Devletsiz Bir Piyasa Düzenini Savunan Anarko Kapitalizm Gerçekten Mümkün mü?
devletin tamamen ortadan kaldırılarak tüm hizmetlerin serbest piyasa ve gönüllü sözleşmelerle yürütülmesini savunan siyasi ve ekonomik bir ideoloji olan anarko-kapitalizm iki kısımdan oluşuyor: anarşizm ve serbest piyasa.
anarko kapitalizmde iki ana kol var, deontolojik ancaplar ve utiliteryenler. deontolojik anarkokapitalistlerlerin ana argümanı "devlet, hangi biçimiyle olursa olsun (demokratik, monarşist, sosyalist vb) özgürlükle uyumsuzdur, baskı aracıdır." şeklindedir. devletten nefret etmek ana temadır. bunu en keskin biçimde murray rothbard'ın do you hate the state makalesinde görebilirsiniz. yani deontolojik liberteryenler için asıl sorun ekonomik değil ahlakidir.
utiliteryen liberteryenlerin ana argümanı da "devletin sağladığı bütün hizmetleri özel girişimler çok daha verimli bir biçimde sunabilir"dir. utiliteryen liberteryenizmin en öne çıkan ismi milton friedman'ın oğlu david friedman'dır. machinery of freedom'da devlet dışında bir mekanizmanın sağlıklı olarak sağlayamayacağı düşünülen servisleri anarşist bir düzenin aslında nasıl devletten daha iyi sağlayabileceğine dair bir tablo çizmiştir. kısaca utiliteryenlerin derdi devletin ahlaki olarak yanlış olması değil ekonomik olarak verimsiz olması, anarşinin daha faydalı olması.
utiliteryenler ve deontolojikler arasında bir çatışma yok tabii. genel olarak birbirlerinin argümanlarını da kullanıyorlar. benim takip ettiğim kol deontolojizm olmasına rağmen okumalarımda bolca utiliteryen argümana rast geliyorum. neyse, genel sorulara geçelim.
soru: anarko-kapitalist bir sistemde adaleti kim sağlayacak? bir hukuk olmayacak mı?
hukuk, insanların kendini güvende hissetmesi ve günlük hayatlarına rahatça devam edebilmesi için elzem. anarşist bir düzende adaletin nasıl sağlanacağını bilmiyoruz (çünkü görmedik henüz) ama birkaç farklı teori var. iki tanesinden bahsedelim.
birincisi şu, şehirler/bölgeler kantonlara ayrılacak, her kantonun kendine ait yasaları, kendine ait mahkemeleri olacak. bunun uç bir örneği şu: diyelim a kantonunda tecavüz serbest, buraya girerken burada tecavüzün serbest olduğunu bilerek girmiş sayılacaksınız. bu bölge doğal olarak tecavüzcüler bölgesi olacak. tecavüz istemeyenler de b kantonuna gidecek, hatta misal c şehrinde tecavüzün cezası idam olabilir, isteyen de burada yaşayacak vb tabii gerçek dünyada muhtelemen tecavüzcüler şehri diye bir şey olmayacak çünkü hemen hemen kimse tecavüze uğrayacağını ve buna karşı bir şey yapamayacağını bildiği bir şehirde yaşamak istemez. bu sistemde muhtemelen daha akla uygun olur her bölgenin yasası. ha mesela eğer yeterince insan bulunursa bir kantonda şeriat kurallarına göre bile yaşanabilir. bu görüşü biraz tutarsız buluyorum, yani büyük bir devlet yerine mini-devletler şeklinde oluşumlar olacak. gibi.
david friedman'ın önerdiği ve benim de hoşuma giden ise şöyle: hak uygulama ajansları (right enforcement agencynin berbat bir çevirisi işte) olacak. farklı ajansların önerdiği farklı yasalar olacak ve birey kendine uygun gördüğü yasaları olan paketi/ajansı seçecek ve ona tabi olacak. ajanslar da hangi (özel) mahkemelerde davaları göreceğini seçmiş olacak. yani a kişisiyle aynı ajansa kayıtlı b kişisi arasında bir anlaşmazlık çıkması durumunda önceden belirlenmiş mahkemelerde dava görülecek. ayrıca kişilerin güvenliğini de bu ajanslar sağlayabilecek.
peki farklı ajanslara bağlıysalar ne olacak? bu durumda da ajanslar önce kendi aralarında anlaşmaya varmaya çalışacaklar, eğer varamazlarsa bu tür anlaşmazlıkları çözmek için hizmet veren arabulucu firmalarda bir anlaşmaya varacaklar. ajanslar anlaşmazlıkları çabucak halletmeye çalışacaklar çünkü ne kadar çok uzarsa o kadar masraflı olacak kendileri için.
neden arabulucu firmalar veya ajanslar haksızlık yapmasın veya devletten daha adil olsun? çünkü tanım gereği bir tekel olan devletin aksine bu firmalar için saygınlık ve rekabet önemli. işlerine devam edip etmeyeceklerine, iflaslarına veya kazanmalarına kendilerine ödeme yapacak olan tüketiciler karar verecek. eğer yeterince adil olduğunu düşünmezse insanlar bu ajanslara kayıt olmayacaklar. tıpkı diğer ürünler gibi adalet de sıradan vatandaşın kararına bağlı olacak.
yasa, güvenlik tamam da peki dış saldırıya karşı ne yapabilir piyasa?
burada devreye sigorta şirketleri giriyor. nasıl ki insanlar arabaları için, evleri için, hayatları için vb sigorta yaptırıyor, güvenlik için de yaptırabilecek. sigorta şirketleri gelirlerinin devamı için müşterilerine dikkat etmek zorunda, bu yüzden de gelirleriyle savaş uçağı, silah, özel güvenlik vb alacak. bu geliri de hem sıradan vatandaşlardan hem de güvenli bir ortamda iş yapmak istediği için buna kayıt olan şirketlerden elde edecek. tabii uçak, zırhlı araç vb piyasası oluşacağı için şimdikinden daha ucuza sağlayacak sigorta şirketleri bunları.
sınırsız kapitalizm olunca şirketler istediğini yapar hale gelmez mi? ayrıca tekelleşmeye kim dur diyecek?
biz laissez-faire kapitalizmi dediğimizde düzenlenmemiş bir kapitalizmden bahsetmiyoruz aslında. bu büyük bir safsata. devlet tarafından düzenlenmemiş bir kapitalizmden bahsediyoruz. serbest piyasada aslında iş sivil topluma düşüyor. serbest piyasanın en önemli özelliklerinden piyasanın işleyişine asıl karar veren tarafın şirketler, kapitalistler değil parayı ellerinde tutan ve her alışverişte aslında kimin piyasada kalıp kimin gideceğine karar veren tüketiciler. hatta bu yüzden jeffrey tucker kapitalizm yerine consumerism (tüketicilik) kelimesinin de kullanılabileceğini söylüyor. çünkü serbest piyasada asıl egemen tüketicidir. yani eğer ortada yanlış görülen bir durum varsa bunu insanlar tüketim gücünü kullanarak engelleyebilir. sivil toplum deyince tabii bir de sivil toplum kuruluşları var, yani insanlar daha temiz bir çevre için vb stk oluşturup şirketlerin davranışlarına etki edebilir (ki şu anda da ediyor zaten)
tekelleşme devlet eliyle olmadıktan sonra imkansıza yakın aslında. çünkü bir işin kazandırdığı görüldüğü anda oyuna hemen yeni oyuncular giriyor. buna bir itiraz şu: "ya bir şirket fiyatları diğer oyuncuların pazarda kalamayacağı kadar düşürür, diğerleri iflas ettikten sonra yükseğe çekerse?" anti-tröst davalarının hemen hiçbirinde böyle bir davranış yaşanmadı yanılmıyorsam. (armentano onlarca anti-tröst davasını incelediği bir kitabında bunu diyordu en azından) çünkü monopol şirket diğerlerini iflas ettirdiği zaman onların tekrar oyuna girmesini engelliyor çünkü finansal durumları buna elverecek kadar iyi olmuyor. şimdi burada sorun şurada, bu şirket fiyatları tekrar yükseltmeye başladığı zaman piyasaya girecek olanların finansal durumu iflas edenler iyi durumda olacak. yani ne zaman bu predatory pricingi uygulamaya kalksa sözde-tekel sürekli daha varsılların piyasaya girmesine neden olacak.