SİYASET 18 Ocak 2019
23,3b OKUNMA     824 PAYLAŞIM

Dünya Sahnesinde Sıklıkla Yapıldığına Şahit Olduğumuz Kimlik Siyaseti Nedir?

Hem dünyada hem de ülkemizde yapıldığına şahit olduğumuz bir politika bu. Sözlük yazarı "immanuel tolstoyevski", "siyasal kimlik nedir" ve "nereden çıkmıştır" gibi soruları cevaplayarak kimlik siyasetinin güzel bir analizini yapmış.
iStock

kimlik siyaseti hakkındaki yorumların çoğunu eksik buluyorum. sadece sosyal medyadaki yorumları değil, steven pinker ve jordan peterson gibi bu konularda sıkça yorum yapanları da kastediyorum. piyasa herkesi her konuda net ve basit bir konum almaya zorluyor ama burada işler biraz karışık...

1) bir kere, herkes kimlik siyasetine (identity politics) yeni bir şey muamelesi yapıyor. ya da, eskiden kıyıda köşede olup da şimdi ayyuka çıkmış bir şey muamelesi. halbuki zaten insanın normal siyaset yapma biçimi, örgütlenme biçimi bu.

kimliğini oluşturan şeyler (din, milliyet, dünya görüşü) farklı olduğu anda savaşa gitmiş insanlar. kazanan kaybedenin kimliğini değiştirmiş zamanla.

bu da tesadüf değil, çünkü kökü siyaset öncesine, evrimdeki group selection kavramına dayanıyor.

2) dolayısıyla bunun sadece sola özgü bir fenomen olması imkansız. yobazlığın sadece sağa özgü kullanılmasına benzer bir yanlış bu.

sol ile özdeşleşmesinin nedeni, sanırım şu: insan baskın kimliği bir "kimlik" olarak görmüyor. zaten insan olmak budur diye bakıyor millet. hayatları suyun içinde geçen balıkların "su" nedir bilmemeleri gibi bir şey. su olmayan bir şey mi var ki buna ayrıyeten bir isim vereyim?

herkesin sünni müslüman türk olduğu bir şehirde, kimlik siyaseti yapmak absürd olur. veya kadınların oy hakkı olmadığı bir zamanda, cinsiyet üzerinden kimlik siyaseti yapana deli muamelesi yaparlar. sol, genelde azınlık gruplarla ilişkili olduğu için, "default ayarlara" aykırı gelen bir şey yapmış oluyor, kimlik siyaseti yaptığı daha kolay fark ediliyor, tek fark bu.


3) eğer bugün daha çok kimlik siyaseti fark ediyorsak, bu aslında daha düzgün zamanlarda yaşadığımızın bir kanıtı. eskiden öldürülüyordun, dışlanıyordun, şimdi ortam serbest olunca herkes kendi davasını gütmeye başladı.

aynı şekilde, eğer bugünün kimlik siyaseti örnekleri size ciddi gelmiyorsa, bu da gelişmenin bir yan ürünü: kadına oy hakkından, translar için ayrı tuvalet mevzusuna geçilmesi alt tarafı iki nesil sürdü (bu arada, klasik anlamda gayet ciddi kimlik siyaseti meseleleri de devam ediyor, mikro-milliyetçilik ve globalizm gibi).

4) eğer kimlik siyasetini sadece azınlıklar ile ilişkilendirirseniz, onu toplumda çıkan karışıklıkların sebebi olarak görürsünüz. halbuki kimlik siyaseti hem sebep, hem sonuç.

san francisco gibi liberal bir yerde muhazafakar olursan, insanlar seni birey olarak değil, önce muhafazakar olarak görürler. beyazların olduğu yere gelen bir afrikalı, önce zencidir. bu normal insan doğası. benim kalkıp herkesi teker teker birey olarak tanıyıp, onlara özel profil oluşturacak (yani arkadaş olacak) vaktim ve enerjim yok, beyin otomatikman bazı kısayollar oluşturuyor, genellemeler yapıyor.

ama bu kimlikler, ayrımcılık ve baskıyla birleşirse -ki bu da kaçınılmaz- baskıya uğrayan ne yapacak? birkaç seçeneği var:

a) asimile olmak. ama bu bazı durumlarda mümkün dahi değil (deri rengini, gayliğini filan değiştiremezsin).

b) akıntıya karşı tek başına durmak. bu nafile olur.

c) son seçenek de kendisi gibi tipleri bulup, örgütlü bir direniş göstermek. ha, bunu dışlayıcı bir biçimde yapmak var ("sadece benim gibiler partime üye olabilir"), kapsayıcı biçimde yapmak var ("kapımız herkese açık ama platformumuz budur, bu grubu birleştiren dava bir kimlik davasıdır"). lakin bunu kimlik siyaseti olmadan yapmak diye bir şey yok. bu gerçek dışı.

5) ne yazık ki bireysellik vurgusu yapan eleştirmenler, yukardaki ikinci seçeneği savunmuş oluyorlar. bir işverenin, toplu sözleşme hakkı tanımayıp, herkesle tek tek sözleşme yapması gibi. bu sistem kime hizmet eder? işverene. yani bizim örneğimizde, hakim kimliklere.

bunu kabullenmek zor çünkü bireyci argümanlar kulağa hoş geliyorlar. özellikle abd'de. orada kullanılan dil, seçilen kelimelerle alakalı bir durum bu. "level playing field" diyorlar, "fairness" diyorlar. kim karşı çıkar? türkiye'deki bir politikacının, derdini sürekli islam referanslarıyla anlatması kadar etkili bu.


6) peki örgütlenmek için niye illa kimlik siyaseti gerekiyor? niye mesela ortak çıkarlarımız için geçici ittifaklar kurmakla yetinmiyoruz? niye fikirler üzerinden, daha entelektüel düzeyde bir birlik sağlamıyoruz?

insanlar, kendi çıkarlarını maksimize etmek için rasyonel davranan birer homo economicus değiller. bu anlayış, tarihsel olarak neoklasik ekonominin bir mirası. ayrıntılarına girmeyeyim, gerçekte olan:

insanlar daha iyi bir grup uyumu yaratmak için, ortak yönlerini ön plana çıkarırlar. bu iş, sahiplerine başkaldıran kölelerde de böyle, işverenlerine karşı çıkan ekonomik sınıf savaşı veren işçilerde de.

sonra o davanın adamı olurlar. olmaları gerekir. yoksa kim uğraşacak? birkaç gün protesto etmek, tweet atmak kolaydır ama aylarca, yıllarca mücadele etmek için dava adamı olmak şart.

o davayı her şartta savunmak için "irrasyonel" davranman gerekir, fanatikleşmen gerekir. dünyayı biz ve onlar olarak görmeye başlarsın iyice. yani bireyler saçmalayabilirler ama grup seviyesinde bakarsak, bu "rasyonel" bir davranıştır, çünkü grubun başarı şansını arttırır. bunu yapamayan hareketler, çoğunluğun o arkaplan kimlik siyaseti tarafından ezilir giderler zaten.

7) işin komik tarafı şu: başarılı olan hareketler, kendilerini ilhak etmezler. bir süre sonra hareketin bir devinimi olur. yani hareket, orijinal amaçlarına yenilerini ekler, çünkü kendini devam ettirmesi gerekir. tıpkı bir organizma gibi. hangi organizma bugün amacına ulaşınca intihar eder? yarına başka bir şeyler uydurursun.

bu noktada, kimlik siyasetinin etki-tepki dengesi, etki lehine kayıyor. yani daha şiddetli bir kimlik siyasetine neden oluyor.

yani...

kimlik siyaseti hem kaçınılmaz , hem gerekli, hem yanlış, hem şu hem bu. bu etkiler ne yazık ki öyle siyah beyaz şeklinde ayrılmış değiller, hepsi aynı anda oluyor.

bir konudaki taraflardan hangisi kimlik siyaseti yapıyor diye bakılmaz. hangisi "daha çok" kimlik siyaseti yapıyor, ona bakılmalı. bunun zararıyla birlikte, buna neyin sebep olduğuna bakılmalı. bu örgütlenmenin, net faydasının, net zarara döndüğü noktaya bakılmalı.

bunlar gayet subjektif değerlendirmeler ve konudan konuya değişiyorlar. öyle tek cümlelik bir prensiple olacak işler değil. o sebeple, tüm kimlik siyaseti tartışmalarına aynı muameleyi çekenlerden kaçınmak lazım.

(ironik olarak, onlar da kısa süre içinde kendilerine bir kimlik oluşturdular ve herkes gibi safları sıklaştırdılar)

Sağ ve Sol Kavramları Artık Geçerliliğini Yitirdi mi?