Batı Medeniyeti, Gelişmişliğini Tamamen Güçsüz Ülkeleri Sömürmesine mi Borçlu?
ilk olarak, sömürgecilik yapabilecek entelektüel birikime sahip olmaya bakılmalıdır
zira "neden batı doğu'yu ve afrika'yı sömürürken, doğu ve afrika bunu neden yapamamıştır?" sorusunun her şeyden önce sorulması gerekir.
edward said bu konu ile ilgili, batının coğrafi durumunun ve verimli topraklarının daha fazla olmasının, insanların yiyecek bulmaya çok çaba göstermediği ve karnını doyurmaya daha az zaman harcayarak düşünmeye ve hayatı anlamaya zaman ayırabildiğine bağlıyor. tabi bu sadece başlangıç. sonrasında ise elbette olaylar kümülatif olarak zincirleme gelişiyor.
yani düşünce sistemi gelişince yazma kültürü ve sistematik bilgi birikimi ve aktarımı oluşuyor, denizcilikte gelişmeler, matbaa, rönesans-reform, rasyonalizm ve pozitivizm ile beraberinde iktisadi durum ve düşünce gelişimi. hatta descartes metod üzerine konuşmalarda "benim diğer insanlardan zeka olarak farkım yoktur ama ele aldığım konu yada sistemi doğru yöntemle incelemem fark oluşturmuştur" diyerek aslında avrupa'nın konuya bakışını özetlemiş. iktisadi gelişim ve paralelinde iktisadi düşüncenin evrimi ve gelişimi sermaye birikimi, sermaye birikimi ise toplumun rasyonel, formel yapı kazanmasını sağlamış vs. vs. artık farkı kapatmak çok zor.
olayı sömürüye değil de sömürmenin ahlaki kısmını dışarıda tutacak rasyonalizm, gayriinsanilik, formelleşme düşüncesinin ortaya çıkışına bağlamak daha uygun.
ezcümle adamlar düşünüyor ve her şey birbirini etkilemiş.
batı'nın gelişmiş olması kısa dönemli bir olgu
geniş açıdan bakıldığında görüldüğü gibi tarihte her dönemde güç merkezleri olmuştur, sümerler, mısır, çin, persler, romalılar, indus uygarlığı, bir dönem araplar vs, vs. bunların bazıları işgal ve yağmaya dayansa da hepsi işgal/sömürü/yağma ile zenginleşmişlerdir denemez.
burda esas mevzunun üretim sistemi, teknolojik yenilikler, tarihsel olarak içinde bulunan durum ve bölgedeki diğer merkezlerin durumu olduğunun düşünüyorum. batı'nın günümüzdeki merkeziliği de esasen kapitalist sisteme dayanmaktadır. batı devletleri ilk etapta deniz üzerindeki hakimiyetleriyle küresel ticareti ele geçirmiş, ticaret kapitalizmi denen sistemle ispanya, hollanda, portekiz, ingiltere gibi denizcilikte gelişkin devletler paranın, nitelikli insanların, sanatın, bilimin yerleşmeye başladığı ülkeler olmuşlardır. daha sonra ise bu zenginliğin getirdiği birikim ve ilerleme ile, ingiltere'den başlamak üzere ticaret kapitalizminin sanayi kapitalizmine evrildiği bir süreç yaşanmıştır.
sömürge ülkelerinin kaynaklarının başta tarım için kullanılan toprak olmak üzere batının zenginliğine itici güç olduğu muhakkak ancak kapitalist sistemin itici gücünün her zaman emek olduğu söylenebilir. zaten başlangıçtan itibaren sömürgecilikle kol kola yürüyen köle ticareti tamamen bu amaca yönelikti ve başka bir emek formunun yani işçiliğin, ücretli emeğin, daha faydalı olduğu anlaşıldıktan sonra bu sisteme geçildi. abd'deki güney-kuzey savaşı da bu mevzu ile alakalı.
dolayısıyla şu cümle çok rahat bir şekilde kurulabilir kanaatindeyim: sömürgecilik olmasa da ticaret kapitalizmi ve sonrasındaki sanayi kapitalizmi batıyı gelişkin hale getirirdi. konu hakkında bahsedilen, sömürgecilikte çok geç kalmış almanya ile isviçre ve isveç gibi sömürgecilik yapmamış ama zenginleşmiş ülkeler bu duruma ispattır.
ama tabii ki tarih ilerlemeye devam edecek ve yeni sistemler, yeni güç merkezleri ortaya çıkacak. mevcut durumun sonsuza dek süreceği zannı tarihte defalarca yapılmış hatalardan biridir. tarihi bu kadar geniş çerçeveden ve yer yer detaylarına hakim olarak biliyorken bu zanna kapılmak ise ahmaklıktır.
yeni güç merkezi de tıpkı batının üstünlüğü ele aldığı dönem gibi, meziyetlerinden, üstün olmalarından vs değil, üretim sisteminden, teknolojik gelişmelerden, ve tarihin rastgele dinamiklerinden dolayı ortaya çıkacaktır. batıyı övmenin de, suçlamanın da, kompleks yapmanın da bir alemi yok. tarihte nedenler, sonuçlar tabii ki araştırılır ama bu nedenleri yargılayıcı bir gözle yapmak dağlar niye böyle yamuk demekten farksız.
üç şeyi birbirinden ayırmak lazım
1) batı sömürgecilik yüzünden zengin olmadı. abd'den almanya'ya batı'nın en zenginleri, sömürgeciliğe (işgale değil, bunlar ayrı şeyler) en az bulaşanları. batı, kapitalizm ve onu destekleyen teknoloji (matbaa..vs) ile kurumsallaşma (tüzel kişilik, üniversite, sivil toplum...vs) sayesinde zengin oldu. bu, dünyaya yepyeni bir bakış açısı demektir ve 20. yüzyılın başlarına kadar sadece batı'ya özgündü.
2) sömürgecilik zengin etmese de, insanın içindeki hükmetme güdüsüne uygun düştüğü için cazipti ve ahlaken rezil ötesi bir durumdu. kongo'da belçika kralı leopold'u eğlendirmek için, zencilerin götüne dinamit sokup patlatıyorlardı. örnekler sonsuz çoğaltılabilir ve ahlaken sömürgecilik kınanmalıdır.
3) doğu, sömürgesi olmadığı için geri kalmadı. kapitalist zihniyete yabancı olduğu için geri kaldı. osmanlı ekonomik zihniyetini merak edenler, mehmet genç okusunlar.
alternatif bir görüş de ekleyelim
batı ve sömürge olayı, çok geyik kaldıran bir konu olmakla birlikte bir şehir efsanesi değildir. gerçeklik payı vardır. birkaç örnek konu üzerinden gidilebilir:
1- abd/avrupa çin'e sürekli karbon salınımını azaltmasını salık verir. çünkü bu seviyede karbon salınımı global ısınmaya sebep olmakta, dünyaya zarar vermektedir.
çin de bu duruma karşı der ki: "ulan aq şerefsizleri, siz yüz yıldır karbon sala sala geliştiniz. sizden başkası gelişmeye başlayınca mı dünyanın iyiliği aklınıza geldi?"
aynen de öyle. karbon salınımı bir örnek, ama bugün herkes batının geliştiği gibi gelişmek istese dünyada buna yetecek kadar kaynak bulunmuyor. demek ki bir zamanlar gelişenler başkalarının hakkı olan kaynakları kullanarak gelişmişler. bu çok basit bir mikroekonomi denklemi, tartışılacak çok bir yanı da yok.
siyaset bilimi çevrelerinde çok konuşulan world systems theory bu konuya eğilir, araştırmakta fayda var. bu teoride anlatılan merkez-çevre ilişkilerinin belirlenmesinde sömürgelerin etkisi büyüktür.
2- bu aralar hollanda'ya bok atmak moda, biz de atalım hadi. son günlerde ekşi sözlük'te her iki başlıktan birinde yazıldı dedik ki konya kadar ülkenin türkiye'nin 5 katı kadar tarım ihracatı var. peki tam nasıl oluyor o iş? adamlar aynı topraktan bizim 50 katımız kadar verim mi alıyorlar? o kadar mı iyiler?
tabii ki hayır. adamların ihraç ettiği tarım ürünlerinin ezici çoğunluğu ithal mal. 10 liraya dünyanın uzak bir köşesinden tarım ürünü alıyorlar, 15 liraya satıyorlar. bazen anamurlu muz üreticisinin yunanistan'a muz satmak için malı hollanda'dan geçirmek zorunda olduğu geyiği yapılır.
sonuç olarak hollanda tarım ürünlerinin ticaretinde son derece güçlüdür. peki bu gücü nereden gelir? neden çoktan globalleşmiş olan dünyada üreticilerle tüketiciler birbirini tek bir şirket üzerinden bulmak zorundalar?
sorumuzun cevabı dutch east india company isimli şirkette yatıyor. bu şirket zamanında neredeyse bir devlet gibi davranmış, milletin malını zorla gasp etmiş, tüm kaynaklarına el koymuş, kendisinden habersiz yapılan tüm ticareti yasaklamış, güneydoğu asyayı kelimenin gerçek anlamıyla sömürmüştür. o kadar ki, bazı adalar sırf bu adamlar kendilerine bulaşmasın diye tüm baharat tarımını bırakmış, mevcut mahsulü "uğursuzdur, şeytanları çağırır" diyerek yakmıştır. şirket daha sonra zayıflamış ve zamanla millileştirilmiştir, ama bu şirketin inşa ettiği ticaret yolları hala hollanda'dan geçer.
bugün bile tarım ürünlerinin ticaretinin belirli şirketlerin tekelinde olması bu şirketlerin kendi alanlarında kurduğu monopolinin devamından ibarettir.
final notu
sömürgeci olmamış danimarka, isveç, isviçre, zamanında isveç’in parçası olan norveç (petrol zengini), birleşik krallığın sömürgeleri kanada, avustralya, yeni zelanda, irlanda, birleşik krallık’tan bağımsızlığını savaşarak kazanmış abd gibi örnekler varken, sömürgeci osmanlı’nın, portekiz’in, hatta rusya’nın halleri ortadayken sömürgeciliğin tek başına gelişmişlik getirmediği ortada. sömürgecilik cahil milletleri tembelliğe iter. kısa vadede zenginleştirse de gelişmişliği garantilemez.