Basit Oyuncaklardan Modern Bir Mitoloji İnşasına: Transformers'ın Başlangıç Hikayesi
"the transformers! more than meets the eye!
autobots wage their battle to destroy the evil forces of the decepticons!
the transformers! robots in disguise!
the transformers! more than meets the eye!
the transformers!"
80'lerde hayatımıza bu meşhur şarkıyla giren transformers biz çocukken kanımıza o kadar işledi ki evde minderleri yastıkları bacaklarımıza ve kolumuza giyerek tututçuçivçuuvvv tranformers optimus prime diye bağırıyorduk.
neyse bugün transformers dendiğinde akla yalnızca filmler değil; oyuncaklar, çizgi diziler, karakterler, mitolojik savaşlar ve kültürel bir fenomen gelir. hepimiz biliyoruz ki bu devasa evrenin kökeni basit bir fikre dayanır dönüşebilen robotlar.
hayatımıza giren bu kültürün temeline inecek olursak japonya'ya bir seyahat etmemiz gerekecek. lütfen şimdi kemerinizi bağlayınız, koltuğunuzu dik, masanızı kapalı ve güneşliğinizi açık durumuna getiriniz.
bir fikrin dünyada yapamayacağı şey yoktur. bu fikrin doğuşu da japon sanayi kültürünün, 70’lerin anime estetiğinin ve oyuncak üretim teknolojisinin bir sonucuydu. 1970’lerde japonya’da teknoloji, robotlar ve makine ve insan ilişkileri popüler kültürün merkezine yerleşmişti. anime ve manga kültürü bu tarz fikirleri sunmakta çok iyiydi ve hayal gücünün sınırı yoktu.
bu haya gücünün ilk örneklerine baktığımızda mazinger z (1972) adlı devasa bir süper robotu görmekteyiz.
ardından gelen getter robo (1974) serisinde ise özel olarak tasarlanmış üç savaş jeti farklı konfigürasyonda üç farklı dev robota birleşip dönüşebiliyorlardı. ve bu sayede robot mu? robot dönüşür oğlum teorisini ortaya atmıştı.
bunu gören diğer yaratıcılar brave raideen (1975)'da ilk defa tek bir robotu dönüşürken görmekteyiz.
kahramanımız final saldırısını yapmak ve yüksek hıza çıkmak için kartal benzeri bir jete dönüşürdü. böylelikle tek robotun iki forma geçmesi sağlandı. kısa bir süre sonra anime kültüründeki bu robot akımı yine japon oyuncak kültürüne de yansımaya başladı. japon oyuncak üreticisi takara, çocukların ilgisini çekecek yeni bir konsept üzerinde çalışıyordu, tabii ki dönüşen makineler.
yukarıda gördüğünüz oyuncakları tasarladılar. diaclone adı verilen bu serinin içinde car-robots adlı ayrı bir alt seride mevcuttu hatta bir resmin direkt optimus prime'a benzediğini fark etmişsinizdir ve işte bu karakter bu kadar ünlenmeden önce ismi convoy olarak anılmaktaydı. dikkat ettiyseniz bu hikayede bir şeyler eksik... tabii ki amerikan emperyalizmi. neyse hikayemize geri dönecek olursak 1983 yılında tokyo'da uluslar arası bir oyuncak fuarı düzenlenecekti.
oyuncak devi olan hasbro, tokyo oyuncak fuarı’nda bu serileri gördü ve şerefsizim benim de aklıma gelmişti dedi ve soluğu takara toys şirketinde aldılar. ardından takara toys ile bir anlaşma imzaladılar ellerindeki konseptin abd pazarı için devrim niteliğinde olacağını fark ederek amerika'ya geri döndüler. fakat tek başına bu oyuncaklar bir mitoloji yaratamazdı. bunun için amerika’nın çizgi roman kültürüne, karakter yaratma ustalığına ve doğru pazarlama dehasına ihtiyaç vardı.
uçaktan inip hemen marvel'in kapısını çaldılar. ellerindeki figürleri gösterdiler ve bunların biraz ruha ihtiyacı var dediler. marvel'de doğru yere geldiniz deyip bu işin başına yetenekli yazar bob budiansky'i getirdi. budiansky, bir kaç oyuncaktan bir evren yaratmanın zor olduğunu biliyordu. bunun için yüzlerce robota isim vermek, bunlara karakter vererek kişiliklerini yaratmak, iyi ve kötü fraksiyonları tanımlamak, ayrıca bir gezegen ya da tarih oluşturmak ve hepsinden önemlisi bunların tümünü çocukların aklında kalacak şekilde yapmak gerekiyordu.
budiansky, yumdu gözlerini ve tanrı modunu açarak modern bir mitoloji inşasına başladı
işe ana isim ve karakterlerden başladı. ilk önce oyuncakların biçimlerinden, renklerinden ve yüz tasarımlarından yola çıkarak onlarca karakterer yarattı. ardından onlar isim vermek gerekiyordu ve kulaklarına eğilip optimus prime, megatron, starscream, bumblebee, soundwave, ıronhide, grimlock… diye seslendi.
bütün isimleri ince ince işlediler diyebilirim. en popüleri üzerinden konuşacak olursak mesela optimus prime'daki optimus en uygun, en mükemmel ve prime ise en üst seviye, baş, birincil demek. ya da baş düşmanına bakacak olursak megatron'bir bakış atarsak mega'nın yunanca kökenli, devasa, büyük, çok güçlü olduğunu tron ise aleti-cihazı anlamı veren son ek karşımıza çıktığını görürüz. eeee her şeyi devletten beklememek lazım, diğer isimleri de siz araştırın derim...
ardından bunların bazılarının iyi, bazılarının ise kötü olması lazımdı bundan dolayı iki ana akım ismi buldu; autobot ve decepticon. auto yani otomatik ya da kendi kendine, kendiliğinden hareket eden ve bot ise kısaca robot anlamındaydı. bunlar birleşince kabaca özgür, iradeli robot düşüncesi karşımıza çıkmaktaydı. decepticon ismne baktığımızda; deceive aldatmak, con ise dolandırıcı, karşı taraf ve sahtekar anlamları taşımaktaydı ve hepsi birleşince decepticon yani sahtekar, hain robot anlamı vermekteydi.
işte marvel'in bu dokunuşu her şeyi bir anda değiştirmişti. artık robotlar sadece metalden ibaret değildi; artık kimlikleri, amaçları ve kaderleri vardı. bu kader bir anda oyuncak olmaktan çıkarak dünya çapında büyümeye başladı önce çizgi roman, çizgi film ve sonrasında devasa bütçeli sinema filmlerine dönüşen bir dünyaya dönüştü.
birkaç cümleyle lafımızı sonlandıracak olursak
bir japonun fikri, bir amerikan rüyasına dönüşerek transformers adında modern bir mitoloji doğurdu. bugün optimus prime’ı bir lider, megatron’u bir diktatör, cybertron’u bir kayıp uygarlık ve energon’u bir yaşam kaynağı olarak görmekteyiz.
son...