Çin, Elinde İmkan Varken Orta Çağ'da Neden Yayılmacı Bir Politika İzlemedi?
çin: orta çağlarda tüm dünyayı kolonize etme ihtimali olan ama bilmediğimiz bir sebepten dolayı bunu yapamayan ya da buna tenezzül etmeyen ülke
orta çağ çok geniş bir süre. o yüzden de çin'in orta çağ boyunca her konuda her zaman avrupa'nın önünde olduğunu iddia etmek mümkün değil. ama genel anlamda baktığım her konuda çin coğrafyasındaki devletler avrupa coğrafyasındaki devletlerin önündeymiş gibi gözüküyor.
yüksek fırınlar (blast furnace) avrupa'da 1300'lü yıllarda yayılmaya başlamışken çin bu fırınları 6. yy'dan itibaren kullanıyor. avrupa amele gibi bloomeries ile uğraşırken çin yüksek fırınlarda senede tonlarca pik demir üretiyor, bunu başarılı bir şekilde dövme demire (wrought iron) de çevirebiliyordu.
yüksek fırın demişken, çin kömür kullanımına avrupa'dan 500 yıl önce, yaklaşık 11. yy'da başlıyor. avrupa'da soylular bütün ormanları talan edip odun kömürü yaparken çin demircileri yüksek fırınlarda kömür kullanıyordu. tabii kömür kullanınca yüksek fırınlar daha da yüksek olabiliyor ve bu da demir üretiminin maliyetini düşürüyor.
bu arada roma da kömürü demir döküm işinde kullanmış ama yüksek fırın olmadan.
tabii bunun dışında ipek, porselen gibi konuları da uzun uzun yazabilirim ama gerek yok. şöyle düşünün, ipek yolu boyunca çin'den sayısız ürün avrupa'ya gelirken avrupa'nın çin'e satabilecek gümüşten başka pek bir şeyi yoktu.
çin barut'u avrupa'dan 400 yıl, pusulayı 200 yıl, matbaayı 400 yıl önce kullanmaya başlıyor. bunların hepsi avrupa'nın aydınlanma çağına girmesinin sebebi olarak gösterilen gelişmeler.
bürokrasi açısından da çin'le herhangi bir orta çağ avrupa devletini karşılaştırmak mümkün değil. 1000 yıl önce çin'de kpss varmış, devlet memuru olmak için insanlar sınava giriyormuş. ming hanedanlığı döneminde 100000 devlet memuru olduğu iddiası var. belki roma bürokrasisi çin'inkiyle yarışabilir ama roma sonrası hiçbir avrupa devletinin benzer bir bürokrasisi olmadı.
çin'de ilginç bir din özgürlüğü de varmış. konfüçyanizm, taoizm ve budizm kolkola geziyor. bunların dışında islam, hristiyanlık, musevilik ve zerdüştlük gibi dinlere de izin veriliyormuş.
çin dünyada ilk kağıt para kullanan devlet. yani bankacılıkta da o dönem için konuşursak avrupa'nın önünde.
çin bir ara kendi coğrafyasında birleşmiş milletler tarzı bir yapı da kuruyor
biraz hilafeti biraz da papalık'ı andıran bir tributary sistemi var: çin çevresindeki bütün hükümdarlar çin imparatorunun üstünlüğünü kabul ediyor. bu sistem haraç gibi değil de hediye alış verişi gibi işliyormuş. çin bu devletlerden gerektiğinde askeri yardım istemediği gibi bu devletler bir saldırıya uğradığında da pek bir yardım göndermiyor. tabii istisnaları da var: japonya kore'yi işgal ettiğinde çin imparatoru kore'ye devasa bir ordu gönderiyor. bir de bazı anlaşmazlıklarda arabulucu olarak da bulunuyor.
esasen moğolların dünyanın yarısını fethetmesi de böyle oluyor. moğollar bu saydığım maddeleri askeri ve siyasi başarılara dönüştürüyor. moğolların kullandığı ekipmanlar avrupalılarınkinden genelde daha iyiydi, askerleri de daha donanımlıydı. bir de moğollar o devasa toprakları çin'den aldıkları devasa bürokrasi ile yönetti.
bunları çin de yapabilirdi esasen. vaktiyle sri lanka'da korsanlar çin gemilerine saldırıyorlar diye çin'den kalkıp, bütün güney asya'yı geçip sri lanka'daki yönetimi değiştirmişlikleri de var. yani filipinler'i, avustralya'yı, hawaii'yi hatta amerika'yı sömürge haline getirme şansları vardı.
ama sri lanka'ya kadar gidip gemilerine saldirmayacaklarını bildikleri birisini başa geçirip dönmüşler. bir koloni subayı koyalım, bir ticaret üssü kuralım falan dememişler. orada kalıcı olmayı pek düşünmemişler.
bunu neden yapmadıklarını bilmiyorum. bunu yapmalarını engelleyen bir eksiklikleri mi vardı? ağır bürokrasileri bu tarz bir hareketi engelliyor muydu? dini sebeplerle mi bunu gerçekleştirmek istemediler? yoksa ilgili yerleri fakir bulup "ulan buraları sömürgeleştirip ne yapacağız" mı dediler? bu sorulara bir cevabım yok.
sosyal darwinizm'e göre güçlü bir devletin yayılmacı davranması kaplanın ceylanı yemesi kadar kaçınılmaz. ama çin bir istisna. çin'in sonradan, özellikle de 19. yy'da düştüğü durum üzerinden "bakın, sosyal darwinizm haklıymış, yayılmacı davranmamak da bir güçsüzlük belirtisi" diyenler olabilir. ama çin, kendisiyle aynı şeylere sahip olup bunları yayılmacı amaçlar için kullanan moğollardan çok daha uzun süre tarih sahnesinde kalmış. bir de yayılmacı devletler de kazık çakamıyorlar. pers, roma, osmanlı, habsburg falan agresif dış politikalarına rağmen bugün aramızda değiller.
bu arada çin tarihini iyi bildiğimi iddia etmiyorum ama kesin böyle bir eleştiri geleceğini bildiğim için bir not düşmem lazım
bu yazıda song, yuan, ming, qing ve başka bir sürü hanedanların hepsinden kısaca çin diye bahsettim. ayrıca yönetici sınıfı çinli olmasa da çin'in kurumlarını aynen alan ve zaman içinde asimile olan yuan'ı ve qing'i aynı çin devletinin devamı olarak varsaydım. çünkü aynısını bizans, japonya ve ingiltere için yapıyoruz. theodesian hanedanlığı ayrı bir devletmiş, justinian hanedanlığı ayrı gibi düşünmüyoruz, venedik işgalini de bizans'ı bitiren bir olaymış gibi görmüyoruz. ingiltere'yi de 1066'dan itibaren arada defalarca hanedan hatta yönetim biçimi değişikliği olmasına rağmen kesintisiz kabul ediyoruz. aynılarını çin için de yapmamızın önünde bir engel görmüyorum. song'dan qing'e çin imparatorluğu aşağı yukarı aynı kurumlarla var oldu.
ekleme: ben burada çin'in avrupa'nın bugünkü ekonomik güce ulaşmasında anahtar rol oynadığı iddia edilen pusula, barut, matbaa, kömür, bürokrasi gibi konularda avrupa'nın en azından bir dönem önünde olduğunu yazdım. buradan kesinlikle "çin insancıl olduğu için yayılmadı" çıkarımını yapmadım, zira böyle güçlü bir çıkarım yapmak için elimizde yeterli bilgi yok. çin'in bu davranışının sebebi kendini tehdit altında hissetmemesi de olabilir, bunu yapmak için bir ekonomik inisiyatif görmemesi de olabilir, yanlış hesap yapması da olabilir. ya da başka bir şey de olabilir. ben bu konuda özel olarak yorum yapmamayı seçtim.
çin'in esasen yayılmacı olduğu iddiası ise komik. japonya'nın kendini hazır hissettiği anda saldırıp ele geçirdiği ryukyu ve kore yıllarca çin etki alanında ama bağımsız olarak hayatta kaldılar mesela. rusya moskova'dan kalkıp pasifik okyanusuna ulaşırken çin biraz kuzeye çıkıp sibirya'da hakimiyet kurmaya uğraşmadı. ya da hollanda kilometrelerce öteden gelip endonezya'da ticaret kolonileri kurarken çin bunu yapmadı. yapamaz mıydı peki? hollanda'dan farklı olarak bölgede çin'in işbirliği yapabileceği en az bir güçlü budist devlet vardı hatta: majapahit. yapmadılar ama.
kağıt parayı bankacılıktan nasıl tamamen ayrı olarak düşünürsünüz bunu anlaması zor. 20. yy'a kadar kağıt paralar "hep istenildiği anda değerli bir madene dönüştürülebilme" (specie redemption) özellikleri olduğu için kullanıldılar. çin'de avrupa'dan belki 500 yıl önce tüketicilerde bu kağıt paraları istedikleri zaman altına veya gümüşe dönüştürebileceklerine dair bir güven oluşmuş ki kağıt para kullanılmış. bu kurumun adı avrupa'da banka, verdileri kağıt paranın adı da banka notu (banknot). bankacılığın italya'da çıktığı iddiası biraz tüm teknolojik gelişmeler avrupa'da çıktı denilebilsin diye yapılan "akthually" yorumu oluyor. italya'daki bankacılık günümüzdeki modern bankacılığa çin'dekinde daha çok benziyor olabilir ama bu durum çin'de avrupa'dan 500 yıl önce bir çeşit bankacılığın var olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
son olarak: burada sosyal darwinizm'i savunmuyorum. beni bu yazıyı yazmaya iten şey çin'in güçlü olan devletin her zaman saldırgan davranma zorunluluğu hissetmediğine dair bir kanıt oluşturmasıydı.
Final notu: ChatGPT, bu soruyu şöyle cevaplıyor
Elindeki imkanlara rağmen Çin’in Orta Çağ’da yayılmacı (kolonyal) bir dış politika izlememesine dair en olası nedenleri birkaç maddede, kısa ama öz şekilde şöyle sıralayabiliriz:
1. Coğrafi Öz Yeterlilik
Çin’in kendi coğrafyası tarım, hammadde ve nüfus açısından o kadar zengindi ki dışarıda sömürülecek "acil bir kaynak" ihtiyacı duymadı.
2. Merkezî Bürokrasi ve İstikrar Takıntısı
Devasa bir bürokratik yapı vardı ve bu yapı statükoyu koruma eğilimindeydi. Yeni topraklar demek yeni sorunlar, yeni karmaşa demekti.
3. Kültürel Üstünlük Algısı (Sino-merkezcilik)
Çin, kendini “dünyanın merkezi” olarak görüyor, diğer kültürleri “barbar” sayıyor, fethetmeyi değil “kendine bağlı haraç ödetmeyi” yeterli buluyordu.
4. Ekonomik Motivasyon Eksikliği
Çin’e gelen mallar değerliydi (gümüş, baharat, vs.), ama dışarıdan alacak çok az şey vardı. Bu nedenle agresif yayılma “karlı” görünmüyordu.
5. Tehdit Algısının Düşüklüğü
Çin, uzun süre doğrudan bir tehdit altında olmadı. Yayılmak yerine mevcut düzeni ve sınırları korumaya odaklandı.
6. Denizcilik Hamlesinin Erken Bitirilmesi
Ming döneminde Zheng He’nin seferleriyle deniz gücü yükseldi, ama sonrasında devlet eliyle bu seferler durduruldu, donanma dağıtıldı. Bu, potansiyel denizaşırı yayılmacılığı bitirdi.
7. Siyasi İnisiyatif ve Rekabet Eksikliği
Avrupa’daki gibi küçük devletler arası rekabet yoktu. Tek bir büyük devlet vardı ve rekabetin getirdiği "keşfetme-yarışma" motivasyonu oluşmadı.
8. İç Tehditler ve Kaynak Tüketimi
Çin, dışarı açılmak yerine sürekli olarak kuzeydeki göçebe tehditlerle uğraştı (Türkler, Moğollar vs.). Kaynaklar dış fetihlere değil iç güvenliğe harcandı.
9. İdeolojik Sınırlılıklar
Konfüçyüsçülük; düzen, hiyerarşi ve istikrarı kutsar. Kolonizasyon gibi "düzeni bozabilecek" girişimler bu felsefeyle çelişiyordu.
10. Jeopolitik Avantaj Eksikliği
Avrupa gibi doğal çıkış noktaları yoktu. Çin’den çıkıp geniş denizleri geçerek verimli koloniler kurmak daha zordu. Bu da maliyeti ve riski artırıyordu.