MÜZİK 30 Haziran 2022
19b OKUNMA     357 PAYLAŞIM

Bob Dylan, One More Cup of Coffee Şarkısında Tam Olarak Ne Anlatmak İstiyor?

Dylan'ın atipik albümlerinden biri diyebileceğimiz Desire'da (1976) yer alan kült şarkıyı bayıla bayıla dinlerken sözlerini düşündünüz mü hiç? Çeviriler ve yorumlarla birlikte anlamaya çalışıyoruz.

Çeviri 1

tatlı nefesin
gökyüzünde parlayan iki mücevher gibi gözlerin
sırtın düz, saçların pürüzsüz
yastığın üstünde, uzanırken sen
ama şefkat hissetmiyorum
minnettarlık veya sevgi
sadakatin bana değil
yıldızlara tepedeki

bir fincan kahve daha, yola çıkmadan
bir fincan kahve daha, gitmeden ben
aşağıdaki vadiye

baban bir kanun kaçağı
ve mesleği avarelik
öğretecektir sana seçmeyi ve elemeyi
ve bıçak fırlatmayı
krallığını gözetliyor ki
izinsiz girmesin hiçbir yabancı
titriyor sesi, seslenirken
yeni bir tabak yemek için

bir fincan kahve daha, yola çıkmadan
bir fincan kahve daha, gitmeden ben
aşağıdaki vadiye

kız kardeşin geleceği görüyor
annen ve senin gibi
asla öğrenemedin okuma-yazma
hiç kitap yok rafında
ve sınırı yok memnuniyetinin
sesin tarla kuşununki gibi
ama kalbin bir okyanus sanki
karanlık ve gizemli

bir fincan kahve daha, yola çıkmadan
bir fincan kahve daha, gitmeden ben

Şarkıyı önden verelim

Çeviri 2

yatarsın yatakta ya
sıcacık nefesin,
gözlerin gökyüzündeki bulunmaz iki mücevher
endamını bırak kenara, saçların bile yumuşacık
ama nerede muhabbetin?
nerede aşk, nerede minnet?
senin sadakatin bana değilmiş ki
gökyüzündeki yıldızlaraymış.

aşağıdaki vadiye gitmeden
ah bir fincan kahve daha...
yolluk niyetine ah bir fincan kahve daha...

haydut senin baban kızım.
boş gezenin boş kalfası işte.
ama sana nasıl bulup seçeçeğini
ve bıçak kullanmayı öğretecek elbet
o yabancı eller sana bulaşamayacak.
haydut senin baban kızım.
ama yine de bir tabak yemek daha isterken
titrer sesi

aşağıdaki vadiye gitmeden
ah bir fincan kahve daha...
yolluk niyetine, ah bir fincan kahve daha...

annen ve sen gibi
geleceği görür kızkardeşin, kızım
ama sen öğrenemedin okumayı, yazmayı.
bir kitap bile yok raflarında
yine de keyfin sınır tanımaz.
sesin çayır kuşu kadar munis, tatlı
ama kalbin var ya kalbin!
okyanusların dibi kadar kara ve gizemli.

aşağıdaki vadiye gitmeden
ah bir fincan kahve daha...
yolluk niyetine, ah bir fincan kahve daha...

diye çevirdim.

bizim için alpay'ın fabrika kızı neyse, gavur ellerinde one more cup of coffee odur

içerik de hemen hemen aynıdır.

fabrika kızı:

gün doğarken her sabah
bir kız geçer kapımdan
köşeyi dönüp kaybolur
başı önde yorgunca

fabrikada tütün sarar
sanki kendi içer gibi
sararken de hayal kurar
bütün insanlar gibi

bir evi olsun ister
bir de içmeyen kocası
tanrı ne verirse geçinir gider
yeter ki mutlu olsun yuvası

dışarda bir yağmur başlar
yüreğinde derin sızı
gözlerinden yaşlar akar
ağlar fabrika kızı

oysa yatağında bile
birgün uyku göremez
ihtiyar anası gibi
kadınlığını bilemez

makineler diken gibi
batar hergün kalbine

gün batarken her akşam
bir kız geçer kapımdan
köşeyi dönüp kaybolur
başı önde yorgunca

fabrikada tütün sarar
sanki kendi içer gibi
sararken de hayal kurar
bütün insanlar gibi

Genel bir yorumla akıl yürütelim

(fonda one more cup of coffee eşliğinde okunması ricası ile)

bir bob dylan klasiğine...

problemli insanları problemli insanlar anlar. bu yüzden hasta ruhlu bir rockstar'ın yazdığı hastalıklı şarkıyı dinlediğimizde en hastalıklı dönemlerimiz aklımıza gelir. onu anlarız. ama genel olarak değil. yalnızca ve yalnızca acı çektiğimiz, hayattan nefret ettiğimiz dönem zarfı içinde. sonra bi yukarı çıkıp krokiye baktığımızda gözlerimize inanamayız. kroki yoktur. çünkü tıpkı geleceği bilmemek gibi, geçmişi perdelemek her zaman daha iyidir.

uğraştıkça uğraşıyoruz. problemlerimizi görmezden gelmek için elimizden geleni yapıyoruz. hayatı o kadar dar ele alıyoruz ki, gavurun tunnel vision dediği, al eline bir boru bak içinden karşıya, ne görmektesin, ışık. işte hayatında o, o karanlık silindirin içine doğuruyorlar seni, onlar farkında değil bu karanlığın. onlar o salak kızıl renkli ışıklarla doldurmuşlar o tüneli ve aydınlık sanıyorlar. sonunda da daha parlak ışık görüyorlar ya, diyorlar ki "lan bizim hayatımız bu kadar aydınlık değil, e demek ki bitince daha iyi bi şey var." dışarıyı aklına bile getiremiyorsun.

tabii hala ibadet etmezse içi irin dolu kazanlarda kaynayacağını düşünen adamlar/kadınlar var. onlar bambaşka bi yazının konusu.

terazinin iki tarafında da çok net olduğun zamanlar oldu. bana yalan söyleme. her zaman bir diğerinden daha ağır bastığın zaman olur. tamam mantıken geçersiz, ama en dipteki adam bunu da okumaz zaten. bak tekrar geçerli yaptım.

o yüzden "lan bak ben daha iyiyim üstünüm tanıdığım herkesten" ya da "ya bu adam/kadın, aklıma gelen her alanda benden daha iyi, ben bunla nasıl arkadaş olayım. her şey kursağımda kalıyor." deme. bunu abartarak ben neymişim ya da ben ne öküzmüşüm seviyesinde değerlendirme. çünkü sen kararların ve yapabildiklerin kadar varsın.

olduğunu kabul etmek, insan gibi yaşayabilmenin ilk adımı.

aşkta da bu böyle. sidik yarıştırıyorsun. daha üstünsen, daha keyifli yaşıyorsun. aşkı bile çıkarınla yaşıyorsun. ki aşk dediğimiz o karanlık borunun dışına çıkabilen yegane şey. öyle olmalı en azından. ama ruhun o kadar yara alıyor ki ister istemez bu hale geliyorsun. şöyle bi düşününce herkes hep yanlış insanlarla karşılaşıyor gibi bi durum var ortada. hep gelen şikayet şu;

"hayvan, artık eskisi gibi hissedemiyormuş, ben ona hayatımı verdim, s*kt*rdi gitti şimdi."

iyi de hepiniz mağdursunuz, karaktersiz olan da bi kere terk edilmiş öyle olmuş. peki, nedir bu intikam meselesi, nedir bu kör tuttuğuna oyunu.

her büyük başarısızlığından sonra, uzunca bir süre kısa başarılar için yaşamaya başlayacaksan hiç uğraşma, ben o küçük işleri yapabildiğini zaten biliyorum. ya da uğraş uğraş, sonra adını birkaç kişinin hatırlayacağı şekilde, dünyaya eninde sonunda senin gibi yok olacak da olsa hiçbir şey bırakmadan, elinde bir el olmadan, son nefesini kimse duyamadan öl.

gitmeden son bir kahve daha içmeyi de unutma.

hayat hep “gitmeden bir fincan daha kahve içseydim?” burukluğunu tattırıyor insana.

bob abiye saygılar.

4 ağustos 2011, ankara

Şarkı hakkında bazı notlarla bitirelim

- karısı sara ile yıkılmakta olan ilişkileri adına, 1975 yazında bir gece kulübü masasında yazmış bu şarkıyı.

- bir kerede grupça kaydedilmiş, kanal kayıt yapılmamış, bu yüzden bu kadar doğal.

- kadın vokalle dylan hiç tanışmıyormuş, kadını bir yerlerden bulup kayda getirmişler. el sıkışıp şarkıyı kaydetmeye başlamışlar. kadının adı emmylou harris.

- emmylou harris şarkıyı bilmiyormuş. önüne sözleri koyup çalmaya başlamışlar. bir gözle sözleri takip ederken diğeriyle dylan'a bakıyormuş. dylan şarkıya girmesini istediğinde kadına dokunuyormuş. ikisinin vokalindeki tatlı uyumsuzluk ve doğallığın sırrı biraz da bundan olsa gerek. albümün geri kalanında da bu taktiği uygulamışlar.

- şarkının başındaki, yine karakteristik bas solosu oraya rastgele gelmiş, aslında keman planlamışlar. kayda girdikleri anda keman hazırlıksız yakalanmış, gitarın tıngırdadığını duydum, keman hazır değildi, birinin bir şey yapması gerekiyordu, ben de ufak bir solo attım diyor rob stoner.