SİNEMA 29 Mayıs 2020
54,3b OKUNMA     587 PAYLAŞIM

Christopher Nolan, The Prestige'in Finalini Bu Kadar Çarpıcı Yapmayı Nasıl Başardı?

2006 tarihli filmin çarpıcı bir finali olduğu gerçek. Peki Nolan neler yaptı da bu güzel hikayeyi böyle bir finalle taçlandırmayı başardı? Uyguladığı tekniklere bir bakalım.

christopher nolan'ın filmdeki tekniği birebir izleyicisine yaşatmak gibi bir tarzı var. mesela memento'da sürekli hafızasını kaybeden ana karakterin durumunu anlayabilmeniz için filmin kurgusunu tersten yapıp sizin de hafızanızla oynuyordu. ya da insomnia'daki karakterin uykusuzluğunu hissetmeniz için sert ışığı yüksek pozlayıp retinanıza saldırıyordu.

kendisi sihirbazların rekabetini anlattığı bu filmde de benzer bir teknik uyguluyor. ancak şöyle bir fark var. normalde olayları adım adım inşa ederek bir yere kadar yükselirsiniz ve orada finali yaparsınız. bu filmde ise nolan ikili oynuyor ve seyircisine bir merdiveni tırmandırıyor. siz finali orada beklerken basamağı altınızdan çekiyor ve kendinizi finalin beklediği asıl zemine çakılmış halde buluyorsunuz. filmin, sonu sürprizli tüm diğer filmlerden farklı olmasının nedeni de bu. şimdi bu filmde nolan inşa mekanizmasını nasıl kurmuş ve finaldeki çarpıcılığı nasıl planlamış bir inceleyelim.

Uyarı: Bu noktadan sonrası spoiler içerir.

nolan'ın finaldeki sert düşüşü hazırlamak için attığı beş adım var. bunların amacı da filmin çoğu sahnesinde görülen fallon’u gözlerden saklamak. çünkü “bakıyorsunuz ama görmek istemiyorsunuz.” tezini güçlendirmek için karakterin gerçekten orada olması gerekiyor. böylece finalde açıklama yapıldığı zaman “ben bunu nasıl göremedim.” diyecek izleyici.

1) dönem

filmin 19. yy’da geçmesinin hem senaryoya etki eden hem de görsel olarak kullanıldığı iki alan var. dönemin senaryo için avantajı kullanılan her şeyin mekanik olması. çünkü özellikle 2000’ler sonrası insanlar teknoloji ile bütünleşti. bu yüzden illüzyon gibi şeylere şaşırmıyorlar artık. ayrıca gelişen teknolojiyle makyaj ya da maske kullanarak bir insanı başka birine benzetmeniz çok kolay. bu yüzden transporting man gibi bir numaranın şu an pratikte bir etkileyiciliği yok. bir de dijital hiçbir şey kullanılmıyor filmde. bu yüzden hızla açılan mekanik bir kafes bile o dönem içinde değerlendirdiğinizde etkileyici bir hale geliyor.

görsel olarak kullanımı da izleyicinin dikkatini dağıtmak için. çünkü insanlar gördüğü şeylere çok çabuk alışıyor ve alışkın oldukları şeylere dönüp ikinci bir sefer bakmıyorlar. mesela great danton sahnedeyken modern bir takım elbise giyiyor olsa bu çok dikkatinizi çekmezdi. ancak o döneme uygun bir smokin giydiği için ister istemez gözünüze farklı gelen şeyi incelemek istiyorsunuz. film de çay takımı, mobilyalar, binalar, arabalar, kostümlerle dolu olduğu için algınızın bir kısmı buna ayrılıyor ve nolan’ın fallon’u daha kolay gizlemesini sağlıyor.

2) rekabet

filmin ana ekseni borden ve angier arasındaki rekabet üzerine kurulu. ikisi de genç ve yetenekli. angier sahne ışığıyla öne çıkarken, borden yeni numaralar üretmek konusunda daha yaratıcı. aralarındaki husumet de angier’in eşinin ölümüyle başlıyor gibi duruyor ama bu sadece bir tetikleyici. çünkü angier’in de itiraf ettiği gibi bu eşiyle değil, kimin en iyi olacağıyla alakalı daha çok.

bu rekabet de filme sürükleyicilik katıyor. angier’in, borden’i parmaklarından vurması, borden’in angier’i sabote edip seyircilerden birinin parmaklarının kırılmasına neden olması, angier’in borden’ın numarasını çalıp daha süslü bir şekilde satması, borden’ın gidip angier’in dublörünü kışkırtması ve sonunda bacağının kırılmasına neden olması gibi daha da uzayıp giden her anı heyecan dolu ve filmi daha önce izlemiş olsanız da “kim kazanacak?” sorusundan bir türlü kurtulamadığınız bir akış var burada. nolan da bu sürükleyicilikten faydalanıyor. izleyici “aha borden’ın parmaklar gitti, aman angier günlüğü ele geçirdi.” derken nolan’ın filmdeki asıl numarası olan fallon ekrandan insanlara el sallıyor.

3) duygu

rekabetin patladığı nokta karakterler için önemli değil dedik ama izleyici için önemli. çünkü eğer bir taraf eşini kaybettiyse ve bunun intikamını almaya çalışıyorsa (en azından hikayenin başında) bu sizi taraf olmaya itiyor ister istemez. ancak film sizin tek bir taraf tutmanıza izin vermiyor. çünkü öteki tarafta da borden’ın korumaya çalıştığı mutlu bir ailesi var. böylece iki rakip arasında gidip geliyorsunuz. sabit bir fikriniz olmadığı için de filmi izlerken sürekli hangi tarafla duygusal bağ kuracağınızı düşünüyorsunuz. bu da “sürekli ortalıkta gezinen follan kim?” diye soracak vaktinizin kalmamasına neden oluyor.

bu tabi nolan’ın yaptığı bilinçli bir tercih. fallon’un göründüğü çoğu sahneden önce ya da sonra borden’ı ailesiyle birlikte izliyoruz. mesela borden, hapishanede fallon ile konuşurken jess de var aynı sahnede. siz parmaklıklar arkasında babasıyla konuşmaya çalışan bir kızın durumuna üzülürken, nolan finalin etkileyiciliği artsın diye fallon’a ekran süresi kazanmakla meşgul o sıra.

4) tesla

bu nolan’ın yaptığı en güzel numaralardan biri. film yapımı ve hikaye konusunda kendi zamanı için bile öncü olan nolan bir süre sonra tabii ki 19. yüzyılın kısıtlamalarından sıkılacaktı. filmi farklı bir merak konusu üzerine de kurabilirdi ancak bu sinema kişiliğine uymayacaktı. bu yüzden zamanın (hatta sanırım şimdinin bile) en öncü fizikçilerinden birine filmde yer verdi.

filmde tesla’yı kullanmasının avantajı da istediği her şeyi yazabilmesi. çünkü tesla çok başarılı bir mucit ancak çoğu fikrini hayata geçirememiş. bu yüzden “aya birilerini ışınlıyorum.” gibi filmin dokusunu bozacak mekaniklere girmeden nolan yaptığı işi istediği gibi abartabiliyor. bu abartı sayesinde de izleyicinin merak duygusu başarılı bir şekilde kaşınmış oluyor. çünkü david bowie’nin canlandırdığı, sınırsız bir dahi olan tesla ekrandayken kimse basit kaldıraçlar ve tuzak kapılar yaptığını düşündüğü fallon’a dikkat etmiyor.

5) ters senaryo

bu nolan’ın standart bir uygulaması zaten. kendisi bir şeyi asla düz bir akışla anlatmıyor. bu film de mesela başladığı plan ile bitiyor ve michael caine’in prestij hakkındaki tiradını dinliyoruz. ancak bu iki sefer değil. anlatış döngüsel olduğu için filmde izlediğimiz ilk sahne aslında hikayenin sonunda.

nolan’ın bunu kullanması da merak uyandırıyor. siz christian bale’in karakteri neden hapiste ya da angier nasıl öldü merak ederken nolan yine fallon’a alan açıyor bol bol. ayrıca bu teknik sayesinde izleyici sürekli bir şeyi bulduğunu sanıyor. önce sonuç sonra neden gösterildiği için izleyici kontrolün kendisinde olduğunu sanıyor ve çözdüğü her şeyle sonuca biraz daha yaklaştığını düşünüyor ancak film burada izleyicisini bir şekilde yanlış yönlendiriyor ve ne yaptığını gizliyor. çünkü nolan izleyicisini direkt çıkmaz sokağa atsa izleyici bir şeyleri aramaya devam edecekti ve eninde sonunda fallon’a bakmaya başlayacaktı. ancak film öyle bir tasarlanmış ki izleyici sürekli cevaplara ulaştığını düşünüyor. bu yüzden de daha dikkatli olmaya da gerek duymuyor.

Spoiler'ın sonu.

sonuç olarak

michael caine prestijin ne olduğunu anlatırken aslında iki karakter arasında yaşananlardan bahsetmiyordu. filmin izleyici olarak sizle nasıl oynayacağını ve finalde oynamış olduğunu açıklıyordu. borden’ın hapishanedeyken topu düşürüp gardiyanı masaya kilitlemesi gibi dönem, rekabet, duygular daha geniş anlamda filmde gördüğünüz her şey izleyicinin dikkatini dağıtmak için kullanılan şeylerdi.

çünkü insanlar nolan’ı tanıyor artık ve finalde bir twist olacağını biliyor. uzun bir kariyerin ve meşhur olmanın yarattığı bir dezavantaj bu. tıpkı kendi karakterleri gibi nolan'ı da adım adım izleyen insanlar var artık. the prestige bu yüzden de etkileyici aslında. çünkü milyonlarca insanın izlediği iki saatlik filmde hazırladığınız sürprizi ekranda tutarak gizlemek çok büyük bir başarı gerçekten de.

Inception Filminin Hala Açıklanmayan Finali Tam Olarak Ne Anlatmak İstemişti?