TARİH 25 Kasım 2025
13,6b OKUNMA     62 PAYLAŞIM

Avrupa Medeniyetinin Temellerini Etkileyen Uygarlık: Etrüskler Türk müydü?

Avrupa medeniyetinin şekillenmesinde Roma kadar etkili olan Etrüsklerin kökeni yüzyıllardır tartışma konusu. Peki bu gizemli halk gerçekten Türklerle bir bağlantıya sahip olabilir mi?

bu oldukça uzun, detaylı ve kapsamlı bir yazı. etrüsk-türk bağlantısını mitolojiden genetiğe, dilbilimden arkeolojiye kadar çok boyutlu olarak ele alıyor. ekşi sözlük'te ve hiçbir türkçe kaynakta bu konu hakkında bu denli detaylı ve kapsamlı bir araştırmanın yer almadığını belirtmek isterim. sabırla okuyacaklara tarihte gizli kalmış bağlantılar hakkında derin bir perspektif sunacağını umuyorum.

ilkokul çağlarımda bizim evde kocaman bir larousse ansiklopedisi vardı. o zamanlar internet filan yok, televizyonda da sürekli aynı şeyler. ben de boş zamanlarımda o ağır ciltleri açar, saatlerce okurdum. bazen konudan konuya atlayarak, bazen de bir konuyu derinlemesine inceleyerek… işte o günlerden birinde “etrüskler” başlığına denk geldim.

bu ismin kulağa türk adına benzerliği hemen dikkatimi çekmişti. elbette o yaşta derin bir tarih bilgim yoktu; ancak romalılar'ın kökeni sayılan etrüskler hakkında ansiklopedide okuduklarım, aklımın bir köşesinde bu iki ismin benzerliğiyle kaldı. sayfayı okurken aklıma ilk gelen şey isim benzerliğiydi: etrüsk… türk… bu niye bu kadar benziyor diye düşündüm. tabii o yaşta böyle şeylerin tesadüf olabileceğini falan düşünmüyorsun, kafanda bir yerde not alıp geçiyorsun.

yine aynı dönemde, roma şehrinin kuruluş efsanesini anlatan ve bir dişi kurdun romulus ile remus'u emzirdiğini betimleyen ünlü heykelin fotoğrafını görmüştüm. 


bu görüntü, türk destanlarındaki bozkurt motifini, özellikle ergenekon destanında bir dişi kurt tarafından korunup beslenen türk atası efsanesini anımsatarak zihnimde güçlü bir çağrışım yaratmıştı. hemen aklıma türklerin bozkurt destanı geldi. asena, ergenekon… bizim de benzer hikayelerimiz vardı. iki farklı kültürde neden aynı motif? o dönemde okuduklarım fazla derine inmese de, “etrüsk” isminin “türk” adına yakın oluşu ve kurt figürü etrafındaki bu iki farklı coğrafyanın efsaneleri, bende soru işaretleri uyandırmıştı.

o zaman sadece “ilginç” diyip geçmiştim ama bu merak hiç kaybolmadı.

rahmetli kazım mirsan hocanın sözleriyle başlayayım: “evet etrüskler türktür. hatta yeni yapılan gen çalışmaları bunu bariz şekilde ortaya çıkarmıştır. yani türkler çok daha önceden anadolu'da, balkanlar'da ve avrupa'da devletler kurmuşlardır. bunu saklamaya çalışıyorlar.”

lise yıllarında büyüyen sorular

liseye geçtiğimde tarih derslerinde roma bölümüne geldiğimizde hep aklımda o sorular vardı. öğretmene sorduğumda da “tesadüf olabilir, mitolojiler benzer temalar içerir” gibi standart cevaplar alıyordum. ama içimde bir ses sürekli “ya tesadüf değilse?” diye soruyordu. o dönemde şu gerçeği de öğrendim: etrüskler sadece roma'dan önce yaşamış sıradan bir kavim değil, roma'nın gerçek kurucularıymış. ilk roma krallarının birçoğu etrüsk kökenli. yani roma medeniyetinin temeli etrüskler.

bu bilgi kafamda yeni sorulara yol açtı. roma batı medeniyetinin temeli sayılır. peki romalıları kuran etrüskler türkse…? o zaman batı medeniyetinin kökeni…? bu soruları o dönemde tam olarak formüle edemiyordum ama hissediyordum.

tarih tutkumu derinleştiren yıllar ve araştırma sürecim

yıllar sonra bu konuyla ciddi anlamda ilgilenmeye başladığımda, çocukluk merakımın aslında önemli bir tarihsel bulmacanın parçaları olduğunu fark ettim. etrüskler gerçekten de kökenleri ve dilleri tam çözülememiş gizemli bir uygarlık olarak biliniyordu. peki, acaba bu gizemde türkler ile bir bağlantı olabilir miydi? bu sorunun peşine düştüğümde, mitoloji, dil bilimi, genetik ve arkeoloji alanlarından gelen çeşitli kanıtların giderek aynı noktayı işaret ettiğini gördüm: etrüskler ve türkler arasındaki olası kökdaşlık.

bu konuda her türlü kaynağa ulaşmaya çalıştım. türkiye'de ve yurtdışında onlarca müze gezdim, arkeolojik alanları ziyaret ettim. etrüsklerle ilgili her kitabı, makaleyi, araştırmayı ele geçirmeye çalıştım. antik çağ tarihi konularında yüzlerce sayfayı karıştırdım. italya'da cerveteri, tarquinia, volterra gibi önemli etrüsk şehirlerinin kalıntılarını bizzat gördüm. vatikan müzesi'ndeki etrüsk koleksiyonunu inceledim. türkiye'deki anadolu medeniyetleri müzesi'nde saatlerce vakit geçirdim.

özellikle antik çağ konularında yaptığım okumalar sırasında etrüsk medeniyeti hakkında daha fazla bilgi edindikçe şaşkınlığım artıyordu. etrüsk alfabesinin sağdan sola yazılması, türklerin kullandığı orhun yazıtlarıyla benzerlik gösteriyordu. mezar kültürleri, sanat eserleri, hatta dini pratikleri… her baktığım yerde anadolu izleri vardı.

türkçe kaynaklarda bu konuya değinen ciddi çalışmalar çok azdı. batılı kaynaklar ise etrüsklerin “gizemli” olduğunu söyleyip geçiştiriveriyor, derinlemesine araştırmaktan kaçınıyorlardı. bu tutum da ayrıca düşündürücüydü.

sonra bir gün kazım mirsan'ın çalışmalarına rastladım. bu tanışma benim için dönüm noktası oldu.


etrüsk uygarlığına derin bakış

etrüskler, mö 9. yüzyıldan itibaren italya yarımadasının batısında (bugünkü toskana civarında) yaşamış, roma'dan önce bölgeye damgasını vurmuş bir halktır. kökenleri konusunda tarih boyunca çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.

antik yunan tarihçisi herodot, etrüsklerin anadolu'daki lidya'dan büyük bir kıtlık sonrasında göç eden bir kavim olduğunu anlatır. herodot'un verdiği ayrıntılı anlatıma göre, manes oğlu atys zamanında kıyıcı bir kıtlık sarmıştı bütün lidya'yı. bir süre dişlerini sıktılar lidya'lılar, sonra kıtlık sürüp gittiği için çareler aradılar. bu dönemde eğlence amaçlı oyunlar, zar, aşık kemiği ve top oyunları ortaya çıkmıştır. ancak açlık durumu iyileşmeyip daha da kötüleşince, kral zor bir karara vardı: lidya halkını ikiye ayırmaya karar verdi.

kral şöyle dedi: 'kim kalacak, kim gidecek - kura ile belirleyelim.' kuraya göre kalması gereken grup, kralın kendi yönetimi altında ülkede kalacaktı. göç etmesi gereken gruba ise kendi oğlunu kral olarak veriyordu - bu oğlunun adı tyrsenos'tu.

böylece ülkeden çıkmak için ayrılmış olanlar izmir'e indiler, orada gemiler edindiler, işlerine yarayacak şeyleri yüklediler, bir yurt ve yaşama çaresi peşinde kıyı kıyı dolanıp sonunda umbria'ya yanaştıkları güne kadar denizlerde gezdiler; orada kentler kurdular ve torunları bugün de orada oturmaktadırlar. lidya'lı adını değiştirdiler, kendilerini yola çıkaran kral adını aldılar; yeni adları olan tyrsen'ler sözünü onun adına göre üretmişlerdir.

etrüsklerin kökeni hakkında herodot'un verdiği bilgiler modern tarihçi ve arkeologlar tarafından tartışmalıdır. bazıları 'denizden yapılacak böylesi bir göçün mümkün olmadığı' gerekçesi ile bu anlatıyı kabul etmezken, bazıları da bu teorinin mümkün olabileceğini düşünmektedir. herodot'un teorisine göre lidyalı bir grubun lideri tirsenos önderliğinde gemilerle italya'ya geçerek etrüskleri oluşturmuştur.

alternatif bir görüş ise, etrüsklerin italya'nın yerli bir halkı olduğu yönündedir. ancak etrüsklerin konuştuğu dil ne hint-avrupa dil ailesine, ne de sami dillere uyar; çözülmemiş bir dil olarak kalması, onların kökenine dair gizemi daha da artırır. bu noktada bazı araştırmacılar, etrüskçenin izole bir dil değil de sadece doğru aileye koyulamadığını, belki de ural-altay dilleri (bu grupa türkçenin de dahil edildiği varsayılır) ile bir akrabalığı olabileceğini uzun yıllar önce düşünmeye başlamışlardır.

benim çocuklukta sezdiğim “etrüsk” ve “türk” sözcüklerindeki benzerlik, yıllar içinde bazı tarihçilerin ve dilbilimcilerin de dikkatini çekmiştir. bazı görüşlere göre bu bir tesadüf değildir. hatta 1930'larda mustafa kemal atatürk döneminde ortaya atılan (bkz: türk tarih tezi) kapsamında, etrüsklerin bir türk kavmi olduğu resmi tarih kitaplarında yer almıştı. atatürk sonrasında uzun süre göz ardı edilen bu iddia, ilerleyen on yıllarda bağımsız araştırmacılar tarafından yeniden gündeme getirilecektir.

etrüsklerin türklüğü konusundaki modern araştırmalar ilk defa 1970 senesinde kazım mirşan tarafından sistematik hale getirilmiştir. kazım mirşan'ın bu yoldaki en büyük başarısı etrüsk alfabesinin türk alfabesi olduğunu bütün dünyaya kabul ettirmiş olmasıdır.

özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren türk ve yabancı bazı bilim insanları, etrüsklerin kökenine dair yeni okumalar ve bilimsel veriler ortaya koydular. bu veriler bir araya geldiğinde, etrüsklerin kadim bir proto-türk (ön türk) halk olabileceğine dair kuvvetli bir tablo çizilmektedir.

etrüsk uygarlığına derin bakış

rahmetli kazım mirsan (1919-2016), sadece mühendis değil, aynı zamanda çok dilli bir araştırmacıydı. doğu türkistan'ın ili nehri üzerindeki gulca kentinde doğmuş, istanbul'da eğitim görmüş, berlin'de inşaat mühendisliği okumuş. ama asıl tutku alanı tarihti. almanca, rusça, ingilizce, çince yanında türk lehçelerini - tatarca, özbekçe, başkurtça, tarançıca, uygurca, kazakça, kırgızca, azerice - gramerleriyle biliyordu. yunanca, latince, italyanca da araştırmalarına yetecek kadar…

inşaat mühendisi olmakla birlikte ömrünü eski türk tarihine adamış bir araştırmacı olan mirşan, 1960'lardan itibaren dünya üzerindeki çözülememiş kadim yazıtları türkçe ile okumayı denemiştir. işte bu dil bilgisiyle 1965'te başlayarak 94 adet kısa etrüsk yazıtını çözmüş ve bunları türkçe olarak okuduğunu belirtmiştir. 1970'te dünyada ilk defa etrüsk yazıtlarını çözümlediğini iddia etti. 1970 yılında yayımladığı “proto-türkçe yazıtlar” kitabında bu okumaların sonuçlarını paylaşmış, 1998'deki “etrüskler: tarihleri, yazıları ve dilleri” adlı kapsamlı eserinde ise etrüsklerin dili ve inanç yapısını derinlemesine inceleyerek “etrüsklerin türklüğü” sonucunu açıkça ortaya koymuştur.

tabii akademik çevreler buna şiddetle karşı çıktı. “nasıl olur, adam mühendis, tarihçi bile değil” dediler. ama mirşan hoca cesurdu ve şöyle dedi: “etrüskler aslında orta asya'dan göç etmiş türklerdir ve dilleri proto-türkçe'dir.”

bu iddia doğruysa, roma'nın kuruluş hikayesi baştan sona yeniden yazılmalıydı. çünkü etrüskler roma'yı kuran halksa ve onlar da türkse… sonucu siz düşünün.

mirşan hocanın verdiği çeviri örnekleri gerçekten çarpıcıydı. mesela “pup. velimna. cahatial” yazıtını klasik arkeologlar “p. volumnius cafatia natus” (publius volumnius, cafatia'nın oğlu) diye çevirirken, mirsan hoca türkçe okuyordu. ya da etrüsk mezarlarından çıkan “oq uluyuzu” ifadesini “ok üstünlüğü” olarak çeviriyor, etrüsklerin kendilerini okçu millet olarak tanımladığını söylüyordu.

mirşan'ın okuduğu bazı etrüskçe metinlerde türkçeyle anlamlı benzerlikler tespit ettiği, örneğin etrüskçe “vanth” (ölüm tanrıçası adı) kelimesini eski türkçe “fant” (ruh) kelimesiyle ilişkilendirdiği gibi örnekler literatürde yer alır. her ne kadar mirşan'ın yöntemleri akademik çevrelerde tartışmalara yol açsa da, onun çalışmalarını yok saymak mümkün olmamıştır.

en çarpıcı uluslararası onay

mirşan'ın iddialarının en çarpıcı yönlerinden biri, 1995 yılında floransa'da buluştuğu italya'nın en tanınmış etrüskologlarından prof. dr. giovannangelo camporeale'in tepkisidir. camporeale, mirşan'ın çözümlemelerini bizzat incelemiş ve kendi klasik yöntemlerinin etrüsk dilini okumada yetersiz kaldığını fark ettiğini ifade ederek, mirşan'ın etrüsk yazıtlarını erken dönem türkçe ile okuduğu tezini kabul etmiştir.

bu bilgi, etrüskolojinin batılı duayenlerinden birinin dahi alternatif bir okumaya kapı araladığını göstermesi bakımından son derece önemlidir. elbette bu, etrüsk dilinin türkçe olduğu yönünde kesin bir konsensüs olduğu anlamına gelmez; ancak konunun ciddiye alınabilirliğini artıran bir gelişmedir.

mitolojide çarpıcı paralellikler

çocukluğumda dikkatimi çeken o benzerlik, yıllar sonra çok daha derin bir kültürel bağlantının göstergesi olduğunu anladım. etrüskler konusunda ilk dikkat çeken benzerlik, kurt sembolü ve efsaneler alanında ortaya çıkıyor.

roma'nın kuruluş mitosuna göre, alba longa kralının torunları olan romulus ve remus bebekken bir sepet içinde nehre bırakılır ve bir dişi kurt (lupa) tarafından bulunup emzirilir. bu efsane roma kültüründe o denli merkezidir ki, şehrin simgesi haline gelmiştir. capitol tepesindeki ünlü bronz heykelde, iki insan yavrusunu emziren bir dişi kurt betimlenmiştir.

türk mitolojisinde ise benzer bir motif, özellikle göktürklerin türeyiş destanı olarak bilinen asena efsanesinde görülür. bu anlatıda, savaşta yaralı halde hayatta kalan küçük bir türk çocuğunu dişi bir bozkurt kurtarır, besleyip büyütür ve türk soyunun devamını sağlar.

oğuz kaan destanı'nda bir ışık içinde çıkarak oğuz ile konuşan kurt simgesi oğuz ordusuna yol göstermişti. türk kültürü'nde at ile özdeş tutulan kurt, uygurlarda türeyiş destanı'na konu olmuş, dede korkut hikayelerinde ise salur kazan bir kurt vasıtası ile ülkesinden haber almıştı.

her iki kültürde de kurt, koruyucu ana figürü olarak karşımıza çıkar. roma'nın simgesi haline gelen dişi kurt (lupa) heykeli, romulus ve remus'u emzirirken tasvir edilmiştir. bu motif, türk destanlarındaki dişi bozkurt figürüyle şaşırtıcı derecede benzerlik gösterir. hem roma hem türk mitolojisinde kurt, güç, koruma ve rehberlik sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır.

bu benzerlik basit bir tesadüf olamayacak kadar özeldir. nitekim araştırmacı polat kaya, romulus-remus efsanesinin aslında romalılardan çok daha eski bir türk (turan) efsanesi olduğunu ve sonradan romalılarca uyarlanıp değiştirildiğini iddia etmektedir. kaya'nın analizine göre efsanedeki kişi ve yer adlarında dahi eski türkçe izler bulunmaktadır. örneğin, ikizlerin dedesinin adı olan numitor ismini türkçeye göre çözümleyip “numitornami tur” (adı tur) şeklinde okuyarak bunun tur/türk halkına göndermede bulunduğunu öne sürer. bu tür iddialar ne kadar spekülatif görünse de, ortaya koyduğu fikir ilgi çekicidir: roma'nın kuruluş hikâyesinin arketipinin, orta asya türk destanlarıyla akraba olması muhtemeldir.

mitolojik bağlamın ötesinde, kurt figürünün ortak bir kültürel sembol olarak romalılarda ve türklerde yeri olması da dikkat çekicidir. bu durum, etrüskler aracılığıyla iki kültür arasında bir etkileşim olabileceği fikrini destekler niteliktedir. roma'nın simgesi haline gelen dişi kurt, gerçekte etrüsk kökenli bir eser kabul edilir; zira heykelin kendisi etrüsk sanatının ürünü sayılır (ikiz çocuk figürleri rönesans'ta eklenmiştir). etrüskler, roma şehrinin kuruluşundan önce bölgede hâkim olan uygarlık olarak, romalıların efsanelerine ve sembollerine de kaynaklık etmiş olabilirler.

nitekim, roma polis teşkilatının armalarında bile bozkurt sembolü uzun süre yer almıştır. bu, etrüsk mirasının roma devlet sembolizmine yansımasının bir göstergesi sayılabilir. diğer taraftan türk kültüründe bozkurt, türk milletinin atası ve koruyucusu olarak destanlarda ve modern sembolizmde yaşamaya devam etmektedir. hem roma hem türk geleneğinde kurt figürünün “koruyucu anne” ve “ulusal sembol” oluşu, iki toplum arasında kültürel genetik bir bağ olabileceğine dair belki de en canlı ipuçlarından biridir.

ergenekon destanında börteçine adlı dişi kurdun türkleri yol göstermesi, roma'nın kuruluş efsanesiyle neredeyse birebir örtüşüyordu. bu kadar spesifik detayların rastlantı olması matematiksel olarak çok düşük bir ihtimaldi.

genetik bomba

2000'li yıllara geldiğimde, modern genetik çalışmalar başladı. ve sonuçlar şoke ediciydi. dil ve mitoloji alanındaki ipuçları ne kadar ikna edici olsa da, günümüz biliminin en somut kanıtları genetik araştırmalardan geliyor. son yıllarda yapılan dna analizleri, kadim halkların kökenini aydınlatmada devrim yaratmış durumda. etrüskler de bu genetik mercekle incelenmiş ve çok çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştır. özellikle anadolu bağlantısı, genetik bulgularla güçlü şekilde desteklenmektedir.

2004 yılında uluslararası bir ekip, italya'daki etrüsk mezarlarından çıkarılan 80 bireyin iskelet kalıntılarından dna örnekleri elde etti. italya'nın ferrara, floransa (firenze), bologna, parma, pisa gibi üniversitelerinden genetikçiler (guido barbujani, david caramelli, loredana castrì, antonella casoli, francesco mallegni gibi) ile barcelona'dan carles lalueza-fox'un imza attığı bu kapsamlı çalışma, mö 700-200 yılları arasında yaşamış etrüsk bireylerin mitokondriyal dna (anne hattı) varyasyonlarını inceledi.

prof dr. alberto piazza, toscano bölgesinde etrüsklerin odaklandığı üç kasaba volterra, murlo, ve casentino'da toplam 263 kişiden alınan kanın dna testlerinin daha sonra kuzey ve güney italya, güney balkanlar, sicilya adası, sardunya adası, limni adası ve anadolu'nun eski lidya topraklarında yaşayanların toplam 1264 dna'sı ile karşılaştırıldığını ve en yakın olarak türkiye'de yaşayanlarla eş değerde bulunduğunu söyledi.

sonuç son derece ilginçti: etrüsklerin gen havuzu, ağırlıklı olarak doğu akdeniz/near east kökenli haplotipler barındırıyordu. araştırmacılar raporlarında, incelenen etrüsk iskeletlerinin genetik profilinin “doğulu” (oriental) olduğunu belirttiler. bu bulgu, herodot'un lidya'dan göç efsanesine bilimsel bir temel sağlamış gibiydi. yani, etrüskler muhtemelen anadolu'dan italya'ya göç etmiş bir kavimdi.

bu genetik yakınlığın ayrıntılarına inildiğinde, özellikle anadolu'nun kuzey kesimleriyle bağlantı dikkat çekiciydi. hatta literatürde ilgi çekici bir karşılaştırma yapılmıştır: italya'daki toskana bölgesi halkından alınan gen örnekleri ile türkiye'nin karadeniz bölgesinde, ordu ilinin mesudiye ilçesinde yaşayan insanların genetik profilleri karşılaştırılmış ve %97 oranında bir benzeşim saptanmıştır.

daha da çarpıcı olan şu: prof. alberto piazza, testlerde 5 kişinin dna'sının lidya bölgesindekilerle tıpa tıp, aynen uyduğunu da belirtmiştir. özellikle etrüsklerin yoğun yapılandığı ve yaşadığı siena'ya bağlı murlo kasabasında yaşayanların dna testlerinin sonuçlarına göre kanlarında normal bir italyan'dan çok türk kökenlilerinkine benzer kanların bulunduğuna rastlandığını ifade etmiştir.

işte tam da bu noktada mirsan hocanın iddia ettiği o %97'lik genetik uyum ordu mesudiye bölgesiyle gerçeklik kazanmış oluyordu. bu tesadüf olamayacak kadar spesifik bir bulguydu. bu denli yüksek bir genetik benzerlik, elbette ki soydaş halklar olunduğuna güçlü bir işaret kabul edilebilir. dahası, aynı çalışmada kontrol amacıyla yapılan bir analizde, italya'nın orta kesimindeki sığırların genleriyle ordu yöresindeki sığırların genlerinin de %97 oranında eşleştiği bulunmuştur. yani anadolu'dan toskana'ya sadece insanlar değil, beraberlerindeki evcil hayvanlar dahi göç etmiş olabilir.

genetik alandaki bir başka keşif de günümüz toskana halkıyla anadolu halkları arasındaki ilişkiyi gösterir niteliktedir. italya'daki belirli köylerde yaşayan insanların dna'sı ile türkiye'deki bazı bölgelerin dna profilleri kıyaslandığında, beklenmedik yakınlıklar ortaya çıkmıştır. özellikle toskana'nın belirli kasabaları ile türkiye'nin batı ve orta karadeniz bölgeleri arasında genetik akrabalık belirtilmiştir. bu durum, etrüsk göçünün izlerinin halen canlı insan popülasyonlarında sürdüğüne işaret ediyor olabilir.

genetik bulgular sadece insan dna'sı ile sınırlı değil. yukarıda bahsettiğimiz üzere, evcil hayvan dna'ları da göçlerin izini sürmede kullanılıyor. arkeogenetik denen bu alan, örneğin etrüsklerin anadolu'dan beraberlerinde sığır ve koyun sürülerini getirdiğini, bu hayvanların genetik yapısından anlamaya çalışıyor. 2000'lerde yapılan bir çalışma, toskana'daki sığırların dna çeşitliliğinin anadolu'dakilere çok yakın olduğunu, diğer avrupa sığırlarından belirgin biçimde ayrıldığını ortaya koydu. bu, adeta biyolojik bir imza niteliğinde. aynı şekilde bitki kalıntıları, tarım ürünleri de benzer karşılaştırmalara tabi tutuluyor. bütün bu araştırmaların ortak sonucu, mö 2. binyıl sonu ile 1. binyıl başında batı anadolu'dan italya'ya bir göç dalgasının gerçekleştiği ve bunun etrüsk medeniyetini başlatmış olabileceği yönündedir. bütün bu veriler bir araya geldiğinde, etrüsklerin anavatanının anadolu olduğu ve dolayısıyla türklerin kadim coğrafyası ile örtüştüğü fikri güç kazanmaktadır.

özetle, modern bilim etrüsklerin kökenini anadolu'ya ve dolayısıyla olası bir türk bağlantısına yaklaştırmıştır. bir zamanlar sadece birkaç marjinal tarihçinin iddiası gibi görünen “etrüskler türk müydü?” sorusu, bugün genetik veriler ışığında ciddiye alınması gereken bir hipoteze dönüşmüştür.

ama bu çalışmaların büyük bir sorunu vardı: sadece mö 800-ms 1000 arası dönemi kapsıyorlardı. etrüsk etnogenezi mö 3000'li yıllarda gerçekleştiyse, bu çalışmaların kapsamı dışında kalıyordu zaten. yani dil ve kültürlerini korurken genetik olarak kısmen italyalı diğer kavimlerle bütünleşmiş olabilirler. bu nedenle, günümüzden 2.500 yıl öncesinin dna profilinde yerel benzerlik çıkması, daha eski göç gerçeğini bütünüyle çürüten bir kanıt değildir. aynı şekilde mitokondriyal dna analizleri doğrudan anne hattını izlerken, 2021 çalışması tüm genomu incelediği için etrüsklerin dişi hatlarının anadolu'dan gelmiş olabileceği, ancak zamanla baba hatları dahil diğer soylardan karışımlar aldığı düşünülebilir.

alfabetik devrim

yeni araştırmalar, etrüsk kökenli bu alfabenin, göktürk alfabesinden alındığını, etrüsklerin de türk kökenli olduğunu kanıtlamıştır. bu bulgu çok önemli çünkü bizim bugün kullandığımız latin alfabesi aslında etrüsk alfabesinden geliyor. ve etrüsk alfabesi de göktürk alfabesinden esinlenmiş…

etrüsk yazı sistemi sağdan sola, tıpkı orhun yazıtları gibi. harflerin şekilleri, yazım yönü, hatta damga sistemi… benzerlikler görmezden gelinemeyecek boyutta. mirşan'ın tezine göre dünyadaki tüm alfabelerin kökeni türk alfabesidir. bu elbette klasik bilime aykırı iddialar içerir; zira bildiğimiz kadarıyla insanlık tarihi boyunca birçok coğrafyada yazı bağımsız olarak icat edilmiştir (mezopotamya, mısır, çin gibi). ancak mirşan burada çok eski çağlarda orta asya'da damgalarla başlayan ve zamanla harf sistemine dökülen bir türk yazı geleneğinin, diğer medeniyetlere öğretildiğini savunuyor.

anadolu'da da ön-türkçe yazıtlar bulunmaktadır. latin, yunan, fenike ve kril alfabelerinin ön-türkçe'den oluşmuştur. örneğin, orta asya'da mö 3000'lerde damga yazısından yola çıkarak eski mısır hiyerogliflerinin bile çözümlenebildiğini iddia etmiştir.

orhun yazıtları (m.s. 8. yy) bugün bilinen en eski türkçe metinlerdir ve son derece gelişmiş bir dil ve alfabe kullanır. bu kitabelerdeki dilin olgunluğu, altında en az 2000-3000 yıllık bir yazı geleneği olduğunu göstermektedir. çünkü orhun yazıtları'nda kullanılan dil ve noktalama işaretleri bu dilin en gelişmiş hali olduğu sonucuna götürmektedir. böyle bir dilin oluşabilmesi için en az 3000 yıl geriye gidilmesi gerekir. kazakistan'da, bu tezi destekleyen ve mö 600'lere tarihlenen bazı yazıtlar bulunmuştur. bugün çin sınırları içerisinde 300 metre boyunda piramitler bulunduğu ve bu piramitlerin mısır'dan çok önce inşa edildiği tespit edilmiştir. mirşan ve bazı araştırmacılar, orhun harflerinin kökenini çok daha eskiye, mö 2. binyıllara götüren damgaların izini sürmüşlerdir.

bu bağlamda, etrüsk alfabesi ile göktürk alfabesi arasında benzerlik kurmaya çalışanlar olmuştur. gerçekten de iki alfabede bazı harf şekillerinin (örneğin “m” sesi için kullanılan zigzag biçimli runik harf) benzediği görülür; ancak bu benzerlikler şu an için spekülatif düzeydedir. yine de büyük resimde, yazı teknolojisinin orta asya'dan avrupa'ya taşındığı fikri yabana atılmamalıdır. nitekim tarihî veriler, orta asya'dan dalgalar halinde gerçekleşen göçlerin avrupa medeniyetine tarımdan metalurjiye pek çok yenilik taşıdığını göstermektedir. yazı ve dil de bu taşınan unsurlar arasında olabilir. etrüskler, belki de bu çok eski göçlerin avrupa'daki yankılarından biriydi.

tyrsenian dil ailesi teorisi de bu bağlantıları destekliyor. etrüsk, raetic ve lemnian dillerinin aynı aileden olduğu kabul ediliyor. lemnos adası anadolu'ya çok yakın ve buradaki yazıtlar etrüsk yazıtlarına benziyor.

dil yapısında şaşırtıcı paralellikler ve yeni keşifler

etrüsklerin diline dair sır perdesi, konunun belki de en çok tartışılan yanıdır. etrüskçe, antik dünyanın “bilinmeyen” dillerinden biri olarak kabul edilir; latince ve diğer komşu dillerden farklı olup, günümüzde tam olarak tercüme edilememiş binlerce kısa yazıt bırakmıştır. bu yazıtlarda kullanılan etrüsk alfabesi, fenike kökenli grek alfabesine dayanır gibi görünse de, dili çözmek zor olmuştur. ancak bazı türk araştırmacılar, etrüskçenin çözümsüzlüğünün nedeninin aslında yanlış dil ailesinde aranmasından kaynaklandığını öne sürerler. bu görüşe göre etrüskçe ne hint-avrupa ne de sami dilidir; bunun yerine ön türkçe (proto-türkçe) diyebileceğimiz bir asya kökenli dil ile akrabadır.

etrüsk dili uzun yıllar “gizemli dil” olarak anılmıştı. ama yakından incelendiğinde türkçe ile şaşırtıcı benzerlikler gösteriyordu:

- agglutinative (sondan eklemeli) yapı: tıpkı türkçe gibi
- dört ünlü sistemi (a, e, i, u): türkçe ile tam uyum
- hece vurgusu ilk hecede: yine türkçe'deki gibi
- sağdan sola yazım: orhun yazıtlarında da mevcut

dil konusundaki bir diğer çalışma, eski diplomat ve araştırmacı adile ayda tarafından gerçekleştirilmiştir. ayda, “etrüskler türk mü idi?” başlıklı 1974 tarihli kitabında, etrüskçe ile türkçe arasında kelime benzerlikleri üzerinde durmuştur. özellikle bazı temel kelimelerin ve özel adların kökeni konusunda ilginç paralellikler sunar. örneğin etrüskçe bir erkek adı olan “tarchuna” ile türk mitolojisindeki yer ismi “tarkan” kelimesini karşılaştırır veya etrüsk panteonundaki “turan” adlı tanrıçanın adını turan (geniş coğrafi bölge, eski türklerde kullanılan bir ad) ile ilişkilendirir. bu tür benzetmeler, etrüskçenin tamamen izole bir dil olmayıp, belki de akraba olduğu türk dilleri ile ortak bir söz varlığı paylaştığını düşündürmektedir.

yabancı dilbilimcilerden de benzer hipotezler gelmiştir. özellikle italyan dilbilimci mario alinei, etrüsk dilinin proto-macar (macarca) olduğunu iddia eden bir eser yazmıştır. macarca, ural dil ailesinden olup tarihsel süreçte türk dilleriyle yakın teması olmuş bir dil olduğu için, alinei'nin tezi dolaylı olarak etrüskçenin ural-altay (ve dolayısıyla türk) bağlantısına işaret eder. her ne kadar alinei'nin “etrüskçemacarca” görüşü tartışmalı olsa da, etrüskçeyi hint-avrupa dışında bir aileye yerleştirme çabasını göstermesi açısından kayda değerdir.

bütün bu dil çalışmalarının ışığında, etrüskçenin kökeni konusunda güçlü bir ön-türkçe tezinin geliştiğini söyleyebiliriz. geleneksel tarih yazımı etrüskçeyi bir muamma olarak rafına kaldırmışken, türk araştırmacılar “ön türkler” kavramıyla avrupa'da izlerini aramaya başladılar. kâzım mirşan ve ekolü, sadece etrüsklerde değil, truva, sümer, hitit, frig gibi pek çok kadim uygarlığın dip kültüründe bir türk etkisi olduğunu savunur.

ilk tek tanrı inancını geliştiren türklerdir. budizmin kökeninde türklerin altı yarıq tigin isimli din kitabı vardır. i skandinavya ve avrupa'da 5000'den fazla türkçe yazıt bulunmaktadır. iskitlerin yani sakalar'ın türk kökenli oldukları ileri sürülmektedir. etrüskler, truvalılar, sümerler, hititler ve friglerin dip kültüründe türk uygarlığı olduğu görüşü de ileri sürülmektedir. mısır'ın dip kültüründe de türkler olduğu iddia edilmektedir.

onlara göre bu halklar doğrudan türk olmasalar bile, orta asya çıkışlı çok eski bir kültür dalgasının etkisiyle dillerinde ve geleneklerinde türkçe izler taşırlar. kazım mirşan'ın yaptığı araştırmalarda ön-türk uygarlıkları tarafından ot-oğ olarak isimlendirilen ön-mısır'a m.ö 3000 yıllarında doğu anadolu'dan isub-ög yazısının gittiğini tespit etmiştir. kazım mirşan'ın bugüne kadar anlamı çözülemeyen 184 adet mısır hiyeroglifini ön-türkçe olarak okumuş olduğu ve mumyalama tekniklerinin yine m.ö. 3000'li yıllarda altaylarda geliştirildiği düşünülürse piramit inşa teknolojisinin eski mısır'a ön-türk uygarlıkları tarafından öğretildiği sonucuna ulaşılmaktadır.

eğer bu iddialar doğruysa, etrüsk yazıtlarını türkçe okumak sıradışı olmaktan çıkıp daha geniş bir tarihsel resmin parçası haline gelecektir.

kazım mirşan'ın bu yoldaki en büyük başarısı etrüsk alfabesinin türk alfabesi olduğunu bütün dünyaya kabul ettirmiş olmasıdır. batılıların önemli bir bölümünün, etrüsk alfabesinin türk alfabesi olduğunun kabul etmelerine rağmen, bir kısmının da karşı çıkması temelindeki neden etrüsk'leri batı medeniyetinin kurucusu olarak kabul etmiş olmalarıdır.

mezar kültürü

ölüleri nasıl gömdüğümüz, inançlarımızın en derin katmanlarını yansıtır. etrüsk-türk bağlantısına dair kanıtları ararken, arkeoloji ve maddi kültür bulgularını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. etrüsklerin bıraktığı eserlerde ve uygulamalarda, orta asya ve anadolu türk kültürüyle benzeşen unsurlar göze çarpabilir mi? bu soruya yanıt arayan araştırmacılar bazı ilginç paralellikler tespit etmişlerdir.

etrüsk mezar geleneğini incelediğimde, anadolu benzerlikleri görmezden gelinemeyecek boyuttaydı. italya cerveteri'deki etrüsk banditaccia nekropolünde bulunan tümülüs (tumulus) mezarlar. toprak yığma tepeler şeklindeki bu anıt mezarlar, orta asya ve anadolu'da kurgan olarak bilinen türk türü höyük-mezar geleneğini andırmaktadır. hem etrüsk hem eski türk toplumlarında ölülerini yüksek tepeler altında gömme adeti, dikkate değer bir kültürel benzerlik olarak görülmektedir.

tumulus tarzı mezarlar hem phrygia hem lydia hem de etruria'da görülüyordu. etrüskler, ölülerini şehirlerinin dışında geniş nekropollerde yer alan toprak örtülü tümülüs mezarlara defnetmişlerdir. özellikle cerveteri ve tarquinia'daki anıt mezarlar, yuvarlak toprak tepeler (höyükler) şeklindedir ve içinde oda şeklinde mezar odaları bulunur. bu yapı, tıpkı türk ve altay bozkırlarının kurganlarına benzemektedir. kurgan kelimesinin bizzat türkçe kökenli bir kelime olup “höyük, yığma mezar” anlamına geldiği de hatırlanırsa, tümülüs geleneğinin orta asya-türk kültür çevresindeki yaygınlığı anlaşılır.

etrüsk tümülüslerindeki dairesel halka şeklindeki yivlendirme, lydia'daki mezarlarda da mevcuttu. mezar içi banklar, korkuluklar ve başlıklar phryg mezarlarıyla neredeyse birebir aynıydı. arkeologlar, italya'daki etrüsk tümülüsleri ile iskit-saka kurganları arasında biçimsel benzerlikler olduğunu dile getirmişlerdir. her iki kültürde de mezarlar sadece defin amacı değil, ölümden sonraki hayat için ölen kişinin eşyalarıyla donatıldığı, adeta birer zaman kapsülü gibidir. nitekim etrüsk mezarlarından çıkan pişmiş toprak lahitler, silahlar, günlük eşyalar; orta asya kurganlarından çıkan buluntularla karşılaştırıldığında işlevsel bir ortak anlayış görülür: öleni ebedi istirahatinde ihtiyaç duyacağı her şeyle birlikte gömme inancı. bu inanç, türklerin eski dini inançlarından göktanrı inancı ve atalar kültü ile uyumludur ve etrüsklerde de benzer bir atalar kültü varlığına işaret edebilir.

en dikkat çekici benzerlik ise çift balta (labrys) sembolünün sadece lydia ve etruria'da siyasi otorite sembolü olarak kullanılmasıydı. bu sembol roma'ya da etrüsklerden geçmişti.

falcılık geleneği ayrı bir fasıl. etrüskler hayvan organlarından, özellikle karaciğerden gelecek hakkında bilgi edindiklerini iddia ediyorlardı. bu gelenek yakındoğu kökenli ve sadece etrüsk ile anadolu kültürlerinde bu kadar sistematik hale gelmişti. bu uygulama mezopotamya'dan gelen bir gelenek olsa da, eski türklerde de kurban hayvanının kürek kemiğine bakarak fal açma geleneği (kürek kemiği falcılığı) vardır ki benzer mantıktadır. her iki kültürde de animistik bir dünya görüşü ve kehanete önem verme ortak paydasını görmek mümkün.

mimari ve sanat

mimari açıdan da bazı bağlantılar kurulabilir. etrüskler, kemer ve tonoz kullanımında romalılardan önce ustalaşmış bir toplumdu. orta asya türklerinde ise kemer kullanımı olmasa da yurt çadırı formunda yuvarlak yapı geleneği mevcuttu. etrüsk mezar odalarının planları, kimi zaman dairesel veya ovallik gösterir; üzeri toprakla örtülü bu odalar, bir bakıma “taştan yapılma devasa yurtlara” benzetilebilir. elbette bu benzetme mecazi düzeydedir, ancak sembolik olarak yuvarlak hatlı mimari formu ve üstünün toprak tepeyle kapatılması, orta asya çadır kültürü ile bir paralellik akla getirmektedir.

sanat ve ikonografi alanında da bazı izler ilginçtir. örneğin etrüsk resim sanatında ve seramiklerinde görülen şamanik ögeler bazı araştırmacılarca vurgulanmıştır. etrüsk mezar fresklerinde görülen kanıt (falcı/kehanetçi) figürleri, ellerinde kuş veya hayvan figürleri taşıyan gizemli varlıklar, eski türk şamanlarının ruh rehberleriyle tasvirlerine benzetilebilmektedir.

etrüsk dini panteonunda yer alan bazı tanrı adları da türk mitolojisiyle karşılaştırılmıştır. örneğin uni adlı tanrıça (roma'daki juno'nun etrüsk versiyonu) ile türk mitolojisindeki umay (ana tanrıça) arasında isim benzerliği ve işlevsel benzerlik kurulmaya çalışılmıştır. yine etrüsk gök tanrısı tinia, bazı türk dillerinde gök anlamına gelen tengri/teyri sözcüklerini çağrıştırır. bu tür benzerlikler tek tek ele alındığında zayıf görülebilir; ancak bütünsel bakıldığında, etrüsklerin inanç sisteminin hint-avrupalı komşularından ziyade, daha doğudaki kadim inançlarla ortak noktaları olduğu iddia edilebilir. zaten etrüsk dini romalılarca “farklı ve gizemli” bulunmuş, etrüsk rahiplerin kehanet kitaplarına (libri haruspicini) büyük önem atfedilmiştir. bu gizemli yön, onları çevre kültürlerden ayrı kılan bir unsurdu ve belki de kökenlerinin farklı oluşundan ileri geliyordu.

ana akım direnci

bu teoriler ana akım akademi tarafından sistematik olarak “pseudohistory” etiketiyle itham ediliyor. ama bu direncin altında yatan asıl neden ideolojik. bu noktada akla gelebilecek soru, “peki neden bu gerçek bugüne kadar gizli kaldı?” olabilir. cevabı, ne yazık ki bilimsel olmaktan ziyade sosyo-politiktir. avrupa merkezli tarih yazımı, kendi uygarlıklarının kökenini antik yunan'dan roma'ya, oradan keltlere ve cermenlere uzanan bir çizgide tanımlamaya alışmıştır. bu anlatıda “türkler” genellikle geç ortaçağda sahneye çıkan “dış güç” olarak resmedilir. halbuki şimdi görüyoruz ki türkler, avrupalıların ataları arasındadır – en azından etrüskler vasıtasıyla.

avrupalılar genlerini, dillerini türklerle ortak bir ataya dayandırma fikrini korkunç bulduğu için arkeolojik ve bilimsel pek çok tespiti yok sayıyor, gizliyor, geçmişte bu yönde araştırmalar yapan avrupalı tarihçileri güvenilmez olarak niteliyorlar, yazdıkları kitapları da bastırmıyor ve unutturmaya çalışıyorlar.

batı'nın kökenlerinin türklerle ilişkilendirilmesine tahammülleri yoktur. roma medeniyetinin türk kökenli olabileceği düşüncesi, avrupa merkezli tarih anlayışını derinden sarsar. bu yüzden bu bulgular sistematik olarak görmezden geliniyor.

“bilimsel konsensüs yok” eleştirisi yapıyorlar. ama bilimsel konsensüs değişebilir. heinrich schliemann truva'yı keşfettiğinde de böyle eleştiriler almıştı. alfred wegener'in kıta sürüklenme teorisi de başlangıçta reddedilmişti.

bu fikrin kabullenilmesi bazı çevreler için kolay olmamış, bu yöndeki bulgulara yıllarca mesafeli durulmuştur. tarihsel süreç incelendiğinde 19. ve 20. yüzyılda etrüsklerle türkleri ilişkilendiren avrupalı araştırmacılar da çıkmış, ancak eserleri uzun süre ciddiye alınmamıştır. bugün dahi, bu alanda çalışan türk araştırmacılar anaakımdan dışlanma riskiyle karşılaşabiliyor.

bunun temelinde yatan sebebi prof. dr. orhan türkdoğan şu sözlerle özetler: "bugün batı kültürü baskın kültürdür; onlar kendi tarihlerini üstün görmek ister, bu yüzden etrüsk yazıları ile türk yazıları arasındaki benzerlikleri merak bile etmiyoruz. neden acaba?" bu ifadedeki sitem, aslında bir gerçeğe işaret ediyor: akademik önyargılar ve ideolojik tercihler, bazı olguların araştırılmasını bile engelleyebiliyor.

rahmetli mirşan'ın: “benim elimde bu kadar bilgi varken, benim yazdığım kitaplar rafa kaldırılıyor, en acı hadise budur. kitaplarımı şimdiye kadar basan yayınevi çıkmadı.” bu ifade gerçekten acıdır ve kendisini türk olarak tanımlayan herkesin içini acıtmalıdır.

modern araştırmalar ve gelecek umutları

2020'li yıllara geldiğimizde durum değişmeye başladı. yeni genetik teknolojiler, daha kapsamlı arkeolojik çalışmalar sayesinde bu konular yeniden gündeme geldi. artık bazı italyan bilim insanları da bu bağlantıları kabul etmeye başlıyor.

adna (antik dna) çalışmaları özellikle umut verici. bu teknoloji sayesinde binlerce yıl önceki insan kalıntılarından genetik bilgi elde edebiliyoruz. etrüsk mezarlarından çıkarılan kemiklerden elde edilen dna örnekleri, anadolu bağlantısını daha net ortaya koyabilir.

bilgisayar destekli dil analizi yöntemleri de gelişiyor. kazım mirsan hocanın el yordamıyla yaptığı çalışmaları doğrulamaya başladı. etrüsk dilindeki türkçe kökler sistematik olarak ortaya çıkarılabiliyor artık.

2024 ve sonrası

roma'nın küllerinden kurulduğu medeniyet olan etrüskler türk'tür ve dilleri türkçe'dir. (etrüskçe yazıtlar ilk defa 2004 senesinde kazım mirşan tarafından çözümlenmiştir. artık bu gerçek daha geniş çevrelere ulaşıyor.

türkiye'de de konuya ilgi artıyor. türk dünyası araştırmaları kapsamında etrüsk-türk bağlantısı konuları ele alınıyor. bu konuda türkiye'de yapılan çalışmalar da hız kazanmakta; üniversiteler, türk tarih kurumu gibi kuruluşlar projeler geliştirmektedir.

etrüsk iskeletleri üzerinde ve anadolu'da yapılan dna testleri ortak noktaları işaret eder. örneklerinin yalnızca anadolu'da görüldüğü “kulplu kazan” benzeri metalurji örneklerinin etrüskler'de de görülmesi. sonuç olarak etrüsklerin türk kökenli oldukları, dillerinin ön türkçe'den geldiği ve türkistan'dan göç ettikleri görülür.

tüm bu arkeolojik ve kültürel ipuçlarını toparlarsak: etrüskler, maddi kültürleriyle de doğulu bir miras taşıyor olabilirler. mezar mimarisinden sembollere kadar uzanan benzerlikler, etrüsklerin sadece genetik ve dilsel olarak değil, kültürel olarak da proto-türk bir yapıya sahip olabileceğini gösteriyor. bu yorumlar henüz ana akım arkeoloji tarafından tam kabul görmemiş olsa da, görmezden gelinmesi zor veriler birikmektedir. avrupa'nın çeşitli bölgelerinde bulunan ve henüz tam anlaşılamamış bazı yazıtlar, damgalar, motifler türk araştırmacılarca incelenmekte ve türk damgalarıyla eşleştirildiğinde anlam kazandığı bildirilmektedir. dahası, iskitler/sakalar, hunlar, bulgarlar, peçenekler gibi tarihî türk boylarının avrupa'nın erken dönemlerinde çeşitli rolleri olduğu artık bilinen bir gerçektir. etrüskler belki de bu zincirin ilk halkalarından biriydi.

kişisel bir yolculuğun vardığı nokta

çocukluğumda ansiklopedide gördüğüm o basit benzerlikler, yıllar sonra devasa bir araştırma alanına dönüştü. tarih araştırmalarında zaman zaman devrim niteliğinde değişimler yaşanır. bir zamanların marjinal görülen fikirleri, yeni kanıtlarla desteklenince ana akım haline gelebilir. etrüskler ile türkler arasındaki bağ iddiası da belki böyle bir eşiğin arifesindedir. on yıllar önce yalnızca birkaç cesur araştırmacının dile getirdiği bu görüş, bugün dilbilimsel çözümlemelerle, mitolojik karşılaştırmalarla, en önemlisi modern dna analizleriyle kuvvetli şekilde desteklenmektedir.

etrüsk-türk bağlantısı sadece akademik bir teori değil, aynı zamanda kimlik meselesi haline geldi. ortaya çıkan tablo şöyledir: evet, etrüskler büyük olasılıkla türk'tür. elbette burada “türk” derken günümüzün türkiye türklerini değil, orta asya kökenli kadim proto-türk halklardan bir kolu kastediyoruz. bu kol, binlerce yıl önce batıya göç etmiş, anadolu üzerinden avrupa'ya geçmiş ve italya'da muhteşem bir medeniyet kurmuştur. bu medeniyet, roma'nın kuruluşuna zemin hazırlamış; şehir planlamadan mühendisliğe, dinden devlet sembollerine kadar romalılara ilham vermiştir. roma'nın küllerinden yükseldiği uygarlık etrüsklerdir ve bu etrüskler de türklerin bir uzantısıdır. eğer bu tarihsel denklem doğruysa, avrupa medeniyetinin temellerinde türk halklarının bulunduğu sonucu çıkar ki bu oldukça çarpıcı bir sonuçtur.

italyanların kökeni de bu bağlamda türk olabilir. bozkurdun emzirdiği çocuk heykeli sadece bir roma efsanesi değil, belki de ortak kültürel hafızanın bir yansımasıdır. "etrüskler türktür" sözü belki de en özet ifadesi bu gerçeğin.

modern genetik çalışmalar mirşan hocanın öngörülerini doğrular nitelikte sonuçlar verdi: "etrüsklerin genleri %97 oranında ordu mesudiye bölgesinde yaşayan türklerle eşdeğer çıkmıştır. bu gen uyumu italyanın orta bölgesindeki ineklerle ordu'daki inekler için de aynı oranda eşdeğer bulunmuştur. günümüzde birçok italyan bilim adamı ve tarihçi de etrüsklerin anadolu'dan italya'ya mö. 3000'li yıllarda göç ettiğini ve prototürk bir kavim olduğunu kabul etmektedir."

mirşan hocanın "etrüsklerin mezarlarından mimarilerinden de türk olduklarını biliyoruz" sözü artık boş iddia değil, bilimsel verilerle desteklenen gerçekler.

o çocukluğumda gördüğüm bozkurdun emzirdiği çocuk heykeli sadece bir efsane değilmiş, belki de atalarımızın bıraktığı bir mesajmış. roma'yı kuranlar etrüskler, etrüskler de türk. bu demek oluyor ki batı medeniyetinin temeli aslında türk.

modern teknoloji bu konuları yeniden ele almamızı gerektiriyor. gelişmiş dna analizleri, yeni arkeolojik yöntemler... belki de etrüsk-türk bağlantısı, tarihçilerin yakında kabul etmek zorunda kalacağı bir gerçek.

yine de, hakikat er ya da geç ortaya çıkma gibi bir alışkanlığa sahiptir. son yıllarda genetik biliminin sağladığı somut kanıtlar, etrüsk-türk bağının daha fazla görmezden gelinemeyeceğini gösteriyor. artık italyan ve diğer uluslardan bilim insanları da "etrüskler doğudan gelmiş olabilir" demeye başladılar. eğer bu destek ve uluslararası işbirliği sağlanırsa, önümüzdeki yıllarda etrüsklerin dilinin tam olarak okunması, anadolu'dan italya'ya göç yollarının detaylandırılması, belki dna yoluyla etrüsklerin hangi türkik boyla akraba olduğunun tespiti mümkün olabilecektir.

sonuç olarak, etrüskler konusundaki yeni yaklaşımlar, bize tarihin sıkı sıkıya bölünmüş kutular olmadığını, halkların ve kültürlerin sandığımızdan çok daha bağlantılı olduğunu gösteriyor. roma'yı kuran etrüsklerin, orta asya bozkırlarında at koşturan türklerin atalarıyla akraba olması fikri, ilk duyulduğunda şaşkınlık uyandırabilir. fakat elimizdeki kanıtlar birleştirildiğinde, bu iddianın sağlam temellere dayandığı görülmektedir. bu da tarihe bakışımıza zenginlik katıyor: türklerin tarihi sadece orta asya->anadolu çizgisinden ibaret değil, avrupa'nın antik tarihinde de türklerin izi var.

unutulmuş ya da unutturulmuş bu gerçeği açığa çıkarmak, bilimsel tarafsızlıkla mümkündür. şüphesiz ki daha yapılacak çok araştırma, cevaplanacak çok soru var. ancak şimdiden şunu söyleyebiliriz: etrüskler ve türkler, tarihin derinliklerinde kesişen yollarıyla, insanlığın ortak kültür mirasına beklenmedik bir katkı sunmaktadır. bu gerçeği kabul etmek, ne bir tarafın diğerine üstünlüğünü ilan etmek, ne de tarih sahnesini yeniden yazıp birilerini yüceltmek anlamına gelmez. tam tersine, insanlık tarihinin büyük bir aile fotoğrafında, bugüne dek kenarda kalmış bir akrabalık bağını fark etmek demektir. ve belki de bu bağın farkına varmak, geçmişte ayrışmalar yaşamış toplumlar arasında yeni bir kültürel yakınlaşma ve anlayış köprüsü kurulmasına vesile olacaktır.

bu yazıyı okurken, kendi çocukluğunuzdaki o anlık sezgilerinizi hatırlayın. belki siz de tarihin gizli sayfalarına dair ipuçları yakalamış olabilirsiniz. çünkü bazen en büyük keşifler, en basit sorulardan doğar. "neden etrüsk türk'e benziyor?" sorusu, beni tarihin derinliklerine götüren bir kapı oldu.

tarih sadece kazananların yazdığı hikaye değil, gerçeğin peşinde koşan herkesin ortaya çıkarabileceği güzel bir mücadele alanı. ve gerçek, bazen en beklenmedik yerlerden çıkar. eğer öyleyse, türkler tarihte yalnızca 1071'de anadolu'ya gelen bir kavim değil, binlerce yıl önce avrupa medeniyetinin şekillenmesinde pay sahibi olmuş bir kurucu unsur olarak karşımıza çıkarlar.

tarih boyunca farklı adlarla anılsak da, insanlık ailesinin dalları birbirine sarılıdır. etrüskler ve türkler de belki aynı ulu ağacın dallarıydı. bunu bilmek, geçmişe dair anlayışımızı zenginleştirirken, geleceğe dair bakışımızı da genişletecektir.