Donnie Darko ve Holden Caulfield Arasındaki Pek Fark Etmediğiniz Benzerlikler
donnie darko
"frank, bir fırtınanın yaklaştığını söylüyor.
çocukları yutacak olan bir fırtına.ama ben onları acının krallığından kurtaracağım.
çocukları evlerine geri götürüp,
canavarları yer altına göndereceğim.
onları benden başka kimsenin göremeyeceği bir yere göndereceğim.
çünkü ben donnie darko’yum."
donnie darko.
modern zamanların holden caulfield’ı.
ikisinin de hayatını zorlaştıran zihinsel birtakım problemleri var. bu durum onların hem aile hem de sosyal ilişkilerine yansıyor. oldukça aykırılar ve aileleri bu aykırılıktan pek hoşnut değil. holden’ın ailesi çareyi onu bir yatılı okula göndermekte bulurken, donnie’nin ailesi ise çözümü bir terapistte arıyor.
dr thurman: donnie’nin agresif davranışları... gerçeklerden epeyce kopmuş olması... tehlikeli olarak algıladığı güçlerle mücadele etme acizliğinden kaynaklanıyor gibi görünüyor. size hiç hayali arkadaşı frank’ten bahsetti mi? dev tavşan?.. donnie, gündüz sanrısı denilen olayla karşı karşıya. bu, paranoid şizofrenlerde görülen bir şeydir.
annesi: ne yapabiliriz? iyileşmesine yardım edecekse her şeyi yapmaya hazırız.
------------------------------
ikisinin de bu zihinsel karmaşa yorgunluğuna iyi gelen birileri var ve bunların ikisi de ayrı ayrı masumiyet temsili olarak ele alınabilecek karakterler. holden için küçük kız kardeşi phoebe ve donnie için gretchen.
“phoebe’nin neden söz ettiğimi anlayıp anlamadığından pek emin değilim. daha küçük bir çocuk yani. ama en azından, beni dinliyordu. biri sizi en azından dinliyorsa, durum o kadar da kötü sayılmaz.”
------------------------------
ergenlik çağındaki pek çok bireyde olduğu gibi ikisinde de birtakım cinsel kafa karışıklıkları var. holden’ın bahsettiği jane ve sally ile alakalı hikâyeler ve donnie’nin ilk hipnoz seansı esnasında dr. thurman’a verdiği bilgiler…
“bir kızla tanıştım. gretchen. çıkıyoruz artık. sürekli kızları düşünüyorum. okulda hep yiyişmeyi düşünüyorum. married with children dizisi... sesini kısıyorum ve christina applegate’le yiyişmeyi düşlüyorum. hayır. ailemle yiyişmeyi düşünmüyorum. bu iğrenç.”
------------------------------
ikisi de konformist değil. okulda öğretilen her şeyi doğru kabul etmiyor ve öğretmenleriyle zıtlaşıyorlar.
“...ama olayları öylece iki kategoriye ayıramazsınız, bayan farmer, her şey bu kadar basit değil. hesaba katılması gereken başka şeyler de var, insanı duyguların tüm spektrumu gibi mesela. her şeyi öyle iki kategoriye ayırıp geri kalanları görmezden gelemezsiniz.”
------------------------------
ikisi de yaşadıkları dünyanın sahteliklerine katlanamazken, bu sahteliği oluşturan sahtekârlardan (bunları filmde bay cunningham temsil ediyor) nefret ediyor (kitapta en çok geçen kelime sahtekâr olabilir) ve onlarla çatışmaktan da diğer akranları gibi asla çekinmiyor.
“günaydın. buraya gelmen için ne kadar para verdiler? tüm bu şeyleri kitabını alalım diye mi söylüyorsun? çünkü eğer öyleyse bunlar şimdiye kadar duyduğum en kötü tavsiyeler.”
------------------------------
fakat bununla beraber tüm bu sahteliğin içerisinde aslında bir anlam bulmayı ümit etmekten vazgeçmiyorlar. umutları yok değil. bir şeyleri değiştirmek ve anlaşılmak istiyorlar.
“resim yapıyorum. yazıyorum. yazar olmak istiyorum. belki ressam. belki de ikisi birden. bir kitap yazıp içindeki resimleri çizerim. o zaman belki insanlar beni anlar. ne bileyim, bir şeyler değişir.”
------------------------------
ama ikisi de bu umudu yavaş yavaş tükettikçe bambaşka bir anlam arayışına çıkıyorlar ve bunun sonucunca benzer amaca hizmet eden birbirine yakın iki anlam buluyorlar. ve belki de tek farklılık gösterdikleri konu da tam olarak burada ortaya çıkıyor. biri o anlam uğruna ölmeyi bile göze alırken, diğeri bay antolini’den o anlam uğruna yaşamanın erdemini öğreniyor.
“sen beni dinliyor musun, holden? bak, wilhelm stekel ne diyor: olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir.”
------------------------------
uçurumun kenarında olan ve gençliğin doğası gereği dışsal manipülasyonlara karşı bir hayli savunmasız olan her iki karakter de sahtelikler, yüzeysellikler ve de anlamsızlıklar dünyasının hemen hemen tüm değerlerine karşı gittikçe yabancılaşırken bekleneceği üzere o dünyadan adım adım uzaklaşmış ve bunun sonucunda bir yandan bütün sahtelikleri o dünyanın içine gömülmüş bireylerden çok daha net bir şekilde görüp gittikçe şiddetlenmekte olan bir acı çekerken diğer yandan bu acıyı dindirebilmek adına toplumsal faydayı benimseyerek bireyselliklerinden tamamen vazgeçmişlerdir.
“...büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta –yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. biliyorum, bu çılgın bir şey.”
------------------------------
film, derdini paralel evrenler üzerinden anlatırken, diğeri bunu uyumsuz bir ergenin zihninde dönen monologlarla yapar ama yer aldıkları hikâyelerin işlenişleri birbirlerinden tamamen farklı olsa da donnie’nin yazdığı şiirden ve holden’ın phoebe’ye bahsettiği hayalinden anlaşılacağı üzere ikisi de birbirinin birer yansımasıdır aslında.