Cem Karaca ve Dervişan'ın Kült Olan Politik Albümü "Yoksulluk Kader Olamaz"ın Hikayesi
yoksulluk kader olamaz, cem karaca ve dervişan'ın efsanevi politik albümü. halbuki aynı cem karaca, 1960'ların ortasında piyasaya ilk çıktığında siyasetten uzak, türk müziğini batılı formda yorumlamaya çalışan genç bir şarkıcıydı. ancak zaman içinde kendisini türk müziğine daha çok veren karaca, kardaşlar ile beraber başta dadaloğlu olmak üzere anadolu kokan şarkılar yaptığı gibi, sosyal açıdan bir mesaj veren şarkılar da kaydetmeye başladı. moğollar ile aynı tarzı devam ettirirken, 1974'te dervişan grubunu kurdu. çıkardıkları ilk 45'lik "beyaz atlı / yiğitler" kardaşlar ve moğollar tarzını devam ettirirken, 1975'in başında çıkardıkları tamirci çırağı, sınıf kavramını vurgulayan sözleri ve "işçisin sen, işçi kal" sloganı ile karaca'nın dünya görüşünü açıkça yansıtmış, müzikal anlamda da klavyeci uğur dikmen'in öne çıkması klasik anadolu rock'tan o dönem yurtdışında altın zamanını yaşayan progresif rock'a doğru bir dönüşüme yol açmıştı. bu dönemde çıkan parka, beni siz delirttiniz, kavga gibi şarkılar ile cem karaca, eserlerindeki siyasal dozu gitgide yukarı çekiyordu.
elbette karaca bunun ceremesini çekti
mart 1975'te milliyetçi cephe hükümeti kurulduktan hemen sonra ülkenin tek televizyon kanalı trt'nin yönetimine gözünü koydu. trt'nin "komünizm propogandası" yaptığından yakınan başbakan yardımcısı necmettin erbakan'ın baskısı ile başbakan süleyman demirel, trt genel müdürü ismail cem'i görevinden aldı ve yerine daha sonra akp'nin kurucularından olacak nevzat yalçıntaş göreve getirdi. yaptığı ilk işlerden biri yahudi soykırımı'nı konu alan bir diziyi yayından kaldırmak olan yalçıntaş, cem karaca'nın "namus belası" şarkısına da yasak getirmeyi teklif etti ancak cem'in ekibi halen trt'de olduğu için bu teklif reddedildi. danıştay, ismail cem'in görevden alınmasının hukuk dışı olduğu başvurusunu kabul edip, bu konuyu gündemine alınca yalçıntaş görevini bıraktı. yerine ana dalı aslında ziraat olan şaban karataş getirildi. karataş'ın haber başkanlığına getirdiği eski adalet partisi milletvekili hami tezkan, geldiği gibi cem karaca ve dervişan'nın kavga şarkısına trt'de yasak getirdi. şarkı aslında kurtuluş savaşı'nda cepheye silah götürürken ölen üç karadeniz erkeğini ve onların tüfeklerini bulup yarım kalan işi tamamlamaya çalışan üç karadeniz kadınını anlatmaktaydı. normal şartlarda hiçbir trt çalışanını rahatsız etmemesi gereken bu eserin sonundaki "bütün halk birlik olmazsa kavga haklı olmuyor" sözlerini trt rahatsız edici bulmuştu. belli ki o dönemde de halkın bir bütün olmasından çekiniliyor, halkın kutuplaşması kötü giden her şeyden sorumlu tutacakları bir "öteki"nin var olmasını sağladığı için yöneticilerin işine geliyordu.
trt'de yasaklı karaca, dönemin tek televizyonuna çıkmayacağını bildiği için midir yoksa temmuz ayında oğlu emrah karaca'nın doğumu ile hayatının yeni bir dönemine girdiğinden mıdır bilinmez, 1976 yılını sadece "parka" 45'liği ile tamamladı. ancak müziğini yurdun dört bir yanında konserlerle ulaştırmaya da ara vermedi. o dönem ajda pekkan gibi apolitik kişiliği ile tanınan ve eleştirilen pop şarkılarının da bulunduğu matinelerde pejmürde kıyafetlerle eşitlik ve kardeşlik temalı eleştiren şarkıları söylemekten çekinmedi.
bu sırada milliyetçi cephe yönetiminde siyasal şiddet, komünizm ile savaşma adı altında gitgide şiddetini arttırdı
ve 1 mayıs 1977'de herkesin bildiği üzere 34 kişi hayatını kaybederken halen bu olayın ardındaki sis perdesi kaldırılamadı. ayrıca ekonomi kötü bir durumdaydı. 1973'te petrol krizi, 1974'te kıbrıs barış harekatı ve ambargolar derken, ülkenin ekonomisi çok kırılgan bir haldeydi. siyasal istikrarsızlık ekonomik sıkıntıları beslerken, ekonomik sıkıntılar da sınıf ayrımını belirginleştirerek siyasi istikrarsızlığı besleyip bir kısır döngü yaratıyordu. yoksul ve zenginin arasındaki ayrım gitgide artmış ve emekçi sınıfı sorunlarının çözümü için sola sarılmıştı. ancak sol da kendi içinde fraksiyonlara ayrılmıştı. 1977 mart'ında cem karaca aydın'da konser verirken aşırı sol slogan atmak isteyenler engellenmeye çalışılınca kavga çıktı ve chp aydın il başkanı dövüldü. sadece dinleyicileri değil elbette. sadece bir ay sonra şanlıurfa'ya konser vermeye giden dervişan üyeleri dayak yediler. bu karışıklık döneminde cem karaca, zaman zaman almanya'ya gitmeye başladı.
haziran ayındaki seçimlerde bülent ecevit'in chp'si oyların %41'ini alarak türkiye'de solun ülkedeki en büyük başarısını elde etti ancak yine de iktidara gelemedi çünkü diğer partiler 2. milliyetçi cephe hükümetini kurdu. bu dönemde karaca, verdiği konsere bülent ecevit posterleri ile çıkıp, desteğini açık açık belli ediyordu. savunduğu dünya görüşünün başa geçmemesi, ekonomik sıkıntılar, trt boykotu derken, cem karaca tepkisini müziğine yansıtmaya karar verdi ve o sene gerçek anlamdaki ilk uzun çaları olan "yoksulluk kader olamaz"ı kaydetti.
şarkıya geldiğimizde daha detaylı bakacağız ama "yoksulluk kader olamaz" adı bile başlı başına bir manifesto. ülkemizin en derin yaralarından biri olan "kaderimizse çekeriz" mantalitesine bir tokat yapıştıran bu söz, içinde umudu da barındırıyor. belki sokağın ortasında aniden çakan şimşeğin başına düşmesi ile felç kalman kader olabilir ama senin belli bir hayat şartında yaşamanı sağlaması gereken devletin görevini yapmaması, elindeki parayı şatafata, lüks saraylara, makam odalarına harcaması nedeniyle önlenemeyen yoksulluk "kader olamaz, kader değildir". bu kalıbın albüm kapağında duvara bir slogan olarak yazılmış olması da bir başka dikkat çekici duruş. yani sadece adı ve kapağı ile birlikte bu albüm bize neler dinleteceğinin sinyallerini veriyor.
müzikal olarak tam olarak bir kalıba oturtmak mümkün değil. cem karaca'nın vokal performansı zaman zaman anadolu nameleri içeriyor. sözlerde de zaman zaman yerel motifler gizli. ancak müzikal altyapıya anadolu rock demek doğru değil. aksine zaman zaman yes'i andıran, progresif rock'a yakın performanslar var. aynı zamanda daha pop ve ballad tarzında düzenlemelere de denk geliyoruz. albümün rock havasını azaltan nedenlerden biri elektro gitarın oldukça minimal bir şekilde kullanılması. gitarda moğollar'ın bas gitaristi taner öngür bulunmakta. belki de asıl enstrümanı bas olduğu için öngür pek öne çıkmıyor ve genellikle akor basmak ile yetiniyor. ancak sevdan beni'deki gitar performansına şapka çıkarmak lazım. albümün en baskın enstrümanı ise klavye ve karaca ile uzun yıllar boyunca çalışacak uğur dikmen klavyenin başında şovunu yapıyor. bastığı akorlar ile şarkıların genel havasını veren klavye, bazı şarkılarda ise attığı sololarla şarkıları zenginleştiriyor. bas ve davul maalesef albümün miksajından ötürü çok geride kalmış. bu da biraz üzücü çünkü kulak verildiğinde bu iki enstrümanın çok sıkı bir altyapı oluşturduğunu dinliyoruz. sefa ulaştır, dümdüz bir davul performansı göstermek yerine, oldukça yaratıcı davul atakları ile şarkıları daha ilginç kılarken, bas gitarda murat töz davulun etkisini daha da arttırıp, şarkı aralarına güzel bas melodileri döşemiş. ve de elbette cem karaca. kelimenin tam anlamıyla kusursuz bir performans. tiyatro geçmişi sağolsun, anlattığı her hikayeye inanıyoruz. her bir şarkıda sesinin ne kadar güçlü ve güzel olduğunu görmek mümkün. mükemmel demekten başka ne denir bilmiyorum.
albümün alamet-i farikası olan şarkı başlangıçlarına değinmeden olmaz. albümdeki her şarkı albümün sonunda yer alan "yoksulluk kader olamaz" şarkının ana melodisinin piyano ve akustik gitar ile daha yavaş bir tempoda çalınmış 30 saniyelik bir yorumu ile açılmakta. bu pasajın sonunda cem karaca, sıradaki şarkının adını okuyor. bu tercih bende albümü dinlerken bir kitap okuyormuşum da her şarkı değişiminde sayfa değiştiriyormuşum hissiyatı yaratıyor. yalnız benim dinlediğim versiyonda iki hata var. ilk şarkı "kerem gibi"nin adı okunmuyor, "maden ocağının dibinde"nin sonuna da aynı pasaj eklenmiş. belki dijital ortama aktarılırken bir hata olmuştur.
albümün açılışını nazım hikmet'in ünlü eserlerinden kerem gibi ile yapıyoruz. karaca, bu şiirin bir kısmını bestelemiş. bas ve davulun askeri bir törene eşlik edermiş gibi çaldığı tarzın ardından, önce gitarın saykodelik iniş ve çıkışları, daha sonra da derinden başlayıp gitgide yükselen klavye şarkıya dahil oluyor. bu da şarkıyı müzikal olarak herhangi bir anadolu rock şarkısından çok farklı kılıyor. cem karaca'nın sesi zaten bütün albüm boyunca olduğu gibi burada da oldukça görkemli. "bağır bağır bağırıyorum" kısmında gür gür gürlüyor. hele şarkının en sonundaki performansı opera sanatçılarını aratmıyor. türk şiir tarihinin en bilinen ve etkileyici dizelerinden "sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlık aydınlığa" sözleri önce yavaş ve kalbe dokunacak gibi, sonra da daha hızlı, sert ve sloganvari bir şekilde sıkça tekrar ediliyor.
albümün ikinci şarkısı bir öğretmene ağıt kulağa müzikal olarak çok pozitif geliyor. dikmen'in klavyesi sanki bir ninni çalmakta. diğer enstrümanlar biraz geri planda kalsa da oldukça oldukça tatlı ilerliyorlar. cem karaca'nın vokali ise sanki bir chanson ya da 1950'lerde abd listelerini sallayan klasik pop şarkılarından birini söylüyor gibi. halbuki şarkının sözleri oldukça acı. bu albümde birçok mesleğe değinen karaca, bu şarkıda bir cumhuriyet öğretmeninin trajik hikayesini anlatıyor. gerçek bir hikayeden esinlenmiş midir bilmiyorum ama yoksul bir köyde taşla vurularak öldürülen bir öğretmenin ağzından kendi hikayesini dinliyoruz. ölüm nedeninin öğretmen oluşu ve aydınlık düşüncelerini saklamaması olduğunu, karaca'nın şiir okuduğu kısımda anlıyoruz. gericiler tarafından öldürülen mustafa fehmi kubilay'ın yanında yatmak istemesi, öğretmenin ölüm nedeni hakkında biraz daha bilgi vermekte. yine de öğretmenin son anlarında bile bugün kapalı okulun yine açılabileceğini söylemesi ve öğrencilerine ağlamamayı öğütlemesi bir umut barındırırken, şarkının pozitif melodisi ile bir bütünlük sağlıyor. biraz didaktik bir eser ama değerli.
üçüncü sırada bir başka şiir uyarlaması var: ahmed arif'in `diyarbekir kalesinden notlar ve adiloş bebenin ninnisişiirinin son bölümünden uyarlanmışadiloş bebe`. şarkının ana piyano/klavye rifini çok seviyorum. özellikle klavye ile çalınan versiyonu beni alıp bir yeşilçam filminin içine oturtuyor. (bu cümleyi yazdıktan sonra gördüm ki bu şarkı aslında oyuncu/besteci sadık gürbüz bestelemiş ve 1976'de kara çarşaflı kadın filmi için kaydetmiş. yani o yeşilçam havası bir tesadüf değil. ancak şarkının orijinal versiyonunda dikmen'in o etkileyici klavye rifi yok). sefa ulaştır'ın baterisi bu şarkıda çok iyi. şarkının enerjisini aslen o veriyor. bas partisyonları da çok güzel. ahmed arif'in yeğeninin dünyaya gelmesini anlatan sözlerin en önemli yeri "bunlar engerekler ve çıyanlardır, bunlar aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır. tanı bunları, tanı da büyü" kısmı olsa gerek. bu kısma gelmeden müziğin biraz daha farklı ve gergin bir hale geldiğini duyuyoruz. bateri bu bölümde de çok sağlam. bu bahsettiğim mısralarda cem karaca bu satırların öfkesini çok iyi yansıtmış.
kerem gibi ve adilos bebe marş gibi şarkılar iken, albümün dördüncü şarkısı işçi marşı ile gerçek anlamda bir marş dinliyoruz. öncelikle bu şarkı "günlerin bugün getirdiği" diye başlayan 1 mayıs şarkı değil - ki o şarkı da karaca'nın dervişan ile yaptığı son kayıt olacak ve başına çok bela açacaktır. bu eser can yücel'in işçi marşı şiirinin taner öngür tarafından bestelenmiş hali. internette genellikle bu şarkının ilk üç kıtası yücel'e atfediliyor ama tüm kıtalar yücel'in elinden çıksa gerek çünkü künyede başka bir isim yok. orijinal şiirde "allah'a açılmış el" derken karaca'nın "tanrı'ya açılmış el" demesi bana ilginç geliyor. herhalde "tanrı" tabiri o dönemin sol jargonuna daha uygun ki karaca böyle demeyi tercih etmiş. şarkı, büyük ihtimal gitardan çıkan bol efektli ve oldukça sert bir rif ile başlıyor. şarkının geri kalanı ise rock müzik formatında çalınmış bir marş olarak devam ediyor. bu formatı sağlayan tabii yine davul ve bas gitar. klavye ise bu ikilinin aksine oldukça hafif dokunuşlar yapıyor. şarkının ortasındaki klavye solosu buram buram 1970'ler kokuyor. bana her zaman biraz fazla göze parmak gelmiştir bu şarkı. sınıf mücadelesi ve aydınlık bir gelecek umudu albümün diğer şarkılarında daha farklı metinlere dayanarak ve müzikal anlamda çok sağlam verilirken, burada daha basmakalıp ve yorucu bir yorum var.
albüm bir başka siir yorumu ile devam ediyor. albüm kapağında sözlerini a kadir ve asım tanış'ın yazdığı söylenen ama aslında kadir ve tanış'ın yaptığı alto severini çevirisi maden ocağının dibinde, cem karaca'nın bestesi ile karşımıza çıkıyor. "severini kimdir?", "bu şiiri yazmasına ne vesile olmuştur?" diye araştırma yapmak istedim ama kendisi hakkında pek bir bilgi yok. ikinci el dükkanlarda birkaç şiir kitabı satılıyor, o kadar. kadir ve tanış'ın bu şiire nasıl ulaştıkları merak konusu. bir öğretmene ağıt gibi bu şarkı da belli bir mesleğe, madencilere, adanmış. ancak onların ağzından değil, onlara söylenen sözlerden oluşmakta. müzikal olarak iki bölümden oluşmakta. ilkinde sözlerdeki gerginliği ("hava yok, ışık yok, besin yok") gitar, bas ve davuldan oluşan funky bir altyapıya yedirmişler. klavye de cem karaca ile düet yapıyor gibi. "oğlun bile yok", "bir sen varsın" kısımlarında ise cem karaca'nın güçlü sesi ile birlikte müzik de sanki onu kısıtlayan şeylerden kurtulup özgürce akıyor. şarkının ikinci kısmı ise musique concrète olarak adlandırabileceğimiz bir şekilde maden işçilerinin çıkardığı izlenimini veren ses efektleri ile başlayıp bitmekte. klavyenin melankolik tonunun üstünde grup üyelerinin geri vokalleri bu işçilere yakılan bir ağıt sanki. karaca'nın düz yazı olarak okuduğu "ayırdılar seni dünyadan, aldılar elinden ışığını, havanı, besinini, sevdiğin kadını, taptığın oğlunu aldılar elinden" sözleri de bu ağıdı daha güçlü kılıyor. elbette bu şarkıyı dinleyince insanın aklına soma faciasının gelmemesi imkansız. şarkı, dervişan'ın bu albümdeki davulcusu sefa ulaştır'ın o dönem beraber çaldığı kurtalan ekspres tarafından hayko cepkin'in vokali ile yeniden yorumlanmıştı. ancak orijinal versiyonu maden işçilerinin acısını ve yaşamının zorluklarını çok ama çok iyi bir şekilde yansıtıyor.
albümün en epik şarkısı sevdan beni. yine bir şiir uyarlaması ve yine ahmed arif'ten bir şiir. uzaktan bakınca albümün tek aşk şarkısı bu gibi duruyor. ancak "ellerim kelepçede" sözler, kahramanımızın hapishanede olduğunu bize anlatıyor. keza cem karaca, bu şarkıyı bir konserinde yorumlarken düşünce suçlularına adıyor. belki de bu sevda, "özgürlük" sevdasıdır. bu şiirin bir kısmı 3 sene önce bir başka anadolu rock efsanesi fikret kızılok ve o dönemki grubu tehlikeli madde tarafından yorumlanmıştı. karaca, kızılok'tan farklı olarak şiirin tamamına odaklansa da müzik olarak sanki kızılok'un eserinden zaman zaman etkilenmiş gibi. ama bunun bilinçli bir tercih olduğunu sanmıyorum. cem karaca bu şarkıda da parıl parıl parlıyor. şarkının ilk bölümünde grup elemanları şarkıya girer gibi yapıp girmeyen beklentiyi arttırırken, cem karaca yine gürül gürül, gönül tellerini titrete titrete şarkıya başlıyor. şarkı müzikal olarak aslında tam olarak 4. dakikalarda başlamakta. klavye, şarkının bel kemiğini oluştursa da taner öngür'ün albümdeki en dikkat çeken performansı da bu şarkıda. gitar, usta bir şekilde kilit yerlerde kendini gösterip klavyeyi destekliyor. 6. dakikalarda hoş bir efekt yedirilen gitar oldukça tatlı bir soloya başlıyor. bu solo biterken, klavyeye çok hoş ve yumuşak bir geçiş yapmışlar. dikmen'in klavye solosu da gitar solosu kadar etkileyici. bir saniyede binlerce nota basmıyor ama bastığı her nota diğer enstrümanlarla ve şarkının havası ile çok uyumlu. cem karaca külliyatının çoğunu dinledim ama müzikal olarak bu kadar tatmin olduğum başka bir performans hatırlamıyorum. bu soloları da 3 dakika civarı sürdürmüşler, sağolsunlar. 10 dakikaya ulaşan uzunluğu ile cem karaca'nın en kült eserlerinden biri bu şarkı.
bu muhteşem eserden sonra vay kurban ile devam ediyoruz. bu eser de bir ahmed arif şiiri. daha doğrusu şiirin ilk kıtası. müzik olarak "bir öğretmene ağıt"ı andıran bir pop sound'una sahip. işin ilginci o şarkı ile aynı uzunlukta. bence albümün en zayıf şarkısı bu şarkı. aslında enstrümantal bir eser olsa, güzelce dinlenebilecek bir eser. klavye işini güzelce yapıyor. davulun güzel atakları var. lakin şiirin bu kısmı uzak bir köyde hasta yatan birini ve umutsuzluğu anlatırken sözleri ile müzik arasında pek bir uyum yok. ayrıca orijinal şiirin diğer kıtalarında albümün temasına daha iyi uyacak sözler bulunmakta. misal "fukara ölümü 'geldim, geliyorum' demez". ya da "yiğitlik, sen cehennem olsan bile fedayı kabul etmektir, cennet yapabilmek için seni, yoksul ve namuslu halka". keşke oralardan da bir kısmı şarkıya alabilselermiş. sadece bir kıtaya odaklanmanın sonucunda da fazla tekrara kaçılmış gibi.
albümün medar-ı iftiharlarından biri albüme adını da veren yoksulluk kader olamaz. ilk iki dakika boyunca klavyenin yarattığı hafif karanlık atmosferin üstünde cem karaca'nın muhteşem sesinden bir uzun hava dinliyoruz. daha sonra daha pop rock bir düzenleme ile ilerleyen şarkı başlıyor. enstrümantal olarak oldukça ilginç aslında. klavye özellikle nakarat kısmında oldukça baskın ve çok güzel motiflerle nakaratı süslüyor. ancak şarkının ritmi, özellikle de albümde sadece bu şarkıda duyduğumuz bongonun da sayesiyle, bossa nova tarzında. hani sözler olmasa ve klavyeyi de biraz kısarsak bir plaj partisinin arka planında rahatlıkla çalabilir. tabii ki sözler bir parti havasının çok uzağında. kanımca cem karaca'nın en güzel ya da en anlamlı sözleri bu şarkı olabilir. çok doğru şeyleri eleştiriyor: duyarsız şarkıcıların yoksulluğu boşvermeyi öğütleyen boş şarkılar, halkın halinden anlamayan firavunlar, ay sonuna yetmeyen kömür, bir kilo etin 80 lira olması, devletin borç içinde olması. aradan kaç yıl geçmiş, tartıştığımız konular aynı. şimdi migros'un sitesine baktım, dana antrikotun kilogramı indirimli fiyatı ile 80 lira. yani karaca'nın bir başka şarkısında dediği gibi "dön baba dönelim, aynı yere gelelim". şarkıda bildiğimiz gibi şarkının ana kahramanının adı ahmet. o dönem karaca, verdiği bir röportajda bu kahramanımız ahmet nemelazım hakkında biraz daha bilgi veriyor ve onun ağzından yoksulluktan, "varlık" kuyruklarından, karaborsadan, ayın sonunu getirememekten bahsediyor. ancak evkafta memur ahmet'in sözlerinde bir başkaldırı da var. devlet borç ver dediğinde "ben onurlu insanım boyun eğemem, alacaklı 'ver' deyince ödün veremem" diyor. bu da benim için çok değerli. çok kolay bir şekilde göze parmak, fazla didaktik olabilecek bu şarkıyı her nasılsa oldukça etkileyici ve dinlemesi zevkli bir halde dinleyiciye ulaştırmayı başarmışlar. şarkının sonunda grup elemanlarının müzik kısılırken farklı farklı "yoksulluk kader değildir" ve "yoksulluk kader olamaz" demeleri de bence güzel bir kapanış.
bu albümün müzikal ve sözel konsepti "bir mirasyediye ağıt / mor perşembe" 45'liği ile devam etti. zaten bu şarkılar, albümdeki şarkılarla beraber kaydedilmiş ama nedense ayrı piyasaya sürülmüştü. "yoksulluk kader olamaz"ı seven dinleyiciler eminim ki bu 45'likten de memnun kalacaktır. kanımca "işçi marşı" ve "vay kurban"ın yerine bu iki şarkı eklenseymiş, "yoksulluk kader olamaz" tam anlamıyla muazzam bir albüm olabilirmiş.
Albümü Spotify'dan dinleyebilirsiniz
cem karaca, bu albüm ve 45'likten sonra da bu politik tarzı devam ettirdi
ecevit'in seçilmesi ve güven oyu alamaması arasında danıştay kararını verip, trt'nin başına ismail cem'in ekibinden cengiz taşer'i getirdi. ikinci mc hükümeti göreve gelince taşer'i göndermeye çalışsa da başarılı olamadı. bu sırada taşer, karaca'nın yasağını kaldırdı ve cem karaca "kavga" ile trt ekranlarına geri dönmeyi başardı. 1978'de ecevit, meşhur güneş motel vakası ile hükümetin başına geldi ancak ülke içindeki gerginlik maraş katliamı gibi olaylar, bombamalar, sağ-sol çatışmaları ile arttı. cem karaca ve dervişan, bu dönemde en politik 45'liği "1 kasım / durduramayacaklar halkın coşkun akan selini"ni yayınladı. ancak dervişan, hem tavır olarak bu kadar politikleşmenin doğru olmadığını düşünerek, hem de konserlerde durmadan çıkan olayların getirdiği yorgunluk ile yola devam etmeme kararı kaldı. cem karaca ise yolundan dönmedi ve vatandaşlığını kaybetmesine yol açacak bu maceraya devam etti. belki türkiye'den bir rage against the machine çıkmadı ama cem karaca ve dervişan, "yoksulluk kader olamaz" albümü ile hem sosyal anlamda duyarlı hem de müzikal olarak çok başarılı bir albüm ile türk müzik tarihine adını altın harflerle kazıdı.
4,5/5 verdim gitti.
albümü en iyi anlatan şarkılar: sevdan beni, adiloş bebe, işçi marşı