TELEVİZYON 2 Ekim 2018
43,3b OKUNMA     673 PAYLAŞIM

Detaylarıyla İzleyenlere Amerikan Panoraması Sunan Şahane Dizi: Mad Men

2007'de başlayan ve 2015 yılında harika bir finalle televizyona nokta koyan Mad Men, barındırdığı onlarca detayla yıllar boyunca bize şahane anlar yaşattı.

1960'lı yılları işleyen bir dönem dizisi mad men. the sopranos'un yaratıcılarından matthew weiner'ın işin içinde olması baştan dikkat çekiyor. reklamcılığın anavatanı olan madison avenue'da perdelerini açan, yığın karakteri içine alarak ilerleyen ancak roman tipli karakterlerinin ışığını her zaman yüksek tutan bir yapım. mad men başlı başına dram ve karakter dizisi değildir. hem dönemindeki olaylara değinir hem de ortamın ve karakterlerin değişimini göz önünde tutar. kısaca izleyenlere amerikan panaroması sunmaktadır.

50 ve 60'lı yılların amerikası pek de 'özgürlükler ülkesi' değil tabii. hastane ya da uçak dinlemeden sigara içilen, kadınların süslü hayallerinin sekreterlik; korkularının eşlerinden boşanma olduğu dönemlerdeyiz. hamileyken bırakın sigarayı, içki içmenin pek önemsenmediği yıllar. modern dönemde gözümüze sokulan 'seksist' yaklaşımların zirve noktasına ulaştığı anlar mevcut. kadınlara cinsel obje gözüyle bakılıp ofis içerisinde içkilerin kol gezdiği mekanlar mevcut aynı zamanda. ırkçılığın kol gezdiği hatta eşcinselliğin bile garip karşılandığı yıllarda tek kelimeyle şaha kalkan bir şey mevcut; reklamcılık sektörü.

günümüze kadar gelen birçok şirketin adı geçiyor dizide. onlara ait sunumlar hazırlanıyor, müşteri temsilcileriyle yemeğe çıkıyorlar. insanların zaaflarına seslenerek iş bağlama yöntemlerine de başvuruluyor. müşteriniz ne kadar prestijli olursa kişisel kariyeriniz de o kadar parıltılı oluyor.

--- spoiler ---

mad men dizisinin birçok alameti farikası var. en dikkat çekici olanı zaman aralığı içerisinde yaşanan büyük olayları gazete küpürlerinden değil, birebir televizyonlardan ve karakterlerin hayatlarından alıyor olmamızdır. bunlardan en çok bize yansıyanları derleyecek olursak;

kennedy - nixon rekabeti / devlet üzerine iki ismin rekabeti. sterling cooper, nixon'un reklamlarına yardımcı oluyor. kennedy'nin sürpriz sayılacak zaferi ajans içerisindeki muhafazakar kesimin eğlencesini engelleyemiyor tabii.

özgürlük ve sivil hakları / ilk yıllarda son derece gerginlikler yaşanıyor. hatta o kadar garip hal alır ki paul kinsey'in siyahi kız arkadaşına tuhaf gözle bakar insanlar. 1966 yılına gelindiğinde şirket 'şaka' tasarlar ve bu ellerinde patlayıp gerçeğe dönüşür. daha sonrasında ilk siyahi sekreter olarak dawn'ı işe alıyorlar.

1962'deki uçak kazası / 95 kişinin ölümüne yol açan bu kaza, ajansta çok büyük şaşkınlığa sebebiyet verir. ve dizi içerisinde karakterlerimizden pete campbell'ın babasının bu uçakta öldüğünü öğreniriz.

marilyn monroe'nun ölümü / tüm kadınların hayalini süsleyen hollywood'un temsilcisi. sekreterlerin hüngür hüngür ağladığı ve rüyalarındaki kusursuz yaşamın son bulduğu haber.

küba füze krizi / tam da soğuk savaş dönemleridir. abd’nin türkiye ve italya'ya, sscb’nin de küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi ile başlayan daha sonra da tırmanan süreç. bu sürecin nabzını belirten bir rahip var dizide, peggy ile son derece yakın. insanlar korkudan ne yapacağını bilemiyor. hatta düşünülürse trudy ailesinde kalmaya giderken, pete 'öleceksem burada ölürüm' demişti. amerikan insanının en ufak kıymık acısında ölüyorum sanması ne kadar gariptir değil mi...

john f. kennedy suikasti / vurulma gerçekleştikten sonra herkeste panik hakim oluyor. çünkü halk özellikle o dönemlerde başkanlarına baba gözüyle bakıyordu. betty'nin boş gözlerle televizyona baktığı, duck'ın sırf peggy ile sevişebilmek için haberi öğrenmemesi adına tv fişini çektiği ve roger'ın kızı margaret'ın düğününün berbat olduğu kritik bir bölümdü.

sigara raporu / 1957'de reader's digest'da sigaranın sağlığa zararları hakkında bir bildiri yayınlanıyor. bunun sonrasında ilk sezonda sterling cooper'ın yeni geliştirdiği lucky strike projesi mevcut. ondan sonra bu olaylar yeni ajans kurmalarına kadar gidiyor ve de don'ın meşhur nyt manifestosu beyaz bayrak niteliğinde.

sonny liston v. cassius clay boks maçı / dövüş sadece iki dakika on iki saniye sürüyor. fakat burada önemli bir şey var dizi adına. “the suitcase” adlı bölüme kaynak oluşturuyor. don'ın yarattığı reklamın ilham kaynağıdır bir nevi.

the beatles'ın shea stadı'nda konseri / don'ın, betty'den boşandıktan bir süre sonra sally'e adeta rüşvet niteliğindedir bu bilet teklifi. bölümün sonunda acı bir gerçek vardır: bileti sekreteriyle yemiştir don.

seri katil richard speck / yurtta aynı gece hemşirelik okuyan 8 kızı sırayla öldürmesi dizinin önemli şekilde yerini ayırdığı bir durumdu. chicago'daki o zamanlar çözülmemiş richard speck cinayetleriyle büyüleniyor tüm kadınlar. bu arada aynı zamanda harlem'daki ırksal olaylar dawn'u, peggy'nin evinde geçirmeye zorlayan etkendi.

martin luther king suikasti / bu suikast sırasında peggy, don ve pete gibi isimlerin olduğu bir ödül töreni kesintiye uğruyor. dawn korkudan ne yapacağını bilemeyip şirkette kalmayı tercih ediyor. işte bu olay, siyahilere karşı yumuşanın en büyük olduğu olaydır. beyazlar, siyahlarla ilk kez kucaklaşır.

ay'a ilk adım / bert cooper'a veda ettiğimiz o meşhur bölüm. insanların televizyon başında tarihe tanıklık ettiği anlar. sonrasında da don'ın halisünasyon olarak gördüğü cooper müzikali. kim bilir belki de bert aya çıksaydı böylesine zıplamak isterdi.

hippi hareketi / aşk, sevgi, barış ve özgürlük adıyla ilerleyen 'çiçek çocuklar' akımı. o dönemlerde tam bir patlamaydı. margaret'ın her şeyi bırakıp hippi olması, stephanie karakterinin hippi pasaklılığı dizinin akışına etki eden olaylardı.

charlie manson / meşhur yönetmen roman polanski'nin de eşi sharon tate'i hamileyken katleden seri katilin ismi son sezonun ikinci yarısında birkaç kez geçiyor. don'ın olduğu yoga kulübünde ''manson ortadayken insanların otostop çekmesi saçma olurdu'' deniyor.

newsweek seksistlik davası / bu dava 1970'te 46 kadının, çalıştıkları iş yerinde bu ayrıma dava açmaları ve kazanmalarıdır. peki niye taşıdım? dizinin son sezonunda mccann ericson'ın, joan üzerindeki tavırları etkili. joan, yasal yollara başvuracağını söylediği zaman bu feminist hareketin temsilciliğini yapmış oluyor aynı anda.

vietnam savaşı / uzun dönemi içerdiği için en sona bıraktım. joan'un kocasının görevi, sylvia'nın oğlunun gönüllü olması ve en sonunda glen bishop'ın her şeyden kurtulmak için gittiği yer. amerikalılar öyle şeyler pazarlıyor ki bu savaş için, aslında olan şeylerin tam zıttı gerçekleşip tam anlamıyla insan katliamı yaşanıyor.

tüm bu kronolojik timeline dizinin karakterlerine ve duygu durumlarına direkt olarak etki eden ince çizgiler. yani izleyiciler olarak sonraki bölümde ne olacak diye heyecanla beklediğimiz bir seri değil mad men. karakterlerin sadece iki sezonluk atlama sırasında bile ne kadar değiştiklerine şahit olduğumuz, roman sayfaları çeviriyormuşçasına etkilerle karşılaştığımız ve her zaman sonunda koltuğa çakılı kaldığımız örgüsü mevcut. the sopranos'un finalinde siyah ekrana merhaba derken yerimizden kıpırdayamazken, bu defa don'ın gözlerini kapatması ve gülümsemesiyle coca cola reklamının tasarımcısı olarak reklamcılığa geri döndüğünü görüyoruz. her dizide olduğu gibi burada da işin özü karakter, sıra onlara gelsin.

don draper: dick whitman gerçekliğinden sıyrılıp, don draper maskesini taşıyan ana karakter. hayatının gelişim süreci son derece sancılı. annesi bir hayat kadını. yani gayri meşru ilişkiden dünyaya gelen bir hikayesi var dick'in. gittiği yerde ezilmesi gereken böcek gibi bakıyorlar kendisine. daha sonrasında olmayan zührevi aile yaşantısını bir kerhanede sürdürmek zorunda kaldı. bizim o uslanmaz don draper'ın temellerinin atıldığı yer de burasıdır. çevrede onlarca farklı kadının olmasına alışmış, erkliğin dönemini genelevde geçiren ve bakirlik sürecinin fahişe tarafından alt edildiği dönem. fakat insanlarda özellikle maddi yönden fazla özgürlük yoksa rahat edememe gibi durumlar ortaya çıkar. belli bir döneme kadar dick aslında etrafına şüpheli gözlerle bakan bir adamdı.

ta ki kore savaşı'na kadar. teğmenini çakmak kazası sonucu istemeden öldürmüştür. bulunduğu hastanede ona 'don draper' gibi yanlış bir kimlikle hitap edilir. ne olursa olsun dick whitman'ı savunmaya geçmez. çünkü yaşadığı onca acı, bıkkınlık ve sefalet artık sıradanlığına göğüs germesine izin vermez. don draper maskesini böylece takar. dick whitman diye ailesine defnedilmek üzere giden ceset onun değildir. trende bizler adam'ın onu görüp koşmasına şahit oluruz. yine aynı trende ilk kez rütbesini, yakışıklılığını gören bir kadın onu çay içmeye davet eder. sahte kimliğiyle ilk dikkat çekme burada gerçekleşir. ve ilk kez, yine trendeyken kendisine 'dick' diye seslenen yabancıya şahit oluruz. tren yolculuklarının bu adımları sadece raylar üzerinde değil don draper'ın pamuk ipliği üzerinden de geçeceğinin emarelerini taşır. yıllar sonra adam ile karşılaştığında ona para vererek bir şeylerin üzerini örtmeye çalışır. ancak kardeşinin intiharına sebep olmuştur geçmişinden kaçarken. o kadar hızlı ve saygısızca kaçmaya çalışmıştır ki, çoktan birini kaybetmiştir bile. bunun ötesinde öldürdüğü teğmenin karısı anna ile irtibat kurup karşılıksız ilişki kurarak aynı zamanda fedakar da olabiliyor. bu kendisini de rahatlatıyor. çünkü ne olursa olsun dönebileceği gerçelik var. kendi gerçekliğini de son sezonda anna'dan kalan stephanie ile gittiği rehabilitasyon merkezinde bulması da şaşırtıcı değildir. bu arada zaman zaman don'ın gözlerinde thousand yard stare diye adlandıran boş bakışı da görürüz.

don draper son derece iyi bir baba 'rolü' keserken, kocalık için rol kesmeye ihtiyaç duymuyor. betty modellik yaparken tanışıyorlar. ilk adımı böyle güzel bir kadınla atarak güzellikteki çıtasını çok yukarı koyarak başlıyor don. ancak tabii her evlilik burada da kısır aile tablosu hakim. işine giden, ofisinde her daim içki bulunduran, içki problemli, işinden evi arasında eşini sürekli aldatan erkek tipi olarak karşımızda. çoğu yerde betty onu elinde sigarayla masada ya da bir şeyler hazırlarken bekliyor. betty'e yani kendi karısına kimliğini açıklamamış bir adam. demek ki bu evlilik bir şey değil, çok şey eksik. don'ın geçmişinin olmaması da en çok betty'nin kendi ailesini rahatsız ediyor. karısıyla çok şey konuşmayan, evi bir pansiyon gibi kullanıp çocuklarıyla tıpkı kendi çocukluğunun eksikliği gibi pek şey anlatamayan adamın ta kendisi. sally ve bobby'e fazla ses çıkamayıp sert baba figürünü oynamamasının temel sebebi tabii ki kendi çocukluğu. fakat şefkatinde ve sevgisinde eksik kalmasının nedeni de burada yatıyor. küçüklüğünde yaşanan ezilmişlik, savrulma duygusu babalık karakterinin ne olduğu hakkında bir fikir vermemiş kendisine. zor durumlarda, mutlu anlarda 'baba' karakterinin nasıl reaksiyon göstereceğini bilmeden büyüyen her bireyden böylesi davranışları çocuklarına göstermesi de beklenemez pek âlâ.

şunu kabul etmek gerekir ki bizler kendisinin çalıştığı ajansta çalışıyor olsaydık yine ona hayran gözlerle bakardık. suit takım elbisesini çıkarmayan, sekreterlerin peşinden aciz erkek gibi koşmayan yaratıcı direktör. çünkü böyle şeylere de ihtiyacı yok. ceketini alıp çıktığında herhangi bir barda kendisine göz kırpan kadınlar var. iş yerinde son derece sakin, parlayan yıldız olmanın verdiği rahatlık bünyesine işlemiş. reklam şirketlerine sunumlarını anlatırken ikna kabiliyetiyle herkesin dikkatini de çeker. astlarına karşı çoğu zaman tartışmaya kapalı, direkt haldeyken üstlerine karşı sakin. araba satışından, kürk dükkanında roger ile karşılaşmasına kadar sıradan. ancak daha sonraları roger gibi bir adamın yakasını bırakmayacak kadar inatçı. daha sonrasında ödüllere boğulan, herkesin hayalini süsleyen don draper.

kelimelerle arası iyi olan don'ın, kadınlarla da arası çok iyi. hatta öyle ki 'don draper kadınları' adında birçok blog ve metin bulunmakta. onun doyumsuz olan bu özelliği, farklılığı tüm kadınlara başta çekici gelirken aslında onun sadece başlangıçları sevdiğinin farkında olduklarında kendisinden nefret ediyorlar. don draper kadınları içine çekip onlara hiçbir şey kazandırmayan bir girdap. geçtiği tüm yeri yıkan kasırga. son sezonda karşısına çıkan diana karakteri ile herkes aslında onun alt benliğiyle karşılaşıyor. diana erkekleri peşine düşürüp onları bırakan bir kadın etiketiyle geziyor. aslında burada bizim diana ile gördüğümüz kişi ise don draper'ın aynası. ortadan kaybolarak kadınların hayatlarını ezip geçen karaktere arama şansı veriyor. yollara düşerek bir şeylerin peşine düşüyor. kendisini anlatıyor, dayak yiyor, soyuluyor ve yolun en sonunda da kendisini buluyor. kendi hiçliğinin ortasında kafasını içki ve kadınlarla dağıtmaya çalışan bitik adamın penceresinden bakıyoruz her şeye. belki imreniyoruz ama cinsel ilişki sırasında sertlikten hoşlanan mazoşist don'ın farkındalık noktasında aslında hiçbir şey olmadığını da görüyoruz. roger'a, sekreteriyle evlendiği için kızan adam kendi sekreteriyle evlenebiliyor. kendisinin ahlakı öylesine körelmiş ki komşusu olan doktora yardım ettiğini gördüğümüzde, sonunda sylvia ile ilişki kurduğunu da öğreniyoruz.

jeneriğe baktığımızda herkes onu intihar edecek diye beklerken o daha çok çevresindeki insanların intiharlarına sebebiyet veren kişi oldu. baş aşağı düştüğümüzde hepimiz uykudan uyanıyoruz. aslında bizler kendisinin uykudan uyanmasını izliyorduk. en sonunda da kendisi için öyle oldu. kendisiyle yüzleşti, çevresini dinledi, benliğini arayarak yola düştüğünde aslında kendisini buldu ve peggy'i aradı. peggy ile arasındaki ilişki baba - kız ilişkisi değildir çoğunluğun aksine. peggy'i annesinin yerine koyuyordur çoğu yerde. unutulmamalı ki peggy'nin de pete'den bir çocuğu oldu ve hastanede ziyaret eden tek isim don oldu. tıpkı annesinin kendisini başkasına verdiği gibi, peggy kendi çocuğunu başkasına verdi. bazı yerlerde onun elini öpmesi, en kritik anlarda peggy'e koşması ve naif tavrı buna işaret.

don draper karakterini betty'nin en sevdiğim repliğiyle bitiriyorum: ''sana ulaşmanın en kötü yolunun seni sevmek olduğunun farkında değil.''

peggy olson: okyanus ötesinin o kasvetli yıllarındaki idealizmin temsilcisidir. daktilosunun üzerini örten ve bir şeyler öğrenmeye çalışan acemi bir görüntü ile başladı. ancak bunun altında kendisinin öylesine hırsı vardı ki hak ettiği şeyi elde etme konusundaki ısrarı onu çok farklı yerlere taşıdı. tabiri caizse roman gibi bir karakter. iş hayatında ne kadar başarılı olduysa ilişkilerinde de o kadar başarısız oldu. kendisine hoş şeyler söylendiğinde her zamanki gülümsemesini gösterir. yanlış tercihler yapar, hak etmediği şeylerle karşı karşıya kalır. benim aklıma gelen ilk sahnesi diğer sekreterlerin rolüne girmeye çalışıp don'ın elini tutmasıydı. cinsel anlamda ona yakınlaşmak, belki de işini sağlama almak istiyordu ama don ile bu tarz şeylerin mümkün olmayacağını gördü. çoğu zaman onu pete ile beraberken gördük. seviştiler, çocukları da oldu. peggy'nin güçlü karakteri aslında tam da buradan belliydi. evinden, işinden hayli uzakta kimsenin haberi olmadan çocuk dünyaya getirdi. don'dan başka kimse yoktu tabii yanında. evladını kabullenemedi ve başkasına verdi. ancak hiçbir zaman böyle kişisel durumlarla kariyerini zedeleyebilecek etkiler yaratmadı kendine.

başlarda sürpriz yaparak herkesin beğenisini kazanan fikirlerle ortaya çıktı. fikir benim, hak ettiğimi alırım dedi ve aldı. sekreterlerin gözyaşları döktükleri mekandan artık bir şeyler yaratmaya çalışan peggy olson vardı. kariyerinde hep bir basamak yukarı çıkmak için her şeyi yaptı. ancak sosyal hayatında bunun tam tersi, ne yapacağını bilmeyen peggy karakteri karşımıza çıktı. saçma sapan yerlerde statüsü olmayan insanlara katlanan, ilişki içerisinde garip durumlarla karşı karşıya kalan kişiydi. ama en sonunda stan ile aşkı yakaladı, finalde onun da sosyal hayatında başaramadığı kurguyu tamamladığını gördük. don kariyerindeki dönüşü tekrar gerçekleştirirken, peggy kendi kalbindeki noktaya dokunmayı bildi. roger sterling piyano çalarken charlie chaplin'in meşhur sahnesinde olduğu gibi patenlerle özgürlüğe koşan kadın mesleğini eline almış ve aşkını bulmuş biri olarak kendi döngüsünde zirveye ulaştı.

panik anlarında içkisini fondip yapmasını, erkek arkadaşının yanlışlıkla karnını deşmesini, beklemediği anlarda gelen şeylerle harika gülümsemesini, sürekli yetersiz evlerde kalmasını asla unutamam. hatta bir kere iyi bir apartmana yerleşeceği sırada birkaç blok ötede çok şiddetli olaylar meydana gelmiş ve gerçekleşmemişti. peggy'nin evi ve yuvası da kendi kariyeriydi aslında. bert cooper'dan kalan 'balıkçının karısının rüyası' adıyla bilinen meşhur erotik japon gravürünü eline aldığında aslında çoktan zirvede olduğunu hissetmiştik.

betty draper-francis: dikte, kaygı ve endişe. kendisini tanımlamayabileceğim üç şey. belki de çok güzel ancak bu sadece kendini belli yere kadar tatmin edebilen bir süreç. annesinin son derece dominant olup onu yönlendirmesi maalesef ki kendisinin de başarısız bir anne olmasındaki ana nedendir. sally ile sürekli didişen rekabetçi ruh ile hareket etmektedir. ilk sezon psikolojik nedenlerden dolayı ellerinin titremesi hayatındaki ne denli kırıklıkların olduğunu gösterir. iyi görünümlü, uzaktan harika bir adamla da evlenmiştir. ama tüm optimistliğin üzerinde sürekli kendi karanlığını yaşar. evinde yemek yapan, çocuklara bakan, eşini bekleyen, arkadaşıyla sohbet eden robottur betty. don'ı kaç kez saatlerce beklediğini ancak kül tablasını doldurduğunu bilirim. ve böylesi olumsuzluklar kendi karakterinde, iç savaşında son derece ezilmelere yol açmıştır.

eski arkadaşının escort olduğunu görüp, arabası arıza yaptığında parası yetmediği için karşısındaki adama cilve yapan kişidir. binicilik kulübünde kendisi istese bile sırf kötülük olsun diye evli arkadaşını ateşe atacak kadar etik davranıştan uzaktır. aldatmamak ve direnmek için aslında çok çaba sarf etti. ama kendisini aldatan bir koca varken nereye kadar katlanabilirdi? meşhur bir bölüm vardır; eve pazarlamacı geldiği sırada onu korkusundan üst kata çıkarmaz. onu hayal ederek çamaşır makinesine dayanıp kendini rahatlatmaya çalışır. boşanma korkusu, evsiz kalabileceği gerçeği o dönemin tüm kadınları gibi onun da korkusudur. don draper'dan kopabilmesi için çok sağlam dayanağının olması gerekir böylesi endişeli kadın için. o da zaten henry idi. böylesine güvenceden sonra hiç düşünmeden ayrılacağını söyledi. ama buradaki en önemli husus don draper'ın o açılmayan meşhur çekmecesinin anahtarının bulunmasıydı. sırlar, bilinmeyenler, tüm gerçekler ortaya döküldüğünde ve aslında maske düştüğünde betty için bir dayanak noktası daha geldi. don bunu istemezse dick whitman ve polis tehdidi iplerinin salınmasını kolaylaştıracaktı, öyle de oldu.

bir dönem aşırı kilolarıyla uğraştı. ve sonunu getiren şey aslında o dönemin en büyük problemi sigaraydı. son sahnede çok fazla didiştiği sally bulaşıkları yıkarken o da masasında tekrar sigarasını içiyordu. betty'nin tedaviyi kabul etmemesindeki en büyük neden de aslında savaşmaktan yorulmasıydı. savaş ancak amaçlara inanılırsa uğruna her şey feda edilecek durumdur. hayatınızda böyle anlar neredeyse hiç yoksa, akciğer kanseriyken bile sigaranızı içinize çekersiniz.

pete campbell: bana göre en başarılı isim. peki bizler neden bunun farkında değildik asıl soru burada. çünkü kendisi asla yakışıklılık olarak ya da alfa erkek görünümünde olamadı. bu açılardan parlamadığı için sanki hep tökezleyen ve başarısız pete campbell varmış gibi hissettik. don draper olabilme sevdasıysa birlikte aslında hırsının da kurbanı olması kendisini her zaman bataklığın içine itti. lane gibi bir adamdan dayak da yedi, hoşlandığı genç kızın kaslı erkeğin kollarına gitmesini de izledi ya da tüm bunların ötesinde komşusunun hizmetçisiyle takılayım dedi komşusundan uyarı yedi. müşterilerini her zaman kullandığı ikna ve pohpohlama yöntemleriyle kendine bağlayıp, kayınpederiyle bile işi yüzünden düşman olacak hale geldi zaman zaman. don draper olma hayali pek tabii ona saygı duymayı da beraberinde getirdi. en kötü dönemlerde onun arkasında olmuştur hatta dick whitman olaylarında araya bağlantılarını sokup kötü şeyler olmasını engelleyen adamdır. çok önemlidir ki don draper sürekli aldatıp net şekilde yakalanmazken pete kendisini bu konuda hemen ele verdi. kısacası başarılı olduğu tek konu müşteri bağlamaktı, onu da mükemmel şekilde yerine getirirdi.

işlerin en kritik dönemlerinde birilerini bağlayan adam olmuştur. ancak hiçbir zaman 'yıldız' kategorisinde değildir. çünkü dedik ya, yıldız olabilmeniz için sadece işinizi mükemmel yapmanız yetmez bu hayatta aynı zaman yakışıklı olmanız ve erkeklerin bile size hayran kalabileceği duruşunuzun olması gerekir. yoksa hırsınızın kendinizce olan anlamlarıyla ancak bulunduğunuz yeri yakarsınız.

joan harris: sanıyorum ki herkes dizinin femme fatale kişisinin kendisi olduğunu söyler. geniş kalçası, sınırları aşan göğüs büyüklüğü ve kızıl saçlarıyla diziyi izlediğimiz her dakika gözlerimize bayram etkisini bıraktı. ilk sezonlarda herkesin bir şeylerin danıştığı kişiydi. kısacası şirketin beyni konumundaydı. kim ne yapar, nasıl davranır, gizli saklı şeyler nelerdir gibi soruların hepsinin cevabıdır. nasıl ki kadın hapishanelerinde lider biri varsa mad men dizisinin dişilerinin bu açıdan lideri de odur.

aslında böyle alımlı olması tehlikeli olmakla kalmıyor. hepsinin öte rahatsız edici. şirkete gelen tüm müşterilerin vücuduna dikkat kesildiği ve özel görüşmeler planladıkları bir kişi. ilişki dünyası bizlere roger sterling ile açıldı. aslına bakarsak şirkette kendisini tam anlamıyla kaldırabilecek iki kişiden biridir roger. joan'un da bu yönden tercihleri pek sağlıklı. baştan metres olmayı kabul eden bir karakterin ilişki yaşantısının çok da sağlıklı olacağını söylemek mantıksız olurdu. ve tüm bunların ötesinde yanlış bir evlilik yapıp, sevdiği kişi tarafından tecavüze uğrayınca aslında bu 'kadınsallığın' pek de iyi kullanılamadığı kanıtlanmıştı. genellikle ilk yerleşimlerde kibele adında kalçası geniş figürinler vardır. bu, kadınların doğurganlığını göstermek için yapılır. joan tam bir kibele ve ilkel, sığ erkeklerin arasında sıkışmış cinsel obje. genç kocası vietnam'a gönüllü olduktan sonra ortada kalan, çocuğu ve annesi arasındaki köprüde yaşam mücadelesi veren bir kadın. sadece bununla da kalmıyor, şirkete ortak olmak için chevy'nin patronuyla yatıyor. bundan sonraki tavrı da herkese karşı katı oluyor diyebiliriz. don'ın şirketteki geleceğini umursamıyor bile. tek derdi tabii ki böyle ahlaksızca bir hareketi gerçekleştirdikten sonra parası ve ortaklığı oluyor.

en sonunda mccann ericson'ın kendisine karşı seksist tavrı artık mide bulandırıcı noktaya geldiğinde işin seyrini değiştirdi tabii. zaten artık oradan oraya savrulan şirkette pek de kalıcı hedefler kurulamayacağını anlayınca resti çekiyor. artık vücuduyla dikkat çeken kadın algısını başarıyla yıkmak için home office kurar.

roger sterling: diğerlerinden önemli bir farkı var. şirketin kurucusundan miras olarak devralmıştır görevini. böyle olunca bazı şeyler değişir. çünkü çaba sarf etmenin ne olduğunu bilmemiştir, kaybetme korkusu yoktur ve en kritik olanı kaybetmemek uğruna saçmalıklar yapmazsınız. roger'ın dizideki en matrak, espritüel adamı olmasının altında bu yatar. aslında herkesin ihtiyacı olan patrondur. paranın nereden geleceğini iyi bilir. hangi kişiyle samimi olup olmayacağına karar verebilir. realist olarak görebilmek mümkün değildir kendisini. daha çok hayatını yaşamaya bakar. bir dizi için önemli durumlardan bir tanesi sterling tipindeki 'alaycı' karakteri tüm bu ciddiyetin ortasına atmaktır. öyle gergin anlarda şakalar kasıp kelime oyunları yapıyor ki kendi kendimize yok artık diyebiliyoruz.

onun kendisini hala genç delikanlı sanıp aynı gecede iki kere ilişkiye girme çabası kalp hastalığına sebebiyet verir. ondan sonra belli dönem diziden çıkacağı emareleri çokça verildi ama neyse ki gerçekleşmedi. en büyük hatası da belki de jane ile evlenmesidir. her patronun hayalindeki çıtır sekreterle evlenme durumu vardır. dedik ya, don bunu eleştirmesine rağmen aynı şeyi kendisi yapmıştı. lds macerasını kimse unutamaz. kızı hippi maceralarına atıldığında ne kadar yumuşak davrandığını ve aslında pek de baba görevini yerine getiremediğini görürüz. sonra bir de marie calvet çıkar ki kendisinin anlaşacağı tek kadındır. bu küçük delikanlıyı ancak böylesi dominant ve direkt biri taşıyabilir çünkü. son sezonda marie kendisini yataktan kovdu daha ne olsun. bazen de öylesine paralar verirdi ki çok basitmiş gibi ağzım açık izlerdi doğrusu.

megan draper: nam-ı diğer zou bisou bisou. kime sorarsak soralım bu meşhur, üçlü ve ağzının yapısıyla dikkat çekmiştir. bana kalırsa gayet de güzel ağzı vardır, ağzınızın payını verir. don draper'ın hayatına aslında yaramaz bir kız çocuğu olarak girer. evet sekreterdir son derece modern bir fransızdır ancak evliliği kaldıracak ve aile tablosunda yer alabilecek tarzda bir kadın değildir. en başında don'ın o sertlik seven karakterine hitap ederek aslında erkeğini biraz durgunlaşmıştır. ancak sürekli bir şeyler konusunda mızmızlanır. bir kız çocuğu gibi çeşitli şeyleri istemeye başlar. aktrist tutkusu peşi sıra gelir. aslında başarılı değildir. fakat her kişinin hayallerini gerçekleştirme şansı olabilir mottosu vardır. kendisine de bu enjekte edildiği için (babası tarafından) kamera karşısına geçmeye karar verir.

en başta 'anne' olmak istemiyor bu kadın. kadınların evlilik içerisindeki olgunluğu bir nevi annelik olgusuna bakış açısıyla alakalıdır. megan, sally, bob ve gene'i ablalık yapmaya çalışan kişidir. ama hiçbir şeyi kötülük için yaptığını düşünmüyorum. sırf eşini kaybetmemek için arkadaşına sundu birlikte grup yaptılar. sonlarda birazcık itici karakter olduğunu kabul ediyorum. hiç hazetmediği harry ile iş yemeğine çıkması bile bunun kanıtıdır. sonunda bir milyonu alarak ortadan kayboldu tabii.

sally draper: dizinin gelişiminde aslında kendisinin çok önemli payı var. çünkü küçükken onun ürkekliğinde karakterlere yaklaşıp, büyüdüğünde artık ergen bir sally ile karşılaşıyoruz. don ve betty'e olan isyanlarına, kendi yaşadığı iç savaşı net şekilde görebiliyoruz. kendisiyle ilk kesin olarak tanışmamız dedesiyle olan ve sonrasında herkese karşı isyan bayrağını çektiği olaydı. betty ile hiçbir zaman iyi anlaşamadı. don ile uyumlu gözükseler de büyüdüğünde onun da babasına karşı farkındalığı arttı ve aslında ne kadar yitik ebeveyinler olduğunu her zaman dile getirdi. sylvia ile babasını yakaladığında ise sanırım sadece onun değil herkesin midesi bulanmıştır. ve son sezonda babası ve annesinin sadece güzellikleriyle dikkat çektiği konusundaki sözleri son derece etkileyiciydi.

glen ile ilişkisi önemli. birbirleriyle olan abi - kardeş ilişkisi, glen'in kendisine karşı korumacı tavrı dikkat çekici. fakat ben bishop'ın direkt olarak sally ile arkadaşlık kurmak istemesinden çok çocukken betty'den aldığı sarı saçın etkisi olduğunu düşünüyorum. ne olursa olsun ona ulaşmanın yolunun sally'nin sarı saçlarından geçtiğini düşünmüş olabilir. sally'nin, glen ile dolaşırken ilk kez adetinin gelmesi de bu emareyi doğrular nitelikte.

bert cooper: öncelikle ayakkabılarınızı çıkartın öyle okumaya başlayın. bu karakter şirketin en pragmatik, realist, tecrübeli ve sanat düşkünü kişisi. don'ın gerçek kimliğini pete'den öğrendiğinden 'zaten hangimiz doğruyuz' tespitini yapmıştır. hata yapanı tek kalemde siler, olabilecek şeylerin eğrisi doğrusuyla düşünür. ofisinde tabloları hiç eksik etmemesi beni çok etkilemişti açıkçası. kendisine bu bakımdan yer vermemek olmaz diye düşündüm.

lane pryce: bu adam acılı hayat hikayesine sahip. despot ve şiddet gösteren baba ve sürekli kariyeri için, londra'ya dönmemek için didinen adamın sahnelerini izledikçe hüzünlenirdim. sürekli aşk hayatında birilerine yönelmeye çalışması, kayıp cüzdanda bulduğu fotoğrafa bile duygularını katabilmesini onun sonunun belki de intihar olacağının göstergesiydi. kendi zimmetine para geçirdikten sonra kovulup arabasıyla bile rahatça intihar edemedi. burada bile aksilikler onu bırakmadı ve ofisinde kendini astı. joan'un dudaklarının tadıyla huzurlu uyu reyiz.

salvatore romano: diyeceksiniz ki ne alaka ama hem amerika'nın hem de dizinin örgüsünde kendisinin çok önemli yeri var. kariyerinin nasıl sonlandığına bakar mısınız? zorla kendisiyle birlikte olmak isteyen birini geri çeviriyor, doğru olmadığını düşünüyor. üstelik kendisi de eşcinsel olmasına rağmen bunu yapıyor. her eşcinsel diyalogda suratının tuhaf olduğunu görebilirsiniz. yemek masasında ken'e gösterdiği ilginin yarısını eşine bile göstermezken son derece kibar, uzlaşımcı koca olduğunu anlamak çok zor değil. don'ı sırf bu adamı yargılamadığı için takdir ederdim her zaman. çünkü eğer başkası onu yakalasaydı iş hayatı bitmez hayatı biterdi.

bu arada trajikomik bir şeyi daha belirteyim. 3x06'da çim biçme makinesinin, genç ve parlak kariyerli yüksek mevkideki bir adamın ayağını parçaladığı o meşhur sahne. insan haklarının o dönem ne kadar düşük olduğunun özel gösterimiydi. hiçbir dava, soruşturma ortada yok ve insanlar hastanede şöyle bir espri yapıyorlar: ''doktorlar golf oynayamayacağını söyledi.''

--- spoiler ---

mad men izleyen insanların birçok açıdan kendilerini iyi hissedeceğini düşünüyorum. dönemin anlattıkları, patronların çalışanlarıyla olan rezil ilişkileri, reklamcılığın kokuşmuş tarafları ve günümüzdeki hayalleri süsleyen bir kıtanın o yıllarda günümüz ülkesiyle eş değer konumda olması hem güldürür hem de ağlatır kıvamdadır. böyle yapımların takipçisi olarak kalmanız dileğiyle...

Diğerlerine Kıyasla Türklerin İngilizce Konusundaki Endişesi Yersiz mi?