Ciddi Manada Sabır İsteyen Bir Deneyim: Evde Ördek Beslemek
eğer çocukları seviyorsanız ve anne ya da baba şefkati gösterebileceğinize inanıyorsanız mutlaka edinmelisiniz. yaşayabileceğiniz, iyi ya da kötü tecrübelerin bir kısmını (aklıma geldiği kadarını) paylaşmak istedim.
--- spoiler ---
her şey günün birinde bir çift ördeği pazardan alıp eve getirmemizle başladı. henüz 4 yaşında olan yeğenimin hayvan sevgisini artırmaktı asıl amacımız.
zaman içerisinde bu hedefimize ulaştık:
henüz yürümekte bile zorlanan 2 minik ördeğin birbirlerine yoldaşlık edeceğini planlıyorduk. çünkü ördekler asla yalnız kalamazdı. yalnız kalmak bir ördeğin isteyeceği son şeydir.
bu bilinçle çift olarak ördeklerimizi eve getirdiğimiz gece sorunsuz geçmişti. ancak ertesi sabah uyandığımızda erkek olanın ömrünü noktaladığını ve dişinin de can çekişmekte olduğunu fark ettik.
bir yandan ölen için içimiz burkulurken, diğer yandan hala yaşam belirtileri bulunan dişiyi hayatta tutmaya çabalıyorduk. hatta bir noktadan sonra ben tümüyle ümidimi yitirip başından ayrılmıştım. ablam'ın gayretleri sonucu, ümitlerimizin tükenme noktasında yeniden canlanmayı başaran dişi, hayattaydı ancak artık yalnızdı.
daha önce söylediğim gibi asla yalnız kalmak istemiyordu. eşini kaybettikten sonra yeni yoldaş olarak beni seçmişti. evin içinde yürüyemeyecek hale gelmiştim, ben bir adım attığımda küçücük ayaklarıyla 20 adım atarak peşimden geliyor, her an ayağımın altında kalarak ezilme tehlikesi yaşıyordu. bilgisayarın başına oturduğumda, yanıma gelmeye çalışıyor, zıplayarak yukarı çıkmaya çabalıyor ancak beceremeyip yerlerde yuvarlanıyordu. sadece bu kadar da değil, 1 tek saniye yalnız kaldığında bağırmaya başlıyordu. bir yavrunun sesi ne kadar çıkabilir ki. çok da sorun etmiyorduk bağırmasını ama yine de yalnız bırakmıyorduk.
geceleri herhangi bir yere bırakıp uyumasını beklemek, boşa çabalamaktan ibaretti. aynı odada göz temasımız olacak şekilde ve her an dokunabileceğim mesafede uyuyordu. diğer tüm seçenekleri reddediyordu.
adeta küçük bir çocuk yetiştiriyordum. peşimden asla ayrılmayan, asla yalnız kalamayan ve beni göremediği an ağlamaya başlayan bir bebekti o.
bir ördek yetiştirmek için olması gerekenden fazla acemiydik. odanın bir tarafında suyu, diğer tarafında yemi duruyordu. yem ve su arasındaki iki metreyi koşarak kat ediyor, bir defa yem yiyor, koşarak su içiyor, tekrar yeme koşup bir parça daha yiyor, sonra tekrar suya koşuyordu. izlemesi çok zevkli ve eğlenceliydi. ancak ciddi şekilde efor sarf etmesine kıyamadım ve tam o aşamada anladım ki, yemini nemlendirmek yeterli değildi. her zaman 1 adım ötesinde suyu olmalıydı.
günler günleri kovalıyor, yeni doğum yapmış bir anneymişim gibi evden çıkamıyor, onu yalnız bırakamıyordum ve giderek büyümeye başlıyordu. her büyüme evresinde, yeni bir işaret keşfediyor ve o işaretiyle bize derdini anlatıyordu. başlarda anlamasak da, deneme yanılma yöntemiyle her işaretinin anlamını çözüyorduk. zamanla, yemek istediğinde, terasa çıkmak istediğinde, suya girmek istediğinde, çiftleşmek istediğinde, oyun oynamak istediğinde, parka gitmek istediğinde ayrı ayrı işaretlerle derdini anlatmaya başlayacaktı.
büyüdükçe daha sevimli, daha anlaşılır ve daha bakımı kolay bir hale gelmeye başladı. artık yüzmeye de başlamıştı. kovanın içerisinde suyla oynarken çıkardığı sesin, mutlu olduğu anlamına geldiğini de çözmüştük. o ses belki de beni hayatımda en çok mutlu eden seslerden biri olmuştu. yetiştirip büyüttüğünüz, tüm yaşamı, sizin insafınıza, öz verinize bağlı olan bir canlının, onun için yaptığınız herhangi bir şeyden mutlu olması sevindiriciydi.
zaman geçtikçe aciz olarak gördüğümüz sevimli yavrunun, ipleri tümüyle kendi eline alışını izliyorduk. terasın kapısını açın dediğinde kapıyı açıyor, su istediğinde suyunu veriyor, yemek istediğinde yemeğini veriyor, parka gitmek istediğinde parka götürüyorduk.
öyle nazlı ve şımarık yetiştirmiştik ki, parkta solucan ya da böcek avlamıyordu. önce toprağı eşeleyip solucan buluyor daha sonra bir çubuğa takarak servis ediyorduk. yere düşürdüğü parçayı dahi almaya tenezzül etmiyordu.
tüm uğraşlarımıza bir de mahalle baskısı eklenmişti.
- ne güzel etlenmiş, kessenize, siz kesemiyorsanız kesip vereyim.
gibi cümleler, tam anlamıyla vahşeti çağrıştırmaya başlamıştı. oysa marketten aldığımız ördek etlerini çok severdim. ancak bu benim evladımdı. baba şefkatiyle büyüttüğüm bir canlıyı nasıl keserdim.
garip garip sesler çıkarmaya başladığı bir dönemin sonunda, ses tellerinin geliştiğini anlamamız uzun sürmedi. artık 1 dakikalığına yanından ayrılıp alt kata indiğimde, tüm binayı uyandıracak kadar yüksek sesle bağırıyordu. geceleri ben internette gezinirken, ayağımın üzerine çıkıp uyuyor, uykusu olmadığı zamanlarda ayak parmaklarımı kemiriyor, bazen kahkaha attıracak seviyede gıdıklıyordu.
haxball ve benzeri oyunlar oynadığım bir ana denk geldiğinde gıdıklanma hissinden kaynaklı hatalar yapmam en eğlenceli anılarım biri olmuştu. ancak ayağımın üzerinde uyurken, yerimden kalkıp çay, kahve almak için mutfağa inmem tam manasıyla bir işkenceydi.
merdivenleri inerken, merdivenlerin başına kadar peşimden koşuyor, nereye gittiğime bakıyor, kısık sesle bir kaç kez ötüyor, ben o arada ocağın altını yakıp suyu ısınmaya bırakıyor, yeniden merdivene koşarak kendimi gösteriyor, su kaynayana kadar yanında bekliyordum. bu ritüeli bir kaç saniye geçirdiğimde binada uyuyabilen kimse kalmıyordu.
en avantajlı olduğumuz konu hastalıklardı. çünkü yetişkin bir ördek, kolay hasta olmaz ve soğuk havayı severdi. kar yağmaya başladığında terasa çıkarırdım. havada süzülen kar tanelerini yakalamaya çalışmasını izlemek çok eğlenceliydi. kar seviyesi yükseldiğinde ise, terasta adeta biriken karın içerisine gömülüp kayboluyordu.
terası yıkadığımız anlar da, en çok eğlendiği anlar arasındaydı, akıp giden suyu kovalaması, içmeye çalışması, arada kayıp düşmesi. hepsinden büyük keyif alıyordu.
geceleri, yanımda kutunun içerisinde uyuduğunu daha önce belirtmiştim. büyümeye başladığında bu konuda da çok değişiklik yaşanmaya başladı. artık gün ışıdığında yataktan dışarı sarkan elimi gagalayarak beni uyandırmaya başlamıştı.
hatta daha sonra bir adım daha öteye götürerek kutudan atlayıp yatağıma sıçramaya başlamıştı.
bir gün terasa çıktığımda şöyle bir görüntüyle karşılaşmıştım:
toprakla oynasın diye yere koyduğumuz saksıyı, gagasıyla su kabından su taşıyarak, bir çamur deryasına çevirmiş ve bu hale gelmişti. bunu unutmamak gerekir ki, ördekler çamuru çok severler.
günler ilerlerken, bir gün yine garip bir tavır sergilemeye başladı, asla yanımdan ayrılmazken, girecek kuytu bir yer aramaya başladı. başlangıçta anlam veremesem de sonunda olacakları anlamıştım. ofiste bulunan kullanmadığımız dolabın içine girebilmesi için ayrı bir yaptım. bir kaç gün garip sesler çıkararak ara ara oraya girse de sonuç yoktu. ancak sonunda ne yapması gerektiğini öğrenmişti. bir sabah dolabın içerisine baktığımda, kocaman bir yumurtayla karşılaşmıştım. garip bir şekilde duygulanmıştım.
sonraki günler her gece 2-3 gibi yumurtlamaya devam etti. zamanla dolap yerine, kendi kutusunda yumurtlamayı tercih etti. her gece 2 de bağırıp huysuzlanıyor, terasa çıkıp su içiyor, bir kaç dakika yüzüyor ve sonra yeniden huysuzlanıp kutusuna girmek istiyordu. kutuya koyduktan 20-30 dakika sonra ise yumurtluyordu.
eğer bu anlara şahit olursanız, sakın benim yaptığımı yapıp, hayvanın yüzüne bakmayın. yüzündeki o acı ifade hala gözlerimin önünden gitmiyor.
--- spoiler ---
daha da aklıma geldikçe eklerim belki ama şu kadarını söyleyebilirim ki, onunla birlikte geçirdiğimiz zamanın en az %90'ı çok keyifli ve mutlu geçmişti. ancak sürecin sonunda "evde ördek beslemenin imkansız olduğunu" uzun süre dirensek de kabullendik. neden mi?
"ördek pis hayvandır" şeklinde bir tabir vardır ancak bunu şöyle düzenlemek gerekir:
rdekler muhtemelen en temiz hayvanlardan biridir, ancak çevresini inanılmaz ölçüde kirletir.
dakika'da en az 2 defa, bazen 4-5 defa kaka yaparlar ve kullanılan yemlerden ötürü leş gibi kokar. bir ördek tek başına bulunduğu bölgeyi ahırdan daha kötü bir hale getirebilir. günde 1 ila 2 rulo tuvalet kağıdı tüketiyorduk, kaka yaptığı an pisliği silip kaldırıyorduk ve günde en az 3 defa temizlik yapıyorduk. ancak buna rağmen, göze batacak seviyenin çok daha üstünde bir kirlilik söz konusuydu. bu pisliğe rağmen her gün defalarca suy girerek kendisini temizliyor pırıl pırıl geziyordu.
ayrıca, ciddi derecede sosyal hayatınızı bitiriyor. 1 dakika bile yalnız kalamayan bu hayvanı, gün boyunca evde yalnız bırakıp dışarı çıkma şansınız yok. 2 gün eve gelmeseniz 2 gün aralıksız mahalleyi ayağa kaldırabilecek seviyede bağırır.
tüm güzel şeylere rağmen, temizlik ve uzun süre bağlılık sorunu nedeniyle, bahçesi olan ve ördek besleyen bir aileye teslim ederek, yaklaşık 1 yılın ardından hayatımızdan çıkarmak zorunda kaldık.