İŞ HAYATI 12 Ocak 2018
170b OKUNMA     2292 PAYLAŞIM

Ekmeğini Topraktan Çıkaran Bir Çiftçiden: Türkiye'de Tarım Nasıl Çökme Noktasına Geldi?

Ekşi Sözlük'ün tarımla uğraşan yazarlarından "sebazios", tarımdaki durumun nasıl bu hale geldiğini anlatmış.
iStock


konuya aşina olmayanlar için işin içinden birkaç bilgi verelim

1. çiftçilik getirisi düşük, emeği bol ve zor, üstelik riskli bir meslektir.
2. bu nedenle, özellikle gelişmiş ülkelerde bu işi yapmak isteyen insan sayısı oldukça azdır.
3. lakin insanların yemek yemesi gerekli. yani üretim şart.
4. hali ile bu zor, kazancı düşük, riskli ve tehlikeli mesleği birilerinin yapması lazım.

hal böyle olunca, dünyadaki hemen hemen tüm (özellikle de tarımda liderliğe oynayan) devletler, çiftçilerine sahip çıkar.

peki nasıl?

- modern devletler, bütçe üzerinden, ürettiklerine göre çiftçiye maddi destek verirler. mesela hollanda'da geçen yıl için tarıma aktarılan destek tutarı (yanlış hatırlamıyorsam) gsmh'nın %8.6'sıydı.

- yine devletler, çiftçinin temel gideri olan mazotu ucuz verir. yine hollanda'da yapılan "kırmızı mazot" uygulaması mesela.. bu uygulamada devlet, tarımsal üretim yapan çiftçilere, rengi kırmızı olan ve sadece tarımsal üretimde kullanılması amacı ile çok çok ucuz bi fiyattan (aslında sadece vergisiz olarak) verir bu mazotu.

çiftçi de bu ucuz mazot sayesinde bol ve kaliteli işçilik yapar

a. verimini artırır. (misal almaya'nım ortalama buğday verimi 960kg/da iken türkiye'nin ortalama buğday verimi 297 kg/da'da kalır) (not: özelden çok soran oldu. "da" dekarın kısaltması: 1000m2'lik alan ölçüsü)
b. ürünün kalitesini artırır.

işte adaletsizlik burada başlar

2 adet traktörüm var. sadece 1 tanesinin deposu 500 liraya doluyor. bu mazotla ortalama 8 saat çalışıyor. samimi olarak söylüyorum, marşına basmaya korkuyorum. ben kaça kaça, korka korka iş yaparken hollandalı çiftçinin kafa rahat. mazotu benim aldığımın 3'te birine aldığından hali ile tarlada iş değil, sanat yapıyor. 

(biz de çok kötü olmasak da harmanda muhakkak farkı koyuyor elin oğlu)

Yazarın tarlasından bir fotoğraf.

yalnız kimse iyimser olmasın. bu ucuza mal ettiği ürünü, sırf ucuza mal oluyor diye ucuza satmaz. mükemmelleşen kooperatifleşme sayesinde pahalıya, en kötü ihtimal gerçek değerine satar. ciddi para kazanır. kendi de kalkınır, ülke de.

yine yanlış anlaşılmasın. bu kıyaklar çiftçinin kara kaşına, kara gözüne yapılmaz. amaç, bu adamların hayatlarını, daha doğrusu "üretimlerini devam ettirebilmelerini" sağlamaktır. çünkü bu adamlar, aldıkları mazotu bodrum'a tatile gitmek için kullanmaz, sizin her gün sofranızda gelen ekmeği üretmek için kullanır. hatta kursağınızdan geçen her şeyi üretmek için. hepsinin içinde bu adamların alın terleri var.

çünkü

onlar üretemezse, ürün azalır, arz düşer, fiyat artar, alım zorlaşır. 1 kg patates 4 lira olur. toplumda "bu nedir kardeşim" naraları yükselmeye başlar. hükümet tepki çekmemek için ithalatı açar. kendi ülkesinde mazotu 1.5 , gübreyi 0,50 liradan alan tuzu kuru hans'ın düşük maliyetle ürettiği ucuz ürün, bizim ülkeye girer, kapış kapış tüketilir. sahipsizlik yüzünden oldukça pahalıya mal olmuş osman emmi'nin malı ise bu ithalat yüzünden "pul" olur. çatır çatır, göz göre göre "haksız rekabete" sokulur. osman emmi maliyeti kurtaramaz. borçlarını ödeyemez. tarlayı satar, anası ağlar.

bundan sonrası tam anlamı ile kısır döngüdür.

konumuza dönelim...


şimdi eldeki donelere göre dünyada ve türkiye'deki durumu kıyaslayalım ve sektörün neden çöktüğünü anlayalım

dünya: dünyada tarım politikaları ülkenin nüfus artışından, tarım alanlarının efektif kullanımına, hatta uluslararı rekolte eğrilerine kadar bir çok unsur göz önüne alınarak ve takriben "30-40 yıllık" planlar çerçevesinde yapılır.

türkiye: türkiye'nin tarım politikası hükümete, tarım bakanına, tarım bakanının müsteşarlarına, tkdk müdürüne, yıla, aya, hatta güne hatta saate göre değişir. özetle ülkenin geleceği demek olan bir sektör, oy uğruna meze edilir. tarım politikası olmayan bir ülke de rüzgarda yaprak misali oradan oraya vurur, durur.

"tarımını geliştirmeden gelişmiş ülke olan bir devlet yoktur dünya üzerinde". önemini buradan çıkartabilirsiniz.

bizde tarım politikası diye birşey yoktur. çünkü tarım politikası olan bir ülkede 2012 saman krizi olmaz. yada 2014 patates krizi.

2012 saman balyası (25kg) fiyatı: 20.00 tl
2015 saman balyası (25kg) fiyatı: 4.50 tl

2012 ocak patates fiyatı: 0.25 tl
2014 ocak patates fiyatı: 2.50 tl

kayısı, mandalina, üzüm, soğan, ayçiçeği, yonca.... liste uzun.

bi sektörü bitiren şey, fiyatların yüksek yada düşük olması değil, "istikrarsızlık"tır. istikrarsızlığın sebebi ise plansızlıktır.

"devlet planlama teşkilatını kapatan bir zihniyetten bahsediyorsak şaşırmamak lazım. tamam ama bu kadarı da ağır gelmeye başladı. çünkü tarım, bu denli bir plansızlığı kaldırabilecek bir sektör değil.

malatya'da "kayısı bahçeleri kurun" diye hop hop hopladı devlet. şimdi yer gök kayısılık, kayısı yetişiyor, üretim artıyor ama üreten kan ağlıyor. malatyalı bir arkadaşım ile konuştuk geçen. "borçlarımı ödeyemiyorum, traktörümü satıcam" dedi. arz artışı=fiyat düşüşü, artı fazla üretimin kanalize edilememesi mahvetti üreticiyi.

aynısı şu an ceviz için yapılıyor. 15 yıl içinde, milyonlar harcanarak kurulmuş bir çok cevizlik keresteye gidecek. söyledi dersiniz.

özetle çiftçinin işi kumar oynamak değil, üretmek. ben şu an ekeceğim hiç bir mahsülden ne kazanacağımı bilmiyorum. hollandalı meslektaşım 3 yıl sonrakini biliyor.

olay bu.


bir malın fiyatı sürekli sabit kalmaz. bu dalgalanma her ülkede olur. %5-10 normaldir. ekstrem koşullarda %50'ye kadar çıkar. ama büyük bir kıtlık yada savaş olmadığı sürece, asla %500-%1000 gibi rakamlar olmaz. bu katliama sadece bizde tanık olursunuz.

hali ile bir önceki yıl para etmiş olan ürünlere standart bir yığılma olur, fiyatar dibe çakar bu memlekette.

çiftçi kardeşlerime ufak ama hayati bir öneri: bu ülkede bir yıl para eden bir mahsül, bir sonraki yıl asla etmez. sakın cazibeye kapılmayın.

-----

d. dünyada en ucuz mazotu, üreten çiftçiler alır.

t. bizde mavi tura çıkacak 6 milyon dolarlık yat sahipleri.

rte 2002 yılında, seçim propagandasında "çiftçiye ucuz mazot müjdesi" vermişti. 13 yıl oldu. elbette sözünü tutmadı. tutmasını da beklemiyorduk zaten. ama "ötv" ile hançerlemesini de beklemiyorduk. çünkü adı üzerinde "özel tüketim" vergisi. ekmeği üretmek için harcanan mazotun "özel tüketime" sokulabileceğine kimse ihtimal vermiyordu.

diğer bir çok şey gibi bu da bir hayaldi, gerçek oldu.

---

d. global fiyat spekülasyonlarında, çiftçinin zarar görmemesi için çeşitli devlet sübvansiyonları vardır. ıthalatı/ihracatı kapama-açma, taban-tavan fiyat belirleme, gerektiğimde ürünü şahsen satın alma gibi. amaç, zaten tüm varlığı bir "bulutun" (i-cloud değil, gerçek bulut) altında olan çiftçinin serbest piyasa oyunlarına kurban gitmesini önlemektir. bunun için tam teşekkülü kurumları vardır.

t. bizde spekülasyonu bi'zat devlet yapar. nasıl?

2014 yılında bin bir emek ile yetiştirdiğim buğdayımı satacağım. borcum var, onu ödeyeceğim. fabrikalardan fiyat alıyorum. devlete ait topak mahsülleri ofisi (tmo) isimli bir kurumumuz var. bu kurum bazı yıllar taban fiyat açıklaması yapar ve piyasadaki fazla buğdayı toplar. özel fabrikalar, bu kurum açıklama yapmadan, ihtiyaçlarını bir an önce toplamak için iyi bir fiyat verir ve hızlıca alım yapar. keza taban fiyat verildikten sonra genellikle yükselişe geçer mahsül fiyatı.

tam bu sırada bir fabrika tarafından buğdayıma 815 tl/ton fiyat verildi. anlaştık. "hasadı bitirip malı göndereceğim" dedim.

o esnada bir bakanımız (üzerine hiç vazife olmamasına rağmen) açıklama yaptı: "tmo açılmayacak, fiyat açıklamıyoruz, çiftçi fiyattan memnun"!?...

bunun anlamı: "sevgili fabrikacı, değirmenci, tüccar arkadaşlarım. ben bu demeç ile çiftçiyi çırıl çıplak soydum, ellerini kollarını bağladım, öne eğdirdim, vazelin de sürdüm, hatta yanaklarını bile gerdirdim. her şeyi ile senindir. istediğin pozisyonda, istediğin kadar ...... " demektir.

dünya çiftçisine sahip çıkarken bizimki bırakın sahip çıkmayı, kurtların önüne atmıştı.. yanımızda olmasını beklemiyoruz zaten. o umut çoktan bitti. en azından aleyhimize demeç vermeseydi.. kısaca hiç bir şey yapmasın, sadece sussun, bize yetecekti. ama susmadılar.

haliyle film o gün koptu.

daha önce fiyat verenler dahil, tüm tüccar ve fabrikalar alımı durdurdu. 10 gün boyunca trakya'da buğday satışı olmadı. nereyi arasam "fiyatlar belirsiz, alımları durdurduk" cevabı alıyordum. çevremde da benim gibi binlerce çiftçi vardı.

borcun vadesi yaklaşıyor. yapılacak birşey kalmadı. çaresizlik içinde, rica minnet (yalvara yakara) 650 tl/ton'dan bir zahireciye buğdayımı döktüm.

bir ...... yüzünden toplam mahsülümün 5'te 1'ini, kazanacağım net kazancın da %40'ını, sadece 1 gün içinde kaybettim. bu benden çalındı ve başkalarının cebine kondu.

özetle "serbest piyasa"yı yanlış yerinden anlamış insanların elinde orta malıdır çiftçi..

---


d. başta da değindik. çiftçiye yapılan destek ülkeden ülkeye değişiklik gösterse de %3 ile %11 arasında değişiyor.

t. tarım bakanı'mızın gazetelerde bol bol "çiftçiye müthiş destek" açıklamaları var. peki durum gerçekten öyle mi?

tarım kanunu, madde 21: "türkiye'de tarıma ayrılacak destek, gsmh'nin %1'inden az olamaz. (2001 yılında ecevit döneminde %8 civarındaydı)

inceden hesaplayalım:
2013 gsmh: 1.565 milyar lira.
2013 gsmh'nin %1'i: 15.65 milyar lira. (ayrılması gereken destek)

2014 tarıma ayrılan toplam destek: 9.4 milyar lira.

6.25 milyar lira nerede kardeşim? nereye kimin cebine gitti?

---

d- sektörel tehlikeleri yöneticiler görür ve zamanında önlem alır.

t- çiftçi doğrudan başbakana gider, "anamız ağlıyor sayın başbakan" der. amacı durumu anlatmak, birşeyleri değiştimektir. aldığı cevap "ananı da al git lan, artistlik yapma!" olur. çiftçinin de çok alternatifi yoktur. anasını da alır, başka mecralarda aramaya başlar ekmeğini.

---

daha yüzlerce yanlış, bir o kadar anlatılacak şey var. zaten yaşıyorum. bir de anlatması yordu açıkçası..


peki bu ülkeyi yönetenler bu durumun farkında değil mi?

elbette farkında.

lakin demokrasilerin bazı kötü yanları var. mesela 9 ekonomi profesörünün görüşü, 10 okuma yazma bilmeyen kara cahilin fikri ile çöpe atılabilir ve bunun adı adalet olur.

bu yüzden, özellikle halkın genelinin cahil olduğu, oturmamış demokrasilerde "saman, ot, buğday, tarla, traktör, tarım, mahsül" gibi kavramlara odaklanmak işinize yaramaz. hatta gelecek için risklidir.

size asıl gerekli olan şey, yandaş televizyonlarda 24 kesintisiz olarak yaptıracağınız beyin yıkamadır. bu açıdan bakınca, tarım politikaları yerine, havuz medyası kurmak için enerji harcamak, çok daha yerinde bir davranış aslında.

bir de sektöre yabancılık hat safhada. hükümette bu işin içinden gelmiş tek bir kişi yok. hali ile bilgi sıfır. (eski) tarım bakanı mehdi eker bir açıklamasında "bildiğiniz üzere inekler dört ayaklı ve cüsseli hayvanlardır. bayır arazilerde otlayamaz, yuvarlanırlar" diye bir cümle kurmuştu. "yuvarlanırlar" tam olarak bu kelime.. (araba lastiği mi len bu)

evet. bu cümleyi "tarım bakanı" kurdu. donanıma bakın. sonra fransa, tarım alanındaki üstün hizmetlerinden ötürü "liyakat nişanı" verdi kendisine. lakin bu üstün hizmeti kime ettiği kısmını bir türlü anlayamadım.. çünkü ben bu ülkenin çiftçisiyim. ben bi hizmet görmedim. çok ilginç..

hükümetin amacı tarımsal istihdamı azaltmak, bunu anlamak zor değil. lakin bunu, sektörde çalışanları "iflas ettirerek" yapamazsınız. yapmaya kalkarsanız, "sektörü de iflas ettirirsiniz".

özetle: şu an dünyanın 103 ülkesinden tarımsal ithalat yapıyoruz. ve emin olun bu günler iyi günlerimiz.


çuvaldızı başkasına batırıp iğneyi kendimize ayırmak olmaz

bizim meslekte de, diğer her meslek grubunda olduğu gibi çok davar var. hatta ortalamanın üzerindedir. ışin içindeyim. ordan biliyorum. bunun bi güzel, çokça da kötü yanı var:

güzel, çünkü davarı gütmesi kolaydır. iyi bir yönetim başa geldiğinde toparlanma açısından hızlı sonuç alırsınız.

- kötü, çünkü insanların haklarını araması ile davarlıkları arasında ters orantı vardır. biri artınca, diğeri azalır. hali ile bizim sektör suistimale inanılmaz açıktır. mesela ülkede olan biten her olumsuzluğun ucu bir şekilde bize girer. ülkedeki tüm olumsuzlukların bedeli sizin sırtınıza yüklenir.
- kötü, çünkü çitçi malı değer kazansın diye kooperatif kurarlar. kooperatif başkanı 17.000 lira maaş alır, ruhu duymaz.
- kötü, çünkü öpüle, öpüle paronayaklaşır, ticaret adabına yakışmayacak dengesizlikler yaparsınız.
- liste uzar.

çiftçinin ikinci hatası da kendini gelişime kapamasıdır. tabi bu noktada da en önemli etken "para kazanamaması"dır. aylık 20 bin net kazanan biri meslekte kendini geliştirmeye uğraşır. çünkü karşılığını alır. ama kazanamıyorsanız, ne yaparsanız yapın, "öğrenilmiş çaresizlik" denen kavram sizi bulur. özeti: siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın, olacağı kadar olur, mantığıdır.

tabii hiç bir açıklama, insanın kendini geliştirmemesi için bahane olarak kabul edilemez. hangi işi yapıyorsan yap, ne kadar kazanıyorsun kazan, gelişime açık olmak başarının ilk kuralı günümüzde. başka türlü hayatta kalma şansınız dahi olmaz. lakin yukarıda da bahsettim. çiftçi kalitesiz ise, hem kazancı düşük, hem de zor bir meslek olmasından. kaliteli insanlar doğal olarak daha fazla kazanabilecekleri diğer sektörlere kayıyorlar.

bu "gelişmemişlik" şu anki çöküşün de nedenlerinden biridir. örneğin almaya'da çiftçilik yapan konu mankenimiz hans, 16 besin elementini, tüm fonksiyonları ve işlevleriyle, üstelik antagonizm tablosundaki konuları ile birlikte ezbere bilir. bizde "say" desen, çok ziraat mühendisi isimlerini sayamaz. çiftçinin daha organik maddeden, npk'dan, ph'tan haberi yok. acı ama gerçek.


son olarak çöküşte rolü olan 2 grup daha var

1. alıcılar (tüccarler, fabrikalar, kabzımallar, vs): kar amacı gütmeleri zorunlu. bu tamam. ama doymak bilmeyen bi açlık var fabrikacı ve tüccarlarda. yani "biz bunları çok öptük, biraz ara verelim, soluklansınlar" yok. eğer bi malı çiftçinin elinden bedavaya alabilecek şansları varsa, zerre duraksamaz, alırlar. vicdan ve acıma yok. sanki karşılarındaki kişiler düşmanları.. bu adamlar olmadığında, yani üretim tamamen durduğunda olabilecekleri umursamıyorlar. oysa her ikisi de aynı gemide.

bilmeleri lazım ki bir sistemin çalışabilmesi için tüm çarkların dönebilecek durumda olması şarttır. işin özünde üretene göbeklerinden bağlılar. ham madde olmadan yarı mamûl, yarı mamûl olmadan mamûl olmaz. ülkede sanayiciye saygı duyuluyor. ama onların da biraz saygı duyması, biraz daha vicdanlı davranması lazım.

ayrıca yukarıda bahsedilen aracılar, fiyat dalgalanmalarında en söz sahibi olan kesimdir. antalya'da mandalina 25 kuruşa alıcı bulamazken istanbulda aynı mandalinayi 2 liradan ucuza bulamıyorsanız, bunun ana sorumlusu aracılar, ikincil sorumlusu bu kadar çok komisyoncuya göz yuman, fiyata müdahale etmeyen devlettir.

son suçlu da, birleşip dağıtım ağı olan bir kooperatif kurmayı becerememiş basiretsiz çiftçilerdir.

2. müşteri kitlesi çiftçiler olan sektörler. en başta ekipman, gübre ve ilaç üreticileri.

- gübre üreticilerinin her ürettiği ürün mucize. açıklama yok, araştırma yok. yalan ve cehalet çok. 0,50 liraya mal edilen 1 litre sıvı gübreyi, piyasada 10 liradan ucuza bulabilmeniz imkansız. tüm yıl çalışıp %50-60 kazanan insanlara %2000 saplamak adettendir. işin acı tarafı, bunu doğrudan çiftçinin kendi kurduğu kooperatifler de yapar. mesela tüm ülkede şubeleri olan tarım kredi kooperatifi. doğrudan çiftçi kooperatifidir ama gelin görün ki en pahalı ürünü yine o satar. böyle bir komediyi dünyanın başka hiç bir yerinde göremezsiniz. tamam, çiftçi kesimi cahil ama bu kusurdan bu kadar faydalanmak da ne kadar etik?

- katı gübrelerde durum daha kötü. ülkede "eksik içerik" nedeni ile malı toplanmamış ya 1, ya 2 tane firma vardır. dolgu maddeleri konusu daha bi içler acısı. 21. yüzyıldayız ve hala dolgu maddesi için çakıl taşı-kum ikilisinden vazgeçemediler. avrupa organomineral'e geçeli 20 yıl oldu.

- ilaç üreticileri de keza aynı. hepsinde "nasıl olsa alacaklar" mantığı hakim. ne bir karışabilirlik tablosu. ne bir sinerjiklik denemesi, ne de bi bitki besinleri ilişki testi. fuarlara binlerce lira dökülüyor ama gerçekten çiftçi menfaatine tek bir çalışma yok. saha elemanlarının kalitesine hiç girmiyorum. tanıdıklarım var. ayıp olur.

- ekipman üreticilerimiz de son darbeyi vuran kesimdir. almanya'nın 1958'de kullandığı, en yaygın ekipman olan pulluğun p ve x kulak formunu üreten firma yok bu memlekette. biraz boya, biraz reklam. hepsi o. ekipmanın iş kalitesi, verimliliği, yakıt ekonomisi üzerine en küçük bir çalışma yok. tonu 2 lira olan demiri, biraz allayıp pullayıp, yine demir yığını olarak, ama bu sefer 10 liradan satmak sektörün genel prensibi. koca memlekette, sadece 1 tane tarım ekipmanları ar-ge tesisi var. tarımsal patent başvurularını inceleyin, zaten 3-5 tane, gülmekten karnınıza ağrılar girer. konya tarım sanayisinin başkenti değil, tasarım hırsızlığının başkenti olmuş. gerisini siz tasavvur edin.

"şu an öyle bir sistem getirildi ki, çiftçi ile çalışan herkes para kazanıyor, çiftçi kazanamıyor."

olayın tüm özeti bu.