TELEVİZYON 27 Ocak 2020
123b OKUNMA     828 PAYLAŞIM

Beklentileri Karşılayan Belgesel Dizi Rise of Empires: Ottoman'ın İncelemesi

Emre Şahin'in yönettiği, senaryosu Celal Şengör ve Emrah Safa Gürkan danışmanlığında yazılan tarih ve kurgu türündeki Netflix'in Türk orijinal belgesel dizisi Rise of Empires: Ottoman'ın güzel bir incelemesi.

bir savaş filmi ya da dizisi için final çok önemlidir. çünkü her diyalog, kurulan tüm hikaye, bütün karakterler ve olaylar finali desteklemek için izleyiciye sunulur. burada amaç tabii ki tahmin edilemez bir finale ulaşıp insanları şaşırtmak değildir. çünkü aşağı yukarı bütün savaş filmlerinde bir iyi bir de kötü taraf olur ve iyi taraf genelde kazanır.

ancak bir savaş anlatıyorsanız seyircinizin finali tahmin edebiliyor olmasına rağmen heyecanlanmasını istersiniz. bunu başarmak ise tarihi gerçeklere dayanan bir hikaye anlatırken çok daha zordur. çünkü bu diziden örnek vermek gerekirse gemilerin karadan yürütülmesi gibi şaşırtıcı bir olayı bile izleyici google'da yapacağı kısa bir aramayla öğrenebilir. dizinin hitap ettiği türk izleyicisine ise ortaokuldan itibaren istanbul'un fethi öğretiliyor zaten. tarihle çok ilgili olmayan birine bile sorsanız size şahi topunun çatladığını, haliç'in zincirlendiğini ve gemilerin karadan yürütüldüğünü söyleyebilir.

bu nedenle bu belgesel/dramayı yaparken iki tercih hakkı vardı yapımcıların. birincisi belgesel kısmına yaslanmak. buradan başarılı olmak için fetih ile ilgili daha öncesinde kimsenin anlatmadığı çok şaşırtıcı bilgiler bulmalısınız. ancak konu uzun yıllar boyunca birçok tarihçi tarafından incelendiği için böyle bir şey bulma ihtimaliniz hayli düşük. o yüzden mantıklı bir tercihle dramaya ağırlık vermişler. ancak drama yapmak başarıyı garanti etmez. çünkü bu alanda da dediğim gibi izleyiciyi heyecanlandırmanız gerekiyor. bunu da ancak finali unutturarak yapabilirsiniz. yani izleyiciye öyle bir gelgit yaşatmalısınız ki 2020 yılında istanbul'da oturan insanların "acaba fatih, şehri alabilecek mi?" diye düşünmesi gerekiyor. dizi, bu işi başarabilmiş mi birlikte bakalım.


dediğim gibi, herkes savaşın sonucunu biliyor zaten

bu nedenle eğer osmanlı ordusunun, bizans'ı ezip geçtiğini anlatırsanız bu bir yerden sonra sıkıcı olacaktır izleyici için. çünkü çatışma olmayan bir film ya da dizi ilerlemez. şöyle düşünün bir oyunda hile açıp tüm kaynakları sınırsız yaptığınızda mı keyif alıyorsunuz, yoksa rakibinizle dişe diş çarpışıp onu yendiğinizde mi?

bu yüzden dizi de yenen tarafın meziyetlerini anlatmış ancak gerçek bir çatışma yaratabilmek için bizans tarafındaki orduyu da geri plana atmamış. çünkü osmanlı ordusunun gücü kanıtlanmış zaten. üstün taraf onlar ki sonunda istanbul'u almışlar. ancak dizide başarısız olan operasyonları da uzun uzun anlatmışlar ki final izleyici için daha etkileyici olsun.

bunu da gelgit kurarak yapmışlar. mesela osmanlı tarafı o zamana kadar yapılmış en büyük topu üretmiş, normalde kurgu bir hikaye olsa o topun şehri dümdüz etmesini beklerdik ancak topun başarısız olduğunu bize göstermişler, aynı şekilde lağımcılar da mesela güçlü duvarlar için çok mantıklı bir taktik ancak bunun da karşısında durabilecek birileri var bizans tarafında. böylece savaşın gidişatı bir ileri bir geri anlatılmış.

bu denge kurma işini karakter dağılımında da görebilirsiniz

osmanlı ordusunun, bizans ordusuna göre hem ikmal hem de sayı olarak çok üstün olduğunu biliyoruz. bu konuya dizide de değiniyorlar. bu yüzden dengeli bir anlatım yakalayıp seyirciye heyecan yaşatmak için bizans tarafına katılan giustiniani karakterini kullanmışlar. giustiniani gerçekte de yetenekli bir komutanmış. bu dizide ise heyecanı daha da yükseltmek için ön plana çıkarılmış. çünkü giustiniani olmasa kuşatmanın neden bu kadar uzun sürdüğünü, araya kattıkları osmanlı yenilgilerini mantıklı bir şekilde aktarma şansları yok. eğer bu karakterden sıkça bahsedilmese osmanlı ordusunun gücünü tam olarak hissettiremezsiniz izleyiciye. çünkü bu sefer osmanlı ordusu, başlarında yetenekli bir komutan olmayan küçük bir orduya karşı şehri alamamış gibi görünürdü.


aynı şekilde osmanlı tarafında giustiniani gibi birinin yer almamasının nedeni de bu. fatih sultan mehmet'in yetenekli komutanları yok muydu? vardı. ancak bu komutanlardan ve onların gücünden bahsederseniz kendi anlatımınızın altını oymuş olursunuz. çünkü şöyle cesur, böyle mahir diye anlattığınız komutanların tarihi gerçekler nedeniyle şehri uzun süre alamadığını söylemek zorunda kalacaktınız. bu da osmanlı ordusunu olduğundan daha güçsüz gösterecekti. bu yüzden osmanlı tarafında bir kahraman yaratma çabasına girmemişler. burada en öne çıkan savaşçı baltaoğlu süleyman paşa. onu da cesur, elinden gelen her şeyi yapan bir asker olarak göstermişler ancak giustiniani kadar da öne çıkarmamışlar.

çünkü bu dizi aslında bir drama/belgesel olarak düşünülmüş ve gösterilen her şeyi mantıklı bir nedene bağlamaya çalışmışlar. mesela dizide de anlatıldığı üzere yeniçeriler o dönemin en güçlü birliği. ancak ilk saldırılarında yeniliyorlar. bunu da birilerinin kahramanlığı, cesareti gibi dramatik konulardan çok, zırh seçimi ve iki tarafın savaş mantığı arasındaki farka bağlamışlar.

bu adımları da dizide araya girip yorum yapan insanlar sayesinde kurmuşlar

ancak bu insanların katkısı sıkıcı ve didaktik değil. normalde bu tür yapımlarda uzmanlar ders anlatır gibi konuşurlar. burada ise bazen bir arkadaşınızla film izlersiniz de o arkadaşınız filmi daha önce izlemiştir ve size açıklama yapar anlamadığınız kısımlarda, işte böyle dinamik ve eğlenceli bir katkı söz konusu. özellikle lars brownworth, michael talbot ve emrah sefa gürkan'ın anlatımı dediğim gibi hem ilginç hem de öğreticiydi. burada anlatım ile birlikte çekimlerin tekniği de önemli. normalde böyle belgesel röportajlarında klasik şekilde konuşmacıyı sağa ya da sola alıp hafif çaprazdan çekim yaparlar. mesela national geographic belgesellerine görebilirsiniz bu kullanımı. burada ise sağ çapraz, solda kalan karşıdan portre, hatta baş üstü sağ ve sol çapraz gibi daha dinamik açılar kullanmışlar.


kamera açısı dediğimize göre artık dizinin en beğendiğim kısmı olan tekniği hakkında konuşmaya başlayabiliriz

teknik anlamda öne çıkan üç nokta var. birincisi kostümler ve proplar. ben bu konudan daha önce de şikayet etmiştim. 21. yy'da çok kaliteli kıyafetleri ucuza üretebiliyoruz artık. ancak bu durum insanlık tarihi için henüz çok yeni. bu yüzden özellikle orta çağ gibi uzun dönemli savaşların ekonomiyi sarstığı bir dönemde insanların kıyafetleri temiz olamaz ya da yeni görünemez. ancak ülkemizde yapılan tarihi dizilerde her şey yepyeni görünüyor. bu dizide ise mesela bir zırh kesinlikle diğerine benzemiyor ve üzerinde ya bir leke ya bir eğiklik mutlaka var. çünkü o dönemde atıyorum kılıçların hepsi elle yapılıyordu ve bir usta günde 10 kılıç yapsa bile bu kılıçların birinin diğerine benzeme ihtimali yoktu. bu dizide detaya verdikleri önem ve kullanılan silahların tahta gibi durmaması da anlatıma gerçekçilik katıyor.

teknik anlamda konuşacağımız ikinci konu da makyaj

normalde makyaj baya riskli bir konu. bir oyuncuyu palyaçoya çevirme ihtimaliniz de var heath ledger'ın jokerine de. normalde beceremeyecekseniz makyaj işine hiç girmemek daha mantıklı ancak istanbul'un fethi gibi bir konuyu işlediğiniz bir dizide oyuncuların yüzüne o çamuru, kanı ve teri yapmamak bütün çabanızı birden bire sonlandırabilirdi. bu yüzden dizide bu tip makyaj çalışmalarını sıkça kullanmışlar. bu da dizinin atmosferine büyük katkı sağlamış.

teknik anlamda değineceğimiz üçüncü konu ise color

bu durumu bir instagram filtresi gibi düşünün. savaş filmlerinin gri, kahverengi, siyah ve gökyüzü için mat mavi şeklinde standart bir renk paleti vardır. bunun daha üstüne çıkabilirsiniz ancak kesinlikle altına düşmemeniz gerekir. mesela bir savaş filminde parlak kırmızı kullanamazsınız. o kırmızının içine illaki siyah katmanız gerekir. ya da sarı kullanacaksanız içine beyaz ya da siyah katmanız gerekir düz çiğ sarıyı kullanamazsınız çünkü bu standart olmuş artık. bu dizi de color anlamında bu standardı yakalamayı başarmış.


peki dizinin başarısız olduğu noktalar yok mu? var

dizi, katmanlı karakterler yaratmak konusunda çok iyi değil. mesela fatih sultan mehmet, iyi bir komutan olduğu kadar entelektüel de bir insan. istanbul'u alma amaçlarından biri de doğu ve batı kültürlerini bir araya getirmek örneğin. çünkü iskender gibi yeni bir kültür yaratma bunun üzerinden de dünyaya yayılacak bir imparatorluk kurma hayali var. ancak dizide ikinci mehmet'in kültürlü oluşu sadece dil bilmesi üzerinden anlatılmış. sezar'dan ve iskender'den bahsetmesi ise dünya hakimiyeti isteği nedeniyle onlara özeniyormuş gibi görünmüş. sadece bir yerde incil'i okuduğunu söylüyor ancak daha fazla örnek olmadığı için bu konu tam potansiyeliyle aktarılamıyor maalesef.

mesela dizide ana ve therma adlı iki karakter var. ana halkın içinden, therma ise bizans'ın soylu ailelerinden birine mensup. burada ana üzerinden halkın gündelik yaşamı, therma üzerinden ise bizans'ta yaşayan aileler ve bunlar arasındaki politik ilişkiler anlatılarak dönem izleyiciye aktarılabilirdi. ancak ana sadece şehre üzülüyor. therma karakteri tam olarak anlatıma ne katıyor belli değil.


buradan hareketle oyunculuklara da bakabiliriz

fatih'i canlandıran cem yiğit üzümoğlu'nun karaktere kattıklarını ben beğendim. en azından padişah canlandıran diğer oyunculardan farklı olmuş. birkan sokullu da yine rolüne yakışmış. bakışlarından, duruşundan ve konuşmasından bir soldier of fortune olduğunu anlayabiliyorsunuz. bizans imparatorunu canlandıran tommaso basili ve çandarlı halil paşa'yı canlandıran selim bayraktar ise dizinin en başarılı oyuncuları. özellikle selim bayraktar, işleri kontrol altında tutmaya çalışan, saman altından su yürüten, yaptığı işin ehli tam bir vezir olmuş.

son olarak da çok tartışılan ingilizce kullanımından bahsedelim

ben açıkçası bir izleyici olarak buna karşı değilim. çünkü dünyaya açılmak istiyorsanız önce ingilizce ile başlamak işleri daha kolay hale getirir. kaliteli dizi arayan dünya izleyicileri arasında türk dizileri için bir kitle oluşturduktan sonra dilerseniz türkçe de devam edebilirsiniz. ancak dediğim gibi en başta dil bariyerini aşmak daha mantıklı bir hareket. oyuncuların aksanları da benim için bir problem değil. ancak burada dikkatimi çeken nokta oyuncuların repliklerini kendilerine güvenerek söylememeleri. türk insanının ingilizce konuşmak konusundaki çekincesini zaten onu biliyoruz. ancak burada karakterler sert bir şeyler söylerken bile oyunculardaki "aman yanlış telaffuz etmeyeyim." çekincesi fark ediliyor. bu da sahnelerin etkisini biraz azaltmış. ancak bu da ilk defa yapılan bir şey. eğer devamı gelirse oyuncularımızın buna da adapte olacağına inanıyorum ben.


sonuç olarak 

bu dizi için tam bir türk yapımı diyemeyiz. çünkü dizinin yapım şirketleri yabancı. ancak tarihi dizi yapma konusunda farklı bir adım attıkları için ben bu işi çok faydalı buluyorum. ayrıca ben netflix'in birkaç yerel yapım denedikten sonra istediğini bulamayarak bu işten çekileceğini sanıyordum. ilk gelen hakan da bu düşüncemi körüklemişti. ancak önce sürükleyicilik konusunda fena olmayan atiye ve ardından türkiye'de geniş bir kitleye hitap edecek bu diziyi yapmaları ile kalıcı ve farklı işler yapmak konusunda kararlı olduklarını göstermiş oldular.

ben de mutluyum bu durumdan izleyici olarak. çünkü türk oyuncuları, yönetmenleri ve senaristleri çok daha kaliteli işler yaparken görmek, dünya çapında etkili bir sinema ve dizi sektörüne sahip olmak bizlere izleyecek daha çok içerik olarak döneceği için bu durum heyecanlandırıyor beni. bu dizi de hayli başarılıydı bence. umarım türk dizileri ve filmleri bu işlerin de üzerine koyarak ilerlemeye devam eder.

Osmanlı Döneminde Kapalıçarşı'da Üretilen Bir Çeşit Vibratör: Zıbık

Osmanlı Devleti'nin 600 Yıl Boyunca Veliahtsız Kalmamasının Sebepleri Nelerdir?