğim. en sonunda da çok kısa olarak engizisyonun işleyişinden bahsedeceğim. burada ele alacağım engizisyon, orta çağ engizisyonu olacak. erken modern dönemde cadı avları için kurulan yahut ispanya'da yahudilere ve müslümanlara karşı kurulan engizisyonu konunun tamamen dışında bırakacağım.

öncelikle engizisyon, "çile ile yargılama (trial by ordeal)" ile aynı şey değil.

çile ile yargılama, orta çağ avrupası'nda, engizisyondan önceki dönemde yaygın olan bir yargılama biçimi. kökleri cermen adetlerine, hatta kiminin söylediğine göre hammurabi kanunlarına kadar geri gidiyor. bu yargılamanın su, ateş ve düello yoluyla yapılan üç biçimi var. bu üç biçimin kendi içinde farklı uygulama biçimleri var, hepsine burada değinmem mümkün değil ancak yine de birkaç örnek verebilirim. suyla yargılamada kişi bir suyun içine atılıyor. eğer suya atılan kişi yüzeye çıkarsa, bu durum suyun onu kabul etmediği yani onun günahkar olduğu anlamına geliyor ve dolayısıyla öldürülüyor. eğer suya atılan kişi batarsa, bu durum suyun bu kişiyi kabul ettiği, dolayısıyla kişinin masum olduğu anlamına geliyor. ancak sonuç tabii ki değişmiyor ve suya atılan kişi yine de ölüyor. ateşle yargılamada da kişinin eline kızgın bir demir veriliyor yahut kişi köz üstünde yürütülüyor. sonra üç gün bekleniyor. eğer kişinin yaraları hızla iyileşmişse bu durum tanrı'nın onun tarafında olduğu, yani kişinin masum olduğu anlamına geliyor. iyileşmemişse suçlu olduğu sonucuna varılıyor. düello yoluyla yapılan yargılamada suçlayan ve suçlanan kişi incil'e el basıp dürüst olduklarına dair yemin ediyorlar ve sonrasında düello yapıyorlar. ölen kişinin -tanrı onun yanında olmadığı için- haksız olduğu sonucuna varılıyor.

bu yargılama biçimi 12. ve 13. yüzyıllarda engizisyonun ortaya çıkmasıyla birlikte neredeyse ortadan kayboluyor. papa üçüncü innocentius, dördüncü lateran konsili'nde (1215) çile ile yargılamayı yasaklıyor. daha sonra yine 13. yüzyılda ii.friedrich ve iii. henry gibi seküler liderler de çile ile yargılamaya yasak getiriyorlar.

bu dönemden itibaren engizisyon, çile ile yargılamanın yerini almaya başlıyor. engizisyon tabii işi bu şekilde tanrı'ya bırakmıyor ve çok daha akılcı bir yargılama metodu ortaya koyuyor (buna daha sonra değineceğim). yine de çile ile yargılama yeni çağ'daki cadı yargılamaları sırasında tekrar ortaya çıkıyor. bu durum tamamen o dönemde ortaya çıkan histeri ile alakalı.

nihayetinde meseleyi kulaktan dolma şekilde öğrenen insanlarda genel olarak böyle bir kavram karmaşası olduğunu görüyorum. çile ile yargılamayı bir engizisyon uygulaması olarak görüyorlar. dediğim gibi bu doğru değil. ikisi tamamen farklı şeyler.

engizisyonun aslında tam olarak hangi yılda ortaya çıktığı bilinmiyor. daha doğrusu böyle bir tarih yok. dereceli olarak, aşama aşama ortaya çıkan bir uygulama. önceleri kilise'nin kendi üyelerini denetlemek için yaptığı bir soruşturma biçimi. ancak 12. yüzyılda güney fransa'da cathar hareketinin ortaya çıkması ve başlarda buna etkin bir çözüm bulunamaması sebebiyle kilise, en sonunda bu uygulamayı sapkın görülen catharlar (ve daha sonra valdocular) üzerine yönlendirmeye başlıyor. 13. yüzyılın ortalarına doğru engizisyon tam olarak kurumsallaşıyor ve 1252 yılında sorgulamalar sırasında işkencenin serbest bırakılmasıyla birlikte son halini alıyor. engizisyon, sapkın hareketlerin fazla olmasıyla alakalı olarak daha çok güney fransa ve kuzey italya'da faaliyet gösteriyor.

peki biraz daha detaylandırırsak, çile ile yargılamanın yerini alan engizisyon hangi şartlara ve gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkıyor?

madde madde gidelim.

1. kilise'nin kurumsallaşması, merkezileşmesi, güçlenmesi ve kilise-sapkın gerilimi

bu dönem apostolik yoksulluk üzerinden ortaya çıkan hareketler açısından kritik bir dönem. 12. yüzyılda kilise'ye dahil olmayan, aslında kilise'nin mevcut anlayışının dışında görülebilecek fakat isa'nın ve havarilerinin yoksulluğunu temel alan hareketler ortaya çıkmaya başlıyor. bu hareketler o kadar karizmatikler ki çok kolay bir şekilde mürit toplayabiliyorlar. bu insanlar zamanla kilise'ye karşı çıkmaya başlıyorlar ve sapkın ilan ediliyorlar.

(bkz: apostolik yoksulluk/@stronzo)
(bkz: cathar/@stronzo)
(bkz: waldensian/@stronzo)

bu durum kilise'nin iktidarına tehdit oluşturduğu için kilise bunların bir kısmını kendi içerisine dahil etmek zorunda kalıyor. bu hareketleri fransiskenler ve dominikenler örneğinde gördüğümüz gibi ruhbanlaştırıyor ve bahsi geçen sapkın hareketlerle mücadele amacıyla araçsallaştırıyor. bu noktada en işlevli grup dominikenler. çünkü bunlar kilise'ye sıkı şekilde bağlılar. dolayısıyla engizisyonda başrolü oynuyorlar. fransiskenler de engizisyonda görev alıyorlar ancak onların durumu biraz farklı. zira fransiskenlerin bir bölümü (ruhani fransiskenler) kilise'nin kabulünün dışına çıkıp radikalleşiyor ve kiliseye karşı gelmeye başlıyor. bu noktada ruhani fransiskenler, sapkınlığa karşı savaşmak için bir araç olmaları amacıyla sonradan dahil edildikleri ortodoks kabulden kopuyor ve kilise'nin savaştığı sapkınların arasına dahil olmuş oluyorlar.

bu noktaya gelinene kadar kilise nasıl bir süreçten geçiyor?

kilise, gregoryen reformu (daha sonra 11. yüzyıl reformlar) ile birlikte ciddi bir kurumsallaşma sürecine giriyor. en temelde seküler iktidarla çatışma ve seküler iktidarın kontrolünden çıkma motivasyonuyla gerçekleştirilen bu reformlarla birlikte kilise git gide merkezileşmeye, güç kazanmaya başlıyor. bu dönemde seküler iktidara karşı argüman üretmek için teoloji ve hukuk konularına özellikle ağırlık veriliyor. roma hukuku ve kanon hukuku çalışılıyor. 12. yüzyılda üniversiteler kurulmaya başlayınca bu alanlarda öğrenime özellikle ağırlık veriliyor. öyle ki 12. ve 13. yüzyıla gelindiğinde özellikle fark yaratan papalar hep hukukçular arasından çıkıyor. papa üçüncü aleksander, papa üçüncü innocenitus, papa dokuzuncu gregorius, papa dördüncü innocentius gibi... bu dönemde kilise hukuku detaylandırılıyor ve engizisyon bu çalışmaların da bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.

öte yandan 11. ve 12. yüzyıllardan itibaren kilise, reform hareketiyle birlikte bir iç denetime, bir merkezileşmeye gidiyor. eğer seküler iktidarla bir kavgaya tutuşulacaksa kilise'nin her bir üyesi bilgili ve yeterli olmak zorunda. dolayısıyla ruhban sınıfına dahil olmayı hak etmeyen, bu görevi hak etmeden almış kişilerin üstüne gidilmeye başlıyor.

(bkz: gregoryen reformu/@stronzo)
(bkz: dictatus papae/@stronzo)

aslında engizisyon geç roma döneminde uygulanan bir soruşturma yöntemi. ancak batı roma'nın yıkılması, cermen istilaları, yeni siyasi oluşumlar, çile ile yargılama falan derken engizisyon denen yargılama biçimi ortadan kalkıyor. bir önceki paragrafta bahsettiğim gelişmelere bağlı olarak 12. yüzyılın sonlarında engizisyonun tekrar ortaya çıkışı gregoryen reformları ile birlikte kilise'nin kendi üyelerinin yeterliliğini denetleme ihtiyacından kaynaklanıyor. din adamlarıyla ilgili yoğun şikayetlerin olduğu bölgelere kilise, bir sorgucu gönderiyor ve ondan söz konusu din adamının yeterli olup olmadığını denetlemesini istiyor. fakat zamanla yukarıda bahsettiğim sapkınlıkların ortaya çıkmasıyla birlikte kilise, engizisyonun, sapkınlıkların ortaya çıkarılması ve cezalandırılması konusunda oldukça faydalı olabileceğini düşünmeye başlıyor. dönemine göre hukuki ve akılcı bir sürece sahip olması bakımından engizisyon, sapkınlıkla mücadele için uygun bir yöntem olarak görülüyor.


2. hristiyan teolojisinin detaylandırılması

engizisyon, sapkın gruplara karşı kullanılacaksa bir hareketin sapkın olup olmadığı hangi ölçütlere göre belirlenebilir?

bir grubun sapkın veya heterodoks olduğuna karar vermenin yolu öncelikle ortodoksinin düzgün bir şekilde tanımlanmasıyla mümkün. ortodoksinin iyi tanımlanmadığı yerde sapkınlıktan söz etmek mümkün olmaz.

12. ve 13. yüzyıllar, üniversitelerin kurulmasına ve bu üniversitelerde skolastik düşüncenin gelişmesiyle birlikte ortodoksinin sıkı bir şekilde tanımlanmasına tanık oluyor. bunda en büyük pay aquinolu thomas, albertus magnus gibi önemli skolastik düşünürlerin çalışmalarına ait. bu dönemden itibaren hıristiyanlığın esasları gittikçe detaylı bir biçimde ortaya konuyor. buna bağlı olarak da kilise'nin dogmaları artmaya başlıyor. tabii bu süreç öncelikle sapkınlıkların belirlenmesine yardımcı oluyor. kilise neyin sapkın neyin ortodoks olduğunu daha iyi anlıyor. bu anlamda ortodoksinin tanımlanması engizisyon yargılamaları için rasyonel bir temel oluşturuyor. fakat ortodoksi zamanla daha katı bir şekilde tanımlandıkça sapkınlar üzerindeki sorgulamalar da daha sert, daha titiz biçimde yapılmaya başlıyor. işte bu noktada (özellikle orta çağ'dan yeni çağ'a geçilen dönemde) işler kontrolden çıkıyor, sertleşiyor ve çoğu zaman irrasyonelleşiyor. zira sürekli olarak yeni grupların sapkın konumuna düşme riski ortaya çıkıyor.


3. bilincin, vicdanın bireyselleşmesi ve niyet

tüm bu gelişmelere de bağlı olarak 12. ve 13. yüzyıllarda bilincin ve vicdanın biraz daha bireyselleştiği görülüyor. buna paralel olarak da kişinin niyetine ve hesap verebilirlik durumuna dikkat ediliyor. çile ile yargılama gibi irrasyonel ve kolektivist yargılama biçimlerine tepki duyuluyor ve bunlar ortadan kaldırılıyor.

sorgulamalar sırasında kişinin gerçekleştirdiği eylemin yanı sıra bu eylemi neden gerçekleştirdiğine, bunu yaparken ne düşündüğüne dikkat edilmeye başlıyor. aynı şekilde kişi (eğer işlediyse) işlediği suçtan dolayı pişmanlık duyup duymadığı, sorgucular bu suçu ortaya çıkarmadan önce sanığın bunu kendi isteğiyle itiraf edip etmediği göz önünde bulunduruluyor, önemseniyor.

peki engizisyon sorgulaması süreci nasıl işliyor? bu tam olarak nasıl bir uygulama?

13. yüzyılın başlarından itibaren papalık, kendine bağlı yargıç ruhbanların sayısını arttırıyor ve bunları düzensiz olarak gördüğü bölgelere gönderiyor. sapkınlıklar üzerine yapılan engizisyon söz konusu olduğunda süreç genellikle bir kişinin diğerini kilise'ye ihbar etmesiyle başlıyor. yahut bir bölgede açıkça kötü nam salmış birine (veya birilerine) karşı yargıç, engizisyonu ex officio olarak başlatıyor.

en azından bu dönemde engizisyon sorgucusunun burada söylendiği gibi sınırsız yetkileri falan yok. belli kuralları takip etmek zorundalar. sanığın savunma yapması, avukat tutması serbest. ancak yargılanan kişi hüküm giymiş bir sapkınsa avukat tutamıyor.

bunun haricinde sanığı engizisyona ihbar eden kişinin adı gizli tutuluyor. bu uygulama ilk başlarda yok fakat sonradan kilise bu isimlerin gizli tutulması kararını alıyor.

eğer sanık davanın gidişatından memnun değilse, kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyorsa bunu daha üst makamlara taşıyabiliyor. örneğin bölgenin piskoposuna yahut doğrudan papalığa başvurabiliyor. tarihçi henry kelly'nin söylediğine göre bu gerçekten başvurulan ve sonuç alınan bir yöntem. haksızlık kanıtlanırsa kilise engizisyon sorgucusunu geri çekebiliyor.

sanığın suçlu olduğuna karar verilebilmesi için birden çok kişinin yeminli şahitliğine ihtiyaç var. aksi halde sorgucunun elindeki kısmi kanıtlar karar vermek için yeterli olmuyor. 1252 yılından itibaren sorgucu, elindeki kanıtların bir şekilde suçluluğa işaret ettiğini düşünürse sanığa işkence uygulayabiliyor. sanığın suçlu olduğuna karar verilirse düşünüldüğü gibi kişi hemen kazığa bağlanıp yakılmıyor. sanık sapkınlığa ne kadar dahil oldu, öncü bir rolü var mıydı, suçunu itiraf edip tövbe etti mi gibi ölçütler göz önünde bulunduruluyor. duruma göre zorunlu hac yolculuğu, zorunlu oruç ve üstünde utanç simgesi olarak sarı haç taşıma, sakat bırakma, hapis cezası (hafif veya ağır olarak farklı seçenekler var) , ev yakma yahut yakarak öldürme cezası veriliyor.

14. yüzyılın başında bir engizisyon sorgucusu hangi grupları yargılanmış, bunlara hangi cezaları vermiş görmek isterseniz:
(bkz: bernardo gui/@stronzo)

kaynaklar:
1 / 2
3- edward peter, "inquisition" maddesi, new catholic encyclopedia, 7. cilt, thomson gale
4- joseph lynch, "medieval church"
5- james given, "a medieval inquisitor at work: bernard gui, 3 march 1308 to 19 june 1323"

ekleme: söylemeyi unuttuğum birkaç şey var, onları da mutlaka belirtmem gerekir. orta çağ engizisyonu tabii ki kusursuz işleyen, çok ponçik bir uygulama değil. suistimaller de söz konusu. sorgucular zaman zaman kendilerine çizilen sınırların dışına çıkabiliyorlar. örneğin gittikleri bir köyün veya şehrin insanlarını gereksiz bir şekilde yoğun baskı ve işkenceyle sorgulayabiliyorlar. böyle durumlarda o bölgede yaşayanlar tarafından suikaste uğradıkları da oluyor. aynı şekilde yine orta çağ'da tapınak şövalyelerinin ve jeanne d'arc'ın yargılanması gibi tamamen usulsüz, ipin ucunun fazlaca kaçtığı örnekleri de görmek mümkün. ancak benim bu yazıda söylemeye çalıştığım şey engizisyonun tek başına bu örnekler üzerinden okunamayacağı. çünkü aksi halde engizisyonun o dönem için ifade ettiği önemi gözden kaçırma riski söz konusu oluyor.