Çoğu Gözden Uzak Kalmış veya Hakkı Teslim Edilmemiş Kaliteli Hukuk Filmleri
Judgment at Nuremberg (1961)
sinema tarihinde, kaliteli oyuncu kadrosuna ender rastlanır bir sanat eseridir. spencer tracy, richard widmark, burt lancaster, marlene dietrich, maximilian schell, judy garland, montgomery clift, william shatner gibi muhteşem sanatçıları barındırır. "ağır" bir filmdir. fimde hiç savaş sahnesi olmamasına rağmen, toplumdaki yarattığı çöküntü, galiplerin bile mutlu olmaması, soykırımın suçluluk duygusu mükemmel yansıtılmıştır. nazilerin alman toplumunu nasıl etkilediği derinlemesine incelenir.
burt lancaster'in oyunculuğu hep öne çıkarılır. ancak; judy garland ve montgomery clift de kısa rollerinde sinema tarihine geçecek bir oyun sergilemiştir.
film 2 dalda oscar almış. bir tanesi maximilian schell öbürü ise abby mann'in senaryosu ile. bu konuda en büyük şanssızlığı, o yıl karşısında west side story gibi bir başka başyapıtın olmasıdır. eğer west side story olmasaydı, aday gösterildiği 11 dalda oscar'ı toplayarak bir rekor kırabilirdi.
A Few Good Men (1992)
jack nicholson, tom cruise, demi moore, kevin bacon ve 24'ün süper kahramanı kiefer sutherland gibi ünlü isimlerin yer aldığı, hollywood sinemasının gelmiş geçmiş en gaz filmlerinden biridir. red code tanımının gözümüze sokulduğu bu filmde, rütbesi gereği mevcut konumunu istediği biçimde kullanma hakkına sahip olduğunu düşünen - buna inanan - küstah bir albayın*, evlat diye tabir ettiği avukat* tarafından nasıl alt edildiğini zevkten dört köşe izleyebilirsiniz ya da izlediniz; zira film 1992 yapımı.
"we fight for the ones who cannot fight for themselves. we should have done the same for willie"
A Time to Kill (1996)
ceza yargılamasının sac ayakları olan savunma ve iddia makamlarının diğer amerikan filmlerine göre daha gerçekçi gördüğümüz film. aman aman filmlerden olmamakla birlikte idam tartışılan bir ülke olduğumuz için sıradan vatandaşa bir şeyler katar.
filmin bu kadro nedeniyle bile daha çok tanınır olması beklerdim. çarpıcı bir hikayeyi karakterlerin iç dünyasına inmeyi tercih etmeyerek, siyah- beyaz eşitsizliğine vurgu yaparak kkk muhabbetine girilmiş. netice itibari ile izlenmesi gereken filmlerden.
bir başka benzeri (bkz: philadelphia)
In the Name of the Father (1993)
filmin adını duyduğunuzda çok farklı bir senaryoyla karşılaşacağınızı zannediyorsunuz ancak filmi izlemeye başlayınca kopamıyorsunuz ve demokratiğiz diye geçinen ülkelerin bile adalet sistemlerinde ne çarpıklıklar ne yamukluklar döndüğünün farkına varıyorsunuz ve içinizden dünyayı düzeltmenin bir yolunu bulmak için uğraş verip duruyorsunuz ve anlamsız paradokslara kapılıyorsunuz. fakat filmi izledikten bir kaç saat sonra anlıyorsunuz ki boşa çaba sarfediyorsun ey dünyayı adil kılmaya çalışan biz mahluklar... ama biliyorsunuz elbet bir yolunu bulacaksınız...
JFK (1991)
filmin "bir şey söylemek istiyorum" diyen senaryo üslubu ve dev bir ordu gücündeki oyuncu kadrosunun (daha önce sayılan isimlerden gayrı efsanevi jack lemmon - walter matthau ikilisi de yer alır filmde, bir de gary oldman var tabi, daha önce yazılmış ama bu filmde iki kere yazarım bu adamı ben, yeri gelir üç kere yazarım) yanısıra, en büyük alametifarikalarından biri de temposudur bu filmin. kevin costner'ın sissy spacek'le olan sahnelerinin birinde belki bakılmıştır saatte. gerisi durmak bilmez, hele ikinci yarısında oliver stone'un manyaklığı da karışır kurguya, doyamaz insan izlemeye. 80 dakikalık filmlere bile sabredemediğim bir dönemde 180 küsür dakka temiz izlediğimi hatırlarım.
ekleme: film de en iyi kurgu dalında oscar almış zaten, akademi hem zamanda yolculuk ediyor hem de sözlüğü okuyor olmalı.
The Devil's Advocate (1997)
bazı kesimler tarafından küçümsense de benim kişisel listemde en iyi beşte yer alan ve yer almaya devam edecek olan filmdir. yirmi küsur defa izlemişimdir, halen daha en ufak bir yerinde bi hataya rastlamamışımdır. mükemmel kelimesini hak eden bir film bu. sadece deccal filmleri veya fantastik sinema adına değil, sinema adına bir zirve noktası. popüler sinema diye bi kenara atmamak lazım, hangi filmde bu kadar uzun diyaloglar var merak ediyorum. al pacino resmen dakikalarca tirad atıyor ve işin tuhafı bu size oldukça doğal geliyor çünkü senaryo muazzam, oyunculuk daha da muazzam. bazı ağır abiler rosemary's baby, omen, faust kırması olduğunu iddia edip bi kenara iterler, haklıdırlar, bu filmlerin (piyeslerin) etkisi barizdir. ama her yönden (hikaye, senaryo, oyunculuk, yönetmenlik, müzik) onlardan çok daha iyidir.
Liar Liar (1997)
1997 yapımı tom shadyac filmi... bir jim carrey hayranı olarak diyebilirim ki; o hiçbir şekilde iyi olmayan bir işin altına imzasını atmaz. hem bu kadar yakışıklı olup hem de çok komik olabilen başka bir aktör tanıyor musunuz bilmiyorum. her şekilde kendini fark ettiren ve biraz olsun yüzümüzü güldüren insanlardan biri varsa o da jim carrey'dir. her rolü ustalıkla oynayabilir bu adam.
bu filmde de çok komik. özellikle mahkeme sahnelerinde. evet, abartılı mimikleri var. zaten onu sevenler de en çok onun abartılı oyunculuğuna gülüyorlar. bu filmdeki gençliği, enerjisi, kalemle kavga ettiği sahne yine güldürdü yine etkiledi beni. hele o oğlu max'i oynayan şirin mi şirin küçük velet... şimdi koskoca 30 yaşında bir adam artık.(bkz: justin cooper)
velhasıl; bu film hem 90'lara geri dönmemi hem de masum komikliklerin hala ne kadar etkileyici olabildiğini görmemi sağladı. bu aralar sadece jim carrey filmlerini izleyen biri olarak "yine sevdim yine izlerim ben bu filmi." diyorum.
I Am Sam (2001)
nasıl lan? nasıl olur da bu zamana kadar izlememiş olurum bu kadar güzel, anlamlı bir filmi? harika... tek kelimeyle harika. sean penn sen nasıl bir oyuncusun ki, tüm film boyunca, aktarılabilecek bütün duyguları biz izleyicilere bu kadar iyi bir şekilde aktarabildin. gerçekten bu kadar yıldır izlememiş olduğum için kendimden utandım.
bir film. ama sadece film değil, o kadar güzel şeylerden bahsediliyor ki bu güzel yapıtta; o yüzdendir ki sadece bir film demek haksızlık olur. bana göre, muhteşem bir film. izleyiniz. hala daha izlemeyen varsa da, vaktini gönül rahatlığıyla bu filmi izlemeye ayırabilir.
Sleepers (1996)
hak ettiği değeri görememiş muhteşem bir filmdir. yazıktır yani bu açıdan. brad pitt'in, robert de niro'nun fantastik oyunculuklarının yanında ufaklıkların da muhteşem oyunculukları, dustin hoffman'ın yardırışı ve daha neler neler. sosyal medyada s*ktiri boktan nice film hakkında sayfalarca yazı döşenmişken bu film hakkında azıcık kritik olması da ayrı bir komiktir. olsun ama çok kişinin bilmesi iyi değil, popüler kültür bu işten çakacak iq'ya sahip olmadığı için hep underrated olarak kalacaktır. kevin bacon da nasıl bir orospu çocuğu rolü oynamıştır hakkaten ayakta alkışlanmalıdır.