SİNEMA 16 Aralık 2022
33,2b OKUNMA     292 PAYLAŞIM

Emin Alper'in Cannes'da Büyük Beğeni Toplayan Son Filmi Kurak Günler'in İncelemesi

Kültür Bakanlığı ile yaşadığı sorun ile ismini özellikle duyuran yeni Emin Alper filmi, beklentinin hakkını kesinlikle veriyor ve Türk sinemasının son dönemdeki en iyi işi sıfatını hak ediyor. Detaylara iniyoruz...

kurak günler nasıl bir film?

spoiler içerebilir.

emin alper'in entelektüel usu sinemasının kodlarını inşa ederken belirli temaların, janr içindeki temel bazı yönelimlerin korunmasındaki refleksi birçok türkiyeli sinemacıdan ayrılıyor bana göre. büyük yönetmenler için belirlenmiş kriterler vardır sinemalarını anlatırken kullandığımız. onları diğer sanatçılardan net bir şekilde ayıran yani tarzlarını yaratan o basit şey. alper politik sinemasını net bir şekilde tanımlarken hikaye anlatma becerisini politik filmlerin propaganda ve söylev kokan banalliğinden, yapaylığından kolayca kurtarabilen bir sinemacı. bu kolay gibi görünen ama çoğu sinemacının üstesinden gelemediği bir şey. ama emin alper hikayelerine çok iyi çalışan bir yaratıcı. elbette hikayelerinin kusursuz olmadığını, bazı yerlerde falsoları olduğunu görüyorum ama yine de kendi söylem, anlatma- kurmaca mekanizmasının tutarlılığına eklediği ve onu olumlu anlamda sürekli olarak geliştirdiği bir tavrı olduğunu görüyorum. bu anlamda türkiye'de pek rastlanmayacak şekilde hiç kibirli bir adam değil alper. biçimin toplumla olan ilişkisini yani oradan doğan özünü, biçimin sadece bilme halini çevreleyen bir pratiği değil aynı zamanda toplumsal durum, düzen, pratiklerin de nasıl şekilleneceğinin altını çizen bir belirleme olduğunun hep farkında olan bir sinemacı. alper ülkeye dair ideolojik işleyişi bugün kendini muhalif olarak gören ama aslında her koşul ve şartta ceberut devletin kutsallığını da içselleştirilmiş bir toplumun bilişselliğiyle de ele alıyor mesela birçok yönetmenden farklı olarak. idelojik ya da politik olarak konumlamdırılarak bir bakıma estetik ve sanatsal değerini yapıttan bağımsız bir dışsallığa iliştiren (yani değersizleştirmeye çalışılan ) bir iklimde, ideolojiyi direkt bir aracı olarak belirlemeyip izleme eyleminin yaratacağı idrak ve ayrıştırmadaki rolüne, sahte psikolojik güdüleme modellerine dayalı -vatan, millet, sakarya- temsillerine de kapı açan, ve bilinçdışı şekilde ussallaştırılarak görünmez bir kanun ilkesi haline getirilen (devlet eliyle) biçimine de dikkat çekiyor.


alper türkiye'nin ilk dönemlerinden başlayan ve genel olarak cumhuriyet aydını diye işaretlenen şehirli memurun taşraya geliş serüvenindeki tarihsel, toplumsal çelişki ve çatışmalar üstüne kurulan o tanıdık yapıyı hem güncelliyor hem onun sosyopolitik, sosyokültürel değişimine dikkat çekiyor ustaca. özellikle cumhuriyet sonrası edebiyatımızın çok güçlü temsillerinden biridir bu yapı. orada yeni kurulmuş bir cumhuriyetin değişim, dönüşüm sancıları ele alınır esas olarak. devrim ve değişimlerin şehirlere hızla nüfuz eden (bir açıdan zoraki) pratiği taşrada tam da taşranın zaman mevhumuna uygun bir muhteviyatla gösterilir ve genel olarak devletin bu tip politikalarındaki durumlar, yanlışlar, eksikler gösterilerek eleştirini bir kefesini oluşturur. işte alper bu yaklaşımı akp iktidarının son 22 yıllık süreçte tüm türkiye'yi mekan, ülke, kurum, insan, sınıf vs, gözetmeksizin taşralılaştırdığı yani taşra hukukunu, mealini, ahlakını ve elbet temsil ve anlama pratiğini ülkenin her yerine bulaştırdığı bir vakara işaret ediyor. şehirlerin, sanatın, akademinin, hukukun, yasanın, bilimin, tarihin içine korkunç bir saldırganlıkla sızan, cehaletin örgütlü tahakkümünü onaylayan ve onu görünmez yetkilerle toplumdan, insandan yani namus, ahlak gibi kavramlardan sorumlu hale getiren politik olmadığını düşünen bir taşralı politik esnaf vatandaş hali bu. iktidarın ilk günden beri kendi değerlerini muhafaza ederek seküler, aydın, okur yazar, özgürlükçü diye işaretlediği insanlara yönelttiği ve elbet yaşama tarzına bir müdahale olduğu apaçık ortada olmasına rağmen bunu sürekli olarak inkar ederek, sadece kendilerine dair inanç ve yaşama biçiminin hassasiyetini gözeterek görünmez bir (bal gibi görünüyor elbet) baskı aracı yarattıkları ve bunun için her türden propagandayı her türden araçla -sosyal medya, troller- sürdürdükleri bir toplum yapısı kuruldu.

işte politik sinemasının çerçevesini tümleyen ve bu bir emin alper filmidir denen şeyin belki de en total, en geniş, en net tanımını yapıyor alper son filminde. diğer 3 filminde belirli kalıplara sıkıştırarak, belirli bir alanda -hem mekan, hem hikaye, hem karakter anlamında- tuttuğu çerçevesini nihayetinde tüm türkiye'yi, türkiyenin hem kısa genel tarihini, hem son 22 yıllık yakın akp tarihini bir çırpıda özetleyen, ama bunu yaparken de sinemasının kodlarına, tekrarlarına yenik düşmeden, bilakis ona dair kamera konumlandırmasının açısını daha genişleten bir fikir ve zihin işçiliğiyle getiriyor karşımıza. taşralılığın sızdığı ve artık tüm ülkeyi ele geçiren ve her açıdan toplumu ve sahip olduğu her türden değeri gerileten bu hali gösteriyor ama küçümsemiyor mesela alper. buna bizim çakma enteller gibi üstten bakmadığı gibi bunun içinde kendi normalliği ve şartları içinde doğan, gelişen, serpilip büyüyen yönelim ve davranışların nasıl rasyonelleştiğini de göstermeye çalışıyor adil bir şekilde. bu yaptığı normalde altından kolay kolay kalkılacak bir iş değil. evet, yapısının bazı yerlerinde, bazı anlarında teklemeler var, kabul ediyorum ama giriştiği şeyin kolay gibi görünen ve özellikle hem janr, hem hikaye edimi açısından oldukça zor görünen ezberleriyle de baş ettiğini görmek beni mutlu ediyor.


mesela alper'in filmi için ısrarla alegori belirlemesi yapılıyor

evet, bir açıdan doğru bir belirleme ama bir açıdan da aslında filmin asal, temel ve direk söylemini de sekteye uğratan bir şey. burada hakikaten müthiş bir ironi var. alegorinin temsiliyeti bir bakıma söylenemeyen, söylenmesi zor olan ya da söyleme biçimini estetik bir kriter, belirleme olarak karşıma getiren bir seçimi işaret eder. işe alper'in anlatısını alegorikleştiren şey esasında alegoriden tamamen muaf apaçık, gün gibi ortada duran bir gerçek. işte ironik olan tam olarak bu. yani alper'in filminin her anında söylediği her şey, her temsil, hem temas, her kurum, her olay, vaka, davranış her gün ama her gün yaşadığımız, içinde olduğumuz, sürekli olarak sürdürdüğümüz bir hal. oysa alegorik olarak işaretlenen ve doğal olarak söylemin, ifadenin taşıyıcı olan seçim buna işaret etmez aslında. yani alegorik dediğimiz şey direk gerçeğin temsiline dönüşmüş bir hal içinde bu ülkede zaten maalesef. işte bu yalın kat ve maalesef çılgınlık derecesinde normalleşmiş hukuksuzluk, kurumlar arası yozlaşma, bir açıdan korporatif bir çıkar gruplarının örgütlenmesini kanun ve devlet bazında onaylayan, gizli gibi duran ama aslında gözümüzün içine içine sokulan bir yapının içinde yaşıyoruz. devlet içinde devletin olduğu, devletin tüm adalet ve hukuk mekanizmasının yalnız ve yalnız paydaşları, yandaşları yani kısacası çıkar ortaklığı içinde olduğu gruplar için doğru şekilde işlediği, geriye kalan milyonların ideolojinin görünmez kılınan ama yaşamın her anına korkunç bir zorbalık ve adaletsizlikle sinen keyfiyeti karşısında sinerek, giderek daha çok mutsuzlaştığı, kendinden, yaşamından, hobi ya da isteklerinden daha çok vazgeçerek daha çok yalnızlaşıp, yabancılaştığı bir hal. zaten genel olarak bu tür iktidarların yapmak istediği şey tam olarak budur. bir toplumu yaşama sevincinden, yaşamı değerli kılan temas ve birlikte olma halinden uzaklaştıran en önemli etkenlerden biri bu. ki zaten bu ülkeye ve özellikle biraz okuyup biraz farkındalığa erişmiş insanlarda bunca beliren mutsuzluk, depresyon, anksiyete, kaçıp gitme, saklanma isteğinin çekirdeğini maalesef tam olarak bu politikalar belirliyor.

egemenin gayri şahsi gibi görünen ama neredeyse ülkedeki her şeyin onun keyfiyetine kaldığı bir iklimde emin alper'in sineması onuru, dayanışmayı, haysiyeti, hakikati hatırlatıyor bizlere. finaldeki romantik seçimi bile bu bağlamda beni rahatsız etmedi. çünkü benim sanırım son 35 yıldır tv ekranlarında duyduğum ve asla hiçbir boka yaramadığını bildiğim dantik entel ve kanaat önderlerinin biz her şeyin güzel olacağına inanıyoruz söylemindeki sahtekar, işlevsiz, işe yaramaz iyimserliği yakınsayan bir tavrı değil bu. bizatihi aynı gemide olmadığımızı, önünde sonunda bir taraf olmak zorunda olduğumuzu imleyen, bu kutuplaşma ve gerilimin önünde sonunda bize, bu ülkeye, masum insanlara, geleceğimize zarar vereceğini hatırlatan, hatırlatma, gösterme, anlatma sorumluluğunu büyük bir hakikat ve özveriyle koruyan bir sinema bu. tıpkı emin alper'in bir röportajında "tüm bunlar olurken biz sesimizi çıkarmayacak mıyız ? hiçbir şey söylemeyecek miyiz?" dediği şeyin sorumluluğunu omuzlarında, kamerasında, usunda, vicdanında, yaşamın, tekabül edilen her alan, her ilişki biçiminin mütekabiliyetini, sürdürülürlüğünü bize duyumsatan büyük bir sanat yapıtı kurak günler.

emin alper neredeyse tek başına ülkenin çakma, kolpa, dandik sanatçı ve aydınlarına bu meselenin dersini veriyor belki de. var olsun. ben kendisinden razıyım. sinemasının soluğu sonsuza kadar sürsün.

bu arada özcan alper'in son filmi karanlık günler'in de benzer dertler, temalar etrafında döndüğü söyleniyor. büyük bir heyecanla bekliyoruz onu da.