TARİH 12 Aralık 2017
197b OKUNMA     1310 PAYLAŞIM

Asla Yenilmeyeceğini Sandığı İçin Kendi Ölümüne Sebep Olan Kâşif: Ferdinand Magellan

Dünya'nın yarısından fazlasını kaplayan bölgelerin isim babası, Portekizli denizci Ferdinand Magellan'ın ölümüne giden hikayesi.


1521 senesinde, ferdinand magellan, filipinler’de cebu adasına vardığı zaman, muhtemelen kendini olağanüstü becerikli ve üstün biri olarak görüyordu. en azından, ispanya’nın 18 yaşındaki kralı 1. carlos’u, maluku adalarının, portekiz’e değil, ispanya’ya ait olduğuna dair ikna etmeyi başarmıştı (aslında bu da gerçek dışı sayılabilirdi, çünkü maluku aslında endonezya’ya aitti, ancak, 1494 tarihli tordesillas anlaşması'na göre, roma’nın doğusunda ne varsa portekiz’e, roma’nın batısında ne varsa, ispanya’ya aitti. magellan, batıya ilerlemek sureti ile, bulunacak adaların yine de ispanya’ya ait olduğunu ispatlayabileceğini düşünüyordu (batıdan ulaşılsa dahi, bunlar aslında, dünyanın, “portekiz’e ait yarısı”nda yer almaktaydı). baharat yetişen bu adalar, o dönemde lüks sayılan baharat fiyatları dikkate alındığında, büyük değer taşıyordu ve 1. carlos, adaya sahip olmak istiyordu.

beş külüstür gemi ile yola çıkan magellan, dünyanın öbür yarısına doğru yelken açtı, ciddi isyanları bastırdı ve uğursuz magellan boğazından geçti (birbiri ardına magellan’ın rotasını takip eden kaptanlar, kayalık ve sisli boğazda büyük bir hezimete uğruyorlardı. 350 millik magellan boğazından, magellan’dan sonra geçen ilk gemi, 60 yıl sonra, sir francis drake’in tecrübesi ile geçebilmiştir). mürettebat, talaş, fare ve deri benzeri, artık ne bulursa onu yer hale gelmişti; adamları, çeşitli diller bilmekteydi ve hiçbiri, rastladıkları diğer gemilere, nereye gittiklerini söylemiyorlardı. magellan, mutluluktan uçuyordu.

öte yandan, oldum olası dindar bir adamdı; geçirdiği günler ise, pek başka seçenek bırakmıyordu zaten. ancak, neredeyse imkansız şeyleri başardığı için, dindarlığı da, fanatiklik boyutlarına erişmişti. gittiği yerlerdeki yerlileri katolik yapmak için elinden geleni yapıyordu. sonuçta, olağanüstü bir gemi yolculuğuna imza atmıştı ki, bunu da doğrudan, tanrının bir ihsanı olarak görmekteydi. daha da önemlisi, yerlilerin, hristiyanlığı kabul etmesinin, dünyada da ispanyol tebaasına girmeleri anlamına geleceğine inanıyordu.

14 nisan 1521’de cebu adası kralı datu humabon ile pazarlıklara başladı. uzun görüşmelerden sonra humabon hristiyanlığı kabul edeceğini açıkladı; ancak, kalabalık hareminden vazgeçesi yoktu. magellan bunu bile kabul etmişti.

daha sonra, humabon, magellan’a, ailesinden birinin çok hasta olduğunu haber vermişti; magellan adamı buldu, karısını ve on çocuğunu vaftiz etti; birkaç şifalı bitki verdi ve adam iyileşti. bu durum da, yerlilerce, tanrının gücü olarak algılandı. filipinliler, vaftiz olmak üzere akın akın gemideki rahiplere gitmeye başladılar. ancak bu, diğer gemilerin kaptanlarını tedirgin ediyordu, çünkü, tanrının gücünü, kendi gücü gibi gösterenlerin başına gelenleri görmüş veya en azından öykülerini dinlemişlerdi. hasta ölmüş olsa idi başlarına gelecekleri biliyorlardı ve yerlileri zapt etmek için, tecavüz, işkence, köle olarak alıp satmak gibi, daha geleneksel ispanyol yöntemlerine alışkınlardı. magellan'ın “uzlaşmacı” yaklaşımı, kendilerini tedirgin ediyordu; zaten oldum olası kendisinden şüpheleniyorlardı. başından itibaren, magellan’ın portekizli bir casus olmasından endişe ediyorlardı, magellan da, bu korkuları gidermek adına pek bir girişimde bulunmamıştı. magellan, mürettabatını, kendi bildikleri yoldan değil, dünyayı tersine dolaşacak şekilde bir rota üzerinden getirmiş ve adamlarına, yolculuğun amacını dahi söylememişti.

bu nedenle denizciler, magellan’a, “artık yeter” deyip, önce maluku adalarına gidip, yağmalarını yapıp, sonra da pasifik üzerinden ispanya’ya dönmenin zamanı geldiğini hatırlattılar. ancak magellan’ın da onlara bir sürprizi vardı. magellan, humabon’a, yakındaki bir adada bulunan düşmanı lapu lapu’yu yenme sözü vermişti. zaten kendi tanrısal güçlerine iyice inanmıştı ve kimsenin kendini yenemeyeceğini düşünüyordu; tanrı şimdiye kadar onu yolda bırakmamıştı, yine yanında olacaktı; yerliler, tanrı ile kendinin arasına gelemezdi (gerçekte ise, yerliler, tanrısına tahmininden kısa sürede kavuşmasında büyük rol oynamışlardır).

donanma konseyi buna inanamıyordu; ispanyol hükûmeti, sefere giden kaptanların, hayatlarını riske atmalarını yasaklıyordu; bu da, son derece gereksiz bir savaştı. magellan, hiçbir itiraza aldırış etmedi ve yerlilerin saldırılarına karşı korunmak için ellerindeki haçların dahi yeterli olacağını söyledi.

27 nisan 1521’de, lapu lapu’ya savaş açtı; filipinlilerin tüm yardım tekliflerini nazikçe reddetti ve denize açılıp, teknelerinden savaşı seyretmelerini istedi. yerlilerin hiçbir stratejik tavsiyesini almadı; sadece, bu dinsizlere, sayıca fazla olmalarına rağmen bir hristiyan ordusunun nasıl da galip geleceğini göstermek üzere, her bir gemiden yirmişer gönüllüyü yanına istedi. tecrübeli denizciler ise, savaş planlarına dahil edilmemişti dahi.

kendine ordu olarak, kamarot, ahçı ve garsonlar arasından 60 kişi seçti. hiçbirinin daha önceden savaş tecrübesi yoktu. çoğu, tüfeği doldurmayı dahi bilmiyordu. diğerleri, bu akılsız maceranın akıbetini tahmin ederek, uzak duruyor, seyircilerin arasında yer almayı tercih ediyordu.

magellan, aklınca lapu lapu’ya bir şans daha vererek, kendisine, ispanya’nın emrine girmek üzere ultimatom gönderdi; komşusu humabon ise, bölgedeki amiri olacaktı. lapu lapu sert bir cevap gönderdi ve ispanyollardan korkmadığını söyledi. magellan’dan, savaşa başlama saatini, bir sonraki sabaha ertelemesini istedi; böylece savaş uygun bir ordu toparlayabilecekti. ispanyollar bu mesaj ile çok alay ettiler; ancak sonuçta ertelemeyi kabul ettiler.

savaş planı hazırdı. magellan ve 60 adamı, sahile inecekler, bu sırada, gemiler, yerlilerin ordularını top ateşine tutacaklardı. toplar, bölükleri dağıttığı zaman ise, magellan'ın adamları, kalanlara, kılıç ve tüfekler ile saldıracaklardı. pek de kötü bir plan değildi; normal şartlar altında, zafer kesindi; ancak magellan kendine o kadar güveniyordu ki, adada bir keşif gezisine bile çıkmamıştı. halbuki, belirlenen savaş alanını çepeçevre saran bir kayalık vardı ve bu kayalık, gemilerin, kıyıya, top atış mesafesine kadar yaklaşmasına engel olacaktı.

ertesi gün geldiğinde, magellan’ın adamları, mercan kayalıklarında mahsur kaldılar; kıyıdan da fazla uzaktaydılar ve o nedenle bir işe yaramıyorlardı. magellan yine de kendini, yarı beline kadar gelen sulara atarak, kıyıya doğru yürümeye başladı; adamları da peşinden geliyordu ve ağır zırhlarının içinde, daha kıyıya erişmeden, bitkin haldeydiler.

öte yandan lapu lapu, adamlarını, su seviyesinden çok geride, üç sıra hendek arkasına dizmişti. ispanyollarda kargaşa çıktı, yerlilerin kalkanlarla kolayca korundukları oklar ile saldırmaya başladılar. daha sonra yerliler şiddetli bir saldırı başlattı. bu noktada, magellan’ın adamlarından az biraz akıllı olanları, hayatlarının gerçekten tehlikede olduğunun farkına varmış ve aklı başında olan her adamın yapacağı şeyi yaparak, gemilere kaçmaya başlamışlardı. magellan’ın elindeki adam sayısı artık on kişiden azdı ve etrafları yerliler ile çevriliydi. cebu adasının savaşçıları daha fazla seyirci kalmak istemediler ve kurtarmaya gittiler; ancak o sırada, kaptanlarını kurtarmak üzere ateş açan ispanyol gemilerinden birinin top ateşi, onlara isabet etti (hatta kurtarmaya giden yerlilerden dört kişi hayatını kaybetmiştir).

zehirli bir ok ile ayağından vurulan magellan, oku ayağından sökerek, savaşa devam etmiştir; daha sonra, yüzünden mızrak ile darbe almış; kendi mızrağı, düşen bir cesete takılarak elinden düşmüş; kılıç kıllandığı kolu yaralanmıştı. yerliler magellan’ı öldürdüklerinde ise parçası kalmamıştı; humabon, lapu lapu’ya, magellan’dan kalanların iade edilmesi karşılığında ödül vereceğini bildirmiş, ancak magellan’dan geriye kalan herhangi bir şey bulunamamıştır.