SİNEMA 9 Mart 2020
26,1b OKUNMA     622 PAYLAŞIM

Akira Kurosawa'nın Sinemaya Armağan Ettiği Ran Filminin Detaylı İncelemesi

Japon yönetmenin değerli filmografisindeki önemli işlerden biri olan 1985 tarihli Ran filmine dair nitelikli bir kritik.

dehanın anlaşılması zordur. çünkü bir dahi ilk bakışta normal bir insan gibi görünebilir. ancak dış görünüşüne rağmen bir dahinin kafası normalden çok daha farklı çalışır. bir insanın deha olduğunu anlamanın en kolay yolu ise yaptığı işlere bakmaktır.

sinema gibi bir alanda ise bir dahiyi fark etmek görece daha kolaydır. çünkü bir filmle ortalama iki saat vakit geçirdiğinizden filmi yapan insanların kafası nasıl çalışır aşağı yukarı tahmin edebilirsiniz.

bu dehayı fark etmenin de nokta atışı bir yöntemi vardır. eğer bir filmde çok kompleks meseleler, filmi girdaba çevirmeden anlatılabiliyorsa orada dehanın izleri var demektir. zaten sinema dünyası da dahiler açısından çok kurak değildir. mesela stanley kubrick için bir dahi denir çünkü korku gibi çok katmanlı bir konuyu başarıyla anlatabilmiştir. başka bir örnek olarak da natalie portman'ı gösterebiliriz. kendisi çok küçük yaştan itibaren farklı insanların psikolojilerini izleyicilere başarıyla aktarmıştır.

bu dahilerin aynı projelerde denk geldiği de olur. mesela katmanlı senaryo ve gerçekçilik konusunda bambaşka bir bakış açısına sahip olan christopher nolan ile tarihin en iyi performanslarından birine imza atan heath ledger, the dark knight filminde bir araya gelmişti. ancak bu ortaklık oyunculuk ve yönetmenlik olarak ikiye ayrılır. bu nedenle iki dahinin aynı anda aynı yöne baktığı bir film bulmak imkansıza yakındır. ran hariç.

çünkü bu filmde gelmiş geçmiş en iyi yazarlardan biri olarak gösterilen william shakespeare ile insan doğasını bütün ayrıntılarıyla anlatabilen akira kurosava bir araya gelir. her ne kadar shakespeare bu filmin yapılmasından yaklaşık 370 yıl önce ölmüş olsa da yazdıkları ölümsüz kabul edildiği için yine de kendisini kurosava ile birlikte çalışmış gibi düşünebiliriz. bu iki dahinin beraber baktığı nokta ise bütün büyük drama ustalarının yaptığı gibi insandır. ancak bir bütün olarak insan, anlatılmak için fazla belirsiz olduğundan bu hikayede spesifik olarak hırs konusu seçilmiştir.

hırs konusu ise birden fazla yönüyle anlatılmıştır. filmde "hırs nasıl başlar, insana neler yaptırır, sonu nasıl olur, uzun süre hırslarının peşinde koşan insanlar nerelere sürüklenir, hırslardan vazgeçilebilir mi?" gibi pek çok soru sorulmuş. şimdi biz de karakterler üzerinden kurosava ve shakespeare bu sorulara nasıl cevaplar vermiş bir bakalım.

Uyarı: Buradan sonrası spoiler içerir.

shakespeare'in orijinal hikayesinde bir baba ve üç kızının hikayesi anlatılıyordu. ancak feodal dönem japonya'sında sadece erkekler söz sahibi olduğu için bu durum filmde bir baba ve üç oğlunun hikayesine çevrilmiş. bu dört karakterin de hırs konusunda farklı yaklaşımları var ve her karakter üzerinden hırs konusuna farklı yanıtlar veriliyor. inceleyeceğimiz ilk karakter de lord ichimonji'nin görevi devrettiği taro.

filmin başında taro aslında bu görevi istemiyor ve babasına sadık, ağır başlı bir yönetici olacakmış gibi görünüyor. ancak hırsın insanı zehirlemek gibi bir durumu var. taro da gücü eline alınca daha fazlasını istiyor ve yönetim olarak bir işine yaramayacak sadece egosunu tatmin edecek planların peşine düşüyor. bunun da nedeni taro'nun aslında yöneticilik konusunda yetersiz olduğunu bilmesi. babası görevi taro'ya devredeceğini açıklayınca bunu kendisi de söylüyor zaten. görevi de devralınca bu konudaki eksikliği bir yere kaybolmuyor tabi. bu yüzden sancak ve anlaşma üzerinden gücünü insanlara kanıtlamaya çalışıyor.

bu olaylar hiç başlamadan önce ichimonji'nin planı gayet güzel aslında. çünkü bir adamın yaşlandığını fark edip görevi daha genç birine gönüllü olarak devrettiğini, görevi devralan oğlunun da bunu mütevazılıkla kabul ettiğini görüyoruz. taro gerçek bir lider gibi halkını koruyup düşmanlarını korkutsa babası da onu uzaktan gururla izleyecek ancak taro bunu başaramayacağını biliyor. bu yüzden liderliğini sağlamlaştırmaya çalışırken yaptıklarıyla kenara çekilmiş olan babasını öfkelendiriyor.


lord ichimonji de taro'nun yaptıklarına karşı sert cevaplar veriyor ama burada hata tamamen taro'nun. çünkü filmin hemen başında anlattığı gibi ichimonji 17 yaşında lider olmuş ve yaklaşık 50 yıl da bu görevi sürdürmüş. bu yüzden 30 koruma ve sadece unvanla kenara çekilse bile yine de başkasının otoritesine boyun eğecek biri değil. çünkü öyle bir alışkanlık geliştirmemiş ömrü boyunca. bu saatten sonra da eline anlaşma tutuşturup birinden daha aşağıda oturması istenince sinirlenmesi normal. hatta yapıcı da davranıyor bir yerde ve çatışma çıkmaması için ikinci oğlunun yanına gidiyor. ancak taro yanlış hırslara kapılıyor, babasının peşine düşüyor ve kendisini açık ediyor. bu anlamsız çabaları sonunda da hayatını kaybediyor. bu yüzden bu karakter bize hırsın insanı yanlış yönlere sürükleyebileceğini gösteriyor.

lord ichimonji'nin yanına sığındığı ikinci oğlu jiro ise taro'dan daha kötü durumda. çünkü jiro, görev taro'ya devredildiği anda hırslara kapılmaya başlıyor ve babasıyla taro arasında çatışma çıkması için babasını yanına kabul etmiyor. bu hareketiyle taro'nun ölümüne sebep olacak olayları tetiklediği için de strateji konusunda en azından taro'dan daha iyi olduğunu söyleyebiliriz.

ancak jiro'nun zayıflığı daha sonra ortaya çıkıyor. jiro da abisi gibi hırslarını kontrol edemiyor bu yüzden manipülasyona da çok açık. kim ne derse ona göre hareket etmek gibi bir huyu var. çünkü hırs ona bir kere hız vermiş ancak nereye doğru gideceğini kendisi de bilmiyor.


jiro'nun, kendi babalarının olduğu kaleyi kuşattıklarında taro'yu öldürtmesi bu yüzden normal. ancak bu iç karışıklık düşmanlara klanın zayıfladığını gösteriyor. çünkü bir klan lideri öldürülebiliyorsa kendilerini koruyacak durumda değiller demektir bu. ayrıca taro'nun hırsı ve jiro'nun fırsatçılığı yüzünden kendi ellerindeki üçüncü kaleyi de ateşe vermiş oluyorlar.

jiro'nun asıl hatası ise manipülasyon konusunda usta olan kaeda'yı dinlemek. zaten bu kadar büyük kötülük yaptığınız birinin size iyilik olsun diye tavsiye vereceğini düşünmek çok safça bir hareket. kaeda da lady macbeth'in intikam isteyen versiyonu gibi çalışıyor ve nihayetinde amacına ulaşıyor. çünkü filmin sonunda onu dinleyen jiro da hayatını kaybediyor. bu da bize hırsın insanın gözünü kör ettiğini ve hırslı bir insanın dikkat etmezse çok kolay maniple edilebileceğini gösteriyor.

en küçük kardeş olan saburo ise hırs konusunda en kontrollü olanı. ayrıca en mantıklı sebepten hırs yapan da kendisi. filmin başında lord ichimonji, görevi taro'ya devrettiğinde saburo buna hemen itiraz ediyordu hatırlıyorsanız. çünkü kendisi kardeşlerini tanıyor ve bu görev değişiminin sonunda ne olacağını önceden görüyor. ancak yanlışı düzeltmek konusunda büyük bir hırsa kapılıyor ve babası tarafından sevilmesini de arkasına alarak durumu fazla sert bir şekilde ifade ediyor.

bu ifade ediş şekli ise saburo'nun sürgün edilmesiyle ve üçüncü kalenin boş kalmasıyla sonuçlanıyor. bu olaydan yola çıkarak bakarsak lord ichimonji ikinci kaleden de ayrıldığında aslında sürgün edilmemiş ve kalesinde bekleyen saburo'nun yanına gidebilirdi. böylece ya taro ve jiro üçüncü kaleye saldıramayacaktı ya da saldırsalar bile bozguna uğrayacaklardı. bunun sonucunda da sabırla bekleyen saburo klanın lideri olacaktı.

ancak saburo haklı nedenlerle de olsa hırsa kapılıyor ve bu hırs onun sabırsızca hareket etmesine neden oluyor. üç kardeşten babalarına en bağlı olan saburo olmasına rağmen bu sevgi ne babalarını ne kendisini kurtarmaya yetiyor. böylece bu karakter üzerinden de bazen yanlış gördüğünüzde hırsa kapılabilirsiniz ancak haklı bile olsanız sabretmeniz daha iyidir mesajı veriliyor.


son olarak da tüm bu olayların çıkış noktası olan karaktere bakalım. yukarıda da söylediğim gibi lord ichimonji yaklaşık 70 yaşında ve 50 yıl boyunca liderlik görevini üstlenmiş biri. ancak emekliliğin tadını çıkarmak için kenara çekilmeye hazır. kendisiyle ilk tanıştığımızda halkını koruyan iyi bir lider gibi görünüyor ancak bu sadece bu açıdan böyle. rakipleri tarafından baktığınızda ise kendisi tam anlamıyla bir canavar.

çünkü ichimonji şuan hırslarından vazgeçmiş gibi görünse de zamanında çok hırslı bir insanmış ve bu uğurda pek çok lordun kalesini yakıp ailelerini infaz ettirmiş. ancak o zamanki hırsı sayesinde bu yaptığı zalimlikleri görmezden gelebilmiş. hikayenin başında ise hırsı bir kenara bırakıyor ve bu sayede artık insanlarla empati yapabiliyor. onların bakış açısıyla kendisine baktığında gördüğü manzaraysa hiç hoş değil.

çünkü başkalarını gözleriyle bakınca zalimliğini apaçık görüyor ve yaptıklarını kendisine mantıklı gösterecek bir zemin yok artık. kaeda'nın ailesini yok etmiş ancak taro'nun yanından ayrılırken öfke dolu olduğu için bu durum ile yüzleşmek zorunda kalmıyor. jiro'nun eşi olan sue ile ise durum farklı. çünkü sue başına gelenleri metanetle karşılamaya çalışan biri ve bu pasiflik ichimonji'nin kendi içine bakmasına neden oluyor. akıl sağlığını yitirmesinin bir nedeni de bu. çünkü yaptığı zalimliği kaldıramıyor bir yerden sonra. sue ile karşılaşması ilk sarsıntı. sue'nin kardeşi tsurumaru ile karşılaşınca ise kendi gerçeğini görmüş oluyor. çünkü ichimonji, kalelerini aldıklarında tsurumaru'nun da gözlerini kör ettirmiş. şimdi kendisi de zor durumda olduğu için tsurumaru'nun durumu onu daha fazla etkiliyor, üzerine oğulları tarafından ihanete uğraması ile ichimonji kendi benliğini kaybedecek noktaya geliyor.

bu karakter ile bize söylenen şu; "hırsa kapılabilirsiniz ve elinizde bu hırsları gerçekleştirecek güç de olabilir. ancak hırslar insanı aynı zamanda zalimleştirir. yaptığınız şeyleri hırslarınıza hizmet ettiği için makul görebilirsiniz ancak derinine bakmamayı tercih ettiğiniz her kararınızla insanlığınızı biraz daha yitirebilirsiniz."

Spoiler'ın sonu.

filmin çekim teknikleri ve kalabalık savaş sahneleri de çok güzel. ancak bu şaşanın, kavgaların, kostümlerin, mekanların, saygıyla uygulanan ritüellerin arkasında aslında çok karmaşık ancak temel bir insani durum var. bu kadar büyük bir filmde bu kadar kompleks bir yapıyı anlatmak da ancak kurosawa gibi bir ustaya nasip olurdu zaten.

yine de yukarıda dediğim gibi bunu tek başına yapmak kolay değil. sadece teknik kısımdan bahsetmiyorum, fikir anlamında da bu kolay değil. kurosava da bu film için shakespeare'in fikirlerinden faydalanmış. böylece iki dahinin aynı yöne baktığı nadir işlerden biri ortaya çıkmış.

Akira Kurosawa, Yedi Samuray Filmindeki Abartılı Doğallığı Nasıl Sağladı?