Adolf Hitler'in Nasıl Adım Adım Delirdiğini Anlatan Ekşi Sözlük'ün En Uzun Entry'si
hemen hemen tüm 2. dünya savaşı belgesellerinde bilindik bir görüntü gözlere çarpar; kürsüye önce rudolf hess çıkar ve hitler'i kürsüye davet eder. birazdan kürsünün karşısındaki yüz binlerce insandan çıt çıkmaz ve hitler ağır adımlarla kürsüye doğru yürümeye başlar. ortalık ana baba günü gibidir ama neredeyse hitler'in attığı adımları duyabilirsiniz. birazdan kürsüye çıkan hitler önce mikrofona şöyle bir bakış atar, sonra gözleriyle kalabalığı süzer. yaklaşık 5-10 saniyelik sessizliğin sonunda kalabalığı yeniden süzen hitler yavaş yavaş konuşmaya başlar. 5 dakika sonra konuşma vites arttırarak devam eder. birazdan hitler terden sırılsıklam olmuştur, kalabalıklar gaza gelmiştir, ortalıkta tezahüratlar duyulur ve coşku verilmiştir. peki hitler bu konuşmalarda ne anlatıyordu? insanları nasıl gaza getiriyordu? daha da önemlisi bu konuşmaların arkasında yatan psikoloji neydi? bu yazıda bunlara cevap arayacağız.
önce hitler'in ortaya çıktığı dönemin şartlarını inceleyelim. ikinci dünya savaşı'nı anlayabilmek için birinci dünya savaşı'nı anlamak şarttır. hatta bazı tarihçilere göre birinci ve ikinci dünya savaşları tek bir savaştır ve aradaki "barış" dönemi reklam arasından ibarettir. malumunuz, birinci dünya savaşı sonunda ingiltere, fransa, rusya, abd ve bir çok irili ufaklı ülke bir araya gelip almanya'yı zar zor yenebilmişlerdir. hatta almanya cephede mağlup olsa bile tam anlamıyla bir yıkım yaşamamıştı ve bazı alman komutanlar sonradan alman hükümetinden hesap sorarcasına "1918'de savaşı bırakmayıp devam etseydik kazanabilirdik, durup dururken neden pes ettiğimizi anlamadık" diyeceklerdi.
birinci dünya savaşı sona erdiğinde müttefikler almanya'ya ceza verme konusunda kararsızlığa düştüler. almanya'yı cezalandırma konusunda ingiltere ile fransa resmen iyi polis-kötü polis rolü oynuyordu ama bunun sebebi de çok açıktı. birinci dünya savaşı'nda ülkesinde neredeyse taş üstüne taş kalmayan, yolları, köprüleri, okulları, kısaca altyapısı harap olan fransa almanya'ya karşı çok kızgındı ve savaştan nisbeten daha az altyapı zararıyla çıkan ingiltere bu konuda daha ılımlıydı. sonunda almanya'ya şu cezalar verildi: (1) ödemesi onlarca yıl sürecek yüklü maddi tazminatlar, (2) alman ordusunun mevcudunun 100 bin askerle sınırlı tutulması, (3) almanya'nın zırhlı gemi veya tank üretiminin neredeyse tamamen yasaklanacak kadar kısıtlanması, (4) almanya ile avusturya'nın birleşmesinin yasal olarak imkansız hale getirilmesi, (5) almanya-fransa sınırındaki rhineland bölgesinin tampon bölge ilan edilmesi ve almanya'nın buraya asker sokmasının yasaklanması, (6) almanya ile rusya arasında tampon görevi görmesi için almanya'dan tamamen bağımsız bir polonya devletinin kurulması ve almanya'nın bu devlete karışmasının tamamen yasaklanması. daha birçok madde vardı ama en önemliler ve ikinci dünya savaşının çıkmasında en büyük rolü oynayan maddeler bunlar.
fransa'ya göre bu cezalar yeterince ağır değildi. fransa, almanya'nın tamamen askerlerden arındırılmasını istiyordu. zaten yukarda madde madde bahsettiğim cezaların uygulanma şekli konusunda da fransa'nın tereddütleri vardı. örneğin 100 binden fazla askere sahip olması yasaklanan almanya 150 bin askere sahip olursa izlenecek yöntem belli değildi. almanya kendisine verilen cezalara ve yasaklara uymazsa ingiltere ve fransa yeni bir savaşı göze almak zorunda kalacaktı.
antlaşmanın ilk yıllarında almanya antlaşmaya harfiyen uyacaktı ama bu ülkenin özellikle maddi anlamda belini bükecekti. almanya'da enflasyon ve işsizlik epeyce artmıştı ve alman ekonomisi çökme noktasına gelmişti. hitler ve yanındakiler "birinci dünya savaşına ne olursa olsun devam edilmeliydi" fikrini savunuyordu ve savaştan sonra alman ekonomisinin çökmesi hitler'in ekmeğine yağ sürecekti. savaş sonrası almanya'nın ve almanya dışındaki alman halklarının çektiği acıları demogoji malzemesi olarak kullanan hitler hızla popülarite ve güç kazandı. daha sonra seçimleri kazanıp almanya'nın başına geçen hitler, avrupa'da farklı tepkilere sebep oldu.
hitler başa geçtiğinde fransızlar savaşın çıkacağından çok emindi. ingilizler bu konuda kararsızdı. churchill almanlara güvenmemesi gerektiğini biliyordu ama meclisin geri kalanını bu konuda bir türlü ikna edemiyordu. avusturya hükümeti hitler'in kendilerine saldıracağını bildiği için endişeliydi. abd o sıralar kendi derdiyle uğraştığı için avrupa'nın derdiyle meşgul olmuyordu ve rusya da olaylara "kapitalist devletler birbirini yeşin" gözüyle bakıyordu. hitler avrupalıların gücünü test etmek için yavaş yavaş almanya'ya uygulanan cezaları ve yasakları delmeye başladı. önce savaş tazminatını ödemeyeceğini söyledi ve gerçekten de tazminat ödemeyi bıraktı. fransa buna çok sert tepki gösterse de ingiltere'de mevcut olan görüş "almanya'ya fazla yüklenmeyelim, durup dururken yeni savaş çıkartmaya gerek yok" görüşündeydi.
bir süre sonra alman ordusunun mevcudu 100 bini defalarca katlamıştı ve almanya her türlü zırhlı aracı inşa etmeye başlamıştı. fransızlar ingilizlere sürekli "almanya'yı durdurmalıyız" diye baskı yapıyordu ama ingiltere savaşı başlatan taraf olmak istemiyordu. fransa da arkasında ingiltere olmadan almanya'ya saldırmaya cesaret edemiyordu. bütün bunlardan cesaret alan hitler de sürekli avrupa'nın sabrını test etmek için birinci dünya savaşı sonunda almanya'ya konan yasakları göstere göstere, hatta övüne övüne birer birer çiğniyordu. en sonunda almanya-fransa sınırındaki rhineland bölgesindeki "askerden arınmış" bölgeye alman askerleri yerleştirildi ve fransa da savaşın başlayacağını anlayınca almanya sınırı boyunca siper kazmaya ve çeşitli savunma pozisyonları almaya başladı. fransa sürekli churchill'i arayıp "almanya'ya dalalım" diyordu, churchill de fransa'ya katılmasına rağmen ülkesini savaş konusunda ikna edemiyordu.
üst üste yaptığı hamlelere cevap gelmeyen hitler artık daha büyük adımlar atmaya karar verdi. avusturya'ya "almanya'ya katılma çağrısı" yapan hitler bu çağrısı karşılıksız kalınca avusturya'ya tanklarla girdi. avusturya ordusu hiç direniş göstermedi ve almanlar ülkeyi "darbe" yaparak ele geçirdi. avusturya bu olaydan önce ve olaylar sırasında ingiltere, fransa, abd başta olmak üzere bir çok ülkeyle telefon ve telgraf bağlantısı yaparak yardım istediyse de hiçbir ülke yardıma gelmedi. fransa almanya'ya saldırmaya hazırdı ama ingiltere'nin de savaşa girmesini istiyordu. ingiltere ise son zamanlarda "tamam hitler kötü de başımızda stalin tehdidi varken hitler'e yoğunlaşmak doğru değil. hitler halkının gazını almak için bağırıp çağırıp konuşurken stalin aksiyon peşinde koşuyor, asıl stalin'den korkmak lazım" düşüncesindeydi. batı ülkeleri hem hitler'den hem stalin'den çekiniyordu ama iki liderin birbirini dengede tutacağı ve avrupa'nın direk tehdit aldında olmadığı da düşünülüyordu.
bu arada almanya'da yahudilere karşı boykotlar başlamıştı. şu an için henüz soykırım başlamamıştı ama yahudi işyerlerinin boykot edilmesi, yahudilere iş veya ev verilmemesi, yahudilerin toplumdan dışlanması gibi hareketler yaşanmaya başlamıştı. yine de batı ülkelerinin gözünde yahudi karşıtı olaylar büyütülecek seviyede değildi ve henüz yeni bir savaş başlatmak için uygun bir ortam oluşmamıştı.
ilginçtir ki hitler, ingiltere'ye karşı sempati duyuyordu. fransa'ya sonuna kadar gıcık olan hitler, ingiltere'ye sürekli göz kırpıyor ve avrupa'da iki süper gücün olabilme ihtimaline sıcak bakıyordu. hitler birçok konuşmasında ingiltere'nin macera aramak yerine "doğru olanı yapmasını" söylüyordu. hitler alman ordusunu doğuya sürüp polonya ile sscb'nin önemli bir kısmını almasını istiyordu ve ingiltere'nin de almanya'ya destek için fransa'yı dizginleyeceğini, hatta bir ihtimal fransa'yı tamamen işgal edip almanya ile birlik olacağını düşünüyordu. tabi ki bu düşüncenin tarihsel bir değeri yoktu çünkü tarihte ingilizlerle almanlar arasında müttefik ilişkileri olmamıştı ve ingiltere'nin almanya'nın çıkarlarını korumak için bir sebebi yoktu. hitler ingiltere'nin yardıma geleceğini düşünerek hayal dünyasında yaşıyordu. ingiltere ilk etapta yavaş yavaş "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" moduna geçmeye başlamıştı ve almanya'ya destek olmasa da köstek de olmuyordu.
ikinci dünya savaşı'na devam edeceğiz ama önce 1932 yılına geri dönüyoruz. 31 temmuz 1932'de hitler 14 milyona yakın oy alarak mevcut oyların %38'ine yakınını aldı ve almanya'da iktidarı ele geçirdi. bu kimsenin beklemediği bir seçim başarısıydı ve diğer partilerin çeşitli fikirlere dağılması yüzünden naziler o kadar da yüksek olmayan oy oranlarına rağmen tek başlarına iktidar olacaktı. bu alman parlementosunda 1928'de 12, 1930 yılında da 107 koltuk çıkartan partinin bir anda koltuk sayısını 230'a çıkartması anlamına geliyordu ve hiç de küçümsenemeyecek bir başarı gibi gözüküyordu.
hitler'in seçimi kazanmasında en büyük rolü oynayan onun konuşma ve hitabet yeteneğiydi. hitler fazla kitap okumayı seven biri değildi. yazdığı "kavgam" kitabını da en yakınındaki amirlerinin bile okuyup okumadığı şüpheliydi. zaten hitler okumaktan çok konuşmanın önemine inanıyordu. ona göre bir konuşmacı sesini sürekli değiştirerek, tempoyu arttırıp düşürerek, sesini yükseltip azaltarak ve çeşitli yollarla dinleyicilerin dikkatini çekebilirdi ve dinleyicilerin ilgisini bir kitaptan daha iyi tutabilirdi. kendisi oldukça iyi bir konuşmacıydı ve konuşurken kitlelerin nabzına göre şerbet vermeyi biliyordu. mesela doktorların karşısında konuşurken tıbbi terimler ve örnekler kullanırken çiftçilerin karşısında konuşma yaparken çiftçilerin günlük hayatta kullandığı kelimeleri kullanıp onların anlayabileceği örnekleri veriyordu. 1935 yılında konuşurken sürekli ses tonunu değiştirerek ses tellerini zorlayan ve zarar veren hitler ameliyat olmak zorunda kalmıştı. bir başka ayrıntıya daha dikkat çekeyim, hitler genelde yapacağı konuşmaların saatini konuşmanın amacına göre belirliyordu. örneğin bir konuşmada amacı milleti coşturup gaza getirmekse öğleden sonra herkesin dinç olduğu bir saatte konuşurken, amacı bir konuda insanların direnişini kırmak ve fikirlerini değiştirmekse akşamın geç saatlerinde insanlar akşam yemeğini yemişken ve yorgun düşmüşken konuşuyordu.
almanya cephe içinde ve dışında üst üste galibiyetler alıp puanları 3'er 3'er hanesine yazarken sıklıkla konuşmalar yapan hitler, daha sonra işler kötüye gidince ve üst üste puan kayıpları yaşanmaya başlayınca nadiren konuşma yapmaya başlamıştı. hitler'in konuşmaları her zaman umut verici öğeler taşısa da ses tonu ve ikna kabiliyeti almanya savaşı kaybetmeye başladıktan sonra düşüşe geçmişti.
şimdi sözü daha fazla uzatmadan hitler'in konuşmalarını özet geçmeye başlayayım. 1 ocak 1932'de münih'te hitler seçimleri kazanıp iktidara gelmesine 6 ay kala partililer yeni yılı kutlamak için bir araya getirilmişti. yılbaşı konuşmaları önceki yıl boyunca yaşanan başarıları ve başarısız olunan şeyleri tartışmak için uygun bir fırsattı ve her yıl tekrar edilecek bir adet haline gelmişti. hitler partililere yaptığı seslenmede "12. yılına girdiğimiz mücadelemizde sonunda şunu ilk kez söyleyebilirim ki, 15 milyon takipçimizle almanya'nın en büyük partisi haline geldik." hitler konuşmasının devamında 2 yıl önceki seçimlerde alınan 6 milyon oya dikkat çekti ve "tüm engellemelere, iftiralara, karalama kampanyalarına rağmen oylarımız azalmak yerine kat kat arttı" diyerek bir sonraki seçimlere iddialı girildiğini söyledi. bundan sonra 2 yılda partinin aktif üyelerinin sayısının 300 binden 800 bine kadar çıktığına dikkat çeken hitler "bugün tüm düşmanlarımız almanya'nın uykudan uyanıp yükselişe geçeceği günden korkmaktalar, o günler sizin çalışmalarınız sayesinde gelecek" benzeri sözlerle nutkuna devam etti.
hitler konuşmasının devamında "partimiz sadece şehirlileri değil köylüleri de tek çatı altında birleştiriyor" diyerek nazi hareketinin köylüler arasında da gelişmekte olduğuna dikkat çekmeye başladı ve parti içinde şehirlilerle köylüler arasındaki dengenin gözetilmesi gerektiğini söyledi. hitler konuşmanın bundan sonraki bölümünden neredeyse sonuna kadar almanya'daki ve rusya'daki bolşeviklere yüklendi ve almanya'daki bir çok problemden onları sorumlu tuttu. konuşmanın bu kısmında incil'den alıntılar yapan ve tanrı'ya göndermelerde bulunan hitler "eğer biz güçsüz düşersek ülkeye komünizm gelir çünkü ülkede bizden başka komünizmi dengeleyebilecek başka bir parti yok" diyerek tehditte bulundu.
bundan sonra 17 ocak'ta berlin'de, 23 ocak'ta münih'te ve daha sonra 27 ocak'ta düsseldorf'ta olmak üzere 3 farklı konuşma yapan hitler, ilk iki konuşmasında gençlere ve öğrencilere seslenirken son konuşmasında daha yetişkin parti üyelerine seslendi. bu üç konuşmada da aşağı yukarı aynı şeyler söylendi. hitler bu konuşmalarda almanya'nın yıllardır ellerinin kollarının bağlı olduğunu, içerdeki hainler ve dışardaki düşmanlar yüzünden ülkenin bir türlü ayağa kalkamadığını, mevcut partilerden naziler hariç tüm partilerin işbirlikçi ve almanya'nın düşmanı olduğunu, ekonominin büyümesi ve ülkenin ayağa kalkması için ilk olarak işbirlikçilerden ülkenin arındırılması gerektiğini söyledi. her biri 3 saat süren bu konuşmalarda hitler ülkede yönetime aday olduğunu açık açık değil ama üstü kapalı bir biçimde söylüyordu. konuşmanın sonlarına doğru komünizmi baş düşman olarak gösteren hitler komünizmle mücadele etmek için demokratik sistemin ortadan kaldırılmasını öneriyordu. ona göre çok partili demokratik sistem aylarca karşıt görüşte insanların tartışıp kavga ettiği ama hiçbir konuda karar alamadığı bir sistemdi. hitler "hızlı ve efektif bir şekilde ülkenin çıkarlarına uygun karar alınabilmesi için" mecliste işleri yavaşlatabilecek bir muhalefetin olmamasını savunmaya başlamıştı.
hitler aynı konuşmada almanya'nın güçlü ve karakterli bir "tek lidere" ihtiyacı olduğunu, ülkenin dost olmak isteyenlerle dost, düşman olmak isteyenlerle düşman olması gerektiğini ve almanya'nın 1. dünya savaşı'nı ülkedeki hainler yüzünden kaybettiğini söyleyecekti. ilginçtir ki hitler bu konuşmalarında ısrarla almanya'nın muhalefetsiz tek bir lidere ihtiyacı olduğunu üstüne basa basa söylemesine rağmen kendisini bir aday olarak öne çıkartmayacaktı. hitler kendisini bir anda öne çıkartmak yerine bunu yavaş yavaş, alıştıra alıştıra yapma taraftarıydı. adnan oktar'ın kendini tarif edip "mehdi aynen bu şekilde olacak" dediği gibi hitler de kendi özelliklerini tarif edip "almanya'nın lideri böyle biri olmalıdır" diyecekti ve bir süre sonra halk "hitler tam da ihtiyacımız olan adam" şeklinde düşünmeye başlayacaktı.
hitler 27 ocak'ta almanya'nın önde gelen işadamlarına yaptığı komünizm karşıtı konuşmadan sonra bu kişilerin güvenini kazanmaya başlamıştı. böylece hitler'in partisine bağış yağmaya başlayacaktı ve parti maddi anlamda güçlenip yaptığı propagandanın etkisini arttırabilecekti. dünyanın her yerinde olduğu gibi o günün almanya'sında da zengin elitlerin desteğini almak seçim kazanmak için çok önemli bir adımdı. hitler gençlere ve öğrencilere yaptığı konuşmalarda "halkı sömüren zengin ve elit sülükleri zamanı gelince sokup atacağından" bahsetse de işadamlarına ve elit takıma yaptığı konuşmalarda "size düşman olduğumuzu düşünmeyin, almanya'yı hep beraber ayağa kaldıracağız" diyordu. açıkçası hitler işadamlarından ve elit takımından pek hazzetmiyordu ama onların desteği olmadan amacını yerine getirmesinin mümkün olmadığının da bilincindeydi.
hitler birkaç gün sonraki bir başka konuşmasında insanların politikacıların ülkelerinde kötü giden şeylerden dolayı dış güçleri sorumlu tutmamaları gerektiğini, dış güçler bir ülkeye ne kadar baskı yaparsa yapsın o ülkenin direnecek gücü kendi içinde bulacağını, bir milletin genleri güçlü ve karakterliyse dışardan kötü eğitimle ve propagandayla onun direniş ruhunun sadece geçici olarak kırılabileceğini ama kalıcı hasar vermenin mümkün olmadığını söyledi. böylece o günlerde almanya'yı yöneten politikacıların "ne yapalım, 1. dünya savaşı'nı kaybettik ve elimizi kolumuzu bağlayan bir antlaşma imzalamak zorunda bırakıldık" şeklindeki tepkilerinin geçersiz ve yersiz olduğunu iddia ediyordu. hitler aynı konuşmasında demokrasiyi bir defa daha eleştirdi ve bir ülkeyi "aptal çoğunluk" yöneteceğine "bilgili, zeki ve donanımlı az sayıda insanın" yönetmesi gerektiğini belirtti. ona göre bir çok insanın bir fikre inanması o fikrin doğru olduğu anlamına gelmiyordu ve demokrasiye geçip her şeyi insanların çoğunluğuna göre belirleyen ülkelerin er ya da geç zayıflayıp güçsüz düşeceği kesin gibiydi. kısaca hitler burada "profesörle çobana aynı sayıda oy hakkı veren sistem yıkılmaya mahkumdur" benzeri bir düşünceyi öne sürüyordu ama demokrasiyle yönetilen ülkelerin ömrü onun öngördüğünden çok daha uzun oldu.
hitler aynı konuşmada "bir orduda demokrasiden söz etmek mümkün değil. yukardan gelen emre hiç sorgulanmadan ve muhalefet edilmeden uyulmak zorundadır. bu durumda orduyu yöneten kişinin de aynı şartlar altında çalışması ve demokrasinin getirdiği zayıflıklardan ve muhalefetin etkisinden uzak durması gerekir ki ülkeyi de orduyu da hakkıyla yönetebilsin" şeklinde bir tespitte bulunarak ordudaki totaliter yönetim şeklinin ülkenin tamamına geçirilmesi gerektiğini savunacaktı. açıkçası hitler'in demokrasiden diktatörlüğe geçişi savunan argümanlarından bazıları günümüzde rte'nin "başkanlık sistemi" lehine ortaya attığı argümanlara oldukça benzemekteydi.
o günlerde hitler'in konuşmalarında sıklıkla kullandığı bir argüman "şu anki kötü durumumuzdan versay antlaşmasını suçlayamayız, çünkü bizi versay antlaşması'na iten sebepler bugünkü kötü durumumuzun da sebebidir" şeklindeydi. hitler'in çokça kullandığı bir başka argüman da "komünistler ülkemizde orak-çekiçli sscb bayrağını görmek istiyorlar, hangi millet kendi topraklarında başka bir ülkenin bayrağını görmek ister ki?" şeklindeydi. böylece orak-çekiçli ideolojik bayrak rusya bayrağına indirgenmişti ve "başka bir ülkenin bayrağı" olarak tanımlanmıştı.
9 ve 10 şubat tarihlerinde berlin'de binlerce öğrenciye seslenen hitler henüz almanya devlet başkanlığı için adaylığını koymamıştı ama bir çok insan onun bunu yapmasını bekliyordu. hitler 1925'te avusturya vatandaşlığından çıkmıştı ama henüz alman vatandaşlığına geçmediği için hiçbir ülkenin vatandaşı değildi. bu yüzden alman vatandaşlığına geçip adaylık konusunda hiçbir sorun yaşamak istemiyordu. o an itibariyle devlet başkanlığı için tek aday paul von hindenburg'du ve onun seçimi kazanacağına kesin gözle bakılıyordu. 16 şubat 1932'te düsseldorf'ta 26 bin fabrika işçisine seslenen hitler başkanlığa adaylığını açıklamadan önce son bir çabayla işçi sınıfından aldığı desteği arttırmaya çalışıyordu. burada yaptığı konuşma içerik olarak 9-10 şubat tarihlerinde öğrencilere yaptığı konuşmaya çok benziyordu ve çok ufak farklılıklar taşıyordu. 22 şubat'ta goebbels nazi yanlılarına seslenerek yaptığı bir konuşmada adolf hitler'in alman başkanlığına aday olduğunu açıkladı. hitler o günlerde nazi partisinin yönettiği tek şehir olan brunswick'te kağıt üzerinde devlet memuru yapılmıştı ve o günkü kanunlara göre alman vatandaşlığına geçmesi sağlanmıştı.
27 şubat 1932'de hitler başkanlığa aday olduktan sonra ilk kez berlin'de konuşma yapacaktı. burada "rakiplerimin beni yenmek için koalisyon olması, ne olursa olsun beni başa geçirtmeyeceklerini ve beni başkan yapmayacaklarını söylemeleri onur verici bir şey çünkü benden korktuklarını gösteriyor. ben de onlara diyorum ki elinizden gelen neyse onu yapın çünkü ben de hepinizi yeneceğim. aramızda en çok hakeden, en fazla çalışan, en fazla fedakarlık yapan kimse seçimi de o kazansın!" hitler vatandaş olmadan önce berlin'in polis müdürü olan grzesinski onun için "ona vatandaşlık vermek mi! onu köpek kırbacıyla ülkeden kovmak lazım" demişti. hitler 27 şubattaki konuşmasının devamında buna da gönderme yaparak "bizi köpek kırbaçlarıyla kovalamak istiyorsanız buyrun yapın, günün sonunda kırbacı kimin tutuyor olacağını göreceksiniz" diyerek meydan okumaya devam etti.
hitler konuşmasının bundan sonraki bölümünde tanrıya ve dine göndermeler yaparak "13 yıldır sabah akşam çalışıyor olmamız boşa gidecek değildir. tanrı'nın adaleti böyle bir şeye izin vermez. tanrı'nın intikam vakti yaklaşıyor ve almanya'yı hakettiği yere taşıma görevi bize düşüyor. tanrı almanya'nın yanındadır ve tanrı bizim yanımızda çünkü biz almanya için en iyisini istiyoruz ve bunun için çabalıyoruz" diyecekti.
hitler konuşmasının devamında başkanlık seçimindeki rakibi olan paul von hindenburg'a seslenerek kendisine saygı duyduğunu ama kendisini destekleyen bazı "vatan hainlerini" desteklemesinin mümkün olmadığını söyledi. ilginçtir ki hitler seçimlerde von hinderburg'a rakip olsa da ona karşı asla sert bir söz söylemiyordu ve seçimlerden sonra da bu ikilinin arasında bazı soğukluklar olsa da düşmanlık olmayacaktı. hatta birçokları nazi partisinin bu kadar güçlenmesinde en büyük sorumluluğun van hinderburg'a ait olduğunu söylüyor.
1 martta arabasına atlayan hitler almanya'yı turlamaya başladı ve her gün en az 1 şehirde konuşma yaparak kalabalıklara seslendi ve ülke yönetimine adaylığını ilan etti. başkanlık için 13 mart'ta yapılacak seçimlere paul von hinderburg ve adolf hitler'den başka katılacak 2 önemli aday daha vardı. bunlar komünistlerin adayı olan ernst thalmann ve askeri kanada yakın theodor duesterberg'di. yine de seçimin hitler ile von hindenburg arasında geçmesi bekleniyordu. bununla birlikte "hitler seçimi kazanamazsa 12-13 milyonluk tabanıyla sokaklara dökülecek ve darbe yapmaya çalışacak" söylentileri de dolaşıyordu. hitler bu söylentileri "aptalca" olarak nitelendiriyordu ve "yönetimi demokratik ve legal yollarla ele geçirmeye bu kadar yaklaşmışken illegal yöntemlerle kendimizi bitirecek kadar salak mıyız?" şeklinde bir demeçte bulunmuştu.
13 martta başkanlık seçimleri gerçekleştiğinde sonuçlar hitler'i hiç memnun etmedi. von hinderburg oyların %49.6'sini almıştı ve her ne kadar ilk turda seçilemese de ikinci turda seçilmeyi neredeyse garantilemişti. hitler oyların %30.1'ini alırken komünist aday thälmann oyların %13.2'sini almıştı. yaklaşık 1 ay sonra 10 nisan 1932'de ikinci tur seçim yapılacaktı ve ikinci tura sadece bu üç aday girebilecekti. hitler seçimlerde mağlup olsa da bunu bir zafer olarak gördü çünkü naziler bir buçuk sene önceye göre oylarını iki buçuk katına çıkartmıştı. hitler 13 milyon oy beklerken 11 milyonun biraz üstünde oy almıştı. partilere tek tek bakıldığında naziler en fazla oy almıştı ama von hindenburg'u destekleyen partileri üst üste koyunca naziler geçiliyordu. nazilerin sahip olduğu gazetelerde de bu istatistiklere dikkat çekiliyordu ve bu gazetelerde seçimlerin hemen ertesi günü yayınlanan hitler'in mektuplarında da bir zafer kazanıldığı yazıyordu. hitler bu mektupta "zafere çok yakınız ama eskisinden daha çok çalışmamız, azmimizi arttırmamız lazım. evet önceki aylarda bir sürü uykusuz gece geçirdik, geceli gündüzlü çok çalıştık ama çalışmamız burada bitmemeli. 7 kişiyle başlayan hareketimiz bugün 11 milyon kişiyi geçmiş durumda. bu kadar ivme kazanmışken pes etmek olmaz" benzeri açıklamalar yapıyordu.
15 mart'ta weimar'a giden hitler burada kısa zaman önce aldığı alman vatandaşlığıyla ilgili ifade verdi ve akşam saatlerinde nazi gençlere konuşma yaptı. hitler'in bu konuşmasında topun ağzında sosyal demokratlar vardı ve sosyal demokratların hindenburg'a oy vermesi alaylı bir şekilde eleştiriliyordu. demagoji uzmanı hitler: "sosyal demokratların benden korktuğunu ve başa ben gelmeyeyim diye hindenburg'a oy vereceğini tahmin ediyordum ama son adamlarına kadar herkesi sırf bana karşı oy versin diye seferber edeceklerini bilmiyordum. sanıyorum ki sosyal demokratların benden ne kadar korktuğunu yanlış hesaplamışım. ben onlar benden biraz korkuyorlar derken karşımda korkudan kaskatı kesildiklerini, çaresiz hissettiklerini de öğrenmiş oldum. aslında bize karşı seferberlik ilan etmiş olmaları bize saygı gösterdiklerinin kanıtıdır, bu da gurur duyabileceğimiz bir şeydir" diyecekti.
hitler konuşmasının ilerleyen dakikalarında kalabalığı coşturan şu sözleri söyledi: "bugün almanya'nın düşmanlarına karşı çok mesafe katettik. şu anda dişlerim almanya'nın düşmanlarına saplanmış durumdadır ve bu mücadele hiçbir zaman gevşemeyecektir de bitmeyecektir de. almanya'nın düşmanlarıyla olan mücadelemi engellemek ve bitirmek için beni öldürmekten başka çareleri yoktur!" hitler zaman zaman "bu mücadeleden vazgeçmem için ölmem lazım" "eğer başarısız olursak ilk olarak beni öldürün" "eğer bu davadan dönersem hiç acımadan beni idam edin" tarzı ifadeleri kullanıyordu ve davasına hayatını koyduğunu iddia ediyordu. hitler'in bir çok konuşmasında bu kadar iddialı konuştuğunu gören partililer (özellikle gençler) ona daha da bağlanıyordu.
seçimin ikinci turu 10 nisan'da yapılacaktı ve 3 nisana kadar seçim propagandası yapılması yasaklanmıştı. bu da hitler'e propaganda yapmak için bir haftadan daha az süre veriyordu. bu sırada hitler'in bazı sempatizanlarının evleri polis tarafından aranmaya başlamıştı ve hitler bu aramaları protesto etmek için gazetelere ilan vermişti. arada 1-2 ufak konuşma olduysa da bu konuşmalarda normalde sarfettiğinden farklı bir şey söylemeyecekti. nisan'ın ilk haftası uçak kiralayan hitler alman şehirlerini çok hızlı bir şekilde dolaştı ve bir haftada çeşitli konuşmalarda toplam 1 milyona yakın kişiye seslendi.
10 nisan günü geldiğinde oylar verilmişti ve hitler oylarını 11 milyondan 13 milyona (%37) çıkartmasına rağmen seçimi kazanamamıştı. seçimi kazanan oyların %53'unu alan von hindenburg olmuştu. hitler seçimi kaybetmişti ve devlet başkanı olma projesi suya düşmüştü ama ülke yönetimini ele geçirmesi için bir şans daha vardı, o da genel seçimleri kazanarak parlementoda tek başına hükümet kurabilecek kadar sandalye elde etmekti. mevcut hükümetin başında brüning vardı ve hitler başkanlık seçimini kazanması halinde onu istifaya zorlayıp yeni hükümet kurulması için seçime gidilmesini sağlayacaktı ama bunu yapmasına gerek kalmadı çünkü hitler'i geçip başkanlık seçimini kazanan van hindenburg da aynısını yapacaktı ve hitler'e yeni bir kapı açacaktı.
desteklediği başkan adayı galip gelen ve zaferle beraber özgüven kazanan brüning hükümeti 13 nisan'da nazilere bağlı silahlı birliklerin kanundisi olarak tanımlanıp yasaklanması için bir kararname çıkarttı ve bunu imzalaması için van hindenburg'a yolladı. o günden sonra nazilerin silahlı birlikleri yasaklansa da diğer partilerin sahip olduğu silahlı birlikler yasaklanmadı ve bu da hitler'e şikayet edip mağduriyet yaratma fırsatı verdi. hitler yine 13 nisan tarihinde "bugüne kadar ülkede siyasi güç kazanmak için hep leğal yolları kullandık ve bundan sonra da böyle yapacağız, karşı tarafa gelecekteki seçimleri iptal edip bizi ezme fırsatını vermeyeceğiz" açıklamasını yaptı.
hitler'in şikayetleri meyvesini verdi ve 15 nisan'da devlet başkanı hindenburg "nazilerin silahlı kolu yasaklanacaksa bu uygulama tüm partiler için geçerli olmalıdır" dedi. bu da mevcut hükümeti zora sokacak bir gelişmeydi. 16 nisan'da yeniden uçak kiralayan hitler ülkeyi yine karış karış gezdi ve 24 nisan'daki yerel seçimlerde partisi için oy istedi. bu seçimlerde naziler yine oylarını arttırmaya devam etti ve bir çok yerel yerleşimde söz sahibi haline geldi.
hitler için sonraki birkaç hafta sessiz geçti. mayıs ayının ortasına kadar dinlenen hitler bundan sonra mevcut hükümeti düşürmek ve ülkede genel seçimleri başlatmak için harekete geçti. son seçimlerde alınan %36-37'lik oy oranı genel seçimde korunursa naziler tek başına iktidar olabilecekti ve hitler hazır momentum kazanmışken seçimlerin öne çekilmesini istiyordu. zaten mevcut hükümet günlerinin sayılı olduğunu biliyordu çünkü almanya hem ekonomik hem de siyasi olarak sürekli geriye gidiyordu. önceden verilen sözler tutulamamıştı ve ülkede artık kronik bir hal alan işsizlik sorununa çözüm bulunamamıştı. almanya'da 6 milyondan fazla işsiz vardı ve bu sayı giderek artıyordu.
hükümet ortaklarından groener mayıs'ın ortalarında savunma bakanlığı görevinden istifa etmişti. bu da mevcut hükümetin çöküşünü hızlandıracak olan bir hareketti. 29 mayıs'ta oldenburg'da ve 5 haziran'da mecklenburg'da yerel seçim olacaktı. hitler iki bölgeye de giderek günlerce sürecek seçim çalışmasına başladı ve hemen hemen her gün halka seslendi. bu arada 29 mayıs'ta hindenburg hükümetin artık ne halktan ne de parlementodan fazla destek alamadığını ve yıkılma noktasına geldiğini görerek hükümetin başındaki brüning'i yanına çağırdı. burada devlet başkanı hükümetin başına mevcut hükümetin halk gözünde meşru görülebilmesi için yükselişte olan sağcılardan bazı kişilerin hükümete atanması gerektiğini söyledi. aynı gün oldenburg'daki yerel seçimlerde hitler'in partisinin %49 oy alarak kazandığı ortaya çıkınca mevcut hükümetin elinin iyice zayıfladığı görüldü.
brüning yükselişte olan hitler'i hükümete ortak etmek istemiyordu. bu yüzden başkanla görüştükten hemen bir gün sonra istifasını verdi ve hükümet düştü. bu da kısa süre sonra genel seçimlerin yapılacağı anlamına geliyordu. aynı gün hindenburg, hitler'i yanına çağırdı ve en azından yeni seçimler yapılana kadar kurulacak olan geçici hükümete destek vermesini istedi. hitler de daha önce yasaklanan silahlı nazilerin yeniden legal hale getirilmesini istedi ve buna olumlu bir cevap aldı.
31 temmuz'da genel seçimler yapılacaktı ve almanya'yı yönetecek olan hükümet seçilecekti. seçimin favorisi nazilerdi. hitler 31 temmuz'a kadar beklemek yerine seçimlerin anında yapılmasını istiyordu çünkü son zamanlarda arı gibi çalışarak ve ülkeyi şehir şehir dolaşarak müthiş bir momentum yakalamıştı. naziler oy toplamak için sabah akşam çalışmaktan yorgun düşmüştü ve 2 ay daha aynı şartlarda çalışacak motivasyonları olup olmadığı belli değildi. diğer partiler de naziler'in meclisteki koltuk sayısını arttıracağına kesin gözle bakıyordu ama en azından tek başına iktidar olmasın diye uğraşıyordu.
hitler'in propaganda gücü azalmıştı çünkü o güne kadar hitler'in yaptığı propagandanın çoğu mevcut hükümeti eleştirmek ve onları hain ilan etmek üzerineydi. hitler ülkede yaşanan tüm felaketlerden dolayı mevcut hükümeti suçluyordu ama şimdi hükümet dağılmıştı ve yeni kurulan geçici hükümete kendi de destek vermişti. bu durumda yeni kurulan geçici hükümeti o kadar sert bir şekilde eleştiremezdi. o da eski düşmanı olan komünistlere yönelme kararı aldı. 10 hazirandan itibaren yeniden "sahalara" dönen hitler yaptığı konuşmalarda komünistlere yüklendi ve onların almanya'yı rusya'ya peşkeş çekeceğini iddia etti.
19 haziran'da naziler'in silahlı kolu yeniden faaliyet göstermeye başladı ve hitler yaptığı konuşmalardan birinde "bugüne kadar hep legal yollarla mücadele ettik ve bundan sonra da böyle mücadele edeceğiz ama birileri bizim sakin ve sabırlı halimize bakıp bizi sömürebileceğini sanıyorsa onlara karşı farklı bir yüzümüzü göstermekten de çekinmeyiz" diyerek gözdağı verdi. açıkçası hitler sokaktaki nazilerle komünistler arasında çatışmaların yaşanmasını istiyordu çünkü böyle bir gerginliğin kendi oylarını arttıracağını düşünüyordu.
haziran'ın son haftasında naziler'in yeniden harekete geçen silahlı kollarına seslenen hitler seçimin kazanılması halinde hiçbir partiyle koalisyon yapılmayacağını ve kimseyle işbirliğine gidilmeyeceğini söyledi ve "bu sene nasıl en çok çalıştığımız, en çok uğraştığımız, en çok yorulduğumuz seneyse aynı zamanda en çok zafer kazandığımız ve en çok kazanımlar elde ettiğimiz sene olarak da tarihe geçecek" dedi. 6 temmuz'da seçim propagandasına yeniden başlayan hitler 10 temmuz'da sivil kıyafetleri çıkartıp nazi üniforması giydi ve ülkenin bir ucundan bir ucuna uçakla geçerek "özgürlük uçuşları" adını verdiği uçuşları gerçekleştirdi.
15 temmuz'da halka yeniden seslenen hitler bu kez sesini kayıt altına aldırttı ve radyodan yayınlanarak milyonlara ulaşmasını sağladı. radyodan yayınlanan kayıtta sadece hitler değil tezahürat yapan kitlelerin de sesinin duyulmasına özen gösterildi. bu konuşmada hitler kısaca şunları söylüyordu: "son hükümet 1918 yılında göreve geldiğinde alman halkına daha iyi şartlarda yaşama şansı vereceğini ve ülkeyi yeniden ayağa kaldıracağını söz verdi ama 14 yıl sonra baktığımızda verilen sözlerin birinin bile tutulmadığını görüyoruz. alman halkı olarak önceki hükümete fazlasıyla sabır gösterdik ve onlara defalarca şans verdik ama bu işin onlarla olmayacağı konusunda artık kimsenin şüphesi kalmamıştır, hatta onlar bile bunu itiraf ederek istifa ettiler. geride kalan 14 yılda almanya fakirleşti, almanlar fakirleşti, devlet fakirleşti ve çok büyük bir yıkım yaşandı. her şeyin ötesinde almanlar'ın savaşma azmi öldürüldü ve geleceğe dair tüm umutlar bitirildi."
hitler konuşmasının devamında almanya'da naziler hariç tüm partilerin kapatılması gerektiğini şöyle savunacaktı: "bugün hemen hemen tüm grupların siyasi partisi bulunmakta. katoliklerin ayrı partisi, protestanların ayrı partisi, beyaz yakalıların ayrı partisi, mavi yakalıların ayrı partisi, ev sahiplerinin ayrı partisi, kiracıların ayrı partisi var. yıllardır bu partiler insanları sınıflara bölüp parçalamaktan ve birbirine düşürmekten başka ne yaptılar? almanlar'ın artık tek parça olup kendi kaderini tayin etme vakti gelmedi mi? artık bırakın almanya'yı bir kez olsun alman halkı yönetsin. şu ana kadar tüm bu partilere defalarca şans tanındı ve ülkeyi bataklıktan çıkartamadılar. şimdi bırakın da alman halkı bu işi kendi kendine bitirsin." hitler'e göre naziler hariç tüm partiler almanya'yı kutuplara bölüyordu ve sadece kendi partisi almanlar'ın tamamını temsil etmeye müsaitti. bu yüzden onun görüşüne göre naziler hariç diğer partilerin kapatılması ülkede bölünmeleri azaltacaktı. burada hitler'in yaptığı konuşma şekil olarak 2002'de cem uzan'ın yaptığı "açın türkiye'nin önünü, durduramazsınız, türkiye geliyor" şeklindeki konuşmalara şekil olarak benziyordu. ton olarak da rte'nin yaptığı konuşmaları andıran bir hava vardı.
hitler seçim öncesi yaptığı konuşmalarda bir çok konudaki görüşünü açıklamıyordu. örneğin o günlerde yapılan konuşmalarda yahudiler'in muhabbeti hemen hemen hiç geçmiyordu. yine hitler'in abd, ingiltere, fransa gibi ülkeler hakkındaki fikri de pek geçmiyordu (arada sırada almanya'daki komünistler üzerinden rusya'ya laf atıyordu ama diğer ülkelere pek bir şey demiyordu). açıkçası hitler'in yönetime geldikten sonra bir çok konuda nasıl bir tavır alacağı merak konusuydu.
15 temmuz'dan itibaren hitler farklı kitlelere hitap ederek günde 3-4 konuşma yapmaya başladı ve konuşmalarının içeriği genelde aynıydı. aynı günlerde goebbels gibi nazi partisinin önde gelen diğer elemanları da şehir şehir dolaşıp konuşma yapmakla meşguldü. naziler nazi olalı en meşgul günlerini yaşamaktaydı.
20 temmuz'da nazilerle komünistler arasında yaşanan sokak çatışmalarında iki taraftan da çok sayıda kişi hayatını kaybetti veya yaralandı. hitler bunu bir fırsat olarak gördü ve "geçici hükümet ülkede asayişi sağlama konusunda sınıfta kalmıştır, ülkeye huzur gelmesi için güçlü bir hükümet şart" şeklinde bir konuşma yaptı. ülkenin bazı şehirlerinde acil durum ilan edildi ve bazı devlet büyükleri görevlerinden alınarak yerlerine başkaları getirildi.
31 temmuz'da seçimler yapıldı ve hitler'in partisi %37.27 oranında oy aldı. sabah akşam şehir şehir dolaşıp propaganda konuşmaları yapan hitler %40-45 aralığında oy bekliyordu ve bu sonuçlar ilk elde onu pek memnun etmedi çünkü sonuçlara göre en son başkanlık seçiminden beri neredeyse hiç oy kazanımı olmamıştı. mecliste 608 koltuk vardı ve hükümet kurabilmek için 305 koltuk gerekiyordu. hitler'in partisi 230 koltuk kazanmıştı ve koalisyon yoluyla 75 koltuk daha kazanması gerekiyordu. mevcut partilerden ideoloji olarak nazilere en yakın olan parti alman nasyonel partisiydi ama bu parti sadece 37 koltuk kazanabilmişti. komünistler de koltuk sayılarını 77'den 89'a çıkartmışlardı. bu durumda hitler'in tek başına iktidara gelmesi zordu. ne sağ partiler ne de sol partiler birleşerek iktidar olamıyordu çünkü oylar partiler arasında bölünmüş durumdaydı. bu da almanya'daki iktidarı krizin devam edeceği anlamına geliyordu.
seçim öncesi görevde olan von papen'in partiler üstü hükümeti görevine devam edecekti. hitler eğer sesini yükselterek şikayet ederse ona "sus payı" olarak hükümette sembolik bir pozisyon verilecekti. bu da başbakan yardımcısı benzeri hiçbir yaptırım ve karar alma gücü olmayan bir pozisyondu. hitler gözünü daha yukarılara dikmişti ve başbakanlık ve içişleri bakanlığı gibi önemli pozisyonların nazilere verilmesini istiyordu. bu uğurda 15 ağustos'tan itibaren bazı lobi çalışmaları ve girişimleri başlatılmıştı. naziler bir çok yerleşim biriminin yerel yönetimini ele geçirdiği için bir çok yerde polis gücüne hakimdi ve ülkede çok fazla söz sahibi olamasalar da yerel olarak bir çok yerde en güçlü parti konumundaydılar. bu da onların pazarlıklarda elini güçlendiren bir etkendi.
hitler ağustos ayında devam eden pazarlıklarda hiçbir kazanım elde edemedi ve devlet başkanı von hindenburg ile geçici hükümetin başındaki von pepen'in kendisine aşağılayıcı bir şekilde yaklaşmasından dolayı epeyce sınırlıydı. hitler bundan sonra "ülkenin yönetimi tamamen ona bırakılmadan asla memnun olmayacağını" açıklayacaktı ve bundan aşağısını asla kabul etmeyeceğini belirtecekti. bundan sonra hitler kendisini her türlü koalisyon pazarlıklarından beri tutacaktı. hitler aynı zamanda kendi partisi dışında kurulacak herhangi bir hükümete de hiçbir şekilde destek vermeyecekti ve o hükümeti düşürmek için elinden geleni ardına koymayacaktı. o sırada hükümet kurulunca kendilerine alman ordusunda üst düzey görev verilmesini bekleyen nazilerin silahlı kanadı bu işten hiç memnun değildi. ortalığın karışık partisine zarar verilmesinden korkan hitler bu kişileri ikinci bir emre kadar tatile gönderdiğini açıkladı.
22 ağustos'ta 5 nazi bir komünisti döverek öldürdükleri için idama mahkum edilmişti. hitler o ana kadar nazilerin silah kullanarak yönetimi ele geçireceğini inkar ediyordu ama mevcut hükümete "savaş açtığını" da her fırsatta dile getiriyordu. hitler hiç vakit kaybetmeden "bugüne kadar 300'den fazla üyemiz öldürülürken kimseye idam verilmedi. bugün alınan saçma sapan karara karşı savaşmak onurumuzun gereğidir" şeklinde bir açıklama yayınladı ve bir kez daha mevcut alman hükümetine savaş ilan etti. bunun üzerine hükümet geri adım attı ve idam cezaları mühebbet hapse çevrildi.
30 ağustos'ta meclis toplandığında hitler'in 230 milletvekili meclise üniformayla gitti ve tüm oturumları uslu ve sakin bir şekilde takip ettiler çünkü meclisin tasfiye edileceği konuşuluyordu ve bunun için en ufak bir bahane bile rol oynayabilirdi.
ağustos ayı boyunca halka açık hiçbir konuşma yapmayan hitler eylül ayının ilk gününde berlin'de 20 bin kişilik bir kalabalığın önüne çıktı ve son zamanlarda yükselen "ülkede asayişi sağlamak için ordu harekete geçecek" dedikodularına binaen "alman ordusunun varlık sebebi hükümeti halka karşı korumak değil halkı düşmanlara karşı korumaktır" ayarında bir konuşma yaptı.
eylül ayının ilk haftasında nazi yanlıları ve alman milliyetçileri içinde darbe yapmak isteyenlerin sayısı giderek artıyordu ama hitler buna şiddetle karşı çıkıyordu çünkü partisi son 4-5 yıldır almanya'da en hızlı yükselen partiydi ve darbe girişimi bir çuval inciri berbat edebilirdi. aynı günlerde mevcut hükümet de nazilerin sempatisini kazanmak için onların da fikirlerinin alınacağı bazı ekonomik reformlara gidileceğini açıkladı. böylece ülkenin ekonomisi yeniden kurulacaktı ve nazilerin de fikirleri alınacaktı. normalde hitler buna sevinmesi gerekirken sinirlenmişti çünkü naziler iktidarda değilken onların ekonomik fikirlerinin kullanılmasının partiye zarar verdiğini düşünüyordu.
7 eylül'de yandaşlarına seslenen hitler: "mevcut hükümet her nedense halkın kendilerini desteklediğini, halkın kendilerini özlemle andığını düşünür olmuş. sanki halk 1914'te bu ülkeyi felakete sürükleyen hükümeti yeniden özlemiş gibi bir hava yaratılmış. hükümet yanılgıdadır! 13 yıldır halka gerçekleri anlatmak için çalışıyoruz ve bu konudaki başarılarımıza kimse tesadüf diyemez. yıllarca biz legal yollardan güç kazanırken bizi görmezden gelenler şimdi meclisteki en büyük parti haline geldiğimizde partilerin o kadar da önemli olmadığını söylemeye başladılar. şu anda partilerüstü yeni bir dönemin başladığını söylüyorlar. madem yeni bir dönem başladı, o zaman ülkeyi yönetmek için yeni insanlara şans tanısanıza ya! eski şişeleri yeni şarapla doldurarak halkı kandıramazsınız. halk artık sizi başta görmek istemiyor çünkü sizin beceriksizliğinizden herkes bıkmış durumda."
hükümetin başındaki von papen bir konuşmasında "günümüzde hitler'e oy veren nazilerin yarısı ondan desteğini çekti bile" demişti. hitler konuşmasında buna cevaben "bay von papen, eğer dedikleriniz doğruysa nazi partisine oy verenlere seslenin de sizin arkanızdan gelsinler. hükümetin başına geçmeden önce bize gelip fikirlerimizi sormuştun ve ondan sonra bir kere bile bize hiçbir şey sormadın. sen bizim fikirlerimizin ne olduğunu bile bilmiyorsun ki, sorsaydın öğrenirdin."
tezahüratların ve pozitif tepkilerin arttığını gören hitler konuşmasının devamında biraz daha sertleşerek devam etti: "bugün tutuklanan ve hapse atılan üyelerimizin hücrelerinde benim resmim asılıyken ben onları nasıl yalnız bırakırım! polonya son yıllarda 1 milyona yakın alman'ı sınır dışı etmişken almanya bugüne kadar kaç polonyalıyı sınır dışı etti? benim davamı birkaç bakanlık için satacağımı mı düşünüyorsunuz? benim ünvanları taktığımı mı sanıyorsunuz? bir gün öldüğümde mezar taşımda sadece "adolf hitler" yazacak ve hiçbir unvan olmayacak. bu ülkede 14 yıldır ilk kez alman halkının sesi çıkmaya başladı. ilk kez almanlar'ın sesi duyulmaya başlandı. artık savunmada değil hücumda olacağız." hitler her ne kadar unvan peşinde olmadığını söylese de ülkenin başına geçmek istediği herkes tarafından biliniyordu ve arkasındaki destekle beraber bunun gerçekleşmesinin sadece zaman meselesi olduğu da belliydi.
bu saatten sonra von papen hükümetinin göreve devam etmesi mümkün değildi çünkü kendisini ne sağcılar ne de solcular desteklemiyordu. hatta mecliste mevcut hükümete güvenoyu verebilecek kişilerin sayısı 50'yi geçmiyordu. devlet başkanı von hindenburg güvenoyuna gitmeden hızlıca meclisi dağıtma kararı aldı ama meclisteki partiler aynı günde henüz bu karar okunmadan saatler önce hızla oylamaya geçtiler ve van papen'a güvenoyu vermediler. bu durumda meclisi dağıtma kararı güvenoyu alamayan bir hükümete aitti ve hukuki geçerliliği tartışmaya açıktı. hitler de yeniden seçime gidileceğini düşünüyordu ve bunun yapılması gerektiğini savunuyordu.
hitler ilk kez açık açık silahlı devrimden bahsetmeye başlamıştı ve bir konuşmasında "halka fransa devletinin fransız ihtilalinden önce davrandığı gibi davranırsanız sonuçların farklı olmasını da bekleyemezsiniz" şeklinde bir ifadede bulundu. naziler federal hükümette pek söz sahibi değillerdi ama bir çok yerel bölgede onlar yönetimdeydi ve bu yerel bölgelerdeki silahlı güçlerin de desteğini alarak ülkede karışıklık çıkartabilirlerdi. sonunda hükümet ve devlet başkanı bu tehdit karşısında pes etti ve 6 kasım'da yeniden seçime gidilmesi kararı alındı.
hitler ekim ayının ilk günlerinde seçim çalışmalarına başladı ve yine almanya'yı şehir şehir dolaşmaya koyuldu. bu konuşmalarda aşağı yukarı şunları söyleyecekti: "von papen seçimleri hemen yapmak yerine 60 gün sonraya koydu ki 60 gün içinde yıllardır düzelmeyen alman ekonomisi düzelsin ve kendisine halk desteği gelsin. insanlar bana neden koalisyona girip bir hükümetin kurulmasına yardımcı olmadığımı soruyor. ben de size soruyorum, 13 yıldır yaptığımız çalışmalar, çabalarımız, uğraşlarımız siyasi bir çılgınlık uğruna boşa mı gitseydi? tüm paranızı sakat olduğunu bildiğiniz bir ata yatırmak ne kadar mantıklıdır? bize güç vermeden sorumluluk vermek istediler çünkü onlara başarısız olduklarında suçu atacak bir günah keçisi lazımdı."
ekim ayının ilk 2 haftasında almanya'yı şehir şehir dolaşan hitler günde 2-3 konuşma yaptığı için bu konuşmaları genelde kısa tuttu. normalde zaman zaman konuşmaları 4 saate kadar çıkabilen hitler bu kez konuşmalarını 1 saatin altında tutmak zorundaydı ve konuşmalar bu yüzden daha yoğun geçiyordu. konuşmaların birinde van papen'in kendisine "bay hitler, bu kadar güçlenmenizin tek sebebi ülkede yaşanan krizdir" demesine cevap olarak "evet, ülke şanslı olsaydı kriz olmazdı ve bana ihtiyaç doğmazdı. keşke ülke sizin gibi beceriksizlere kalmasaydı da bana ihtiyaç olmasaydı" şeklinde cevap verdi ve bu cevap yoğun tezahüratlarla karşılandı.
6 kasım'da seçimler yapıldığında hitler yine en yüksek oy oranına sahipti ama kaybedilen oylar vardı. nazilerin oyları 13.7 milyondan 11.7 milyona düşmüştü ve yüzde olarak da %37'den %33'e düşülmüştü. hitler'in kaybettiği oyların önemli bir kısmı alman milliyetçileri partisine, küçük bir kısmı da komünist partiye gitmişti. mevcut von papen hükümetinin oy oranı %10 civarındaydı ve artık bu hükümetin devam etmesi imkansız hale gelmişti. halkın yarısından fazlasının ya nazilere ya da komünistlere oy vermiş olması halkın artık mevcut hükümetlerden bıktığını, köklü bir değişim istediğini ve belki de artık hangi taraftan gelirse gelsin bir devrim beklediğini gösteriyordu.
kasım ayının 2. haftasında hitler ile von papen arasında bazı mektuplaşmalar oldu ve hitler kendisinden yardım isteyen von papen'a kibar bir tonla ama iğneleyici bir üslupla "sen orada olduğun sürece almanya'nın doğrulması zor. istifa et ve görevi işi bilenlere bırak" anlamına gelen uzunca bir mektup yazdı. 17 kasım'da von papen hitler'in dediğini yaptı ve istifasını sundu. 19 kasım'da hitler ile devlet başkanı hindenburg arasında özel bir görüşme geçti. hitler ilk kez başkanla başbaşa kalmıştı ve onu ikna etmek için saatlerce dil dökmüştü. o konuşmada nelerin geçtiği hakkında az bilgimiz var ama konuşmadan çıkan hindenburg'un hitler hakkında pozitif şeyler söylediği biliniyor. 4 gün sonra iki taraf yeniden görüşme kararı aldı ve hitler görüşmeden önce başkana bir mektup verdi. tüm pazarlıklar sözlü de olsa pazarlıklarda geçenler yazılı mektup şeklinde veriliyordu ve böylece dikkatten kaçan şeylerin olması engelleniyordu. hitler hükümet kurulma yetkisinin kendisine verilmesini, veya başkan tarafından direk azınlık hükümetinin başı olarak tayin edilmesini, o da olmayacaksa yönetimin askerlere verilmesi gerektiğini söylüyordu.
açıkçası hitler kışın göreve gelmek istemiyordu çünkü başa geçer geçmez ülkede bir inşaat seferberliği başlatıp işsiz gençleri bu şekilde istihdam etmek istiyordu. almanya'nın her yerinde yol inşaatları başlayacaktı ve bu inşaatlar kışın soğukta başlatılamazdı. böylece hitler'in kışın başa geçmesi birkaç ay daha yüksek işsizlik oranıyla mücadele etmesi anlamına geliyordu. bu yüzden kendisi her ne kadar ülkenin başına geçmek istese de işleri biraz ağırdan almaya başlamıştı.
yerel seçimlerde bile ilçe ilçe, köy köy, kasaba kasaba gezip oy toplamak için konuşmalar yapan hitler o günkü diğer politikacılardan farklı bir hava veriyordu. zaten kendisi de konuşmalarında "her liderin projeleri, planları olabilir ama mevcut plan ve projeleri gerçekten gerçekleştirecek için gerekli olan enerji ve motivasyon sadece bizde mevcut" diyecekti ve buna dikkat çekecekti. herhangi bir kasabada kazanılan yerel bir seçim bile hitler'in elinde koz olarak kalıyordu ve bu ufak tefek seçimlerden sonra hindenburg'un kapısını çalan hitler "yine halk bizi seçti, artık ülkeyi bizim yönetme zamanımız geldi" diyordu.
30 ocak 1933'te hitler'e hükümet kurma yetkisi verildi ve naziler ikinci dünya savaşının sonuna kadar ülkeyi yönetmeye hak kazanmış oldu. bu almanya için yeni bir devrin başlangıcıydı ve ilk yıllar yükselişle geçse de son yıllar yıkımla geçecekti. kurulan hükümet mecliste salt çoğunluğa sahip değildi ama tüm bakanlıklar ve devlet başkanının desteğine sahipti. zaten bu hükümetin alacağı bir çok karar meclisten bağımsız olarak alınacaktı. hitler her ne kadar iktidara gelmiş olsa da yeterince güçlü olmadığını düşünüyordu. bu yüzden mart ayında yeniden seçimlerin yapılmasını istiyordu. seçim tarihi olarak 5 mart belirlenmişti.
5 mart 1933'te yapılacak olan seçim önceki seçimlere göre biraz daha farklıydı çünkü seçim öncesi naziler baştaydı ve ellerindeki gücü kullanarak diğer partileri sindirmeye çalışacaklardı. hitler ülkenin başına geçtikten sonra ilk konuşmasını 1 şubat gecesi radyo üzerinden yayınladı. bu konuşmada ana hatlarıyla "yıllardır çeşitli kamplara ve partilere bölünen alman halkının eline ilk kez birleşme fırsatı geçti. bu halka siyasilerin basiretsizliği ve beceriksizliği yüzünden 1918'den beri bedel ödetilmektedir ve artık buna dur deme zamanı gelmiştir. yıllardır sömürülen ve parçalanma noktasına gelen bu ülkenin küllerinden doğma vakti geldi ve 14 yıldır marksizm ve kapitalizmin yok etmeye çalıştığı ülkeyi hep beraber yeniden kuracağız" şeklindeydi. hitler her zaman yaptığı gibi konuşmanın geri kalanında komünistlere yüklenecekti ve sanki son 14 yıldır iktidarda komünistler varmış gibi her şeyden onları sorumlu tutacaktı.
hitler o günkü konuşmasında hristiyanlığa bolca vurgu yaptı ve katoliklerle protestanları tek küme altında kapsamaya devam etti. bununla birlikte henüz konuşmasında yahudilerden hiç söz etmemişti ve komünistleri de zaten hristiyanlığın düşmanı olarak göstermişti. ilerleyen günlerdeki konuşmalarda bu biraz yön değiştirecekti ve hedef tahtasına yahudiler de konacaktı. kısa vadede almanya'nın en büyük sorunu işsizlikti ve hitler'in bu kadar güç kazanmasının en büyük sebeplerinden biri işsiz güçlere iş vadetmesiydi. hitler sözünü bitirirken "bizden önceki beceriksizlere 14 yıl boyunca sabır gösterdiniz, bize sadece 4 yıl süre verin ve onların yaptığı tüm yıkımı temizleyeceğiz ve ülkeyi 4 yılda eski gücüne kavuşturacağız, sizden sadece 4 yıl istiyoruz" diyecekti.
hemen ertesi gün sokaklarda bazı çatışmalar yaşanmaya başlanmıştı. işlerin kontrolünün dışına çıkmasını istemeyen hitler yandaşlarına "şimdilik sakin ve sabırlı olun, zamanı gelince intikamımızı en acı şekilde alacağız" şeklinde bir açıklama yayınladı. 3 şubatta hitler alman ordusunun üst düzey subaylarından oluşan bir kalabalığa seslendi ve amaçlarını anlattı. artık hitler rakiplerinden bir adım öndeydi çünkü diğer partilerin aksine gönüllü silahlı partizanlardan başka polis ve asker gücüne de sahipti. konuşmasında versay antlaşması'nı yırtıp atacağını ve bütçeden artan her kuruşu orduya yatıracağını açıklayan hitler askerlere etkileyici bir konuşma yaparak çoğunun desteğini kapmış gibiydi. birinci dünya savaşı sonrası almanya'da en fazla zarar gören unsurlardan biri orduydu ve alman ordusuna getirilen sınırlamalardan dolayı uzun süre ülkenin askeri gücü zayıf kalacak gibiydi. hitler'in askeri kanada verdiği sözler bu açıdan çok önemliydi.
o günlerde amerikan, ingiliz ve italyan gazetelerine üst üste röportajlar veren hitler ılımlı ve barış yanlısı bir hava yaratmaya çalışıyordu. zaten o dönemde çeşitli avrupa ülkelerinde ve amerika'da yayınlanan gazetelerde hitler için "onu yanlış tanımışız" "hiç de savaş yanlısı birine benzemiyor" "avrupa'ya barış getirebilecek biri" tarzı yorumlar görmek mümkündü. hitler almanya en azından eski askeri gücüne kavuşana kadar sessiz ve sakin bir profil çizmek istiyordu ve görevinin ilk günlerinde bunu başarmış gibi gözüküyordu. o dönemde hitler'in yahudiler hakkında pek konuşmaması da büyük ihtimalle bu sebepten geliyordu.
8 şubatta basın mensuplarının karşısına çıkan hitler birkaç gün önce açıklanan basın yasaklarını ve gösteri karşıtı yasaları savundu ve amacının başının özgürlüklerine darbe vurmak olmadığını fakat almanya'nın yaşadığı bu zor ve önemli günlerde bazı özel kararlar alınması gerektiğini, ülkenin çıkarlarının her şeyden üstün olduğunu, sonunda alman halklarının mutlu olacağını açıkladı.
10 şubat 1933'te halka seslenen hitler'in konuşmasını almanya'daki hemen hemen tüm radyo istasyonları canlı olarak yayınladı. bu konuşmada ana konu ekonomi üzerineydi ve birinci dünya savaşı sonrası almanya'da yaşanan hiper-inflasyon, ülkenin ödemek zorunda kaldığı yüksek faiz ve artan işsizlik oranları yüzünden hem kapitalist banka sistemi hem de marksizm suçlandı. hitler'in konuşmasında hem kapitalistleri hem komünistleri suçlaması kimsenin şüphesini çekmiyordu ama o günden sonra sıklıkla çeşitli günah keçileri seçilecek ve çeşitli şeylerden sorumlu tutulacaktı.
o günlerde polis ve nazi partizanlar diğer partilerin üyelerine karşı (özellikle komünist parti ve sosyal demokratlar) baskıyı giderek arttırıyordu. bu muhalif kesimlerin gazeteleri toplatılıyor, toplantıları basılıyor, evlerinde arama yapılıyor, sudan sebeplerle tutuklamalar yapılıyor ve zaman zaman üyeleri sindirilmek için meydanlarda dövülüyordu.
11 şubatta araba ve motor fuarının açılışını yapan hitler almanya'da yeni kurulacak olan otoyol ağının müjdesini verdi. bu otoyol ağı ve başka projelerin inşaatında çalışacak olan milyonlarca genç sayesinde işsizlik rakamları da kısa sürede düşecekti ve alman ekonomisi kağıt üzerinde oldukça güçlü gözükecekti.
22 şubatta hitler konuşmasının dozunu biraz daha arttırdı ve çeşitli şehirlerde günde 2 defa yaptığı seçim propagandasında "eğer halk bana 4 yıl şans verir de söz verdiğim konularda başarısız olup almanya'yı yeniden ayağa kaldırmazsam beni çarmıha gerebilirsiniz ve canımı alabilirsiniz" diyecekti. hitler'in o günlerde yaptığı hemen hemen tüm konuşmaların teması "basiretsiz partilere 14 yıl verdiniz ve hiçbir şey başaramadılar, bize 4 yıl sabredin ve ülkeyi ayağa kaldıralım" şeklindeydi ve bu 5 mart seçimlerine kadar devam etti. bir yandan katoliklere, bir yandan protestanlara yaranmak isteyen hitler bazen bir katolik gibi bazen de bir protestan gibi dua ederek konuşmalarını kapıyordu ve çoğu zaman komünistlere laf atarken onların ateist ve tanrı'ya düşman olduğunu üstüne basa basa söylüyordu.
seçimlerden 1 hafta önce 27 şubat tarihinde reichstag yangını yaşandı. bu almanya için dönüm noktalarından biriydi. yangını kimin ne amaçla çıkarttığı bilinmiyordu ama devlet başkanı hindenburg tarafından yangın sonrası olağanüstü hal ilan edildi ve bir çok anayasal hak geçici olarak da olsa askıya alındı. hitler olanlardan dolayı komünistleri suçladı. olaydan sonra "devleti darbe yoluyla ele geçirmek üzere plan yaptıkları" söylenen bir çok komünist tutuklandı ve seçimlerden hemen önce komünist parti üzerine kurulan baskı arttırıldı.
geri kalan tüm partiler baskı altındayken 5 mart seçimlerine en rahat giren parti nazi partisiydi ve seçimlerden oyların %44'unu alarak çıkan parti 17 milyonun üzerinde oy toplayarak rekor kırdı. tek başına iktidar olmak için 324 sandalye gerekiyordu ve nazi partisinin 288 sandalyesi vardı. komünistlerin oyu %17'den %12'ye gerilemişti. milliyetçi partiden gelen 52 milletvekilinin de katılımıyla almanya'da sağcı bir çoğunluk hükümeti kurulacaktı. bu da nazilerin tek başına iktidara gelmesi hariç hitler için en iyi ikinci sonuçtu. bundan sonra artık olaylar perde arkasından değil göstere göstere, hızlı bir şekilde ilerleyecekti.
naziler seçimleri kazanır kazanmaz hiç vakit kaybedilmedi ve partiye bağlı olan silahlı ss birlikleri zamanında kendilerine baskı uygulayan eski yöneticileri ve onların yardımcılarını tutuklayıp baskı altına almaya başladılar. artık gün ve devran dönmüştü ve ezilenler ezenler olmuştu. hitler de "seçimleri kaybeden komünistlerin ülkede provokasyon yapabileceğini, ülkedeki yabancılara saldırabileceğini ve çeşitli olaylara sebep olabileceğini" söyleyip yandaşlarına "eğer etrafınızda şüpheli hareket eden bir komuist varsa hemen polise teslim edin" diyerek yeşil ışık yakacaktı. bunun dışında hitler kendine bağlı partizanlardan etrafı yağmalamamalarını, masum insanlara saldırmamalarını ve parti disiplininden kopmamalarını söylüyordu. artık almanya'da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. bundan sonra nazi partisinin kullandığı gamalı haç/svastika figürü almanya'nın resmi figürü olarak belirlendi ve ülkenin bayrağı da desiğime uğradı.
12 mart'ta ss birliklerine konuşan hitler bundan sonra yerel birliklerin insiyatif alarak operasyon düzenlemesini yasakladı. artık ss birliklerinin düzenlediği tüm "operasyonlarda" emir yukardan verilecekti ve yukardan emir gelmeden hiçbir şey yapılmayacaktı. emir almadan insiyatif alan ss birlikleri almanya'nın düşman olarak gördüğü kişilere saldırıyor olsa bile vatana ihanetle yargılanabilecekti.
hitler sonraki günlerde ülkedeki polislerin yetkisini arttırdı, kendisine bağlılığını kanıtlayan kişilere polis gücünün içinde yüksek rütbeli pozisyonlar verdi ve bazı bölgelerde polisi orduya alternatif güç olarak yetiştirdi. bazı bölgelerde polise ağır silahlar ve askeri üniformalar veriliyordu. açıkçası hitler olası bir askeri darbeye karşı kendine bağlı ve savaşmaya hazır bir polis gücü meydana getirmek istiyordu.
23 mart'tan sonra hitler'e çok büyük yetkiler verilecekti ve 4 yıl boyuna ülkeyi istediği gibi yönetmesi sağlanacaktı. hitler meclisten ve devlet başkanından bağımsız kanunlar koyabilecekti ve bu kanunlar anayasaya uygun olmak zorunda bile değildi. yani kısa vadede hitler'in ülkede istediği gibi at koşturmasına engel olabilecek hiçbir kuvvet yoktu. hitler'e bu yetkilerin verilmesi için o gün mecliste bulunan vekillerin 3'te 2'sinin lehte oy vermesi gerekiyordu. meclisteki komünistlerin ve sosyal demokratların lehte oy vermeyeceği biliniyordu ama bu "sorun" kısayoldan bir çok komünist ve sosyal demokrat vekilin tutuklanması ve meclise alınmamasıyla halledildi. komünist partinin lideri ernst thälmann zaten tutukluydu ve 11 yıl boyunca tutuklu kalacak sonra da hiç yargılanma şansı elde edemeden idam edilecekti.
aynı tarihte mecliste konuşma yapan hitler şunları söyleyecekti: "5 mart tarihinde alman halkı bize onay verdi ve yapmak istediklerimizi gerçekleştirmemiz için gereken yetkiyi halktan aldık. bugün almanya için tarihi bir gün çünkü alman halkının acılarını dindirip ayağa kaldıracak bir dizi tedbir bugünden itibaren hayata geçecektir." bundan sonra naziler'in son 13-14 yılda yaşadığı zorluklardan bahseden hitler komünistlerin almanya'nın düşmanı olduğundan bahsetti ve onları reichstag yangınından bir çok suikast ve terör saldırısına kadar bir çok şeyden sorumlu tuttu.
hitler konuşmasının devamında "komünistlerin planları almanya'yla sınırlı değil ve tüm avrupa'yı kapsıyor. komünistleri ezerek sadece almanya'yı değil avrupa'nın tamamını bir felaketten kurtarıyoruz. ülkedeki eğitim sisteminden tiyatroya, edebiyattan sinemaya kadar bir çok alanda yapacağımız reformlarla bu ülkede vatanını milletini seven alman gençleri yetiştirmeyi ve bir daha bu topraklara komünizm tehdidinin hiç girmemesini umuyoruz" benzeri ifadelerde bulundu. daha sonra alman ordusuna 1. dünya savaşı sonrası konulan sınırlandırmalardan bahseden hitler ülkenin ordusunun güçsüz kaldığını ve haksız bir şekilde silahlanmasına izin verilmediğini söyledi ve yarım saat bu konuda konuştu. hitler'in konuşması saatlerce sürecekti ve konuşmanın sonlarına doğru yorgun düşmeye başlayan meclis üyeleri "oylamayı yapıp bitirsek de eve gitsek" diye düşünmeye başlamıştı. böylece bu iş "oldu bittiye" getirilmişti.
bundan sonra sosyal demokratlar dahil olmak üzere solcu partilerin üyeleri devletin hiçbir kademesinde görev alamayacaktı ve hiçbir şekilde memurluklarına izin verilmeyecekti. bu meclisteki sağcı çoğunluğu memnun ettiyse de zaten üyelerinin çoğu hapiste olan solcu azınlığın mutlu olduğu söylenemezdi.
bir gün mecliste oturum sırasında sosyal demokratların lideri otto wels söz istedi ve kürsüye çıktı. wels nazilere seslenerek: "siz bu vatanı ne kadar seviyorsanız, siz alman halkına ne kadar değer veriyorsanız biz de o kadar değer veriyoruz. siz birinci dünya savaşı sonrası bize dayatılan versay antlaşmasına ne kadar kızgınsanız biz de o kadar kızgınız. seçimi siz kazandınız ve biz kaybettik. burada kazananları muzaffer, kaybedenleri mağlup ilan edip kaybedenlere karşı her türlü zulüm hakkını kendinizde bulmayın. naziler, geçmiş günlerinizi hatırlayın. geçmişte siz zulüm çekmemişsiniz gibi bugün muhalefette olanlara zulmetmeyin. geçmişte çektiğiniz zorlukları hatırlayın ve almanya için hep beraber çalışmamız gerektiğini hatırlayın" dedi.
bu konuşmadan sonra dayanamayıp ayağa kalkan hitler söz istedi ve belki de o güne kadar yaptığı konuşmalar içinde ilk kez doğaçlama bir konuşma yaptı. hitler sosyal demokratlara döndü ve: "ne kadar ilginç, geç de olsa aklınız başınıza gelmişe benziyor. peki 14 yıldır siz iktidardayken aklınız neredeydi? siz versay antlaşmasına kızgın olduğunuzu söylüyorsunuz, peki 14 yıldır iktidardayken bu konuda neden bir adım atmadınız? yine mağlup ettiğimiz rakiplerimize zulmetmememizi söylüyorsunuz. peki siz o zaman bize neden yıllarca zulmettiniz? nazi partisinin kurucu üyelerinden hapse girmeyen, eziyet çekmeyen bir kişi kalmadı! bir de kalkmış geçmiş günlerimizi ve geçmişte çektiğimiz zulümleri hatırlatıyorsunuz, sanki o zamanlar iktidarda olan ve bize zulmeden siz değilmiş gibi! 14 yıl boyunca siz güçlüyken biz zayıfken beraber çalışmak aklınıza gelmedi de şimdi iktidarı kaybedince mi aklınıza geldi? bize yıllarca zulmedenlere karşı aynı şekilde zulmetmemek için kendimizi tutuyoruz. sayın wels, neden sana zulmetmişiz gibi davranıyorsun ki? az önce mecliste uzunca bir konuşma yaptın ve kimse sözünü bile kesmedi. sen iktidardayken biz tek kelime ettiğimizde kendimizi hapiste buluyorduk. daha seçimden hemen önce köpek kırbacıyla ülkeden kovalanmakla tehdit edilen bendim" şeklinde bir konuşma yaptı.
hitler'in meclisteki doğaçlama konuşması bir "ayar" niteliğindeydi ama günün sonunda hitler eleştirdiği herşeyi kısa süre sonra kendisi başkalarına, hem de kat kat mışliyle yapacaktı. zaten bu konuşma hitler'in mecliste münazara şeklinde gerçekleştirdiği son konuşma olacaktı çünkü muhaliflerin tasfiye edilme işlemi çoktan başlamıştı bile. almanya 1. dünya savaşının sonundan beri gücü ele geçirenin karşısındakinden intikam aldığı bir devlet haline gelmişti ve naziler buna bir istisna olmayacaktı. hatta naziler bunu bir adım öteye çekerek kendilerine muhalif olmayan bazı grupları bile yoketmeye çalışacaktı.
hitler almanya'da mutlak güç sahibi olmuştu ve meclise ihtiyaç duymadan kanun çıkartma yetkisi elde etmişti. avrupa ve amerika'da gazeteler olayı sert bir şekilde eleştirip hitler'i diktatörlükle suçlamaya başlayınca hitler "dünya medyasını yahudiler'in kontrol ettiğini ve yahudiler'in kendisine komplo kurduğunu" söylemeye başladı. bu da hitler'in iktidara geldikten sonra ilk kez yahudiler'i direk hedef göstermesi demekti.
1 nisan 1933'ten itibaren almanya'daki yahudileri zor günler bekliyordu çünkü hitler dünya'yı yahudiler'in yönettiğine inanıyordu ve almanya'daki yahudilere baskı ve zulüm uygulayarak dünya'daki devletlerin kendisine karşı cephe almasını engelleyebileceğini düşünüyordu. kısaca, hitler "dünya'yı yönettiğini düşündüğü yahudiler" tüm dünya'yı kendisine karşı harekete geçirmesin diye almanya'daki yahudileri "rehin" alacaktı. ilk etapta yahudiler'e almanya içinde ekonomik boykot uygulanacaktı ama zulmün dozu giderek artacaktı. açıkçası o dönemde almanlar'ın büyük bir çoğunluğu yahudi karşıtıydı ve yahudiler'e karşı bir tavır alınması gerektiğini düşünüyordu ama çoğu kişi bu tavrın yahudiler'in boykot edilmesi, önemli pozisyonlara yahudiler'in alınmaması veya en fazla bazı yahudiler'in sınır dışı edilmesi olacağını sanıyordu. o dönemde hitler ve yakın çevresi hariç kimse yahudiler'in kamplara katılıp katliama maruz kalacağını bilmiyordu ve bu oylamaya sunulsa çok az kişi destek verirdi.
hitler o günlerde "rusya'da bolşevik devrim olduğunda 3 milyona yakın kişi hayatını kaybetti, biz devrim yapıp almanya'da yönetimi ele geçirirken bir kişinin kılına bile zarar gelmedi çünkü alman halkı dünya'nın en disiplinli, en sabırlı ve modern halklarından biridir" şeklinde övünüyordu. nazilerin darbesi ilk etapta kansız olmuştu ama ilerde çok kan dökülecekti.
hitler almanya'da mutlak güç sahibi olunca bir sürü muhalif korkuya kapılarak kısa sürede ülkeyi terk etti. muhaliflerin entelektüel takımı bulundukları ülkelerde gazetelere makaleler yazarak almanya'daki durumu anlatıyorlardı. bu hitler'i kızdırmıştı ve "ülkemizden kaçan yahudi marksistler yurt dışındaki nüfuzlarını kullanarak ülkemizi ve halkımızın seçimini aşağılayıp kötü göstermeye çalışıyorlar" şeklinde tepki vermesine sebep olmuştu. hitler'in düşüncesine göre göre tüm yahudiler marksistti ve marksistlerin lider tabakası da yahudiler'den oluşuyordu. yine bu dönemde bazı avrupalı gazetelerde "almanya'da yahudiler katlediliyor" şeklinde haberler çıkmıştı ve genelde (şimdilik sistematik olmayan ama ilerde sistematik bir hale gelecek olan) münferit cinayet vakalarından bahsediliyordu. nazi hükümeti bu haberlerden dolayı yurtdışındaki yahudiler'i suçlamaya devam edecekti.
altında bizzat hitler'in imzası olan karara göre yahudi işyerlerine uygulanan boykota yahudi doktor ve avukatlar da dahildi. büyük şehirlerden küçük köy ve kasabalara kadar tüm yerleşim birimlerinde tüm ana yollara, elektrik direklerine, büyük ve küçük binaların önüne pankartlar ve broşürler asılarak almanlar'a yahudiler'e karşı boykot çağrısı yapılacaktı. yine yahudilerin çokça bulunduğu bölgelerde ss subayları nöbet tutacaktı ve buradan alışveriş yapmaya çalışan almanları uyarıp geri çevirecekti. şimdilik fiziksel şiddet kullanılmayacaktı ve yahudiler hariç yabancıların güvenliği sağlanacaktı. ayrıca yahudi gazetecilere yer veren veya yeterince nazi propagandası yapmayan gazetelere reklam verilmeyecekti ve bu gazeteler evlere sokulmayacaktı. son olarak, yahudiler'in belli mesleklere katılımı sınırlanacaktı. mesela yahudiler'in nüfusa oranı neyse hiçbir meslekteki yahudiler'in oranı o oranı geçemeyecekti (örneğin eğer yahudiler'in nüfusa oranı %3'se, yahudi doktorların toplam doktorlara oranı %3'u geçemeyecekti ve bu sınırı geçenlerin lisansı iptal olacaktı).
hitler ısrarla "yahudiler'e karşı aldığımız önlemler sadece savunma amaçlıdır, hiçbir yahudiye hiçbir fiziksel şiddet uygulanmayacak ve bu olaylarda disiplinsizlik yapılmayacak" diyordu ama bu sadece olayların ilk aşaması için geçerliydi. ilerki aşamalarda fiziksel şiddet fazlasıyla olacaktı. hitler yahudiler'in dünya'yı yönettiğini düşündüğü için onları sevmemekle beraber onlardan korkuyordu. almanya içindeki yahudiler'i "rehin" tutarak dünya'nın geri kalanındaki yahudiler'i kontrol altında tutabileceğine inanıyordu ve yahudiler'i bir anda öldürmesinin bu rehineleri kaybetmek anlamına geldiğini biliyordu. bu yüzden belli bir güce ulaşana kadar soykırım fikrine sıcak bakmıyordu. normalde her kararın altına ismi ve soyadıyla imza atan hitler, bu kararın altına "nazi partisi lideri" şeklinde imza atmıştı. bu bile onun bazı konularda korktuğunu göstermeye yetiyordu.
4 nisan'da yani boykot başladıktan 3 gün sonra uluslararası medyanın sert tepki göstermesi sonucu boykot askıya alındı ve boykota "gelecekte başka bir zaman" devam edilmesine karar verildi. 6 nisanda uluslararası gazetecilerden oluşan bir kalabalığa konuşan hitler yahudiler'den hiç bahsetmedi ve almanya'nın kendi rönesansını yaşadığını, ülkede barış ve özgürlük ortamının tesisi için devletin tüm gücüyle çalıştığını söyledi. 8 nisan'da imzalanan bir kararla almanya'daki devlet memurları içinde nazilere yakınlık duymayanlar aşamalı olarak emekli edilmeye başlandı. naziler bu sefer insaflı davranmıştı ve işten attığı memurlara emekli maaşı bağlamıştı.
20 nisan hitler'in doğum günüydü ve tüm ülkede bir milli bayram havasında kutlanmıştı. bunu izleyen günlerde şehir şehir dolaşan hitler çeşitli şehirlerde konuşmalar yaptı. burada yapılan konuşmalar önceki konuşmalardan içerik olarak çok farklı değildi. 27 nisan'da rudolf hess'e nazi partisinde kendisine vekalet izni veren hitler daha sonra son günlerde kendi isminin bir çok cadde ve sokağa verilmesini eleştirdi ve isimlerin eski haline getirilmesi gerektiğini söyledi. 1 mayıs tarihi geldiğinde herkes hitler'in işçi bayramının kutlanmasına izin verip vermeyeceğini konuşuyordu. hitler günün ismini "milli emek bayramı" olarak değiştirerek kutlanmasına izin verdi ama bu kutlamalarda solcu hiçbir öğe veya sembole izin verilmedi. hitler ülkedeki solcu partileri iyice sindirmişti ve bir sonraki hedefi işçi sendikalarını kapatmaktı. bunun için işçileri onların sendikalara ihtiyacı olmadığına ikna etmesi gerekiyordu. o günlerde almanya'da sıklıkla kullanılan bir başka ifade de "yeni almanya" şeklindeydi. işçilere "yeni almanya'nın" onlara sendikaların talep ettiği bir çok hakkı zaten teslim ettiği anlatılacaktı ve sendikalardan uzaklaşmaları sağlanacaktı.
2 mayıs 1933'te hitler'in imzasını taşıyan bir kararla tüm solcu sendikalar kapatıldı ve bu sendikaların malvarlıklarına el kondu. 4 mayıs'ta stuttgart teknik üniversitesi hitler'e fahri doktora vermek istedi ama hitler bunu "prensipleri gereği" kabul edemeyeceğini söyledi.
2 hafta boyunca çeşitli şehirleri gezip çeşitli ziyaretler yapan hitler 17 mayıs'ta alman meclisine geri döndü ve belki de seçildikten sonra ilk kez ülkenin dış işleri politikası hakkında konuşma yaptı. son seçimden beri bir çok konuşma yapan hitler o güne kadar hep içişleriyle ilgili meselelerden bahsediyordu ama artık dış işlerine de el atacaktı ve 2. dünya savaşının başlamasına kadar bunun dozunu giderek arttıracaktı.
hitler'in 17 mayıs'taki konuşması versay antlaşmasını eleştirerek başladı. ona göre almanya antlaşmadaki her şeyi harfiyen yerine getirmişti ve ordusunda çok büyük bir küçülmeye gitmişti. fransa, ingiltere, rusya gibi ülkeler ise sürekli silahlanıyordu ve almanya onların yanında çok güçsüz kalıyordu. hitler aynı konuşmada dünya savaşındaki tarafların yeniden masaya oturması ve versay antlaşmasının iptal edilip yerine "akıl ve mantığa uygun, tarafları galip-mağlup diye ayırmak yerine her ülkeye eşit bir yaklaşıma sahip" yeni bir antlaşma imzalanması gerektiğini söyleyecekti.
hitler konuşmasının devamında "büyük savaş bittikten sonra masaya oturan ülkeler büyük bir hırsla almanya'dan ve alman halkından intikam alıp cezalandırmak yerine tüm ülkelerin ve tüm halkların yararına olacak şekilde bir antlaşma düzenleyip avrupa'yı yeniden şekillendirselerdi savaşın yaraları sarılırdı ve bugün yaşanan sorunların hiçbiri yaşanmamış olurdu. düşmanlarımız dünya'da adaleti sağlayacak bir antlaşma üzerinde çalışmak yerine 65 milyon insanı cezalandırmayı seçtiler ama sonuç olarak tüm dünyayı saran bir ekonomik kriz çıktı ve bu işten kimse bir şey elde edemedi" ifadesinde bulundu.
hitler'e göre almanya versay antlaşması'na uyabilmek için 6 milyon piyade tüfeği, 130 bin makineli tüfek, 91 bin parça top ve milyonlarca top mermisini uluslararası müfettişlerin gözleri önünde imha etmişti. hitler konuşmasının bir sonraki bölümünde barışın kalıcı olabilmesi için sadece almanya'nın değil savaştaki tüm ülkelerin silahsızlanmaya başlaması gerektiğini, almanya savaşta mağlup oldu diye otomatikman haksız taraf olarak kabul edilemeyeceğini söyledi. hatta hitler konuşmanın bir yerinde "komşularımız fransa, avusturya, isviçre ve polonya aynısını yapmayı kabul ediyorsa ordumuzun tamamını feshetmeye hazırız" diyecekti. fransızlar ise "son 50 yılda 4 defa işgal olan bir ülke olarak silahsızlanmamız çılgınlık olur" diye düşünüyordu. zaten birkaç yıl sonra yeniden işgal edileceklerdi.
almanya'ya o günlerde 100 bin asker sınırı konmuştu ve alman ordusunun asker sayısı 100 binin hemen altındaydı. bununla beraber ordunun dışında nazi partisine bağlı ss ve sa birlikleri vardı. fransızlar bu birlikleri orduya dahil olarak saymak istiyordu ve bu durumda alman ordusunun mevcudu izin verileni rahat rahat geçiyordu. hitler ise "ss ve sa birliklerini ordunun parçası sayarsak polisi, itfaiyecileri, hatta jimnastik ve kürek takımlarını da ordunun bir parçası saymamız gerekir" diyerek buna karşı çıkacaktı.
bu konuşma sonrasında almanya milletler cemiyetinden ayrıldı ve silahsızlanma komisyonunu artık tanımayacağını açıkladı. hitler bu karardan sonra biraz çekinceliydi çünkü almanya versay antlaşması'nı kıracaktı ve kağıt üzerinde fransa ve ingiltere tedbir olarak almanya'yı işgal edebilirdi. bu tabi ki kağıt üzerinde kaldı.
8 haziran 1933'te berlin'de ingiliz hava kuvvetlerinin subaylarını ağırlayan hitler onlara methiyeler düzdü ve 1. dünya savaşında asker olduğu günlerde ingiliz hava kuvvetlerinin ne kadar kabiliyetli olduğunu kendi gözleriyle gördüğünü ifade etti. açıkçası hitler o günlerde almanya'ya karşı kurulmuş küresel bir komplo olduğuna inanıyordu ama yine de ingiltere'yi bu komplodan beri görüyordu. olası bir savaşta ingiltere ile almanya'nın müttefik olarak italya'yla beraber avrupa'yı bölüşeceğini düşünüyordu.
26 haziran 1933'te nazilere seslenerek "artık alman halkının onlarca küçük parçaya ayrılmasının anlamsız olduğu ve onlara fırkaya ayrılmak yerine tek parça haline gelinmesi gerektiğini" söyleyen hitler hemen ertesi gün dediğini uygulamak için harekete geçti ve naziler hariç tüm partileri kapanması için karar çıkarttı. hatta en başta hitler ile koalisyona giren alfred hugenberg'in alman milliyetçi partisi bile kapatılacaktı ve bu partinin sahip olduğu bakanlıklar nazi partisine verilecekti. hitler'e göre alman halkının mecliste kavga, gürültü, muhalefetle kaybedecek vakti yoktu ve ülkenin bir an önce tek bir lider altında birleşip yükselişe geçmesi için iktidar partisi hariç tüm partilerin kapatılması ve tüm siyasi faaliyetlerin yasaklanması gerekiyordu ve hitler bunu hayata geçirmek için hiç vakit kaybetmedi. hitler daha sonra "siyaset yapmak isteyenler partimize katılabilirler" diyerek kapatılan partilerin üyelerini kendi partisine davet etme cüretini gösterecekti.
27 haziran ile 5 temmuz tarihleri arasında nazi partisi dışında tüm önemli partiler "gönüllü olarak kapanmaya" ikna edilmişti ve partiler birer birer kendilerini feshetmeye başlamıştı. mevcut partilerden komünist partinin yöneticileri bir daha salıverilmemek üzere hapsedildiği için diğer partilerin üyeleri aynı sonla karşılaşmak istemiyordu. 6 temmuz itibariyle almanya'da muhalefet diye bir şey kalmamıştı ve hitler ülkedeki tüm gücü elde etmişti. artık muhalefet korkusu kalmadığı için rahatlayan hitler 6 temmuz'da yaptığı konuşmada bazı konularda daha ılımlı davranıyordu. mesela "devlet içinde görev verdiğiniz biri işinde iyiyse onu sırf partimize gönül vermedi diye dışlamayın. yine partimizden olup da o işten anlamayan birini sırf bizim adamımız diye yerine getirmeyin. bugün ülkede istediğimiz kişiyi istediğimiz pozisyona getirecek gücümüz var ama bir işi yapan birini ondan daha iyi birini bulmadan sırf partimizden değil diye fırlatıp atmak bize fayda sağlamaz" diyecekti.
almanya'nın ilk önceliği işsizliği bitirmekti. zaten hitler yıllardır işsizlik sorunundan bahsediyordu ve iktidara gelmesinin en büyük sebeplerinden biri işsizliği bitireceği konusunda sözler vermiş olmasıydı. işsizliğin azaltılması için öncelikle ülke ekonomisinin güçlü olması ve üretim yapıyor olması gerekiyordu. bunun için de en azından kısa vadede partisine bakılmaksızın kim hangi işte iyiyse o işte çalıştırılması gerekiyordu. tüm fanatikliğine rağmen hitler bile bu gerçeği anlamış gibiydi. 8 temmuz'da vatikan'daki katolik kilisesiyle antlaşma imzalayan hitler almanya'da daha önce yasaklanan veya siyasi ceza alan katolik din adamlarına diplomatik dokunulmazlık verdi ve kapatılan katolik kurumları yeniden açma sözü verdi. katolikler de hitler'i eleştirmeyecekti ve siyasi konularda tüm gücü ona bırakıp hiçbir işine karışmayacaklardı. 12 temmuz'da protestan kiliseleriyle de benzer bir antlaşma imzalandı.
ağustos'un ortasında işsizlik sorunuyla ilgili projelerini halkla paylaşan hitler "devletin görevi halka para dağıtmak değil iş imkanı sağlamaktır" şeklinde bir konuşma yaptı ve konuşmasının sonunda almanya'nın her tarafında yepyeni bir karayolu ağının kurulacağını, bu karayolunun onbinlerce gence iş imkanı sağlayacağını, yapılacak diğer bina ve inşaatlarla gençler arasındaki işsizliğin epeyce azaltılacağını iddia etti. hitler'in ülkedeki ekonomiyi canlandırma planı devlet eliyle yapılacak harcamalarla inşaat, ağır sanayii (özellikle askeri sanayii) ve tarım alanlarının büyümesinin sağlanmasından ibaretti. hitler aynı zamanda özel sektörün korkup kaçmasını istemediği için ülkede devlet ile özel sektör arasında ince bir denge politikası sürdürmesi gerektiğini anlamıştı.
27 ağustos'ta hitler oldukça ilginç bir konuşma yaptı. konuşmanın başında her konuşmada yaptığı klasik milliyetçi muhabbetler yapan hitler daha sonra "biz barış istiyoruz, bizim yabancıların topraklarında gözümüz yok. kimsenin toprağını fethetmek gibi bir amacımız da yok. imzaladığımız barış antlaşmalarına da harfiyen uyuyoruz, fakat bu antlaşmalar çift taraflıdır ve imzalayan herkesi bağlarlar. antlaşmaya bağlılığı olan tek taraf olmak istemiyoruz. ayrıca tanrı'nın bize ve halkımıza bahsettiği topraklar bizim hakkımızdır" şeklinde ifadelerde bulundu. bu konuşmada barışçıl mı savaşçıl mı konuşulduğu belli değildi. hem "barıştan yanayız, toprak fethetmek gibi bir derdimiz yok" deniyordu hem de "antlaşmaya başkaları uymazsa biz niye uyalım, alman topraklarını neden almayalım" deniyordu. hitler'in gerçek niyetinin ortaya çıkması için biraz daha zaman geçmesi gerekecekti.
20 eylül'de hitler 2 konuşma birden yaptı. bu konuşmalardan birinde "kış geliyor, bu kış soğuk geçecek. ülkede bir sürü aç ve muhtaç insan var. birbirimize yardım edelim" şeklinde konuşan hitler ikinci konuşmasında "iktidara geldiğimizden beri 2 milyon kişiye işbaşı yaptırdık, ekonomik anlamda büyük atılımlar yaptık ve artık muhalefet ortadan kalkıp bizim kalıcılığımız garanti altına alındığına göre uzun vadeli ekonomi yönetimine başlayabiliriz" şeklinde konuştu. hitler bu konuşmasında da bol bol komünizme saydırdı ama ülkedeki ekonomiyi nazil düzelteceği konusunda çok az bilgi paylaştı. inşaatlar devam edecekti ve ülkenin dört bir yanında istihdam yaratmak için ağır sanayii hamlesi gerçekleşip fabrikalar kurulacaktı.
hitler her ne kadar her konuşmasında komünistlere nefret kuşsa ve her şeyden onları sorumlu tutsa da bazı konularda fikirleri komünistlerin fikirlerine çok yakındı. örneğin 1933'un sonbaharında hitler hemen hemen tüm konuşmalarında "fabrikadaki mühendisle işçi arasında fark yok. biri işin düşünme kısmını yapıyor, diğeri de emek kısmını yapıyorsa bu ikisinden biri diğerinden daha üstün demek değildir. düşünce emeği ne kadar önemliyse el emeği de o kadar önemlidir. almanya'da sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmadan ülkeyi ayağa kaldırmamız mümkün değil. biz köylüsüyle şehirlisiyle bir halkız ve bunun farkında olmalıyız" şeklinde ifadelerde bulunuyordu ve sürekli kendisinin de işçi sınıfından geldiğini hatırlatma ihtiyacı duyuyordu.
hitler ülkede tüm gücü ele geçirmişti ve muhalefet tamamen sindirilmişti ama milletler cemiyetinden çıkıldığı için kendisine dışardan bir darbe gelmesinden korkuyordu. hitler ciddi ciddi almanya'nın yeniden işgal altına alınabileceğine inanıyordu ve halkı olası bir işgale karşı uyarmak istiyordu. bu yüzden ekim ayı boyunca yapılan konuşmalarda "biz barış istiyoruz ama savaşa hazırlıklı olmamız gerekiyor" şeklinde ifadeler geçecekti.
12 kasım 1933'te yeniden seçime gidilecekti ama bu sefer seçime sadece nazi partisi katılacaktı. bu yüzden halk herhangi bir partiye oy verip vermemek yerine nazi partisine güvenoyu verecekti veya vermeyecekti. seçime %95'lik bir katılım olacaktı ve seçime katılanların %92'sı nazi partisine oy verecekti. yine verilen "boş" oylar nazi partisine güvenoyu olarak yazılacaktı. böylece meclisteki 661 koltuğun tamamı nazi partisinin eline geçmişti ve muhalefetin kırıntısı bile kalmamıştı. zaten hitler'in en ufak bir muhalefete bile tahammülü yoktu.
hitler'in korktuğu olmadı ve kimse almanya'ya milletler cemiyetinden çıkıp silahsızlanma paktını iptal ettiği için savaş ilan etmedi. zaten o sırada dünya daha birinci dünya savaşının yaralarını yeni yeni sarmıştı ve bir çok gelişmiş ülke ekonomisi büyük depresyonun ekonomik etkilerini atlatamamıştı. kimse yeni bir savaş istemiyordu. batı ülkeleri yeni bir savaş istemiyordu ama savaş hazırlıkları için düğmeye basılmıştı. kimse ilk kurşunu atan ve savaşı başlatan taraf olmak istemiyordu. hitler ilk kurşunu atmadığı sürece güvende sayılırdı ve ülke içinde yaptıklarına batı dünyası şimdilik göz yumacaktı.
versay antlaşması'nda almanya ile fransa arasındaki rhineland silahsız ve askersiz bölge olarak ilan edilmişti. almanya buraya asker göndermişti ama bu askerler sivil giyimliydi. 12 kasım seçiminden sonra askerler sivil kıyafetlerini çıkartıp askeri üniformalarını giymeye başladı ve rhineland'da asker bulundurmaması gereken almanya bu kuralı da çiğnediğini tüm dünya'ya açık açık göstermiş oldu. hitler kurmaylarına "fransa bugüne kadar bize saldırmadıysa bundan sonra saldıracaktır" diyecekti ama fransa hala harekete geçmemişti çünkü ingiltere'nin desteğini alamamıştı ve tek başına savaşa girmek istemiyordu.
polonya 1. dünya savaşı sonrası kurulmuştu ve ülkenin garantörlüğünü ingiltere ile fransa yapıyordu. 15 kasımda almanya polonya ile diplomatik görüşmelere başlayınca fransa çekincesini belirtti çünkü fransızlar almanya ile polonya arasında bir ittifakın kurulduğunu düşünüyordu. hitler'in niyeti ise ülke silahlanıp güçlenene kadar zaman kazanmaktı. ülke güçlendikten sonra ilk hedeflerden biri hitler'e göre alman toprağı olan polonya olacaktı.
23 kasım'da almanya-avusturya sınırında bir gerginlik yaşanmıştı ve bir alman askeri öldürülmüştü. 27 kasım'da ölen askerin cenazesinde halka seslenen hitler dakikalarca avusturya'ya giydirdi. artık ülkede gücü ele geçiren ve muhalefeti tamamen bitiren hitler gözünü ülkenin dışına dikmişti ve almanya'nın yeniden silahlanması başlamıştı ama tam olarak harekete geçmek için zamana ihtiyacı vardı.
1936'da almanya olimpiyatlara ev sahipliği yapacaktı ve olimpiyatların yapılacağı spor tesislerinin inşaatına başlanmıştı. hitler aralık ayında yaptığı konuşmalarda "yükselen dev binalar ve stadyumlar göğsümü kabartıyor ama bina yapmak alman sporunun gelişmesi için tek başına yeterli değil. bundan sonra sporcularımızın dünya'daki en başarlı sporcular olması için yatırımlarımızı arttıracağız" şeklinde ifadelere başvuracaktı.
23 aralık'ta meclis yangınından sorumlu tutulan van der lübbe için idam kararı çıktı. olayın diğer sanıkları olan torgler, dimitrov, popov ve tanev için beraat kararı çıkmıştı ama içişleri bakanlığı bu kişileri "misafir" olarak tutmaya devam edeceğini açıkladı.
1934 yılına girildiğinde hitler'in ajandaşında iki önemli konu vardı. ilk olarak devlet başkanı hindenburg 86 yasındaydı ve daha ne kadar yaşayacağı belli değildi. hitler göreve gelmeden önce hitler'e muhalif olan hindenburg sonradan sempati duymaya başlamıştı ve son 1-2 yıldır bir abdullah gül gibi hitler'in her kararını onaylamaya başlamıştı. hitler aynı anda hem hükümetin başı hem de devlet başkanı olmak istiyordu. hitler'in bir başka amacı da ülkedeki genelkurmay başkanı rolünü üstlenip aynı zamanda orduyu yöneten kişi olmaktı ama generallerin zamanında er seviyesinde savaşmış olan birini başlarına lider kabul edip etmeyeceği meçhuldü. bu yüzden hitler yılın önemli bir kısmını generallerin gönlünü alıp askeri kanadı kendi tarafına çekmekle geçirecekti. bu ilerde açılacak olan savaşlar için de gerekliydi. 26 ocak 1934 tarihinde almanya ile polonya arasında 10 yıllık antlaşma imzalandı. hitler'in polonya ile ittifak kurma gibi bir derdi yoktu ama alman ordusu tam gücüne ulaşana kadar zaman kazanması gerekiyordu.
hitler hem katolik hem de protestan kiliselerin siyasetten tamamen çekilmesini ve din dışında konulara bulaşmamalarını istiyordu. katolik kilisesi bu konuda hiç zorluk çıkartmasa da protestan kiliseleri arasında muhaliflik yapanlar vardı. 30 ocak 1934'te halka seslenen hitler protestan kilisesini ağır bir şekilde eleştirdi ve protestan kiliselerinin aynı katolikler gibi tek bir yapı altında birleşmeleri gerektiğini savundu. 30 ocak'taki konuşmada bir çok farklı konuya değinilmişti. örneğin almanya'nın dış işleri politikası savunulurken: "bay stalin ülkemizdeki komünistlere kötü davrandığımızı ve sscb'yi tehdit ettiğimizi söylemiş. stalin'in ülkesinde nasyonel sosyalist düşüncesini savunanlara ne kadar tolerans gösteriliyorsa biz de ülkemizdeki komünistlere o kadar tolerans gösteriyoruz" diyecekti. aynı konuşmada ingiltere ve italya hariç bir çok avrupa ülkesine giydiren hitler bu iki ülkeyi gelecekte müttefik olarak görmek istediği için onlar hakkında pek konuşmadı.
şubat ayında almanya'nın komşusu ve hitler'in doğum yeri olan avusturya'da bazı ilginç olaylar yaşandı. işçi sınıfını arkasına alan sosyal demokratlar hükümeti devirmek için silahlı bir şekilde sokağa döküldü. hükümet buna orduyu harekete geçirerek ve işçileri toplarla bombardımana tutarak karşılık verdi. olaylar sonunda çok sayıda insan hayatını kaybetti. hitler bu konu hakkında konuşurken "almanya'da tek damla akıtmadan yaptığımız devrimin kıymeti daha da anlaşılmıştır. top mermisiyle binaları havaya uçurmak çok zor değil ama bu şekilde muhalefetin düşmanlığından başka bir şey kazanamazsınız. düşmanlarınızı kendi tarafınıza sadece ikna yoluyla çekebilirsiniz" diyecekti. hitler'in almanya'sı şimdilik avusturya'da taraf tutmuyordu ve ne muhalefeti ne de hükümeti desteklediği söylenemezdi.
28 şubat 1934'te halka seslenen hitler alman ordusunun yeniden yapılandırılacağını ve modernleştirileceğini, ilerde almanlar'ın "oturma odasını genişletme ihtiyacı" duyabileceğini ve herşeye hazır olunması gerektiğini söyleyecekti. ingiltere ve fransa'nın tepkisizliğinden cesaret alan hitler devletin başına geçtiğinden beri belki de ilk kez almanya'nın yayılmacı bir politika izleyebileceğinin sinyallerini vermeye başlamıştı.
mart ayı boyunca inşaat açılışlarında ve bazı resmi törenlerde konuşmalar yapan hitler genel hatlarıyla önceki konuşmalarında söylediklerini yineledi. buna ek olarak almanya'da yaptıkları devrimin belki yeterli olmayacağını, içlerindeki çürük elmaları temizlemek için belki ikinci bir devrim yapmaları gerekebileceğini söyledi. nisan ayının 2. haftasında önde gelen alman generallerle beraber denize açılan hitler, norveç açıklarında demir attı ve burada generalleriyle bazı toplantılar yaptı. nisan ayının geri kalanında hitler'in doğumgününün kutlanması dışında çok önemli bir olay yoktu.
mayıs ayında almanya'da işler yeniden karışacaktı. hitler özellikle nazilerin silahlı kolu olan sa ve ss'deki bazı subayların kendisine tam olarak bağlanmadığını düşünüyordu ve onlara karşı paranoyakça yaklaşıyordu. mayıs ayı boyunca naziler bir çok gösteri ve yürüyüş düzenleyerek hitler'e olan bağlılıklarını belirttiler ve parti içinde yeni yeni ortaya çıkan muhalifleri şiddetle eleştirdiler. bu haziran ayında olacak daha büyük olayların habercisiydi.
haziran'ın ilk gününde hitler ile nazi'lerin silahlı kanadının (sa) lideri rohm bir araya geldi. hitler daha önce kendisine ordunun bir darbe yapabileceğinden kuşkulanıyordu ama son duyumlar darbenin nazi partisinin içindeki sa tugaylarından gelebileceğini gösteriyordu. hitler sa tugaylarındaki muhalifleri ezdikten sonra bu tugayların sayısını azaltıp bunları tamamen alman ordusuna bağlamayı planlıyordu. böylece parti içinden veya dışından kendisine muhaliflik yapacak olanlara sert bir mesaj vermiş olacaktı.
hitler ile rohm'un toplantısından sonra rohm hastalandığını söyleyerek bir aylığına izne ayrıldı. bu aslında orduyu da ele geçirmeye çalışan hitler'in planının bir parçasıydı. sa tugaylarına da üst düzey subaylar hariç temmuz ayının tamamı izin olarak verilmişti ve bu süre boyunca üniformalarını giymeleri yasaklanmıştı. 14 haziran'da ilk yurtdışı gezisine çıkan hitler italya'ya giderek mussolini başta olmak üzere oradaki yöneticilerle görüştü. hitler ile mussolini'nin görüşmesi tamamen kapalı kapılar ardında gerçekleşmişti ve mussolini almanca bildiği için tercümana bile gerek duyulmamıştı. hitler burada mussolini'den "avusturya'ya dalarsak ya destek ver ya da tarafsız kal" isteğinde bulunurken mussolini bu toplantıyı bir güç gösterisi şeklinde görüyordu.
hitler avusturya'yı almak istiyordu çünkü almanya'da kısa süre sonra başlayacak olan muhalif avında ülkenin zayıf ve karışıklık içinde görünmesini istemiyordu. kısaca ülkenin dışında yaşanacak bir fetih zaferinin ülke içindeki karışıklıkları örteceğine inanıyordu.
hitler 17 haziran'da italya'dan dönünce o güne kadar yaptığı en sert konuşmalardan birini yaptı ve kendisine muhalefet ederek ülkeye ihanet edenlerin ve alman halkını rahatça tekmeleyebileceğini sananların en kısa zamanda alman halkının yumruğunu ensesinde hissedeceğinden bahsetti ve kendisine yeterince bağlılık göstermediğini düşündüğü kişilere üstü kapalı hakaretler ve tehditler yağdırdı. bu konuşmalarda isim verilmediği için herkes bu hakaret ve tehditlerin kime geldiğini merak ediyor, kimse bunları üstüne alınmıyordu.
30 haziran 1934 tarihinde uzun bıçaklar gecesi denen olay yaşandı ve bir toplantı için son dakika verilen bir emirle bir araya getirilen hitler'e muhalif olduğundan şüphelenilen birçok üst düzey yönetici tutuklandı veya infaz edildi. infaz edilenlerin toplam sayısı 85 ile "birkaç yüz" arasında değişiyordu ve tutuklananların toplam sayısı bini geçiyordu. hitler'in ülkede muhaliflik yapabilecek en ufak bir güce bile tahammülü yoktu. öldürülenler arasında sa'in lideri rohm de vardı. bu olaydan sonra sa birliklerine neden temmuz ayı boyunca izin verildiği ve üniforma giymelerinin yasaklandığı ortaya çıkmıştı çünkü liderleri öldürülen sa birlikleri bir taşkınlık yapabilirdi. temmuz'un ilk 2 gününde tutuklamalar ve infazlar devam etti ve hitler'in paranoyasına sebep olduğu düşünülen kim varsa temizlenmiş oldu. bu tutuklamalarda ve infazlarda mahkeme kurulmamıştı ve tutuklananların cezası tamamen hitler'in keyfine göre infaz edilmişti. açıkçası infaz edilen sa üyelerinin bir çoğu neden infaz edildiğini bile bilmiyordu. hatta bazı sa subayları onları hitler'e darbe yapmaya çalışan ordunun infaz ettirdiğini düşünüyordu ve kurşuna dizilirken bir çoğunun son sözü "heil hitler" ölmüştü.
öldürülenler arasında bazı general ve üst düzey subaylar da vardı. hitler hiç vakit kaybetmeden bir basın bildirisi yayınlamıştı ve sanki bu tutuklamalar ve cinayetler aylar öncesinden planlanmamış da son dakikada alınan bir ihbar üzerine apar topar hareket edilmiş gibi bir hava yarattı. böylece "vatan hainlerinin varlığını haber alır almaz onların hakkından geldik" gibi bir mesaj vermeye çalışıyordu.
bundan sonra 10 gün boyunca sessiz sakin takılan ve medyanın karşısına çıkmayan hitler'in en büyük korkusu ordunun kendisine karşı bir darbe yaparak öldürülen generallerin intikamını almasıydı ama ordu olup bitenlere sessiz kalıyordu ve hitler'e bağlılık gösteriyordu. artık kimse hitler'e karşı ağzını açmaya cesaret edemiyordu ve parti içindeki tüm sesler kesilmişti. artık hitler ikinci dünya savaşından önce ve savaş sırasında hata yaptığında uyarmaya cesaret edecek kimsesi yoktu. bu da onun yaptığı hataları devam ettirmesini ve bazı geri dönüşü olmayan hatalarda ısrar etmesine sebep olacaktı ve kendi sonunu hazırlayacaktı.
hitler ülke içinde muhalefetin kırıntısı (veya muhalefet paranoyasının kırıntısı) bile kalmayınca yeniden dış işlerine odaklandı ve avusturya ile almanya'yı birleştirmek için harekete geçti. alman ordusu henüz avusturya'yı alabilecek kadar güçlü değildi ve bir şekilde theo habicht tarafından yönetilen avusturya'daki nazi partisini başa getirmek en mantıklı çözüm gibi gözüküyordu.
25 temmuz 1934'te avusturya ordusunun üniformalarını giyen bir çok ss militanı avusturya'nın viyana'daki hükümet binasına girerek baskın yaptı. o gün binada bakanların toplantısı vardı ama toplantı erken bitmişti ve binada sadece başbakan dollfüss ile güvenlik bakanı von fey kalmıştı. ss militanları dollfüss'u infaz ettiler ve devlet radyosunu ele geçirip ülkede yönetimi ele geçirdiklerini ilan ettiler. kısa süre sonra avusturya ordusu hükümet binasını kuşattı ve nazi militanların tamamı tutuklandı ve birçoğu infaz edildi. darbe girişimi başarısız olmuştu. mussolini, avusturya'nın şimdilik bağımsız kalmasını istiyordu ve avusturya askerleri darbe girişimini bastırmasaydı italyan askerleri bu sebeple avusturya'ya yollanacaktı.
hitler avusturya'ya darbe yapmaları için gönderdiği ss militanları başarısız olunca onları anında satmıştı. bazı ss militanları almanya'ya geri dönmek isteyince sınırları kapatan hitler "dostumuz avusturya'yı karıştırmaya kalkan suçlulara göz yummamız mümkün değildir" şeklinde bir konuşma yapacaktı. dünyada kimse bu satışı yememişti ve dünya medyasında olaylar "almanya destekli naziler avusturya'da darbe girişiminde bulundu" şeklinde geçiyordu.
31 temmuz'da artık 86 yaşına gelen ve hastalıklarla boğuşan devlet başkanı hindenburg'un durumu ağırlaştı. hitler, hindenburg'u ziyaret ettikten sonra ölüm döşeğinde olduğunu gördü ve 1 ağustos'ta hükümet başkanı ile devlet başkanı pozisyonlarının birleştirileceğini, ve kendisinin iki görevi birden yürüteceğini açıkladı. bu anayasaya aykırıydı ama "başkanlık sistemi" hayalleri kuran hitler için anayasanın çok da önemi yoktu. hitler devlet başkanı olarak aynı zamanda başkomutan olacaktı ve orduyu da avuçlarının içine almış olacaktı. 2 ağustos'ta hindenburg'un ölüm haberi geldi ve hitler ülkede hem hükümet başkanı (başbakan) hem de devlet başkanı (cumhurbaşkanı) pozisyonuna geçti.
17 ağustos 1934'te halka seslenen hitler neden hem hükümet başkanı hem de devlet başkanı pozisyonlarını ele geçirdiğini açıklamaya çalıştı. hitler konuşmasında: "uzun zamandır ülkemizi karıştırmak için hindenburg'un ölmesini bekleyen bir kitle vardı ve onlara fırsat veremezdik. normalde devlet başkanlığı için seçim yapılıp halkın görüşünün alınması gerekirdi ama bugün seçim yapılsa zaten daha farklı seçimlerin ortaya çıkmayacağı çok açıktı. ülkenin bir dakika bile lidersiz kalmaya tahammülü yok çünkü etrafımız bizi parçalayıp yıkmaya çalışan düşmanlarla dolu." şeklinde ifadelerde bulundu. hitler halka "seçim yapsak ne olacak ki? yine beni seçecektiniz zaten" diyordu. o ana kadar hitler'in tanrı tarafından almanya'ya gönderilen mütevazı ve alturist biri olduğunu düşünen almanlar'ın sayısı çok fazlaydı ama son olaylardan sonra bu sayı giderek azalıyordu. insanlar artık hitler'e tanrısal bir figür olarak saygı duymak yerine korkuyla karışık bir saygı duyuyordu.
19 ağustos'ta sembolik bir referandum yapıldı ve halka "hükümet başkanı" ve "devlet başkanı" pozisyonlarının birleştirilip birleştirilmemesi soruldu. referandumda katılım oranı %95 ve "evet" oyuna verilen oran %88'di. bu da hitler'e verilen desteğin son birkaç ayda yüzde 4-5 civarı düştüğünü gösteriyordu.
1935'in hemen başında almanya ile fransa'nın arasında kalan saar bölgesinde referandum yapılacaktı ve buranın almanya'ya bağlanıp bağlanmaması karara bağlanacaktı. hitler 1934'un son bölümünde bu referanduma odaklandı ve saar bölgesine giderek halktan oy istedi. eylül ayında sscb milletler cemiyetine üye olarak kabul edilmişti ve almanya'nın yeri doldurulmuştu. aynı günlerde hitler yeni projesini açıklamıştı: zorunlu işçilik hizmeti. buna göre işsiz kalan ve iş bulamayan gençler devletin çeşitli projelerinde ve inşaatlarında çalışıtırılıp sembolik bir maaş alacaktı. böylece hem ıssızlık oranları düşük gözükecekti hem de işsiz gençlerin eline biraz para geçecekti.
1935 yılında hitler için en önemli konu alman ordusu ve deniz kuvvetlerini yeniden kurmak ve güçlendirmekti. bu yüzden yılın ilk çeyreğinde hitler'in uzun zamandır halka kabul ettirmeye çalıştığı 2 yıllık zorunlu askerliğin kabul edilmesi gündemdeydi.
13 ocak 1935'te yapılan referandumda saar halkının %90'i almanya'yla bağlanmaya evet demişti ve bu karar milletler cemiyeti tarafından da tanınınca saar almanya'ya katılmıştı. hitler'in saar'daki seçim çalışmaları meyvesini vermişe benziyordu.
son olaylardan sonra almanya'da 2 silahlı güç kalmıştı: alman ordusu ve ss birlikleri. alman ordusuna mensup generaller ss birliklerinin lağvedilmesini istiyordu çünkü bir ülkede o ülkenin ordusu dışında askeri güç olmasını istemiyordu. hitler bir yandan buna karşı çıkıyordu bir yandan da yeni bir "uzun bıçaklar gecesini" organize edemeyeceğini biliyordu çünkü ordu içinde ss'in bitirilmesini isteyenler üç beş kişiden ibaret değil çok sayıda kıdemli askerden oluşuyordu. hitler çareyi nazi partisinin önde gelen yöneticileriyle alman ordusunun önde gelen generallerini bir opera binasında bir araya getirip onlara uzun bir konuşma yapmakta buldu. konuşmada ülkenin herkese ihtiyacı olduğunu, ülkenin son yıllarda başlattığı kalkınmanın devam etmesi için çatlak seslerin susması gerektiğini, ss'in de ordunun da ülkeye hizmet ettiğini söyledi ve "bana verilen görevde başarısız olursam kendimi infaz etme sözü veriyorum" şeklinde daha önce verdiği sözü yineledi.
şimdilik gerginlikler azalmışa benziyordu ama son zamanlarda alman ordusu güçlendikçe generallerin sesi daha çok çıkacak gibiydi. son dönemlerde olayları sessizce ama kaygıyla izleyen fransa, ingiltere'ye baskı yapmaya başlamıştı. almanya versay antlaşmasını çiğnemişti ve yeniden güçlü bir ordu kurmak için harekete geçmişti. almanya fransa'nın sözünü dinleyecek değildi ama ingiltere'nin durumu başkaydı. ingilizler subay ayından itibaren almanya'ya delegeler göndererek bazı uyarılarda bulundular ve bazı pazarlıklar başlattılar. almanlar'ın versay antlaşmasında olduğu gibi 100 bin askerle sınırlandırılması gerçek dışıydı ama en azından alman ordusunun kontrolsüz büyümesinin önüne geçilebilirse bu bile bir kar sayılırdı.
hitler bir yandan ingilizlerle fransızlara karşı uyguladığı oyalama taktikleriyle zaman kazanmaya çalışırken bir yandan da japonya ile diplomatik ilişkilerini güçlendirmeye başlamıştı. 17 şubat itibariyle ingiltere ve fransa'nın üç ülke arasında hava saldırılarını yasaklayan bir antlaşma imzalanmasını istiyordu. bu antlaşmaya göre üç ülkeden biri herhangi bir ülkeye hava saldırısı düzenlerse diğer ülkelerin hava kuvvetleri o ülkeyi cezalandırmak için uçaklarını düşürme yetkisi kazanacaktı. hitler en başta "böyle bir antlaşmaya çok sıcak bakıyoruz ve dünya barışını sağlama konusunda bu antlaşma çok güzel bir gelişme ama bunu imzalamadan önce bazı konuların konuşulması gerekiyor" diyerek pazarlıkları sürekli ileri bir tarihe erteliyordu.
7 mart'ta ingiliz diplomatlar hitler ile yeniden masaya oturmak istiyordu ama hitler nezle olduğunu ve sesinin kısıldığını söyleyerek bu toplantıyı iptal etti. hitler sonraki birkaç günde katıldığı toplantılarda ve bir cenazede "hasta" olduğunu söyleyerek konuşma yapmaktan çekindi ve ingilizler'in şüphesini çekmek istemedi. 9 mart'ta almanlar ingilizler'e ve fransızlar'a telgraf çekerek almanya'nın 1. dünya savaşı sonrası kapanan hava kuvvetlerinin yeniden faaliyete geçtiğini haber verdi. işler bununla bitmeyecekti çünkü bir hafta sonra yabancı ülkelere bu kez de almanya'da zorunlu askerliğin başladığı açıklanacaktı. almanya dünya'ya "alıştıra alıştıra" yeniden güçlü bir ordu kurduğunu söylüyordu ve tepki çekmekten korkmasa da yeni bir savaşa hazırlıksız yakalanmak istemiyordu.
hitler mart ayının sonuna kadar ortadan kaybolmuştu ve alman diplomatlar hitler'in bavaria'da nezleden dolayı dinlenmekte olduğu haberini yaymakla meşguldü. mart sonuna doğru zorunlu askerlik açıklandığında çoğu alman bu işten pek memnun değildi ama insanlar muhalefet etmekten de çekiniyordu. hitler almanlar'ın ilk elde zorunlu askerliğe sıcak bakmayacağını anladığı için şimdilik referandumu rafa kaldırdı. almanya'nın dışında gelen tepkiler ise zannedilenden daha zayıftı. kısa zaman önce ingiltere kendi içinde almanya hakkında bir karar almıştı ve almanlar kimseye saldırmadığı sürece almanya'yı genel olarak kendi haline bırakacaklardı ama almanya müttefiklerden birine saldırırsa anında hesap sorulacaktı. hitler'in bu karardan haberi yoktu ve ingilizler'in kendisinden korktuğunu düşünüyordu.
14 nisan'da ingiltere, fransa ve italya ortak bir bildiriyle almanya'nın zorunlu askerlik hizmetini geri getirmesini kınadılar ama bu sembolik bir kınamaydı ve 1 ay kadar geç kalmıştı. bu yüzden almanlar bunu pek ciddiye almadılar. fransa almanya'dan korkuyordu ve almanya'ya karşı sert davranılmasını istiyordu, ingiltere ise olaya daha diplomatik yaklaşıyordu ve işe "almanya'ya kötü davranıp bir düşman kazanacağımıza iyi davranıp bir dost kazanmak daha karlıdır" şeklinde bakıyordu. hitler ise ingiltere'ye saygı duymakla beraber bu görüşü sonuna kadar sömürecekti.
bu tarihten itibaren 21 mayıs'a kadar çok önemli bir olay olmadı. 21 mayıs'ta zorunlu askerlik yasalaştı ve savaş zamanı erkek kadın demeden tüm alman vatandaşlarının orduya hizmet etmek için çalışacağı bilgisi geçildi. şimdilik zorunlu askerliğin süresi 1 yıl olarak açıklanmıştı ama hitler en başından beri 2 yıl zorunlu askerliği savunuyordu ve bu süreyi istediği gibi azaltıp yükseltme hakkı da kendisine verilmişti. işin ilginç tarafı naziler başa geçtikten sonra ilk kez olası bir savaşa referans yapılıyordu ve bununla da kalınmayıp savunma bakanlığının ismi savaş bakanlığı olarak değişiyordu. bu da savaşın giderek yaklaştığını gösteren yeni bir işaret olmalıydı.
alman halkı 21 mayıs gecesi saatlerce süren bir konuşmaya maruz kalacaktı ve bu konuşmada hitler her zamanki gibi almanya'nın barış istediğini fakat diğer ülkeler sürekli silahlanırken almanya'nın onları izlemesinin mantıksız olduğunu, her ülke gibi almanya'nın da kendini koruma hakkı olduğunu süslü cümlelerle ve uzun felsefi tartışmalarla dolu bir konuşmayla anlatacaktı. ülkede ekonomi biraz ayağa kalkmıştı ve işsizlik oranları düşmüştü. halk şimdilik halinden memnundu ama kimse bir savaşın çıkmasını istemiyordu. zaten hitler'in o ana kadar yaptığı konuşmaların çoğu barış yanlısı ve az çok mantıklı olduğu için kimse onun böyle bir manyaklık yapıp dünya'yı karıştıracağına inanmıyordu.
haziran ayında almanlar'la ingilizler'in pazarlıkları yeniden başladı. hitler bu kez işleri yokuşa sürüp oyalama taktiklerini devam ettirmektense açık açık ne istediğini söyleyecekti ve istekleri kabul edilmezse masadan kalkacaktı. 18 haziranda iki ülke arasında imzalanan antlaşmada almanya'nın kendine ait bir donanma kurmasına izin verildi. antlaşmaya göre alman donanmasının boyutu hiçbir zaman hiçbir şart altında ingiliz donanmasının boyutunun %35'ini geçemeyecekti. bu durumda ingiliz donanması büyüdüğü sürece alman donanmasının büyümesine de izin vardı. fransızlar bu antlaşmadan dolayı ingilizler'e kızgındı ama ingilizlerin yancısı olmaktan ileri gidemedikleri için yapabilecekleri bir şey yoktu.
bu arada ilginç bir olay oldu. hitler sürekli bağıra çağıra konuştuğu ve ses tonunu fazlaca zorladığı için ses tellerinde rahatsızlık meydana geldi. hitler'in en büyük hobisi kalabalıklar önünde konuşmaktı ve en büyük fobisi bunun elinden alınmasıydı. doktorlar hitler'in bir an önce ameliyat olmazsa bir daha konuşma yapamayacak hale gelebileceğini söylüyordu. hitler mecburen ameliyat olmayı kabul etti ve ameliyat başarılı geçti ama hala eski sesine kavuşacağının garantisi yoktu. hitler bir süre sahalardan uzak kalacaktı ve konuşmalarına ara verecekti.
hitler'in ameliyatı medyadan ve halktan saklanmıştı ama iyileşmesi en iyi ihtimalle birkaç ay sürecekti. ağustos ayında sahalara ve kürsülere geri dönecek olan hitler zamanında van'da kısık sesle konuşma yapmaya çalışıp arap bacı haline gelen rte'den daha temkinliydi ve karizmayı aynı şekilde çizdirmek istemiyordu. yazın "dinlenmek" için köşeye çekilen hitler birkaç ay boyunca diplomatik hamlelerini telgraf veya mektup yoluyla sürdürecekti. aslında hitler bu dönemi bol bol tiyatroya, operaya ve müzelere giderek değerlendirmişti ve belki de siyasi kariyerinin en sakin günlerini yaşıyordu.
11 ağustos'ta sahalara geri dönen hitler ilk konuşmasını yaptı ve "zamanında 10 alman'dan 1'i bizi desteklerken dimdik ayaktaydık, şimdi 10 alman'dan dokuzu bizi destekliyorken pes mi etmemizi bekliyorlar? hayır! aksine bizi desteklemeyen o %10'lük kesimi de kazanana kadar mücadelemiz bitmeyecek" şeklinde bir konuşma yaptı.
31 ağustos tarihinde abd "tarafsızlık doktrinini" ilan ederek hem asya'da japonya'nın sürdürdüğü savaşta hem de olası bir avrupa savaşında sonuna kadar tarafsız kalacağını ve savaştaki tüm taraflara silah ambargosu uygulayacağını açıkladı. hitler buna pek tepki göstermedi çünkü o ana kadar abd'yi hiç ciddiye almıyordu. o dönemde hitler'in en çok korktuğu ve saygı duyduğu ülke ingiltere'ydi ve hitler'in gözünde abd aynı fransa gibi ingiltere'nin yancısı durumundaydı.
eylül ayında hitler ile mussolini’nin arası düzelir gibi oldu. önceden mussolini hitler’i fazla ciddiye almıyordu ve onu sürekli tersliyordu. hitler ise ısrarla mussolini’yle yakınlaşmaya çalışıyordu. bir süre sonra diğer avrupa ülkeleri mussolini’yi dışlamaya başlayınca o da hitler’e sıcak bakmaya başladı. eylül ayında almanya’daki italyan büyükelçisi değiştirildi ve almanlar’a daha sıcak diplomatik ilişkiler kurulacağı mesajı verildi. hitler de bu fırsatı değerlendirmek için zaten can atıyordu.
15 eylülde gamalı haç (svastika) almanya’nın resmi amblemi olarak kabul edildi ve nazi partisinin bayrak ve amblemleri almanya’nın bayrak ve amblemi haline geldi. artık almanya demek nazi partisi demekti ve iki kurumu ayıran hiçbir şey kalmamıştı. aynı gün çıkan başka bir kanunla tüm yahudiler alman vatandaşlığından atıldı. bundan sonra sadece alman ırkına mensup kişilere alman vatandaşlığı verilecekti. yine yahudilerle almanlar’ın evlenmesi veya cinsel ilişkiye girmesi yasaklanmıştı. yahudiler kendilerinin yahudi olduğunu belirten işaretler giymek zorundaydı ve alman bayrağına dokunmaları yasaklanmıştı. ayrıca 2 sene önce denenip başarı elde edilemeyen yahudi boykotu da yeniden başlayacaktı. yahudiler’in devlet dairelerinde (akademik çevreler dahil olmak üzere) görev almaları zaten yasaklanmıştı ve bu yasaklar giderek artacak gibiydi. yalnız bu kanunların uygulanması için 1 yıl beklenecekti çünkü 1936’nin yaz mevsiminde almanya’da olimpiyatlar düzenlenecekti ve hitler bu organizasyonu kişisel bir gurur meselesi haline getirdiği için yabancılar’ın almanya’yı olimpiyatlarda boykot etmesini istemiyordu.
almanya’daki yahudiler son gelişmelerden biraz şikayetçi olsalar da onlara uygulanan ayrımcılıklar son 500-600 yıldır avrupa’da uğradıkları ayrımcılıklardan çok da farklı değildi. o esnada kimse yahudiler’e karşı fiziksel şiddet veya soykırım yapılacağını beklemiyordu. açıkçası yahudiler’in önemli bir kısmı hitler’in gazla hareket ettiğini ve birkaç sene görevde kalıp devlet kültürü edinince gazinin azalacağını ve yahudiler’e zulmektmekten vazgeçeceğini düşünüyordu.
aynı günlerde hitler konuşmalarında almanya’nın düşmanlarını iç düşman ve dış düşman diye ayırıyordu ve dış düşmanların cephede normal yöntemlerle yenilebileceğini ama iç düşmanların konvansiyonel yöntemlerle yenilemeyeceğini çünkü vatana ihanet edenlere karşı kanuni çerçeve içinde savaşmanın zor olduğunu, bu yüzden iç düşmanlarla savaşırken kanunların esnetebileceğini ve bürokrasiye takılmamak için bazı keyfi kararlar alınabileceğini ima ediyordu. halk henüz bunun ne anlama geldiğini anlamamıştı ama ilerde anlayacaklardı. hitler’in hedefinde sadece yahudiler değil aynı zamanda kendi sözünü dinlemeyen hıristiyan din adamları da vardı. o ana kadar katolik kilisesinin büyük bir kısmı kendilerine dokunulmazlık verilmesi karşılığında hitler’e bağlılık göstermişti ve protestanlar bağlılık göstermese de siyasete karışmıyorlardı. yine de arada sırada münferit olarak sivrilen ve nazi hükümetini eleştiren din adamları çıkıyordu ve hitler’in bunlara olan tavrı yahudiler’e olan tavrından pek farklı sayılmazdı. hatta henüz yahudiler toplama kamplarına götürülmeden önce toplama kamplarına gidenler arasında komünistler ve hitler’e muhaliflik yapan hıristiyan din adamları vardı.
hitler ses telleri düzelir düzelmez en sevdiği aktiviteye geri dönmüştü ve ülkeyi şehir şehir dolaşıp konuşmalar vermeye kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. hemen hemen her gün başka bir şehirde başka bir topluluğa konuşma verilirken bazı günler 2 hatta 3 konuşma verildiği de oluyordu. bu konuşmaların şekli zaman zaman değişse de içeriği çok az değişiyordu. hitler ilk iktidarı ele geçirirken yaptığı konuşmaların %80’i ekonomik konular üzerineyken şimdi yaptığı konuşmaların önemli bir kısmı sosyal konular üzerineydi. kısa bir süre sonra da tamamına yakını askeri konular üzerine olan konuşmalar başlayacaktı.
hitler ingiltere ile almanya’yı yakınlaştırmaya ve müttefik yapmaya çalışıyordu. en başından beri hitler’in hayali avrupa’yı almanya, ingiltere ve italya arasında paylaştırmak vardı. ingiltere ise hitler’e karşı mesafeli davranıyordu ve bu mesafe kapanmak bir yana gittikçe açılıyordu. aynı günlerde ingiliz, amerikan ve rus medyasında hitler sert bir şekilde eleştiriliyordu. hitler de dünya medyasını yahudiler’in kontrol altında tuttuğunu düşünüyordu ve ingiltere ile almanya’nın arasının bozulmasından da onları sorumlu tutuyordu. bu yüzden batı ülkelerinde ne zaman hakkında aleyhine bir gazete haberi çıksa almanya’daki yahudiler’e uyguladığı baskıyı arttırıyordu. kısaca almanya’daki yahudiler’i rehine olarak görüyordu ve onlara baskı yaparak dünya medyasını avucunun içine alabileceğini düşünüyordu. bunu hitler’in eylül’ün ortasından sonuna kadar yaptığı bir çok konuşmada görmek mümkün.
2 ekim 1935’te mussolini italyan askerlerine etiyopya’yı işgal etme emrini verdi. avrupalı devletler bu işgale sessiz kalsa da hitler hariç hiçbiri ona destek vermiyordu. mussolini ingiltere ve fransa’dan aradığı desteği bulamadığı için giderek hitler’le yakınlaşıyordu.
hitler ekim ve kasım ayı boyunca adeta bir mustafa sarıgül gibi cenazeden cenazeye koşmuştu ve her cenazede konuşma yapmayı da ihmal etmemişti. zaman zaman askerlere de konuşma yapan hitler zaman buldukça operaya ve tiyatroya gitmeye çalışıyordu. bu günlerde italya ve macaristan harici bir ülkeyle diplomatik temas yok denecek kadar azdı. hitler mayıs ayında rusya ile bir çok konuda işbirliği yapılması üzerine antlaşma imzalayan fransa’ya kızgındı ve almanya ile fransa arasındaki barış antlaşmasının geçerliliğini yitirdiğini düşünüyordu. hitler’e göre rusya düşmandı ve fransa rusya ile yakınlaşarak barış antlaşmasını ihlal etmişti. yine de bu sembolik bir hareketti ve hitler’in fransa’ya savaş açacak hali yoktu.
kasım sonunda fransızlar hitler’le görüşüp sakinleştirmek için bazı diplomatlarını berlin’e yolladılar. almanya ile fransa’nın arası birazcık olsun düzelmişti ve hitler asıl düşman olarak rusya’yı göstermeye devam edecekti. hitler kendisini ve alman ordusunu avrupa’nın komünizme karşı sigortası olarak görüyordu ve komünistlerin er ya da geç avrupa’ya saldıracağını düşünüyordu. onun planına göre komünistler avrupa’ya saldırınca avrupa’yı alman ordusu savunacaktı.
yine kasım sonunda hitler amerikan gazetecilerden hugh baillie’ye röportaj vermeyi kabul etti. röportajın bir yerinde “yahudiler’e neden ayrımcılık yapıyorsunuz” sorusuna hitler şu şekilde cevap verdi: “bizim devlet politikamız yahudiler’e zarar verme üzerine değil almanlar’ın haklarını koruma üzerine kuruludur. ülkemizde komünizm hareketine katılanların tamamına yakınının yahudi olduğunu tespit ettikten sonra onları halkın geri kalanından izole etmeye karar verdik. kaldı ki burada yahudiler’i de koruduğumuz söylenebilir çünkü yahudiler’i boykot etmeye başladığımızdan beri almanlar’ın sınırı boşaldı ve yahudiler’e olan fiziksel saldırılar bitme noktasına geldi.” hitler tam bir demagojiyi ustasıydı ve her şeyden haklılık çıkartmakta üstüne yoktu.
1936 çok uzun bir yıl olacaktı ve hitler 1935’in aralık ayını daha çok dinlenerek geçirmek istiyordu. bu ayda pek fazla aktivite olmadı.
1936 yılı almanya’nın güç gösterisi yapması için bulunmaz bir fırsattı çünkü ülke hem kış olimpiyatlarına hem de yaz olimpiyatlarına ev sahipliği yapacaktı. almanya bu dönemde bir yandan ordusunu toplayıp savaş hazırlıkları yaparken bir yandan da dikkatleri olimpiyatlar sayesinde başka yerlere çekebilecekti. bu yüzden olimpiyatlara ev sahipliği yapmak güç gösterisinden fazlası demekti. en başta işsizliği bitirip ekonomiyi ayağa kaldıracağını söyleyen hitler’e oy veren alman halkı yavaş yavaş uykudan uyanmaya başlamıştı ve hitler’in gerçek amacının alman ordusunu yeniden toparlayıp savaşçıl hedefler peşinde koşmak olduğunu anlamaya başlamıştı. hitler ise her alana kendi adamlarını yerleştirip en ufak bir muhalefete bile izin vermediği için kimse ağzını açmaya cesaret edemiyordu. hitler aslında kendisine verilen desteğin günden güne azaldığının farkındaydı ama bunu görmemezden geliyordu.
4 şubat 1936’da hitler’in ingilizler’e yakınlaşma çalışmaları devam ediyordu. bir konuşmasında: “birinci dünya savaşında cephede yer alırken ingilizler’e karşı savaştığımız aklıma geldi. cephede ingiliz askerlerin karşısındayken kardeşlerimizle neden savaştığımızı hiç anlamamıştım. ingilizlerle olan savaşımız hiç olmamalıydı çünkü almanlarla ingilizler kardeştir. bundan sonra bu hataya asla bir daha düşülmemelidir.” olaya tarihsel olarak baktığımızda ingilizlerle almanlar arasında çok uzaktan akrabalık vardı ama bu iki ülkenin ittifak kurması için yeterli değildi.
6 şubat 1936’da kış olimpiyatlarının açılış törenine katılan hitler burada konuşma yapma fırsatı bulamadı ve sadece adet olduğu üzre “olimpiyatların başlangıcını ilan ediyorum” cümlesini söylemekle yetindi.
1936’nin mart ayında birçoklarının “ikinci dünya savaşının asıl başlangıcı” diyeceği bazı olaylar yaşanacaktı. önce fransa ile rusya arasında geçen sene mayıs ayında imzalanan antlaşma iki tarafın da devlet başkanları tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi. fransa ingiltere’yi almanya’ya karşı harekete geçme konusunda ikna edemeyince rusya ile ittifak kurmaya karar vermişti. hitler bu hareketin almanya’ya karşı olduğunu biliyordu ve almanya ile fransa sınırında bulunan askersiz bölge olan rhineland’a asker çıkartarak misilleme yapmak istiyordu. bu da sadece versay antlaşmasına değil aynı zamanda locarno paktına da ters düşen bir hareketti.
2 mart’ta fransız delegelerle masaya oturan hitler bu görüşmeden sonuç alamadı ve 7 mart’ta rhineland’a asker çıkartma kararı aldı. bu çok riskli bir karardı ve ingiltere’yi fransa’nın yanına çekebilirdi. hitler ingiltere’nin almanya’nın müttefiği olduğuna o kadar emindi ki böyle bir riski göze alıyordu ve yanındakilere “ingiltere asla bize savaş ilan etmez” diyordu. 7 mart cumartesiye denk geliyordu ve hitler ingilizlerle fransızların haftasonları diplomasiyle uğraşamayacağını, pazartesi olduğunda da müdahale etmeleri için çok geç kalmış olacağını düşünüyordu. zaten hitler’in bu düşüncesi bir çok önemli kararı cumartesi günü almasına sebep olmuştu ve gelecekte de böyle olacaktı.
cuma günü almanya’daki tüm yabancı gazeteciler toplatılıp bir otele kapatılmıştı ve bir günlüğüne “rehin” alınmıştı. ertesi gün öğlen 12’de gazeteciler hitler’in meclisteki konuşmasını dinlemek üzere olay yerine getirilmişti. hitler burada her zamanki gibi uzun bir konuşma yapacaktı. konuşmanın ilk kısmı her zamanki gibi nazi partisinin 1918’den 1933’e kadar olan uzun ve zorlu mücadelesinden bahsediyordu ve amaç insanların uykusunu getirerek mental direncini kırmaktı (hitler bu taktiği hemen hemen tüm konuşmalarında kullanıyordu).
hitler konuşmasının ilerleyen bölümlerinde “67 milyon alman olarak bize yetmeyecek kadar küçük topraklarda yaşıyoruz ve elimizdeki verimli topraklar çok sınırlı. almanlar olarak avrupa’daki diğer topluluklardan ne daha az çalışkanız, ne daha az zekiyiz, ne de daha az cesuruz. diğer avrupalılar’ın tüm özellikleri bizde de mevcut ama yaşam şartlarımız eşit değil. birinci dünya savaşında hiçbirimiz suçlu değildik. 1935 yılına girildiğinde alman halkı hala suçlu olmadığı bir savaşın cezasını çekiyor ve diğer avrupalılara kıyasla ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor. her devlet halkının refahını ve karnının doymasını ister. almanlar’ın aç bırakılmasının veya zarar görmesinin dünyada kimseye kar getirmeyeceği çok açık. fransızlar versay antlaşmasını uzun süre savundular çünkü almanya’yı bir tehdit olarak gördüler. son yıllarda almanya’yı ekonomik ve sosyal olarak ayağa kaldırdığımızda fransızlar bundan bir zarar mı gördüler?” şeklinde devam etti. konuşma oldukça uzundu ve hitler sadede gelene kadar çoğu dinleyici konuşmada neden bahsedildiğini bile unutmuş olacaktı.
hitler’e göre rusya ile pakt imzalayan fransa hem kendisini hem de tüm avrupa’yı komünizmin kollarına teslim etmişti ve fransa’yla almanya arasında yapılan tüm antlaşmalar geçersizdi. bu yüzden almanya normalde asker bulundurmaması gereken rhineland’a asker çıkartacaktı ve güç gösterisinde bulunacaktı. ilginçtir ki hitler rhineland’a asker çıkartırken bir yandan da almanya’nın batı komşuları olan fransa, belçika ve hollanda ile 25 yıllık saldırmazlık antlaşması yapılmasını savunuyordu. hitler yine rhineland’deki askerleri fransa’nın sınırın kendi tarafındaki askerleri geri çekmesi şartıyla geri çekmeyi teklif edecekti. zaten yeni yeni kurulmakta olan alman ordusu rhineland’a çok az sayıda asker yollayabilmişti ve bu askerlerin orada bulunması tamamen sembolikti. fransa isteseydi bu askerleri kısa sürede buradan atabilirdi.
hitler’in yayılmacı politikası almanya’nın doğuya doğru yayılması üzerine kuruluydu. bu plana göre avusturya almanya’ya dahil edildikten sonra önce polonya sonra da rusya’nın batı kısmı almanya tarafından ele geçirilecekti ve ülkenin batı sınırı da ingiltere ile kurulacak ittifakla güvence altına alınacaktı. tabi ki savaş başladığında evdeki hesap çarşıya uymadı.
hitler bundan sonra 28 mart 1936’da meclisin feshedileceğini, ertesi gün de hem seçim hem de referandum yapılacağını açıkladı. referandumda rhineland bölgesinde asker tutulup tutulmaması halka sorulacaktı ve seçimlere de nazi partisinden başka parti giremeyecekti. hitler en son referandumda %90’in hemen altında destek aldığı için kızgındı ve %100’e yakın destek istiyordu.
açıkçası hitler her hareketinden sonra batılıların almanya’ya saldıracağını düşünüyordu ama her seferinde yanılıyordu. almanya milletler cemiyetinden çıktığında da, muhalif partileri kapattığında da, versay antlaşmasını artık tanımadığını söylediğinde de, zorunlu askerlik kuralını geri getirdiğinde de, rhineland’a asker çıkarttığında da batılı ülkeler bunu sessizce izlemişti. en başta her hareketini ön kere düşünerek atan hitler batılıların tepkisizliğini gördükçe cesaret kazanıyordu ve artık hareketlerini pek düşünmeden atıyordu.
hitler konuşma yeteneğine çok güveniyordu ve kürsüye çıktığında almanlar’ın kendisini hayranlıkla izlediğine inanıyordu. iş bu kadarla da bitmiyordu çünkü kendisine almanya dışındaki batı devletlerin de hayranlıkla baktığını düşünüyordu. ilginçtir ki hitler batı ülkelerinin kendisine saldırmamasının sebebinin müthiş konuşma ve pazarlık yeteneği olduğunu sanıyordu ama batılılar “lafa değil icraate” bakıyordu ve kimse hitler’e güvenmiyordu. avrupalılar hitler’e güvenmemekle beraber yeni bir savaş da istemiyorlardı ve özellikle ingiltere’nin baskısıyla herşeyi alttan alıyorlardı.
hitler 12 mart 1936’da seçim ve referandum çalışmalarına başladı. bundan sonraki 2 haftada 11 farklı şehirde konuşmalar yapılacaktı ve halktan oy istenecekti. aslında seçim sadece göstermelikti ve seçimin sonunda oylar sayılmadan uydurma bir rakam verilerek alman halkının naziler’e güven duyduğu söylenecek ve güvenoyu alınmış olacaktı. almanlar da “ulan bu adama ben oy vermedim, o vermedi, kim verdi?” diye üzülüp duracaktı.
hitler’in seçim konuşmaları ironilerle doluydu. mesela yapılan konuşmaların bir bölümünde hitler şunları söyleyecekti: “ben almanya’nın başına savaş değil barış için geldim. sadece almanya’ya değil tüm avrupa’ya barışı getirecek olan kişi benim. ilerde tarih kitaplarında cephede zaferler kazanan biri olarak değil avrupa’ya barışı getiren kişi olarak anılmak isterim. bir alman milliyetçisi olarak alman ordusuyla gurur duyuyorum ama askerlerimizin hayatına da onları tehlikeye atmayacak kadar önem veriyorum. avrupa’da barışın güvencesi varsa o da benim.” dünya’da en fazla savaşa, kana, vahşete, teröre sebep olanların en çok barış güzellemesi yapması oldukça ilginçtir aslında.
mart’ın 15’inde bir başka konuşma yapan hitler “göreve geldiğimde alman halkından her şeyi düzetlmem için 4 yıl süre istemiştim. bu 4 yılın 3’u geride kaldı ve ülke hem ekonomik, hem sosyal hem de askeri olarak ayağa kalktı. almanya’da işsizlik sorunu bitme noktasına geldi ve ülkemiz kelepçelerini kırarak ayağa kalktı ve onurunu kurtardı. bunu gören halkımız bize görev vermeye devam edecektir” şeklinde konuşacaktı. 18 mart’ta milletler cemiyeti hitler’in rhineland’ı işgal etme kararının yasadışı olduğunu ve hitler’in haksız olduğunu söyledi. hitler karardan memnun değildi ama karar sadece sözde kalacaktı çünkü almanya’ya karşı hiçbir yaptırım olmayacaktı. hitler bundan sonraki konuşmalarında sıklıkla ingiltere ve fransa’ya giydirecekti ama diplomatik bir dil kullanmaya dikkat edecekti.
29 mart 1936’da seçim ve referandum yapıldığında naziler oyların %99’unu aldılar. açıkçası herkes bu seçimlerde hile olduğunu ve naziler’in oyları sayma zahmetini bile göstermediğini biliyordu ama bu bir şeyi değiştirecek değildi. hitler alman halkının tamamına yakınının arkasında olduğunu söyleyerek güç depolamaya devam edecekti.
nisan ayında almanya ile ingiltere arasındaki pazarlıklar yeniden başlayacaktı. ingilizler’in şartları arasında savaşlarda kimyasal ve biyolojik silahların yasaklanması, sivil yerleşim birimlerinin bombalanmaması gibi şartlar vardı. almanya bunları kabul etmeye hazırdı ama fransa konusunda anlaşmazlık devam ediyordu. almanya tarafı ısrarla fransa’nın rusya’yla antlaşma imzalamasının almanya’yı tehdit etmek olduğunu iddia ediyordu. iki taraf da geri adım atmamıştı ve nisan ayının ortalarında almanya’nın ingiltere büyükelçisi vefat etmişti. bundan sonra pazarlıklar askıya alındı.
mayıs ayında hitler yeniden ingiltere’yle masaya oturmak istiyordu. 7 mayıs’ta ingiltere’den gelen cevap hitler’e kısa süreli bir şok yaşatacak cinstendi. gelen mesajda kibarca “alman hükümeti pazarlıkların devamını sağlayabilecek karşılıklı güven ortamını oluşturmak için hiçbir çaba sarfetmediği için görüşmelere gerek duyulmadığı” notu geçiyordu. kısaca ingiltere hitler’e “dengim değilsin, senin gibi çılgın bir adamı muhattap alıp kaybedecek vaktim yok” diyordu. bundan bir hafta sonra ingiliz büyükelçisini yanına çağıran hitler fırça çekmemek için kendini zor tutuyordu ama pazarlıklarda hiçbir ilerleme kaydedilemedi. hitler çaresizce ingılızler’le yakınlaşmaya çalışıyordu ama ingilizler onu ciddiye alıp muhattap bile almıyordu.
ingilizler diplomasi konusunda uzmandı ve bu konuda yüzlerce yıllık gelenek sahibiydiler. hitler ise onları boş laflarla oyalayabileceğini ve kandırabileceğini düşünüyordu. ingilizler hitler’e bir soru yönelttiğinde hitler soru işine gelmiyorsa soruya cevap vermek yerine alakasız konularda yarım saat dil döküyordu ama ingilizler karşısında bu taktik alman köylüleri karşısında olduğu kadar başarılı olamamıştı.
hitler şimdi ilginç bir pozisyondaydı. ta en başından beri nazi partililere “ingilizler bizim kardeşimiz, ingiltere ile ittifak kuracağız” diyen hitler ingiltere karşısında ciddiye dahi alınmıyordu ve ingilizler hitler’in telefonlarına bile çıkmıyordu. her şeye rağmen hitler etrafındakilere ingiltere’yi övmeye devam etti ve ingiltere’nin er ya da geç almanya ile ittifak kuracağına olan inancını sürdürmeye devam etti. hitler kendisinin tanrı tarafından yollanan özel biri olduğuna inanıyordu ve hiçbir konuda yanılmış olabileceğini kabul etmiyordu. hatta bazı konuşmalarında yanılıp fikir değiştirmenin bir zayıflık olduğundan bahsediyordu.
haziran ayı gelip havalar ısınınca hitler alman ordusunu teftiş için tura çıktı. bu turda özellikle yeni kurulan alman deniz kuvvetlerine çok büyük önem veriliyordu ve hitler hemen hemen her gün başka bir limanda deniz kuvvetlerinin son gelişmelerini takip ediyordu.
11 temmuz’da almanya avusturya’nın içişlerine karışma konusunda mesafe katetti. o ana kadar italya sürekli almanya’ya engel oluyordu ve avusturya’nın tam bağımsızlığını garanti altında tutuyordu. italya’da ortaya çıkan ekonomik kriz sonrası almanya italya’ya yardım eli uzatınca avusturya konusunda bazı tavizler vermeye başladı. almanya ile avusturya arasında kimse kalmamıştı ve almanya avusturya’yı tamamen yutana kadar bu ülke üzerindeki etkisini giderek arttıracaktı.
17 temmuz 1936’da ispanya iç savaşı başladı ve faşist lider franco hitler’den destek isteyince hitler bunu kabul etti. ingiltere ve fransa’nın diplomatik
hataları yüzünden italya bir müttefik olarak kazanılmıştı ve şimdi sırada ispanya’yı kazanmak vardı. hitler ilk olarak askeri personel taşıyıcı uçakları ispanya’ya yolladı ve franco’nun askerlerini kuzey afrika’daki ispanyol topraklarına güven içinde geçirebilmesini sağladı. almanya sonraki günlerde franco’ya destek için az sayıda tank ve savaş uçağı yolladı. bu yeni kurulan alman ordusunun yeni silahlarını test etmesi için bulunmaz bir fırsattı ve almanlar 3 yıl süren ispanya iç savaşı boyunca bu savaşı bir test ve tatbikat sahası gibi kullanmaya devam edecekti.
ağustos ayında henüz inşaatı yeni biten berlin olimpiyat stadyumunda 1936 yaz olimpiyatları düzenlenecekti. hitler olimpiyatları izlemek için kurmaylarıyla beraber berlin’e geçti. olimpiyatları sscb boykot ediyordu ve iç savaşın devam ettiği ispanya istese de katılamamıştı. olimpiyatların açılış töreninde çeşitli ülkelerden sporcular resmi geçit yapıyordu ve hitler’in olduğu bölümden geçerken sağ ellerini kaldırıp nazi selami pozunu veriyorlardı. diğer ülkelerdeki sporcuların aksine, ingiliz ve japon sporcular resmi geçit sırasında hitler’e selam vermemişti (olimpiyata katılan türk sporcular işi biraz abartarak sadece hitler’in önünden geçerken değil tüm resmi geçit boyunca kollarını ileri doğru tutarak tribünleri selamlamışlar). nazi selami 1936 olimpiyatlarının resmi hareketi haline geldi ve olimpiyat oyunları boyunca bir çok sporcu müsabakalardan önce ve sonra tribünleri bu şekilde selamlamaya devam ettiler.
olimpiyatları neredeyse baştan sona kadar stadyumda takip eden hitler bunu büyük bir propaganda aracına çevirmişti. olimpiyatlardan sonra dinlenmek için berchtesgaden’da bir dağ evine çekilen hitler buradan zaman zaman çeşitli kanunlar çıkartıp ilan etmeye devam etti. 24 ağustos’ta hitler’in kararıyla zorunlu askerlik 1 yıldan 2 yıla çıkartıldı. normalde aldığı her önemli karardan sonra halkın karşısına çıkıp uzun uzun konuşarak o kararı neden aldığını açıklayan hitler bu sefer dağ evine kapanıp halktan saklanmayı tercih etmişti.
eylül ayında hitler ile eski ingiliz başbakanı lloyd george bir araya gelecekti. lloyd george hem ingilizler’in hem de hitler’in derin saygı duyduğu biriydi. hitler sonunda sesini ingilizler’e duyurabilme fırsatı bulduğu için çok heyecanlıydı. hatta nazi partisinin yöneticileri hitler’in koltuğuna sığamadığını, sürekli hareket halinde olduğunu görüyorlardı ve bu hareketler gayet dikkat çekiciydi. hitler hala etrafına ısrarla ingilizlerle almanlar’ın dost olduğunu ve bir gün müttefik olacağını anlatıyordu. lloyd george ise oraya almanya ile ingiltere arasında bir ittifak kurmaya değil almanya hakkında bilgi almaya gelmişti. ingiliz diplomat özellikle almanya’nın 3 yıl gibi kısa bir sürede üretim ekonomisi kurarak krizden hızla çıkmasının ve işsizlik sorununun kısa sürede çözülmesinin etkileyici olduğunu düşünüyordu.
lloyd george ingiltere’ye döndüğünde bazı ingiliz gazetelerine makaleler yazarak almanya’daki izlenimlerini aktardı. bay george almanlar için “gerçekten de övündükleri kadar varmış, avrupa’da bu kadar çalışkan, disiplinli ve alçak gönüllü bir millet görmek çok şaşırtıcı” şeklinde tespitlerde bulundu. aynı dönemde batılı gazeteler rusya’nın yeni inşa edilen metro ağından övgüyle söz ederken hitler yaptığı konuşmalarda “rusya’daki yer altı kaynakları bizde olsaydı dünya’nın en varlıklı ülkesi olurduk. rusya şu anda halkının karnını doyurmaktan aciz ama metroyla övünüyor, halbuki ruslar’ın 14 km metro yolu inşa ettiği sürede biz 6 bin km otoyol inşa ettik, yanında da kendi metromuzu inşa ettik” şeklinde rte’vari ifadelerde bulunacaktı.
aynı günlerde askerlere konuşma yapan hitler “askerliği 1 yıldan 2 yıla çıkarttığım için insanların hayatından 1 yıl çaldığım söyleniyor. askerlikte yaptığınız spor ve kazandığınız disiplin sayesinde ömrünüze 10 yıl ekleyebilirsiniz” şeklinde demagoji yapmaktan çekinmedi. askerler de çoğu kısa bir süre sonra başlayacak bir dünya savaşında hayatlarını kaybedeceklerinden habersiz bir halde bu sözleri coşkulu bir tezahüratla karşıladılar. kavgam kitabında hitler “askerliğin hakkıyla öğrenebilmesi için en az 2 senelik eğitimin şart olduğunu” savunuyordu ve yıllar sonra da olsa bu savunduğu şeyi hayata geçirme fırsatı bulmuştu.
hitler son baharın geri kalan kısmını avrupalılar’ı “komünizm tehlikesine” karşı uyarmakla geçirdi. hitler’e göre rusya gücünü toparlar toparlamaz
avrupa’ya saldıracaktı ve avrupa’yı sadece almanya koruyabilirdi. ingilizler sscb’den fazla hazzetmiyordu ama hitler’i de çok ciddiye aldıkları söylenemezdi. aynı dönemde sscb’de stalin’in paranoyası yüzünden bir çok üst düzey yönetici ve subay ordudan atıldı ve birçokları tutuklandı. bu sscb ordusunun lidersiz kalması ve güçsüz düşmesi demekti ve hitler için bulunmaz bir fırsattı ama avrupalı devletler yeni bir savaşa karşı iştahlı sayılmazdı ve ne olursa olsun barışın korunması taraftarıydılar.
18 kasım 1936’da önce hitler sonra mussolini ispanya’daki franco rejimini resmi devlet olarak tanıdıklarını açıkladılar. artık almanya ile italya’nın arasından şu sızmıyordu ve avrupa’nın geri kalanı tarafından yalnızlığa itildiğini düşünen bu iki ülke artık giderek güçlenecek bir ittifak kurmuştu. hitler bu ittifaka mümkünse ispanya ve ingiltere’yi de dahil etmek istiyordu. bir hafta sonra bu ittifaka belki de çoğu kimsenin beklemediği sürpriz bir ülke dahil olacaktı: japonya.
aslında japonya için ikinci dünya savaşı yıllar önce başlamıştı. çin’e saldıran japonya asya’da epeyce toprak elde etmişti ve ilerlemesini sürdürüyordu. aynı hitler’in almanya’sı gibi japonya’nın da en büyük çekincesi sovyetler birliği’ydi. hitler nasıl kendisini avrupa’da komünizme karşı bir duvar olarak görüyorsa japonya da kendisine asya’da böyle bir rol biçmişti. 24 kasım 1936’da almanya ile japonya ile arasında imzalanan antlaşmaya göre sovyetler birliği bu iki ülkeden birine (veya bu iki ülkenin dostlarından birine) saldırırsa ikisi de dostlarını savunmak için soyvetler birliği’ne savaş ilan edecekti. bu antlaşma bir yandan sscb’ye bir yandan da ingiltere’ye gözdağı olarak imzalanmıştı çünkü hitler ingiltere’ye “bak benimle müttefik olmazsanız ben de kendime başka müttefikler bulurum” mesajı vermek istiyordu.
aynı tarihlerde son yıllarda kötü giden almanya-avusturya ilişkileri de düzeltilmeye başlanmıştı. iki ülke de birbirine bazı diplomatları gönderip resmi temaslarda bulunuyordu. avusturya hükümeti hitler’den çekinmeyi bırakmıştı ve biraz rahatlanmış gibiydi. hitler ise avusturya’yı yutmak için fırsatların olgunlaşmasını bekliyordu.
1 aralık 1936’da almanya’da “hitler gençliği” programı başladı. bundan sonra 10 ile 18 yaş arasındaki tüm alman çocuklar hitler gençliği adı verilen kulübe katılacaktı ve okula gitmek ve uyumak hariç tüm zamanlarını bu kulüpte geçireceklerdi. burada çocuklara nazi progapandasının yanısıra spor, jimnastik, izcilik, kamp kurma, ve okuldaki dersleri pekiştirme anlamında bazı eğitimler verecekti. hitler çocukları daha küçük yaşta kendi tarafına çekmek istiyordu ve eğitim sistemi ile uyuma dışında çocuklara sistemin dışında hiç vakit vermek istemiyordu. bu çocuklar bir gün büyüyünce alman ordusuna asker, alman tarım ve sanayiisine işçi olacaktı.
aynı gün geçirilen başka bir kanunla almanya’da fiyat artışları ve maaş artışları yasaklandı. hem satın alınan hizmet ve ürünlerin, hem de maaşların fiyatı sabitlenmişti. 1920’lerde hiper-enflasyon gören ülkede yeniden enflasyonun fırlayacağına dair bir paranoya vardı ve hitler devlet zoruyla her şeyin fiyatını dondurarak enflasyonun önüne geçebileceğini düşünüyordu.
böylece 1936 yılı geride kalmıştı ve 1937 yılına girilmişti. hitler almanya’da kayıtsız şartsız hakimiyeti ele geçirmişti ve almanya’nın altyapısıyla alman ordusu neredeyse sıfırdan kurulmuştu. işsizlik oranları düşmüştü ve 1. dünya savaşının yaraları sarılmıştı. hitler ülkedeki tüm iç sorunları çözdüğünü ve artık “dış sorunlara” odaklanması gerektiğini düşünüyordu. dış sorunların halledilmesi demek savaş açılıp almanya’nın doğuya doğru genişlemesi demekti ama bunun için ingiltere ile fransa’nın desteği veya en azından sessiz onayı gerekiyordu. bunu sağlamak çok zordu çünkü ingiltere de fransa da hitler’e güvenmiyordu, hiçbir zaman da güvenmeyecekti.
yine 1937’de hitler’in alman halkından ısrarla istediği 4 yıllık mühlet doluyordu ama hitler’in bu süre bitince bir yere gideceği yoktu. açıkçası hitler çözeceğini söylediği bir çok sorunu çözmüştü ama asıl problem sorunların çözümünde zaman zaman fazla ileri gitmesiydi ve kaş yaparken göz çıkartmasıydı.
30 ocak 1937’de yeniden uzunca bir konuşma yapan hitler bu konuşmanın sonlarına doğru “batı ülkeleri bizim izolasyoncu olduğumuzu ve diplomatik olarak diğer ülkelerden uzaklaştığımızı söylüyorlar ama bize hammadde satışını kısıtlayan ve görünmez bir ambargo uygulayan bu ülkelerin ta kendisi” diyerek bir kez daha almanya’nın hammadde sıkıntısı çektiğini açıkladı. ilerde hitler bunu almanya’nın doğu topraklarına açılması için geçerli bir sebep olarak göstermekten çekinmeyecekti. hitler bu konuşmasında ingiltere’yi incitmeme konusunda çok dikkatliydi çünkü eninde sonunda ingiltere’nin “gerçekleri anlayıp” yanında olacağına çok emindi ve potansiyel bir müttefiği kaybetmek istemiyordu. kendisi diğer ülkelere gelince de eleştiride hiçbir lafını esirgemiyordu. 30 ocak’taki konuşmanın ardından hitler’e 4 yıllığına verilen sınırsız yetki 4 yıl daha uzatılarak 1941’e kadar uzatılmıştı.
4 şubat’ta 20 bin kadar demiryolu işçisine balkon konuşması yapan hitler bundan sonra versay antlaşmasının sadece askeri kısımlarının değil aynı zamanda ekonomik ve siyasi kısımlarının da geçersiz olduğunu ve almanya’nın artık kimseye tazminat ödemeyeceğini açıkladı ve almanya’nın sonsuza kadar özgürlüğünü ilan ettiğini söyledi.
nisan ayında almanlar’la ingilizler arasında londra’da bazı diplomatik görüşmeler olacaktı ve hitler ingilizler’in gözünü boyamak istiyordu. bu yüzden görüşmeye katılacak alman diplomatların tamamı asker kanadından seçildi. almanya’nın asker kökenli savaş bakanına birkaç general eşlik edecekti. hitler bu davranışın ingilizler’in saygısını kazanacağını düşünüyordu ama bırakmak istediği etkinin tam tersini bırakacağı kesindi.
son yıllarda ülkenin ekonomisi düzelmesine düzelmişti ama hitler ekonomiyi ve ülkenin sanayii altyapısını yavaş yavaş ordunun emrine veriyordu. artık alman fabrikaları araba veya beyaz eşya üretmek yerine askeri araç ve bomba üretmekle meşgul olacaktı. yavaş yavaş ülkedeki tüm sivil fabrikalar askeri fabrikaya dönmeye başlamıştı ve alman ordusu giderek daha da güçleniyordu. almanya’nın harıl harıl bir savaşa hazırlandığı ve sivil nüfusun orduya kaynak sağlamak için seferberlik halinde olduğu çok netti.
fransızlar çılgına dönmüştü ve ruslar kaygılıydı. ingiltere ise hitler’e hiç güvenmemekle beraber savaşı diplomatik yollarla engellemek için denge politikasına devam ediyordu ve bazı konularda almanya’ya taviz verilebileceğine inanıyordu. fransa almanya daha da güçlenmeden müdahale edilmesini istiyordu çünkü bu hızla gelişmeye devam ederse birkaç sene içinde almanya’nın çok güçlü olacağını ve müdahale etmenin iyice imkansızlaşacağını görüyordu.
1 mayıs 1937’de almanya’da işçi bayramı kutlamaları sırasında radyodan da canlı yayınlanan bir konuşma yapan hitler uzun zaman sonra ilk kez almanya’nın genişleme politikası güdeceğine dair net sinyaller vermeye başlayacaktı. o ana kadar hep “biz toprak kazanma derdinde değiliz, avrupa’yı komünizme karşı koruyan bir kalkan gibiyiz. hedefimiz avrupa’da barışı tesis etmektir” şeklinde konuşan hitler o gün konuşmasının tonunu değiştirerek biraz da iktidara gelmeden önce yaptığı ateşli konuşmalardan birine benzer bir konuşma yapacaktı.
hitler konuşmasında: “doğa (tanrı da denilebilir) bize bazı konularda cömert davranırken bazı konularda biraz daha cimrice davranmış gibi. örneğin almanya’ya çok çalışkan, disiplinli ve üretken bir halk veren doğa nedense kaynak ve alan olarak bizi ufak ve kısıtlı bir alana hapsetmiş durumda. topraklarımız bize verilen potansiyele ulaşmak için yeterince büyük ve verimli değil. biz de bunun üstesinden daha çok çalışarak ve üreterek gelmeye çalışıyoruz. biz üretken bir halkız ve bizim için en önemli olan şey üretimi arttırmaktır. bugün kürsüye çıkıp diğer devlet başkanlarının övünerek yaptığı gibi maaşları arttırdığımızı söyleyip ertesi gün de her şeye zam yaparak aslında halkı fakirleştirebilirdik ama biz bu ülkede paradan bağımsız olarak üretimi arttırmanın yollarını arıyoruz. uzun yıllardır devam eden ve artık kronik hale gelen problemleri 4 yılda sokup atmak kolay değil ama bu konuda çok yol aldığımız çok açık.”
hitler konuşmasının devamında “ben saraylarda büyümedim, sizin gibi işçi sınıfındandım, orduda sıradan bir askerdim ve bugün ülkenin başındayım. dünya’da sadece bizim ülkemizde sıradan bir işçi ve asker çok çalışarak ülkenin başına geçebilirdi ve bu mucizeyi gerçekleştirmiş biri olarak karşınızda bulunuyorum” diyerek toplananların işçilik damarlarına dokundurma yaptı.
hitler “yıllarca bir asker olarak beni verilen emirleri hiç sorgulamadan yerine getirdim, bugün tüm halkın böyle bir disipline sahip olması gerekiyor. buna kiliseler de dahil” şeklinde devam ettiği konuşmasında kiliselere ve kendisine muhalefet yapan din adamlarına eleştiri üstüne eleştiri gönderdi.
11 mayıs’ta ingiltere’de yapılan kraliyet törenine almanya’yı temsilen savaş bakanını gönderen hitler artık yavaş yavaş sonraki yıllarda yapacaklarının sinyallerini vermeye başlamıştı. artık her ne kadar savaş canları çalıyorsa da 1937’nin ikinci yarısı çok büyük olaylara sebep olmayacaktı ve “fırtına öncesi sessizlik” durumu bir süre daha devam edecekti.
almanlar’ın ünlü savaş gemilerinden deutschland iç savaşla uğraşan ispanya’nın güneyindeki denizleri devriye geziyordu. o sırada franco’ya muhalif olan cumhuriyetçiler bu gemiyi batırmaya karar verdiler ve geminin demirli halde olduğu mallorca adasına saldırı düzenlediler. ilk saldırı savaş uçaklarıyla gerçekleşmişti ama gemi fazla hasar almadan bu saldırıyı atlatmıştı. ikinci saldırı gemi mallorca’dan ibiza’ya geçtiğinde gerçekleşmişti ve bu saldırıda bazı rus uçaklarıyla rus pilotlar da görev almıştı. gemi tamamen batırılamasa bile epeyce hasar almıştı ve gemideki askerlerden 31 tanesi öldürülmüştü. aynı olayda bazı italyan askerleri de hayatını kaybetmişti. almanlar daha sonra muhaliflerin tuttuğu bazı bölgeleri ve limanları ağır bir bombardımana tuttular ve bu ingiltere ile fransa başta olmak üzere bir çok ülkenin tepkisini çekti. yaz ayları boyunca hitler bu bombardımanı savundu ve “ispanya’da toprak kazanmak gibi bir gayemiz yok ama dostumuz franco’yu savunmayı kendimize görev biliyoruz” şeklinde ifadelerde bulundu.
haziran ayının sonlarına doğru bir başka alman gemisi olan leipzig de torpidolardan nasibini almıştı ve hitler bu olayı bahane olarak kullanarak ispanya’daki olaylarda artık tarafsız olamayacağını ve taraflardan biri olduğunu açıkladı. artık almanya’nın içinde yer alacağı yeni bir savaş çıkacağı çok belliydi ama kimse savaşın ne taraftan çıkacağını bilmiyordu. o günlerde savaşın ispanya tarafından çıkacağı konuşulmaya başlanmıştı.
21 temmuz 1937’de sscb almanya’ya konstantin yurenev adında yeni bir büyükelçi atamıştı. bay yurenev hitler’e ulaşarak iki ülke arasındaki barış ve stabilitenin korunmasının çok önemli olduğunu iletirken hitler de ona katıldığını ve alman hükümetinin kendisine her konuda yardımcı olacağını söylemişti. bu o zamanlar belki de alman-sovyet ilişkilerinin düzeleceğine bir işaret olarak görülmüştü ama hitler’in hiçbir zaman sscb ile dost olmaya niyeti yoktu.
sonbahar aylarında hitler daha sakin bir hava çizmeye başlamıştı ve yaptığı konuşmaların çoğunda geçmiş başarılardan bahsettikten sonra almanya’nın geleceğinin parlak olduğunu söylüyordu ve klasik anti-komünist söylemlerinin dışında kimseye fazla dalaşmıyordu. bu dönemde hitler yahudiler’i eleştirmeyi bile bir süreliğine yavaşlatıp askıya almış gibiydi.
bu arada almanya ile ilişkilerini giderek iyileştiren ve avrupa’nın geri kalanından giderek uzaklaşan italya 26 eylül’de mussolini’nin almanya’yı ziyaretinin akabinde önce kasım ayında almanya ile japonya arasındaki anti-komünist paktına katıldı ve bundan birkaç hafta sonra aralık ayında milletler cemiyetinden çıktığını açıkladı. bu da savaş öncesi safların belirlenmesi anlamında atılan son adımlardan biriydi.
1938 yılına girildiğinde almanya ilk “fethini” yapmaya hazırlanıyordu. hitler’in ilk hedefi almanca konuşan milletleri tek bayrak altında toplamaktı ve almanya haricinde akla gelen ilk devlet avusturya’ydı. daha önce avusturya’daki nazi partisini destekleyerek darbe yapmaya çalışan hitler bir çok kez başarısız olmuştu ama artık sabri tükenmeye başlamıştı ve gerekirse avusturya’nın işgal edilmesini istiyordu.
12 ocak 1938 itibariyle hitler yeni cinlikler peşindeydi. o dönemde almanya’nın savaş bakanı olan werner von blomberg ve ülkenin önde gelen generallerinden werner von fritsch’in suları ısınmak üzereydi. hitler alman ordusunun 1938 yılı bitmeden savaşa hazır hale getirilmesini istiyordu ama bu iki general hitler’e bunun mümkün olmadığını, savaşa hazır hale gelebilmek için daha fazla zamana ihtiyaç olduğunu söyledi. onlara göre ordu tamamen hazır olmadan savaşa girmek çılgınlıktı ama bu hitler’in umurunda değildi. hitler ikisini de görevden aldıktan sonra almanya’nın savaş bakanlığına kendisini yerleştirecekti ve böylece ülkede hem başbakan, hem devlet başkanı, hem savaş bakanı hem de genelkurmay başkanı olacaktı. böylece hem sivil hem askeri alanda tüm ülke kendisine bağlı hale gelecekti.
bu ikiliden özellikle blomberg’in görevden alınması için ciddi bir bahaneye ihtiyaç vardı çünkü kendisi o ana kadar hem almanya’ya hem de hitler’e sonsuz bağlılık göstermişti ve kendisine verilen görevleri eksiksiz yerine getirmişti. kendisinin tek kusuru gerçekçi olmasıydı ve ordunun henüz savaşa hazır olmadığını söylemesiydi. hitler alman ordusundaki generallerin özel hayatını çok yakından takip ediyordu ve en ufak bir koza sahip olduğunda bu kozu kullanıyordu. blomberg’in hitler’e vereceği koz evleneceği kadın üzerinden oldu. blomberg’in evlendiği kadın erna gruhn’du ve bu kadın daha önce fahişelik yaptığı için sabıka sahibiydi. hitler en başta evliliğe onay verdi ve hatta nikah şahitlerinden biri olmayı kabul etti. olaydan birkaç hafta sonra hitler bu tür bir evliliğin bir alman generaline yakışmayacağını söyleyerek blomberg’i köşeye sıkıştırıp istifaya zorladı.
işin ironik kısmı şudur ki blomberg’in eski bir fahişeyle olan evliliği ifşa olduğunda en fazla tepki veren kişi freiherr von fritsch olacaktı, halbuki blomberg’in ardından topun ağzında o vardı. 26 ocak’ta fritsch ile toplantı yapan hitler “kulağıma gelen bazı dedikodulara göre homoseksüel olduğun söyleniyor” demişti. bir süre önce yapılan bir baskında bazı subaylar otel odasında erkeklerle basılmıştı ve olay almanya’da haftalarca konuşulmuştu. hitler fristch’e hakkındaki dedikodular doğru olsa da olmasa da sırf bu şekilde bir dedikoduya karışmış olmasının bile onun için çok kötü sonuçlar doğurabileceğini söyledi. general fritsch homoseksüel olduğu iddialarını yalanladı ve hitler “bu konuda yemin eden bir şahidim var” demesine rağmen pes etmedi. şimdilik istifa gelmemişti ama fritsch’in çok fazla dayanamayacağını herkes biliyordu. sonuçta hitler ülkede mutlak güç sahibiydi.
4 şubat 1938’de alman ordusunun üst düzey komutasında bazı değişiklikler oldu. hitler blomberg ve fritsch’i görevden aldıktan sonra ikisinin de sağlık sorunları nedeniyle gönüllü olarak ayrıldığını söyledi. almanya’da çoğu insan buna inanmıyordu ve ülke dışındaki medya hitler’in ülkedeki tüm güçleri ele geçirdiğini yazıyordu. hitler’e muhalif olan tüm generaller nazi partisinin üyeleriyle değiştirilmişti ve ne orduda ne de sivil hayatta hitler’e muhalif olan kimseye en ufak bir güç verilmemişti. hitler o ana kadar ülkenin %95 hakimiyse o andan sonra bu %100’e cikmişti. hitler’e muhalif olmasa da hitler’in istediklerini yeterince hızlı yerine getirmediğine inanılan 50’ye yakın generalin görevi değiştirilmiş ve 20’ye yakın generalin emekliliği istenmişti.
4 şubat gününde yaşanan tek önemli olay bu değildi. aynı gün hitler bir başka ilginç olaya imza attı ve almanya’nın ingiltere, avusturya, italya ve japonya’daki büyükelçilerini geri çağırdı. hitler bu ülkelerle büyükelçiler vasıtasıyla konuşmak istemiyordu ve uluslararası diplomasiyi de kendi ellerine almıştı. tüm bu hazırlıklardan sonra hitler’in hedefinde almanya ile avusturya’nın o veya bu şekilde birleştirilmesi vardı.
aslında 1932 yılına kadar avusturyalılar almanya ile birleşmeye sıcak bakıyordu ama hitler “birleşmeyi hızlandırmak” için avusturya’daki nazi partisi üyelerine terör saldırıları düzenlemek dahil bir çok yetki verince işler tersine döndü. 1932’de avusturyalılar’ın %80’i almanya’yla birleşme yanlışıydı ve naziler’in terör saldırıları ve iç savaş çıkartma çabaları olmasaydı birkaç sene içinde almanya ile avusturya birleşebilirdi. halbuki naziler halkın nefretini kazanmıştı ve şimdi halkın %70’ine yakını almanya ile birleşmeye karşı çıkıyordu. hitler’in avusturya’daki ajanları bir çuval inciri berbat etmişti ve iş başa düşmüştü. avusturya terör olaylarından dolayı ülkedeki nazileri tutuklayıp toplama kampına götürmeye başlamıştı ve hitler de avusturya’daki almanlar’a zulmedildiğini savunuyordu.
12 şubat 1938’de avusturyalı devlet adamları hitler’i ziyaret ederek masaya oturdular. almanlar avusturya’daki büyükelçilerini geri çekmişlerdi ve avusturyalılar endişeliydi. 1936’da iki ülke arasında imzalanan antlaşmaya göre avusturyalılar ülkedeki naziler’e yaptıkları baskıyı azaltacaklardı ve almanya da avusturya’nın bağımsızlığına saygı duyacaktı. avusturya antlaşmanın kendi tarafına uymaya çalıştıysa da naziler’in bitmek bilmeyen provokasyonları ve terör saldırıları sonunda bazı naziler tutuklanmıştı.
avusturya başbakanı schuschnigg hitler’in olduğu toplantı odasına girdiğinde o gün hitler’in dominant taraf olacağı çok belliydi. avusturyalı başbakanın yanında birkaç diplomat vardı, hitler’in yanında ise tamamı üniformalı ve madalyalarını üzerinde taşıyan 10’dan fazla general vardı. schuschnigg odaya girer girmez çok sert bir muameleye maruz kaldı. konuşmanın hemen başlarında masadan ayağa kalkan hitler avusturyalı meslektaşına bağırarak “avusturya’nın tarihi hainliklerle dolu, yaptığınız hainliklere son verecek gücümüz yok mu sanıyorsunuz? buna burada son vereceğiz. artık bize ihanet edemeyeceksiniz, bu ise burada bitecek” diyerek psikolojik üstünlüğü elde etti. odada olup bitenler tamamen avusturyalı devlet adamını korkutmaya yönelik tiyatrodan ibaretti.
toplantı 2 saat kadar sürmüştü ve avusturyalı delegeler neredeyse ağızlarını açacak fırsat bulamamıştı. hitler neredeyse aralık vermeden nutuk üstüne nutuk atıyordu ve sesini yükseltip yükseltip alçaltıyordu. konuşmanın sonunda hitler “artık size hiç mühlet vermeyeceğim. eğer isteklerimi anında yerine getirmezseniz beni isteklerimi yerine getirtmeyi bilirim” diyerek yanındaki generallere bakış attı. avusturyalılar almanya’nın askeri yöntemler dahil hiçbir yöntemden geri kalmayacağını anlamıştı. toplantıya ara verilip yemeğe geçildiğinde yuvarlak masaya oturulmuştu ve avusturyalı delegelerin etrafı alman generallerle doluydu. birazdan toplantı kaldığı yerden devam ederken hitler odada yoktu ve avusturyalılar alman delegelerle konuşuyordu. birazdan oraya hışımla giren hitler yeniden nutuk atmaya başladı tehditler savurduktan sonra durup dururken konuşmasını kesti. odada sessizlik hakimdi. bundan sonra hitler yanındaki kapıyı açtı ve kapıdan bağırarak general keitel’i odaya davet etti. avusturyalılar “şimdi boku yedik” diye düşünüyordu çünkü gün boyunca devam eden gelişmeler ve o ana kadar hitler’in tehditleri her an hitler’in askerlere “avusturya’ya girin” emrini vereceğine benziyor.
hitler konuşmasının sonunda avusturya’dan neler istediğini sıralamaya başladı. avusturya’da nazi partisi yeniden legal hale gelecekti, terörizmden tutuklanan tüm naziler kayıtsız şartsız serbest bırakılacaktı, hükümete bir veya birkaç nazi bakan olarak atanacaktı ve avusturya almanya’dan izin almadan hiçbir ülke ile ekonomik işbirliğine girmeyecekti. bunların karşılığında almanya avusturya’yı işgal etmeme ve ülkenin bağımsızlığına saygı duyma sözü veriyordu. avusturya’nın bu şartların birini bile kabul etmemesi durumunda almanya avusturya’yı işgal edecekti. avusturya’nın düşünmek için zaman isteyeme şansı bile yoktu. schuschnigg “kendisinin kanun koyma yetkisi olmadığını ve meclisten karar çıkmasını beklemek zorunda olduğunu” söyleyince hitler “hayatımda ilk kez verdiğim bir karardan geri dönüyorum ve size 3 gün mühlet veriyorum, bu son şansınız” dedi.
zira hitler gün boyunca tiyatro oynamıştı ve hem avusturyalılar’a, hem alman halkına, hem de diğer ülkelere gözdağı vermişti. avusturyalılar hitler’in şartlarını kabul etse de etmese de almanya avusturya’ya dalacaktı. 20 şubat’ta alman meclisi toplanacaktı ve hitler toplantıya avusturya zaferiyle çıkmak istiyordu. bu yüzden avusturyalılar’a düşünmek veya karar almak için olabilecek en düşük süreyi vermişti. hitler avusturyalılar bir an önce karar alıp açıklasın diye almanya-avusturya sınırına asker yığarak avusturya’ya ne kadar ciddi olduğunu göstermeye çalışacaktı.
16 şubat 1938’de avusturya hitler’in tüm isteklerine boyun eğdiğini açıkladı ve şimdilik kriz yatışmış gibiydi. sonunda 20 şubat tarihi gelmişti ve hitler hem radyolardan hem de ülkenin dört bir yanında sinemalardan canlı yayınlanacak olan ünlü konuşmasını yapmak için kürsüye çıkmıştı. sadece alman radyolar değil avusturyalı radyolar bile bu konuşmanın tamamını yayınlayacaktı. hitler avusturya’da kazandığı “zaferden” dolayı saatlerce övünecek gibiydi ve düşmanlarına daha çok nispet yapacağını artık herkes anlamıştı.
hitler konuşmaya her zamanki gibi klasik övünmelerle başladı ve nazi partisinin 7 kişiyle başlayıp milyonlara ulaştığından, asılan zorluklardan, geçirilen musibetlerden filan bahsetti. bu hitler’in hemen hemen her konuşmasında sadede gelmeden önce yaptığı, bazen 15-20 dakika, bazen 2 saat sürebilen standart konuşmaydı ve amaç dinleyenleri yorarak direnişlerini kırmaktı. o gün hitler’in açılış konuşması 1 saati aşmıştı ve hala konuşmanın ana konusuna geçilmemişti. hitler konuşmada dinleyicileri daha da yormak için sık sık rakamlar ve istatistikler kullanıyordu. “hükümete geldiğimizde ülkede x km yok vardı, şimdi 5x km yol var, biz hükümetteyken işsizlik oranı %17’den %6’ya düştü” gibi bitmek bilmeyen istatistikler ve rakamlar paylaşıyordu.
hitler konuşmasının bir sonraki bölümünde yabancı gazetecilere ve uluslararası medyaya yüklenmeye başladı. konuşmada ikinci saatin ortalarına gelindiğinde artık sadede gelen hitler önce 4 şubat’taki generaller krizinden bahsetmeye başladı ve bir kamyon dolusu generalle ilgili neden görev değişikliği ve emeklilik kararı aldığını açıklamaya başladı. hitler “ülkede politik liderlerin sağlıklı karar alıp bu kararların arkasında durabilmesi için generallerin nefesini enselerinde hissetmemeleri, görevlerine dair güvende olmaları gerekir” diyerek ordunun devletin işine karışmaması gerektiğini açıklamaya çalıştı. hitler konuşmasının devamında “askerler bu ülkenin memurudur ve kendilerine verilen emri harfiyen yerine getirmek dışında görevleri yok” diyerek kendisine karşı sorgusuz sualsiz ve koşulsuz itaat istediğini belirtti.
hitler konuşmasının sonraki bölümlerinde dış işlerine parmak bastı ve önce rusya’yı eleştirdi ve daha sonra japonya ve italya ile kurulan ittifaka övgüler yağdırdı. hitler konuşmasının bu bölümünde almanya’nın komşu ülkelerinde yaşayıp “zulümler çeken ve ayrımcılıklara maruz kalan” 10 milyon alman’dan bahsetmeye başladı. hitler avusturya ve çekoslovakya’da yaşayan milyonlarca alman’a çok kötü davranıldığını ve onların güvenlikleri için almanya’nın kanatları altına alınması gerektiğini söylüyordu. burada “almanya’nın kanatları altına alınmaktan” kasıt almanya tarafından yutulmaktı.
konuşmanın hemen ertesi gününde ingilizler kabinede bazı değişiklikler yaparak hitler’in sevmediği ve ismen eleştirdiği bazı isimleri kabineden çıkarttılar. bu ingilizler’in yıllardır ciddiye almadıkları hitleri sonunda ciddiye almaya başladığına bir işaretti.
9 mart’ta avusturya’da kimsenin beklemediği bir gelişme oldu. avusturya almanya ile olan ilişkilerini halka referandum şeklinde soracaktı ve buna göre tavır alacaktı. avusturya hükümeti halkın almanya’ya olan düşmanlığını yanlış hesaplamıştı çünkü avusturya halkının önemli bir kısmı almanya ile birleşilmesine sıcak bakıyordu. almanya kısa sürede bir süpergüç haline gelmişti ve avusturyalıların çoğu ülkeye gıptayla bakıyordu. yine de olası bir referandumda almanya ile birleşme sonucu da çıkabilirdi avusturya’nın almanya’ya sıktır çekmesi sonucu da çıkabilirdi. iki seçeneğe verilen destek birbirine çok yakındı ve hitler bu riski almak istemiyordu. referandumda “hayır” çıkması sonucu avusturya’ya asker çıkartılması sonucu almanya “avusturya halkına savaş açan kötü adam” olabilirdi. bu yüzden ne olursa olsun referandumdan önce avusturya bir şekilde almanya’ya bağlanmalıydı.
hitler almanya’da seferberlik ilan etmişti ve almanya’nın güney şehirlerindeki askerler üniformalarını giyip sokaklara akmıştı. verilecek ilk emirle askerler avusturya sınırını geçip ülkeyi işgal edecekti ama henüz bu emir verilmemişti. hitler avusturya’yı işgal etmek istiyordu ama bu işgalde kan dökülmesini istemiyordu. bu yüzden sanki askeri darbe yapar gibi aniden avusturya işgal edilmeliydi ve avusturyalılar daha neyin olup bittiğini anlayamadan avusturya sokaklarında alman tankları dolaşıyor olmalıydı. avusturyalılara savaşacak vakit verilmezse işgal kansız bir şekilde tamamlanabilirdi.
11 mart 1938’de alman nazi partisinin önde gelen üyeleri viyana’ya gitti ve buradaki nazi partisi üyeleriyle biraraya geldiler. bu avusturya işgalinin önceden planlanan ilk adımıydı. ayrıca sabah saatlerinden itibaren çeşitli alman devlet adamları avusturya başbakanını arayarak referandumu ileri bir tarihe ertelemesi için telefonda baskı yaptılar. öğleden sonraki saatlerde avusturya başbakanı bu baskıya boyun eğdi ve referandumun başka bir tarihe itileceğini açıkladı. akşam saatlerine doğru avusturya başbakanına yapılan baskılar giderek arttı ve istifa edip yerine almanya’nın göndereceği birinin geçmesi konusunda baskılar başladı. akşam 8’de halka seslenen avusturya başbakanı çok büyük baskılar altında kaldığını ve görevini devam ettiremeyeceğini belirterek istifasını açıkladı. başbakan sadece kendisi için değil aynı zamanda tüm hükümet için istifa vermişti. böylece avusturya hükümetsiz kalmıştı. avusturya hükümeti giderayak avusturya ordusuna “silah bırakıp bekleme” emri verdi ve olası bir alman işgalinde iki taraftan da kan dökülmesinin önüne geçmiş oldu.
avusturya başbakanının istifası kabul edilmişti ve avusturya devlet başkanının ülkesinin işgalini engellemek için son bir kozu kalmıştı, o da hükümet kurma yetkisini almanya’nın kuklası olarak bilinen arthur seyss-inquart’a bırakmaktı. avusturya’yı bir alman kuklasının yönetmesi almanya tarafından bilfiil işgal edilmeye tercih edilebilirdi ama bu hareket de ülkeyi alman işgalinden kurtaramayacaktı.
almanya’nın kuklası tarafından yeni kurulan avusturya hükümetinin ömrü 2 gün sürecekti. yeni hükümet almanya’ya telgraf yollayarak “ülkedeki iç karışıklıklara ve son günlerde çıkan şiddet olaylarına müdahale etmek için avusturya ordusu yetersiz kalmaktadır. lütfen alman askerlerini bu konuda bize yardım etmek için destek olarak yollayın” diyecekti ve bu da almanlar’ın başından beri planladığı bir olaydı. böylece almanlar en ufak bir direniş görmeden 12 mart günü avusturya’ya “asayişi sağlamak ve iç savaşı bitirmek için” girmişti. bundan 1 gün sonra 13 mart’ta hitler hem almanya hem de avusturya’da radyodan yayınlanan bir konuşmasında “yıllardır kardeş olarak yaşayan ve birinci dünya savaşı sonrasında oynanan oyunlar yüzünden ayrılmak zorunda kalan” avusturya ve almanya’nın yeniden birleştiğini açıkladı.
aslında avusturya’nın devrik başbakanı schuschnigg ülkesini almanya’ya yem etmemek için sonuna kadar mücadele etmişti ama bu mücadele boşa gitmişti. alman diplomatlar kendisini istifa edip hükümeti naziler’e bırakması için saatlerce tehdit ederken kendisi de ingiltere ve fransa’ya telgraf üstüne telgraf çekip yardım istemişti ve son ana kadar bu iki ülkenin yardımını beklemişti. fransa avusturya’ya yardım etmek istese de ingiltere avrupa’da yeni bir savaş başlamasını istemiyordu. avusturya başbakanı ingiltere’ye kızgındı ve fransızlar da avusturyalılar’la aynı fikirdeydiler. son ana kadar tutunmaya çalışan avusturya başbakanı dışardan en ufak bir destek gelmeyince kan dökülmesini engellemek için istifasını sunmak zorunda kalmıştı. normalde yıllardır avusturya’nın bağımsızlığını garanti altına aldığını açıklayan italya bile işgale sessiz kalmıştı ve avusturya’nın yapabileceği hiçbir şey yoktu.
hitler o ana kadar avrupalıları sınır eden bir çok adım atmıştı. versay antlaşmasını çiğnemişti, ülkedeki yahudiler’e boykot ve baskılar uygulamaya başlamıştı, alman ordusunu yeniden kurup silahlandırmıştı, askersiz bölge rhineland’a asker çıkartmıştı, ülke içindeki muhalifleri sindirip birçoğunu hapse attırmıştı ve son olarak da avusturya’yı işgal edip topraklarına katmıştı. her seferinde avrupalılar “tamam hitler’in yaptıkları kötü de şimdi durup dururken avrupa’nın göbeğinde yeni bir savaş çıkartmaya değmez” diye yaklaşıyordu. hitler de bundan cesaret alarak şımardıkça şımarıyor, işin dozunu arttırdıkça arttırıyordu. hitler artık ne yaparsa yapsın yanına kar kalacağını düşünmeye başlamıştı.
“avusturya fatihi” hitler hemen arabaya atlayıp avusturya’ya geçecekti ve burada alman askerlerinin resmi geçidine katılacaktı. avusturya’nın birkaç şehrini gezip halkı inceledikten sonra akşam saatlerinde linz şehrine gelen hitler burada “balkon konuşması” yaptı ve alman ordusunun sadece alman halkının değil avusturya halkının da güvencesi olduğunu açıkladı. hitler bundan sonraki konuşmalarında her iki halktan da “alman halkı” diye sözedecekti ve avusturyalı lafını pek ağzına almayacaktı. hitler viyana’ya bir papa gibi girmişti ve şehre girişi sırasında halk sokaklara dökülmüştü ve şehirdeki tüm kiliseler canlarını çalıyordu. ortam dini bir bayramı andırıyordu.
hitler’de avusturya’nın işgaline kadarki dönemde ve işgalden kısa bir süre sonra da devam eden bir değişim vardı. yıllardır polonya’ya sürekli giydiren ve laf sokan hitler son zamanlarda polonyalılar’a karşı çok kibardı. ülkeye sürekli diplomatlarını ve uzun ve detaylıca yazılmış mektuplarını gönderen hitler durup dururken polonyalılar’a iyi davranmaya başlamıştı. polonyalılar bu durumdan şüphelenmek yerine almanya ile araları düzeldiği için seviniyordu ama bu çok uzun sürmeyecekti. şimdilik hitler’in tabağında yemesi gereken başka lokmalar vardı. avusturya sorunu “halledilmişti” ve sırada çekoslovakya vardı. almanya eninde sonunda polonya’ya saldıracaktı ama önce avını ürkütmeden çekoslovakya’yı yutması gerekiyordu.
hitler’e ingiliz gazeteciler “avusturya’yı almanya’ya kattığınız için ingiltere ile almanya’nın arasının bozulacağına inanıyor musunuz” diye sorunca hitler “biz yabancı bir ülkeyi mi işgal ettik? bağımsız bir ülkenin bağımsızlığına saygısızlık mı yaptık? bizim tek yaptığımız almanya’daki ve avusturya’daki almanları tek bayrak altında birleştirmekti. ingilizler’in buna anlayış göstermesi gerekiyor” şeklinde cevap vererek dünya’da almanlar’ın yaşadığı her yerde almanya’nın hak iddia edebileceğini gösteriyordu. çekoslovakya’nın tamamında almanlar yaşamıyordu ama ülkenin sudetenland adı verilen sınır bölgelerinde çok sayıda alman yaşıyordu. hitler de burayı savaş çıkartmadan almanya’ya katabilmenin yollarını arıyordu.
bu arada avusturya’da 10 nisan’da referandum yapılarak almanya ile birleşme konusu halka sorulacaktı ama bu tamamen kolpa bir referandumdu. referandumdan %99 evet oyu çıkacağı belliydi çünkü naziler oyları saymaya zahmet bile etmeden sonucu istedikleri gibi açıklayacaktı. hitler hiç vakit kaybetmeden bir çok kanun çıkarttı ve avusturya’nın ordusuyla polis gücünü almanya’nın ordu ve polis gücüne bağladı. artık avusturya’da almanya’nın kanunları geçerliydi ve tüm avusturya kurumları alman kurumlarına bağlanmıştı.
hitler çekoslovakya konusunda yaptığı konuşmalarda “artık biz almanya olarak bir süper güç haline geldik. dünya’da hangi süper güç sınırının hemen dibinde kendi vatandaşlarının zulme uğramasına seyirci kalabilir ki? dünya’da bugün tüm milletlere kendi kaderini tayin hakkı verilmişken almanya dışında yaşayan almanlar’a neden bu hak verilmiyor?” diyerek çekoslovakya’nın ülkedeki almanlar’a zulmettiğini ima etmeye başladı. aslında bu çok büyük bir abartmadan ibaretti.
28 mart 1938’de çekoslovakya’daki alman nazilerin liderlerini ağırlayan hitler bu kişilerle uzunca bir görüşme yaptı ve almanya’nın kendilerini ülkeye katmak için yakın zamanda harekete geçeceğini bildirdi. bu toplantıda hitler nazi liderlerine bazı görevler vererek tavsiyelerde bulundu. alman halkı “avusturya zaferinden” sonra hitler’in gazinin alındığını ve bir süreliğine gündemin yavaşlayacağını düşünüyordu ama hitler’in gazinin alınması bir yana yaptıkları yanına kar kaldığı için iyice cesaretlenmişti. çekoslovakya’daki nazilerin görevi bir zamanlar avusturya’daki nazilere verilen görevle aynıydı: ülkede karışıklık çıkartarak almanya’ya müdahele etmesi için bahane yaratmak.
10 nisan’da almanya’da ve avusturya’da yapılan referandumda iki ülkenin birleşmesi ve ülkede yönetimin naziler’de kalması konuları oylandı ve iki oylamada da %99 destek çıktı. bu rakamlar tabi ki gerçeği yansıtmıyordu ve bu seçimler almanya’da 2. dünya savaşının sonuna kadar yapılan son seçimlerdi. bundan sonra hitler hiçbir konuyu halka sorma gereği duymayacaktı.
20 nisan’da doğumgününü askeri resmi geçitle kutlayan hitler ertesi gün generalleriyle bir araya gelerek çekoslovakya’ya yapılması muhtemel bir askeri operasyonun planlanmasına başladı. aynı gün sanayii bakanına da emirler yağdıran hitler savaş gemisi, savaş uçağı ve tankların üretimin arttırılmasını istedi. çizilen savaş planında en önemli unsur hızlı hareket etmek ve avrupalı devletlerin tepki vermesine vakit bırakmadan birkaç gün içinde operasyonu başarıya ulaştırmaktı. bu ikinci dünya savaşı boyunca almanya’nın izleyeceği bir taktikti. aynı günlerde çekoslovakya’daki nazi partisi üyeleri de karışıklık çıkartmak için özerklik istediklerini ve almanlar’ın çoğunlukta olduğu topraklarda çekoslovak devletinin hak iddia edemeyeceğini söylemeye başladılar.
hitler çekoslovakya’da ortalığı karıştırmadan önce italya’yı ziyaret edip bu ülkenin desteğini almak istiyordu. italya avusturya bu ülkenin garantörü olmasına rağmen konusunda sessiz kalınca hitler mussolini’ye minnettar kalmıştı ve telgraf çekerek “bu iyiliğini ömrüm boyunca unutmayacağım” demişti. şimdi hitler’in italya’ya gidip teşekkür etme ve başlatmayı planladığı savaştan önce destek isteme zamanıydı. ilginçtir ki italya’ya giden hitler de onu italya’da karşılayan mussolini de askeri üniforma giyiyordu ve bu bile savaşın yaklaştığına işaretti.
20 mayıs 1938’de hitler tarafından yayınlanan ve alman ordusuna seslenen bir genelgede “çekoslovakya’da mecbur kalmadıkça silah kullanılmayacak” deniyordu. bu aslında çekoslovakya’ya verilen bir gözdağıydı çünkü bu açıklamanın gerçek anlamı “çekoslovakya’da mecbur kalırsak –veya kaldığımızı düşünürsek- silah kullanabiliriz” şeklindeydi. hitler bu tür “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” tarzı üstü kapalı mesajlar vermeyi seven biriydi ve bu şekilde düşmanlarını tedirgin etmeyi tercih ediyordu.
21 mayıs’ta hitler’in mesajını alan çekoslovakya ingiltere’nin de onayını alarak kısmı seferberlik ilan etti. bu haber hitler’i kızdırmak yerine mutlu edecekti çünkü almanya uzun zamandır çekoslovakya’ya saldırmak için bahane arıyordu ve çekoslovakya’da yaşanabilecek herhangi bir askeri hareketlilik hitler’e istediği fırsatı verecekti. mağduriyet yaratma konusunda eşsiz olan hitler o günlerde yaptığı konuşmalarda çekoslovakya’nın provokasyon yaptığını, almanya barış isterken karşısındaki ülkelerin sürekli savaş canları çaldığını iddia edecekti. 28 mayıs’ta alman generallerle bir araya gelen hitler almanya’nın önündeki seçenekleri masaya yatırdı.
bu toplantının sonunda hitler’in generallere verdiği emirler arasında ordunun güçlenmesinin tamamlanması, yedek askerlerin cepheye çağrılması, çekoslovakya sınırındaki asker sayısının arttırılması, (olası bir fransa tehdidine karşı) batı cephesindeki savunma tedbirlerinin arttırılması ve olası bir savaşa hazır olunması vardı. tüm hazırlıklar ekimin ilk haftasında çekoslovakya’nın işgali fikrinin üzerine oturtulmuştu.
hitler bundan sonra yaklaşık 1 ay boyunca pek meydanlarda gözükmesi ve konuşma yapma görevi goebbels’a verildi. bazı nazi partililer bu dönemde hitler için “icraat yapmaktan konuşma yapmaya fırsat bulamıyor” diyeceklerdi ve yıllar sonra başka bir diktatörün “ben lafa değil icraata bakarım” adli reklam kampanyasına gönderme yapacaklardı.
temmuz ayına girildiğinde her ne kadar ortada bir savaş olmasa da almanya’da savaş havası vardı. autobahn dahil daha önceden inşaatı başlayan bir çok projenin inşaatı durdurulmuştu ve işçiler kamyonlara doldurulup askeri inşaatlara aktarılmıştı. böylece hitler daha önce söz verdiği projeleri kendi elleriyle durdurmuştu ve önceliğinin askeri ve stratejik önemi olan binalar olduğunu göstermeye başlamıştı. almanya’nın dört bir yanında yarım yamalak yol ve tesis inşaatları vardı ve artık kaynaklar başka yerlere aktarıldığı için bunların ne zaman biteceği meçhuldü. artık herkes ülkede bir savaş hazırlığı olduğunu görebiliyordu.
aynı günlerde ingiltere ile fransa avrupa’da çıkabilecek yeni bir savaşı önlemek için gerekirse belli konularda taviz verilebileceğini konuşuyordu. ingiliz ve fransız delegeler çekoslovakya’ya “almanlar’ın çoğunlukta olduğu bölgeleri almanya’ya bırakması” konusunda baskı yapmaya başlamıştı. eğer hitler çekoslovakya’yı işgale kalkarsa ülkenin tamamını ele geçirebilirdi ve ülkenin üçte birlik bir kısmını almanya’ya vererek savaş engellenecekse ingiltere ile fransa buna razıydı. çekoslovakya bu çözüme yanaşmıyordu ama yapabilecekleri fazla bir şey de yoktu çünkü ingiltere ile fransa her ne kadar çekoslovakya’yı desteklese de askeri yardım sözü vermiyordu. herkes almanya’nın çekoslovakya’ya saldırması durumunda çekler’in yalnız kalacağını biliyordu. hitler de o ana kadar avrupalılar’dan taviz üstüne taviz koparmanın verdiği cesaretle çekoslovakya’ya savaş ilan etmesi halinde bile kimsenin ona müdahale etmeyeceğini düşünüyordu. avrupalılar zamanında yılanın başını küçükken ezmeyerek ve hitler’e taviz üstüne taviz vererek bir canavar yaratmıştı ve artık dönülmez akşamın ufku geçilmişti. bu işin geri dönüşü yoktu.
o günlerde ilginç bir olay daha oldu. almanya o günlerde polonya ile arasını çok iyi tutuyordu ve hitler sürekli polonya’yı öven konuşmalar yapıyordu. her ne kadar ikinci dünya savaşının başında almanya polonya’yı işgal edecek olsa da polonyalılar o anda almanya’dan hiç şüphe duymuyordu. almanya’nın çekoslovakya’ya saldıracağı artık herkes tarafından anlaşılınca sovyetler çekoslovakya’ya yardım edebilmek için almanya’nın komşusu olan polonya’dan destek istedi ama polonya bu işe yanaşmadı. daha sonra polonya’ya yanaşan fransa da red cevabı aldı. polonya böylece naziler’e fazlaca güvenerek kendi mezarını kazmış olacaktı.
hitler ağustos ayını büyük ölçüde askeri birlikleri ve askeri inşaatları gezip teftiş ederek geçirdi. 10 ağustos’ta askerlere ve generallere seslenen hitler “1938 yılı bitmeden çekoslovakya sorunu bitmiş olacak. ingiltere ve fransa’dan korkmamıza gerek yok çünkü onlar bizden korkuyorlar” mealinde bir konuşma yaptı. generaller bu konuda hitler’e katılmasa da hemen hemen hiçbirinde hitler’e itiraz edecek cesaret yoktu çünkü daha önce ona itiraz edenlerin başlarına gelenler belliydi.
18 ağustos’ta fransa hava kuvvetleri komutanı almanya’yı ziyarete geldiğinde onun peşine takılan hitler kendisine almanya’nın çeşitli bölgelerindeki uçak fabrikalarını gösterdi. hitler’in amacı almanlar’ın kısa süre içinde devasa bir hava kuvvetleri kurabilecek kapasitede olduğunu gösterip fransızlar’ın gözünü korkutmaktı. aynı günlerde alman gazeteler önceden bir yerden emir almış gibi çekoslovakya’daki almanlar’ın dramını anlatan haberler yapmaya başladılar. her gün çekoslovak rejiminin hapse attığı, işkencelerden geçirdiği, öldürdüğü veya sürgün ettiği almanlar’ın hikayeleri anlatılıyordu. bu hikayelerin hangilerinin doğru hangilerinin uydurma olduğunu anlamanın bir yolu yoktu ama tamamına yakınının propaganda amaçlı yapıldığı çok belliydi.
çekoslovakya ne zaman almanya’nın bir isteğini kabul etse, almanlar hemen yeni bir istekle geri geliyorlardı ve almanlar’ın istekleri giderek ağırlaşarak devam ediyordu. almanlar önünde sonunda işi çıkmaza sokup askeri seçenekleri masaya yatırma planı içindeydiler. 5 eylül’de nazi parti kongresi başladığında en büyük gündem konusu çekoslovakya’ydı. hitler bir an önce bu ülkeye askeri operasyon düzenlenip ülkenin tamamını, veya en azından almanlar’ın yaşadığı kuzey kısmını ele geçirip almanya’ya bağlamak istiyordu. alman medyası her gün propagandanın dozunu arttırıyordu ve çekoslovakya’da yaşayan almanlar’ın sebepsiz yere tutuklandığını, infaz edildiğini, bir çoklarının işkencelerden geçirildiğini ballandıra ballandıra anlatıyordu. ortada müthiş bir bilgi kirliliği vardı.
parti kongresinin ertesi günü beklenmeyen bir olay oldu. askeri seferberlik ilan eden tek ülke almanya değildi. görünüşe göre fransa da askeri seferberlik ilan etmişti ve ingiltere’nin de benzeri bir hareket içerisine girmesinden endişe ediliyordu. hitler artık bazı şeyleri ağırdan alması gerektiğini anlamıştı çünkü eskisi gibi rahatça at koşturamayacak gibiydi. almanlar tedbir olarak fransa sınırına asker yığarak savunma pozisyonu almaya karar verdiler.
bu dönemde hitler’e önerilen çözümlerden biri çekoslovakya’da yaşayan almanlar’ın almanya’ya nakledilmesiydi. sonuç olarak hitler çekoslovakya’daki almanlar’ın zulüm çektiğini ve almanya’daki kardeşlerinden ayrı yaşamak zorunda olduğunu söylüyordu ve buradaki almanlar’ın almanya’ya topluca göç etmesi bu sorunu halledebilirdi. hitler bu çözüme sıcak bakmıyordu çünkü bu çözümde almanya toprak kazanmamış olacaktı. hitler almanya’nın zaten çok yüksek nüfusa sahip olduğunu ve yeterince toprak sahibi olmadığı için eldeki toprakların nüfusu doyurmaya yetmeyeceğini sürekli tekrar ediyordu. bu durumda ülkenin toprakları genişlemeden nüfusunun artması olası yükü arttırmaktan başka bir şey yapamayacaktı.
hitler 12 eylül’de çekoslovak diplomatlarla bir araya gelecekti ama bundan hemen önce alman ordusunun subaylarına seslenerek çekoslovakya’ya gözdağı vermeyi tercih etti. bu konuşmada kısaca “tarihte hiçbir askeri zafer pazarlıklar, diplomasi ve politika ile kazanılmamıştır, bu zaferlerin tamamı askerlerin yüreğiyle, kararlılığıyla ve bilek gücüyle kazanılmıştır” mealinde sözler söyledi. hitler konuşmasının devamında “birinci dünya savaşı sonunda yenilen, ezil ve zayıf bir duruma düşürülen alman ordusunun yeniden toparlandığını ve kısa süre içinde tüm ambargo ve uygulamalara rağmen dünya’nın en güçlü ordularından biri haline geldiğini” hatırlattı ve yapılacak yatırımlarla ordunun güçlenmeye devam edeceğinin sinyallerini verdi.
hitler aynı gün yaptığı bir başka konuşmasında daha da ileri giderek “çekoslovakya devletinin tek varlık sebebi var, o da ilerde almanya’ya karşı yapılacak olan işgal ve yağma savaşında düşmanlarımızın hava kuvvetlerinin uçaklarını muhafaza edeceği ve yakıt ikmali yapacağı bir üs görevi görmek” diyecekti. hitler’e göre sovyetler birliği’nin almanya’yı işgal etmek için başlatacağı bir savaşta çekoslovakya çok önemli bir rol oynayacaktı ve bu yüzden bu devletin ya tamamen yeryüzünden silinmesi ya da almanya’ya zarar veremeyecek kadar zayıflatılması gerekiyordu. hitler konuşmasının devamında “almanya’da alman milliyetçileri yıllarca ezildi, zulümlere uğradı, hakir görüldü, hapse atıldı, işkencelerden geçirildi ve infaz edildi. nazi partisi zaman içinde güç kazanarak bunun önüne geçti ve bugün almanya’daki alman milliyetçileri güçlü durumdadır. bununla birlikte bizim yıllar önce geçtiğimiz yollardan bugün çekoslovakya’daki almanlar geçiyor. tanrı çekoslovakya’da yaşayan 4 milyona yakın alman’ı zulüm çeksinler, kendisinden nefret ettikleri bir ülkenin gölgesi altında yaşasınlar diye yaratmadı! onları kurtarmak bizim en büyük ve öncelikli görevimizdir” şeklinde konuşacaktı.
almanya’da bir çok sivilin arabalarına, kamyonlarına, vasıtalarına ve atlarına bile el konmuştu ve bu araçlar askeriyeye devredilmişti. ülkedeki askeri hazırlıklar sessiz bir şekilde devam ediyordu ve alman halkı bunun etkilerini günlük hayatlarında görmeye başlamıştı. sokaklarda kamuflajlı askeri araçlar sıklıkla görülmeye başlanmıştı ve eskisine göre ortamdaki gerginlik insanların yüzlerinden okunabiliyordu.
çekoslovakya almanlar’ın yoğunlukta olduğu kuzey şehirlerini almanya’ya vermek istemiyordu. bu bölgede almanlar’ın saldırısını bekleyen çekoslovakyalılar yıllardır sınır boyunca savunma hattı hazırlamışlardı ve bölgede çok sayıda askeri oluşum mevcuttu. almanlar’ın sınır şehirlerini ele geçirmesi demek çekoslovakya’nın geri kalanının da savunmasız kalması demekti çünkü sınırda hazırlanan savunma hattı şimdi yeni çizilen sınırda yeniden kurulmak zorunda kalacaktı ve bu yıllarca sürebilirdi. bu durum hitler’in umurunda değildi ve ingilizler durumun ciddiyetini yeni yeni kavradıkları için hitler’i bir an önce masaya oturmaya ikna etmek için hiç vakit kaybetmeden harekete geçtiler.
ingiltere’nin hitler’le telefon, telgraf veya mektup yoluyla anlaşamayacağı belliydi ve ingiliz diplomatlar hitler’i yüzyüze görüşme için ayarlamak zorundaydılar. ingiliz başbakan neville chamberlain hitler’e ulaşarak “nerede görüşmek istiyorsanız uçağa atlayıp gelmeye hazırım” deyince 15 eylül tarihi için sözlenildi. bıyıklı abimiz iş bitirmek için hitler’in ayağına kadar gitmeyi kabul etmişti. almanlar bu görüşmeden ne çıkacağını çok merak ediyordu. hitler bile ingilizler’in kendisine ne diyeceğini bilmiyordu ve tahmin de edemiyordu. ingilizler “çekoslovakya’ya dalaşırsanız karşınızda bizi bulursunuz” da diyebilirdi, “çekoslovakya konusunda istediğinizi vermeye hazırız” da diyebilirdi. bu toplantıda hitler’e psikolojik üstünlük kazandırabilmek için almanya’nın en güneydoğudaki şehri seçilmişti. böylece ingiliz başbakanın olabilecek en uzun mesafeyi katetmesi sağlanmıştı. hitler’in planına göre 70 yasına merdiven dayayan ingiliz başbakan uçakta yorgun düşecekti ve hitler’in isteklerini fazla zorlamadan kabul edecekti. ayrıca toplantıda hitler’e eşlik etmesi ve psikolojik üstünlüğünü arttırması için alman ordusunun en katı generallerinden keitel davet edilmişti.
ingiliz başbakan saatlerce süren uçak yolculuğuyla münih’e uçtuktan sonra arabayla alınıp tren istasyonuna taşındı ve yine 3 saatten fazla süren bir tren yolculuğunun sonunda aynı planlandığı gibi yorgun bir şekilde hitler’in karşısına çıktı. tren yolculuğu boyunca tren yolunun yakınlarına tanklar ve askeri araçlar dizilmişti. böylece ingiliz başbakan trenin camindan dışarı bakarken gördükleriyle almanya’nın savaş hazırlığında olduğunu ve durumun gayet ciddi olduğunu anlayacaktı. hitler misafirini psikolojik olarak daha da yorabilmek için toplantının başında söz istedi ve 1 saatten uzun bir süre boyunca aralıksız olarak nazi partisinin geçmişinden ve ilkelerinden bahsederek ingiliz yöneticinin kafasını allak bullak etti.
tüm bu psikolojik baskılara rağmen ingiliz başbakan umulandan daha fazla direnç göstermişti. ne de olsa ingilizler uluslararası diplomasinin ağa babasıydı ve hitler’in onlardan öğrenecek çok şeyi vardı. hitler çekoslovakya’ya asker sokması halinde ingilizler’le fransızlar’ın sessiz kalmayacağını anlamıştı ve henüz alman ordusu bu iki orduyu karşısına alacak kadar hazır ve güçlü değildi. hitler konuşmanın ileri kısımlarında “her halkın kendi kaderini tayin etme hakkı olduğuna inanıyorsak çekoslovakya’daki 4 milyon alman’ın almanya’ya katılma hakkına neden karşı çıkıyoruz ki?” diyerek topu ingilizler’in sahasına attı. hitler “ingilizler hiçbir zaman çekoslovakya’nın almanya’ya savaşsız bir şekilde toprak vermesini kabul etmez, biz de savaş için bahane hazırlamış oluruz” diye düşünüyordu ama işler hiç de beklenmedik bir yön aldı. ingilizler barışçıl yöntemlerle olduktan sonra çekoslovakya’da almanlar’ın çoğunlukta olduğu bölgenin almanya’ya verilmesine sıcak bakıyordu. bu hitler’in hiç beklemediği bir gelişmeydi.
hitler çekoslovakya’nın bir kısmını değil tamamını almak istiyordu ve bunun için askerleri devreye sokması gerekiyordu. ingilizler avrupa’da yeni bir savaşın çıkmasını istemediği için çekoslovakya’nın bir kısmını almanya’ya vermeye sıcak bakıyordu. hitler ingilizler’le anlaşmış gibi görünüp “çekoslovakya’yı ikna etme kısmını siz halledin” diyecekti. hitler’in planına göre ingilizler’le çekoslovakya masaya oturacak ve çekoslovakya almanya’ya toprak vermeyi kabul etmeyince çıkacak olan savaşta suç çekoslovakya’ya atılacaktı. böylece almanya’ya bu ülkenin tamamını yutması için bahane çıkacaktı. ingilizler bu planın farkındaydılar ve çekoslovaklar’ı ikna etmek için tüm güçleriyle uğraşmak zorunda kalacaklardı.
bundan 2 gün sonra ingiliz gazetelerine konuşan hitler “çekoslovakya gibi ufak bir ülkeden dolayı avrupa ülkelerinin birbirine gireceğini ve savaşacağını düşünmüyorum. çekoslovakya avrupa’nın ortasında büyüyen bir kanser gibi ve fazla büyümeden kesilip atılmazsa herkesi tehdit edecektir. rusya’nın en önemli müttefiklerinden biri olan bu ülke almanya’yı bir hançer gibi tehdit etmektedir” mealinde bir açıklama yaptı. hitler’in aynı günkü röportajındaki ilginç açıklamalarından biri de şu şekildeydi: “siz benim almanya’yı yeniden kurmak, her yere okullar, fabrikalar, karayolları, köprüler inşa etmek dururken çekoslovakya’ya asker göndermekle meşgul olmayı çok sevdiğimi mi düşünüyorsunuz? başımızda çekoslovakya belası olmasaydı şimdi ülkeyi çok daha kalkındırmış olurduk. çekoslovakya devleti hiç kurulmamış olması gereken bir devletti ve alman, macar ve polonyalılar’ın bulunduğu bu topraklarda çekoslovakya devletini kurmak çılgınlıktan başka bir şey değildi. çekler’in bağımsız bir devlet kurmak için hiçbir tarihsel hakları yoktu.”
hitler 20 eylül’de macaristan hükümetiyle görüştü ve olası bir çekoslovakya savaşında destek istedi. aynı günlerde almanya’nın çekoslovakya’dan kaçan alman mültecileri ülkeye kabul edeceği açıklandı. hitler bu mültecilerden bir askeri birlik kurmak istiyordu ve çekoslovakya savaşında bu birliği kullanma gayesi içindeydi. aynı gün polonyalılar’la görüşen hitler onlardan da destek istedi. çekoslovakya toprakları içinde almanlar dışında en büyük azınlık gruplar macarlar ve polonyalılar’dı. bu yüzden hitler’in aynı günde iki devletle görüşmesi stratejik anlamda önemliydi. tabi ki o dönemde kimse hitler’in bir sonraki hedefinin polonya olacağını tahmin edemezdi.
perde arkasında ingilizler fransızlar’ı ikna etmeyi başarmıştı ve şimdi bu iki ülke çekoslovakya’ya hitler’in şartlarını kabul etmesi için baskıya başlamıştı. çekoslovakya hükümeti şok içindeydi çünkü daha düne kadar kendilerini destekleyen ingiltere ve fransa şimdi kendilerine “almanya’ya toprak vermeyi kabul edin” diyordu. çekoslovakya tamamen savunmasız kalmıştı ve almanya’ya toprak vermekten başka çaresi kalmamıştı. 21 eylül’de çekoslovakya hükümeti hiç vakit kaybetmeden şartları kabul ettiğini açıkladı. bunun üzerine ingiliz başbakanı yeniden almanya’ya giderek hitler’e “iyi haberi” vermek için harekete geçti. 22 eylül’de gerçekleşen görüşmede ingiliz başbakan hitler’e “çekoslovakya’da nüfusun %50’sinden fazlası alman olan tüm şehirler almanya’ya verilecek ve geri kalan şehirlerde de referandum yapılacak” kararını açıkladı. ayrıca bundan sonra ortaya çıkacak olan yeni çekoslovakya’nın sınırları ingiltere, fransa ve italya tarafından garanti altına alınacaktı. hitler bu şartları kabul etmediğini açıkladı. bu konuşma sırasında önceden ayarlanmış bir tiyatro gerçekleşecekti. konuşmanın ortasında hitler’in yardımcılarından biri heyecanlı heyecanlı odaya girerek “efendim çekoslovaklar sınırda çok sayıda alman’ı kurşuna dizmiş” diyecekti ve bunu duyan hitler sinirlenmiş gibi yaparak bağıra bağıra “buna artık dayanmak mümkün değildir. öldürülen tüm almanlar’ın intikamını alacağım!” diye haykırarak masadan kalkacaktı.
ingiliz başbakan chamberlain bu durumdan hiç memnun değildi. hitler teklifi kabul etmeyişine sebep olarak 2 şeyi öne sürdü. birinci sebep, çekoslovakya’daki macar ve polonyalı azınlıkların durumu tartışılmamıştı. hitler ayrıca almanya’nın hiç vakit kaybetmeden çekoslovakya’nın kuzeyine derhal asker sokabilmesini istiyordu. ingilizler işin zora girdiğini anlamıştı çünkü çekoslovaklar almanlar’ın tüm şartlarını kabul ettikçe hitler yeni şartlar icat ediyordu. hitler çekoslovakya’nın tamamen haritadan silinip ülkenin almanya, macaristan ve polonya arasında paylaşılmasını savunuyordu ve ingilizlerle fransızlar’ın bunu kabul etmesi mümkün değildi.
ertesi gün pazarlıklar devam edecekti ama ingilizler hitler’e mektup yazmayı tercih edince hitler de onlara mektupla cevap verdi. hitler fazla ileri gittiğini anlamıştı ve ingilizler’in şartlarını kabul edip çekoslovakya’ya verdiği zamanı 1 ekim’e kadar uzatmayı kabul etmişti. bu arada çekoslovakya askeri seferberlik ilan etmişti ve kapalı kapılar ardında rusya çekoslovakya’ya yardım etme sözü vermişti. çekoslovakya’ya son dönemde modern silahlar verilmişti ve çek ordusu çok kötü durumda değildi. ruslar’ın yardımı da durumu dengeleyebilirdi ama çekoslovakya ingiltere ve fransa’nın desteği olmadan almanya’ya dalaşmak istemiyordu. çekler’in ingiltere ve fransa’dan beklediği destek bir türlü gelmedi. aksine ingilizler ve fransızlar çekler’e “almanlar’ın şartlarını kabul edin” şeklinde baskı yapıyordu.
25 eylül’de çekoslovakya bir kez daha almanya’nın tüm şartlarını kabul ettiğini söyledi ve hitler bir kez daha yeni şartlar öne sürdü. ingilizler bu kez hitler’e baskı yapmaya başladılar ve hitler de orjinal isteklerine geri döndü. sonraki günlerde pazarlıklar devam etti ve en sonunda hitler’in çekoslovakya’ya verdiği ültimatomu dolmasına 1 gün kala almanya, italya, fransa ve ingiltere masaya oturarak çekoslovakya’nın kaderini belirlemek üzere pazarlıklara başladılar. ilginçtir ki bu pazarlıklarda çekoslovakya’yı temsilen hiç kimse yoktu ve en sonunda alınan karar çekoslovakya’ya ilan edilecekti. en sonunda çekoslovakya’da almanlar’ın çoğunlukta olduğu bölgelerin almanya’ya verilmesi kararı alındı ve çekoslovakya’ya “bu antlaşmayı kabul etmezsen kendi başının çaresine bakmak zorundasın” mesajı çekildi. münih antlaşması imzalanmıştı ve çekoslovakya’nın önemli bir kısmı almanya’ya bırakılmıştı. çekler’in bunu kabul etmekten başka çaresi yoktu.
hitler yine tek bir kurşun bile atmadan almanya’nın topraklarını genişletmeyi başarmıştı. naziler iktidara geldiğinden beri sürekli bir askeri yığınak yapıyorlardı ve almanya sürekli komşularını tehdit ve ültimatomla sindirerek topraklarına toprak katıyordu. bununla beraber ingiltere ve fransa da “aman tadımız kaçmasın, avrupa yeni bir savaşı kaldıramaz” diyerek hitler’e hoşgörüyle yaklaşıyordu. bundan şımaran hitler giderek daha da işlerin dozunu arttırıyordu ve kimse bunun nereye varacağını bilmiyordu.
hitler her ne kadar çekoslovakya’nın tamamını şimdilik yutamamış olsa da bu meselede epeyce karlı çıktığını düşünüyordu ve bunda sadece elde edilen topraklar rol oynamamıştı. aynı zamanda uzun zamandır kötü olan almanya-ingiltere ilişkileri düzelmiş gibiydi. hitler en başından beri ingiltere ile yakınlık kurmak istiyordu ve ingiltere kendisini bir türlü ciddiye almıyordu ama son görüşmelerde ingilizler’in kendisini ciddiye almaya başladığı kesindi.
1 ekim sabahı almanya’da güneş doğduğunda ortada aylardır devam eden gergin havadan bir eser kalmamıştı. siviller el konulan araçlarını geri almıştı ve asker kışlaya çekilmişti. savaş riskinin ortadan kalktığını gören alman halkı olanlardan memnundu. çekoslovakya’dan almanya’ya verilecek olan topraklardaki çekler bulundukları topraklardan göç etmek için harekete geçmişti. çekoslovakyalılar da ingiltere ve fransa tarafından ihanete uğradıklarını düşünüyorlardı. çekler’e göre bu iki ülke hitler’den korkarak ona boyun eğmişti ve her ne kadar şimdilik savaş çıkmamış olsa da ilerde bir gün mutlaka çıkacaktı. açıkçası çekler’in haklı çıkması için çok uzun zaman geçmesi gerekmeyecekti.
3 ekim’de almanya’nın yeni “fethettiği” topraklara giden hitler buradaki yerel alman halka seslendi. hitler’in konuşması önceki coşkulu konuşmalardan farklıydı ve çekoslovakya’nın tamamını alamadığı için bu konuşmada hüzün ve hayalkırıklığı hakimdi. hitler konuşmasında: “bu topraklar artık almanya’nın bir parçasıdır ve tarihin sonuna kadar kimsenin gücü buraları bizden ayırmaya yetmeyecek. bu topraklar alman kılıcıyla ve alman kalkanıyla savunulacaktır ve buraları savunmak için alman kanı akacaktır. bugün burada bir zafer kazanmış olarak kutlama yapıyoruz ama her alman kutlamalarda olduğu gibi fedakarlıklarda da rol almalıdır. bugünden itibaren birer alman vatandaşı olarak sizin göreviniz de başlamıştır. daha düne kadar almanya sizi kurtarmak için nasıl kılıcını çekmeye hazırsa siz de zamanı gelince almanya’yı korumak için kılıcınızı çekmeye hazır olacaksınız.”
herkes savaş çıkmadı diye derin nefes alırken hitler daha 3. günden savaş çağrıları yapmaya başlamıştı. hitler’ elini veren kolunu kaptırıyordu ve taviz üstüne taviz alan hitler sürekli yeni tavizler peşinde koşuyordu. şimdilik “çekoslovakya sorunu halledilmişti” ama hitler’in daha büyük hedefleri vardı. hitler’in asıl hedefi ingiltere ile bir olup rusya’ya saldırmaktı ve bunun için önce almanya ile rusya arasında bir perde gibi duran polonya’nın alınması gerekiyordu. hitler özellikle son 1-2 yıldır polonya ile diplomatik olarak yakınlaşmalar yaşamıştı ve iki ülkenin ilişkileri çok iyiydi. polonya çekoslovakya meselesinde almanya’nın yanında olmuştu ve burada savaş çıkarsa almanya’nın yanında duracağını belirtmişti. almanya’nın polonya’ya saldırmak için bahane bulması pek kolay bir iş olmayacaktı.
bugünlerde hitler’i rahatsız eden bir konu daha vardı. alman halkı savaş çıkmasını istemiyordu ve savaş konusunda kimsenin iştahı yoktu. hitler halkı gaza getirip savaşa hazırlamak için ne kadar uğraşsa da halkta bu coşkuyu göremiyordu. bu da onun içinin içini yemesine sebep oluyordu. bu 2. dünya savaşının sonuna kadar devam edecek olan bir durumdu ve alman halkı istemeye istemeye savaşın içine sürükleniyordu.
daha münih antlaşmasının mürekkebi kurumadan hitler yeni savaş planları içindeydi. bir şekilde çekoslovakya’nın geri kalanı da alınıp almanya’ya katılmalıydı ama münih antlaşmasındaki şartlara göre çekoslovakya’ya saldırmak demek ingiltere ve fransa’yı savaşa davet etmek demekti. hatta bu iş ingiltere ve fransa ile sınırlı kalacak gibi de değildi çünkü çekoslovakya’nın arkasında koskoca sovyetler birliği vardı. hitler kimseyi ürkütmeden işi oldu bittiye getirmek istiyordu. bu arada münih antlaşmasında imzası bulunan bir başka ülkenin italya olduğunu hatırlatmada fayda var. birinci dünya savaşı öncesi almanya ile italya müttefikti ama savaş başlar başlamaz italya savaştan çekilerek almanya’yı yalnız bırakmıştı. hitler bunun yeniden tekrarlanmasını istemiyordu ve sürekli italya’ya diplomat heyetleri göndererek (zaman zaman da kendisi giderek) italya’nın nabzını yokluyordu.
bu arada çekoslovakya’da hükümet değişmiş ve yerine alman yanlısı bir hükümet kurulmuştu. ayrıca ülkenin bir kısmını polonya işgal ederken bir kısmında da slovakya isimli yine alman yanlısı bir devlet kurulmuştu. eski çekoslovakya’dan geriye pek bir şey kalmamıştı.
hitler polonya’ya saldırmasına saldırmak istiyordu ama ondan önce “halletmek” istediği başka meseleler mevcuttu. örneğin almanya’daki yahudiler’in varlığı hitler’i hala rahatsız ediyordu ve bu meseleyi bir süredir avusturya ve çekoslovakya’yı alman topraklarına katmak için rafa kaldırmak durumunda kalmıştı. 9 ekim’de yapılan bir konuşmada “...ve uluslararası yahudiler’in bize olan düşmanlığını ve oynadığı oyunları da unutmuş değiliz. barış istememiz kendimizi savunamayacağımız anlamına gelmiyor” şeklinde bir ifade geçtiğinde herkes hitler’in bir sonraki hedefinin kim olacağını anlamış gibiydi.
1938’in sonbahar ayları devam ederken polonya hitler’in ekmeğine yağ süren bir karar aldı. buna göre polonya dışında yaşayan yahudiler’in polonya vatandaşlığı iptal edilecekti. almanya’da çok sayıda polonya vatandaşı yahudi vardı ve bunların vatandaşlığının olmaması demek almanya’nın bu kişilere istediği gibi davranabilmesi demekti. alman polisi kısa süre içinde yeni bir karar aldı ve ülkede alman vatandaşı olmayan herkesin vizesini iptal etti ve vize için yeniden başvurulması gerektiğini açıkladı. artık ülkedeki yahudiler’in fişlenip tespit edilmesi daha da kolaylaşmıştı. bu arada almanya’daki yahudi esnafa karşı uygulanan ambargo da aşama aşama geri gelmişti ve ülkedeki yahudiler geçim sıkıntısı yaşıyordu. bazı yahudiler çareyi fransa, belçika veya hollanda’ya kaçmakta buldular. bazı yahudiler de devlet eliyle sınırdışı edilecekti. polonya’ya kaçmaya çalışan yahudiler de olmuştu ama polonya onlara pek sıcak bakmıyordu ve polonya’daki şartlar almanya’dakinden çok daha iyi değildi.
7 kasım 1938’de fransa’da sürgün hayatı yaşayan herschel grynszpan adında bir yahudi genç buradaki alman diplomatlarından birine suikast düzenledi. bu da hitler’e uzun zamandır aradığı bahaneyi verecekti. 9 kasım’ı 10 kaşıma bağlayan gece kristallnacht yani “kırık camlar gecesi” yaşandı. ss ve sa tugaylarıyla beraber gaza getirilen bazı alman milliyetçiler yahudilerin evlerinin, dükkanlarının, sinagoglarının ve diğer mekanlarının camlarını kırmıştı, sokakta görülen yahudiler linç edilmişti ve bir çok yahudi tutuklanmıştı. olay sırasında devlet olanlara göz yummuş veya el altından destek vermişti. toplamda irili ufaklı bin sinagog, 7 bin çeşitli bina ya kısmen ya tamamen tahrip edilirken yüzden fazla yahudi öldürülmüş, onbinlercesi yaralanmış veya tutuklanmıştı.
yahudiler’in perde arkasında dünya’yı yönettiğini düşünen ve almanya’daki yahudileri rehin tutarak uluslararası pazarlıklarda kullanan hitler bu olayı stratejik bir şekilde perdeler arkasında yönetmişti. 7 kasım’da suikast düzenlendiğinde alman diplomat rath henüz hayatını kaybetmemişti ve hitler de o günkü ve 8 kasım’daki konuşmalarında bu suikastten hiç bahsetmedi. 9 kasım’da öğleden sonra saat 4:30’da alman diplomat hayatını kaybedince düğmeye basıldı. hitler olay hakkında hiçbir açıklama yapmamakta ısrar ediyordu ve sadece ölen diplomatın ailesine başsağlığı dilemek için telgraf çekmekle yetiniyordu. arka planda da hitler’e bağlı sa tugayları goebbels önderliğinde katliama hazırlanıyordu.
sokağa dökülen sa militanlarının ilk hedefi sinagoglar ve içinde yahudiler’in yaşadığı bilinen apartman bloklarıydı. ayrıca yahudiler’in dükkan ve işyerleri de hedef alınmıştı. balyozlarla yerleşim birimlerinin camları indiriliyor, duvarlar yıkılıyor ve mobilyalara gaz dökülerek ateşe veriliyordu. tüm bu olaylar sırasında alman devleti derin uykudaydı çünkü polis ve asker ortalıkta gözükmüyordu. bir çok yahudi ya sopalarla dövülerek ya da kafalarına kurşun yiyerek hayatını kaybederken “daha şanslı” olanlar kelepçelenip kamyonlara dolduruluyordu. gecenin karanlığında ortamı aydınlatan tek şey ateşe verilip yanan binalar ve sinagoglardı.
10 kasım sabahı uyanan almanlar sokakta yanık ve yıkık binalar gördü ve sokaklar kan lekeleriyle doluydu. ortalıkta aynı zamanda kırık cam parçaları vardı. olay yerine çok sonradan gelen alman polisi bölgede hayatta kalan yahudilere “provokasyon yapmak” suçundan dolayı ceza kesmekle meşguldü. o akşam alman medyasına konuşan hitler bu olaydan hiç bahsetmedi ve sanki olay hiç yaşanmamış gibi davrandı. hitler dünya’yı (ve ingiltere’yi) perdeler arkasında yahudiler’in yönettiğini düşünüyordu ve bir yandan ingilizler’e gözdağı vermek isterken bir yandan da yahudiler’i fazla kızdırıp dünya’yı kendine düşman etmek istemiyordu. hitler ülkedeki yahudileri rehine olarak gördüğü için her fırsatta onlara baskı yaparak yabancı ülkelerden taviz koparmaya çalışıyordu. zaten bu başarılı olmayınca da katliamların dozu artacaktı.
10 kasım’dan sonra kasım ayının geri kalan 20 gününde almanya’daki yahudiler’e olan baskı düşük yoğunlukta devam etti. toplu olaylar pek yaşanmasa da münferit olarak sokaklarda yahudilerin dövülmesi, evlerinin camlarının kırılması ve bazı tutuklanma olayları yaşandı. alman medyasında bu olaylar pek yer bulamadı. bu olaylara en büyük tepki abd’den geldi ve bu ülke almanya’daki tüm diplomatlarını geri çekti. abd hitler hayatta olduğu sürece almanya’ya başka hiçbir büyükelçi veya üst düzey diplomat yollamadı.
hitler hala alman halkının savaşa sıcak bakmamasından rahatsızdı ve almanya’daki tüm önemli gazeteci ve muhabirleri özel davetiyeyle çağırdığı bir salon konuşmasında gazetecilere halkı savaşa hazırlamalarını ve bunun almanya için çok önemli olduğunu uzun uzun anlattı. o dönemde almanya’da nazi yanlısı olmayan gazeteciler zaten piyasadan büyük ölçüde silinmişti ve çağırılan gazetecilerin hitler’in isteğini yerine getireceğinden şüphe yoktu.
1938 yılının aralık ayı nispeten yavaş geçecekti. bu ayda hitler bazı yabancı diplomatları misafir ederek almanya ile bazı ülkeler arasında diplomatik ilişkiler kurmaya çalışacaktı. 4 aralık’ta çekoslovakya’dan almanya’ya katılan topraklarda sembolik bir seçim yapıldı ve nazi partisine %98.8 oranında oy çıktı. bu her ne kadar kolpa da olsa hitler’in alman halkına yaptıracağı son seçimdi. 6 aralık’ta almanya ile fransa arasında barış antlaşması imzalandı ve iki ülkenin sınırlarının olduğu gibi tanınması gerçekleşti. hitler kısa bir süre sonra polonya’ya saldırdığında bu antlaşmanın fransa’yı almanya’ya saldırmaktan alıkoyacağını düşünüyordu ama yanılıyordu.
aslında 1938 yılı geride kalırken işler hitler için tıkırında gidiyordu. almanya tek mermi atmadan bir çok toprak kazanmıştı ve almanya’nın dışında yaşayan 10 milyon alman ülke topraklarına katmıştı. ülkenin ordusu yeniden kurulmuştu ve deniz ve hava kuvvetleri eskisinden bile güçlü hale getirilmişti. almanya uluslararası arenada korkulan bir ülke haline gelmişti, işsizlik ve enflasyon savaş öncesi rakamlara gerilemişti. her ne kadar alman halkının çoğu savaşı desteklemese de hitler’e olan halk desteği oldukça yüksekti. 1938 hitler’in zirve yılı gibiydi ama bütün bunları ziyan etmesine az kalmıştı.
1939 yılı resmi olarak ikinci dünya savaşının başlangıç yılı olarak kabul edilse de savaşın ayak sesleri 1934’ten beri rahatlıkla duyulabiliyordu. japonya cephesindeki savaş zaten çoktan başlamıştı ve almanya da her ne kadar mermi atmasa da düzenli bir şekilde yığınak yaparak topraklarına toprak, nüfusuna nüfus katıyordu. artık dünya almanya’nın yayılmacı politikasına sessiz kalmak istemiyordu ve ingiltere’de başta winston churchill olmak üzere bir çok devlet adamı almanya’ya dur demenin zamanının geldiğini haykırıyordu. her gün ingiliz ve fransız meclislerinde almanya konusu tartışılırken tartışmalar hararet kazanıyordu ve almanya karşıtı diplomatların sayısı giderek artıyordu.
ingilizler almanya’ya uyarı üzerine uyarı gönderiyordu ve almanya’nın yayılmacı politikasının bundan sonra tolore edilmeyeceğini ve almanya’nın yapacağı ilk işgal hareketinde savaşla karşılacağını ilan ediyordu. hitler bu uyarıları pek ciddiye almıyordu ve eninde sonunda almanya ile ingiltere’nin müttefik olacağına inanmaya devam ediyordu. ingilizlerle fransızlar hitler’in istediklerini aldıktan sonra sakinleşeceğini ve avrupa’nın rahatlayacağını düşünüyorlardı ama hitler aldıkça daha da fazla isteyen biriydi ve bunu çok az kişi önceden hesap edebilmişti.
5 ocak 1939’da hitler polonya dış işleri bakanı beck ile münih’te görüştü. son 2 yıldır almanya ile polonya’nın arasından şu sızmıyordu ve hitler her fırsatta yeni müttefiğine övgüler yağdırıyordu. bu kez işler biraz farklı yürüdü. almanya nüfusunun çoğunluğunu alman asıllıların oluşturduğu danzig kentini polonya’dan almak istiyordu ama polonya buna sıcak bakmıyordu. hitler avusturya ve çekoslovakya’da olduğu gibi yine ingiltere’nin desteğini alarak polonya’dan toprak kopartabileceğini düşünüyordu ama ingiltere’nin hitler’den yana pek sabri kalmamıştı. ingiliz meclisinde hitler karşıtı şahısların sayısı ve popülaritesi giderek artıyordu.
polonya’nın tek memnuniyetsizliği danzig meselesi değildi. almanya kısa süre önce özerk bir ukrayna devletinin kurulmasına önayak olmuştu ve polonya bu devletin ya kendisine ya da en azından macaristan’a bağlanmasını istiyordu çünkü kendi içinde bağımsızlık isteyebilecek grupların ülkeyi bölebileceğinden korkuyordu. hitler polonya’nın isteğine sıcak baksa da bunun karşılığında ısrarla danzig bölgesini istiyordu ve bunu pazarlık unsuru olarak kullanıyordu. hitler’in danzig için önerdiği modellerden biri şehrin siyasi olarak almanya’ya, ekonomik olarak polonya’ya bağlı olmasıydı. yani şehri almanya yönetecekti ama şehirdeki vergilerden ve yatırımlardan polonya sorumlu olacaktı. polonyalılar bu teklife de pek sıcak bakmadılar.
hitler’in 5 ocak’taki son teklifi danzig şehrine karşılık polonyalılar’la 20 yıllık saldırmazlık antlaşması yapmak ve polonya’nın şu anki sınırlarını garanti altına almaktı. polonyalılar ne olursa olsun stratejik öneme sahip olan danzig şehrini almanya’ya vermeyi kabul edilemez buluyorlardı.
aynı günlerde hitler’in yeni yaptırdığı “başkanlık sarayının” inşaatı bitmişti. hitler hemen hemen her gün çeşitli ülkelerin diplomatlarını bu sarayda ağırlayarak yeni evini dosta düşmana gösteriyordu. hitler o günlerde yaptığı bir çok konuşmada yeni bir sarayın neden gerekli olduğunu ve bu sarayın ülkenin yurtdışındaki imajını arttırdığını açıkladı. bu saray aslında hitler için lanetli bir saraydı çünkü bundan sonra hitler için bir çok şey ters gidecekti.
o günlerde hitler’in konuşmalarında ilginç bir değişim daha gözlemlenmeye başlandı. o güne kadar hitler’in halka açık yaptığı konuşmalara herkes gidebiliyordu ama artık yavaş yavaş konuşmalara katılanlar elle seçilir olmuştu. hitler konuşma yaparken karşısında sessizce oturan, tezahürat yapmayan, kendisine yan bakan, gözlerinden şüpheyle baktığı belli olan kişiler görmek istemiyordu. bu yüzden bundan sonraki konuşmalarda seyirciler özellikle en fanatik nazi hayranlarından seçilecekti ve hitler en ufak bir şüphe izi bile görmeyecekti.
19 ocak’ta hitler yeni bir karar açıkladı. buna göre artık 18 yasına gelip askere katılacak olan gençler bundan 1 yıl önce sa tugaylarına katılıp ön eğitim alacaklardı ve askere katıldıklarında zaten eğitimli geldikleri için ön eğitimi atlayıp direk hizmete başlayacaklardı. bu da kağıt üzerinde askerlik hizmetini 1’er sene arttıracaktı. hitler’in savaş hazırlığı yaptığı ve orduya alabildiği kadar asker almaya çalıştığı çok açıktı.
20 ocak’ta alman merkez bankasının başkanı olan hjalmar schacht hitler tarafından görevden alındı. bay schacht hitler’in sürekli para basarak askeriyeye yatırım yapmasının ülkede ekonomiyi çökerteceğine inanıyordu ve ekonomiden pek anlamayan hitler de kendisini planlarına engel olmaya çalışan biri olarak görüyordu. hitler kendisine muhalefet eden herkes gibi schacht’i da görevinden aldı ve schacht en azından idam edilmediği için şükrederek görevini bırakmak zorunda kaldı. bundan sonra alman merkez bankasının kontrolü tamamen hitler’e geçti ve o da zaten istediği gibi at koşturduğu ülkede kredi musluklarını tamamen alman ordusu için sonuna kadar açarak alman ekonomisinin çökmesi pahasına savaş hazırlıklarının devamını sağladı.
hitler alman ekonomisinin zenginleşebilmesi için doğuya doğru açılınması gerektiğini düşünüyordu. almanya’nın hedefi polonya’yı ele geçirdikten sonra rusya’nın maden, doğalgaz ve petrol bakımından zengin topraklarına çöreklenmek ve buradan elde edeceği gelirle zenginlik içinde yaşamaktı. hitler ısrarla bir çok konuşmasında almanya ile rusya’nın nüfusunu ve yüzölçümünü karşılaştırarak almanlar’ın ufacık ve verimsiz bir toprak parçasına gömülmek zorunda kaldığını, ruslar’ın ise devasa büyüklükte verimli topraklardan nasiplendiğini söylüyordu. zaman zaman almanya hariç tüm batılı devletlerin sömürge sahibi olmasına da göndermeler yapılıyordu.
ocak ayının sonunda yeni kurulan ve almanya yanlısı olan çekoslovakya hükümetini almanya’ya davet eden hitler kendileriyle bazı antlaşmalar imzaladı. bu antlaşmalara göre almanya’nın karayolu ağı çekoslovakya’yı da kapsayacaktı ve çekoslovakya’ya karayoluyla giren alman vatandaşları her türlü vize ve vergiden muaf tutulacaktı. çekoslovakya bu antlaşmaya imza atsa da bu onları birkaç ay sonra almanya tarafından yutulmaktan kurtaramayacaktı. aynı günlerde almanya ile polonya arasında 1934’te imzalanan saldırmazlık antlaşmasının 5. yılına girilmişti ve kutlamaları bahane eden hitler yeniden polonya’ya danzig konusunda baskı yapmaya çalıştı ama bundan pek sonuç çıkmadı.
30 ocak’ta hitler alman meclisine yaptığı konuşmada o günden sonra artık sıklıkla kullanacağı “yaşam alanımızı (lebensraum) genişletme vakti geldi” mealinde sözler söyledi. artık yavaş yavaş almanya’nın yeni kattığı topraklarla doymayacağı ve yeni topraklar peşinde koşacağı belliydi ve hitler bunu her fırsatta açık açık söylemeye başlamıştı. fransa bu konuda oldukça endişeliyken ingiltere hala “aman ağzımızın tadı bozulmasın şimdi” diyerek olayları uzaktan “kaygıyla izlemekten” başka bir şey yapmıyordu.
subay ayına gelindiğinde hitler ilginç bir ruh haline bürünmüştü. her ne kadar o ana kadar avrupa’dan istediklerini teker teker hiç mermi bile atmadan elde etmiş de olsa bu, kendisini memnun etmek yerine huylandırıyordu. almanya 6 yıldır sürekli ordusuna yatırım yapıyordu ve dünya’nın en güçlü ordularından birini kurmuştu ama henüz bu orduyu kullanacak fırsat bulamamıştı. hitler bir şekilde orduyu kullanıp dünya’ya (özellikle kendisini yıllardır bir türlü ciddiye alamayan ingiltere’ye) gözdağı vermek istiyordu. avrupalılar kendisinin bir dediğini iki etmeyerek bir türlü ordusunu kullanmasına ve gücünü test etmesine izin vermemişti. hitler bu dönemde askeri bir başarı sağlarsa alman halkının eski coşkusunu geri kazanıp kendisini yine ateşli bir şekilde destekleyeceğini düşünüyordu ama şimdilik asker kullanması için önüne bahaneyi bırak bahane kırıntısı bile çıkmamıştı.
13 şubat’ta modern almanya’nın kurucusu ve diplomasi dahisi olarak kabul edilen bismarck’in mezarını ziyaret eden hitler birkaç gün sonra açılışını yapacağı devasa bir savaş gemisine bu şahsın ismini verdi. bismarck aynı zamanda ingiltere’nin gelmiş geçmiş en çok saygı duyduğu diplomatlardan biriydi ve gemiye bu ismin verilmesi belki de ingiltere’ye gönderilmiş bir mesajdı. ingiltere demişken şunu da eklemekte fayda var ki ingiltere o dönemde uzak ara en güçlü donanmaya sahip olan ülkeydi ve alman donanması da giderek büyüyordu. hitler’in hedefi 5 yıl içinde ingiliz donanmasını yenebilecek bir donanma inşa etmekti. bu ingiltere ile birkaç yıl önce imzalanan ve almanya’ya ingiltere’nin %35’i kadar donanma kurma hakkı veren antlaşmaya da aykırıydı ama o saatten sonra hitler’in hiçbir antlaşmayı dinleyecek hali yoktu.
birkaç gün sonra her sene gittiği araba konferansına gidip buraya yeniden konuşma yapan hitler daha önceki senelerde söylediğinden farklı şeyler söylemeye başladı. hitler araba üreticilerine “araba üretirken daha az çelik kullanın. bu arabanın ağırlığını azaltır, manevra kabiliyetini arttırır, daha az yakıt tüketilmesini sağlar ve arabaları ucuzlatarak halkın daha kolay araba sahibi olmasını sağlar” diyerek çok sayıda kişiyi şaşırtacaktı. hitler yine autobahn’daki hız sınırını 80 km olarak belirlemişti ve arabaların daha hızlı değil daha yavaş gitmesi gerektiğini söylemişti. burada hitler’in arabalarda daha az çelik kullanılma isteğinin asıl sebebi askeriydi. son birkaç yıldır alman ordusu ülkenin çelik kaynaklarını sömürmüştü ve ülkedeki tüm çelik kaynakları tank ve askeri araç yapımına ayrılmalıydı. bu yüzden geri kalan endüstri ve sektörlerden kesintiler yapılacaktı.
25 şubat 1939’da italya dış işleri bakanı ciano polonya’ya diplomatik gezi için gittiğinde sokaklara dökülen polonya halkı almanya ve hitler aleyhine sloganlar atmaya başladı. polonyalılar hitler’in danzig şehrini istemesine sinirlenmişti ve hitler’in en büyük müttefiği olarak italyanlar’a bu konuda mesaj vermek istiyorlardı. bu protestolar italyanları pek etkilemese de hitler’i sinirlendirmeye yetti. hitler o gün polonya konusuna hiç değinmese de çok sonraları yaptığı bir konuşmada polonya’ya saldırma kararını aslında 25 şubatta aldığını itiraf edecekti.
mart’ta hitler bir çok yabancı diplomatı başkanlık sarayında verdiği bir resepsiyonda konuk etti. burada ingiliz diplomatlarla tartışmaya giren hitler “biz nasıl sizin dünya’nın dört bir yanındaki sömürgelerinize karışmıyorsak siz de bizim doğu avrupa’daki işimize karışmayacaksınız” benzeri bir nutuk attı. o günlerde hitler’in değişen ruh halini gösteren bir başka işaret de almanya’daki devlet adamlarına olan yaklaşımıydı. hitler ülkede yönetimi ele geçirdikten kısa bir süre sonra orduyla arasına mesafe koymuştu ve bir çok parti ve resepsiyonda nazi partisi üyeleri önlerde otururken askerler arkalarda oturuyordu. şu günlerdeyse bunun tam tersi görülüyordu ve hemen hemen her davette askerler önlerde bulunurken nazi partisinin önde gelen yöneticileri bile arkalarda görülüyordu. bu da hitler’in önceliklerinin değiştiğinin bir başka kanıtıydı.
10-11 mart tarihlerinde almanya’da propaganda makinesi harekete geçmişti ve alman gazeteler sürekli çekoslovakya’da (daha doğrusu bölünüp parçalanan çekoslovakya’dan geri kalan ufak ülkede) meydana gelen iç çatışmalardan ve yapılan zulümlerden bahsetmeye başlamıştı. bu hitler’in birkaç gün içinde bu ülkenin son kırıntısını da işgal edip haritadan sileceğinin bir göstergesiydi. sonunda hitler’in uzun zamandır aradığı fırsat ayağına gelmişti ve askeri güç kullanmak için eline fırsat geçmişti.
14 mart akşamı çekoslovak devletl adamları hacha ve chvalkovsky hitler’i huzuruna çağırıldı. bu ikisi hitler’in mekanına geldiğinde ortaya çıkmayan hitler, kendilerini 4-5 saat boş bir odada beklettikten sonra saat gece 1’de karşılarına çıktı. hitler her zamanki diplomatik taktiğini, yani karşısındaki muhattabi psikolojik ve fiziksel olarak yorup sonra karşısına çıkma taktiğini uyguluyordu. bundan sonra yarım saat kadar hitler’in nutuk çekip kendilerini haşlamasını dinleyen çekoslovak yöneticiler, başları öne eğik bir şekilde oturmaktan başka bir şey yapamadılar. birazdan alman askerleri çekoslovakya’dan geri kalan kırıntıları da işgal edecekti ve çekoslovak askerler kendilerine verilen emir sayesinde en ufak bir direniş bile göstermeyecekti.
bu ilginç bir ayrıntıydı. normal şartlar altında almanya’nın çekoslovakya’yı işgal etmesi münih antlaşmasına aykırıydı ve ingiltere ile fransa almanya’ya savaş ilan edebilirdi fakat çekoslovakya hiç direniş göstermeyince hiç kan dökülmedi ve işgal oldu bittiye getirildi. ingiltere ve fransa yeniden hitler’in oyununa gelmişti ve durumu çaktıklarında iş işten çoktan geçmişti. böylece almanya için çekoslovak sorunu tamamen hallolmuştu ve artık hitler gözünü polonya’ya çevirebilirdi.
17 mart 1939’da ingiltere hitler’e uzun zamandır beklenen ültimatomu verdi. daha önce almanya’yla ilişkileri sıcak tuttuğu için hitler’in övgüsüne maruz kalan başbakan chamberlain bu kez almanya’ya karşı oldukça sert bir konuşma yaptı ve “almanya’nın daha önce ele geçirdiği topraklar (avusturya, rhineland ve çekoslovakya’nın kuzeyi) bir bakıma anlaşılabilir çünkü alman halkının çoğunlukta olduğu topraklardı, halbuki çekoslovakya’nın geri kalanını yutmak da ne oluyor? bundan sonra almanya başka bir ülkenin toprağına göz diker ve bunun sonucunda tek damla kan dökülürse almanya’ya savaş ilan edeceğiz” ifadesinde bulundu. ingilizler ilk kez açık açık almanya’ya karşı savaş ilan edeceklerini söylüyorlardı ama hitler hala bunu ciddiye almış değildi. bu açıklamanın ertesi günü ingiltere ve fransa almanya’ya yazılı nota verdi ve iki ülke de almanya’daki büyükelçilerini geri çekme kararı aldı. buna cevap olarak hitler de bu iki ülkedeki büyükelçilerini geri çekti.
hitler çekoslovakya’daki güç gösterisinden sonra herkesin kendisinden korkacağını ve işlerinin artık daha kolay ilerleyeceğini düşünüyordu ama umduğunun tam tersi bir tepkiyle karşılaşmıştı. polonyalılar bile “çekoslovaklar sana o kadar taviz vermesine rağmen adamların ülkesini işgal ettin, bundan sonra bizden taviz bekleme” demeye başladılar. 21 ve 26 mart tarihlerinde iki kere almanya ve polonya dışişleri bakanları bir araya geldi ve almanya iki seferde de danzig şehrini istedi. polonya iki seferde de sert bir şekilde “hayır” cevabı verdi. bu cevap hitler’i çok şaşırtmıştı çünkü çekoslovakya’nın yutulmasından sonra kimsenin kendisine hayır deme cesaretini gösteremeyeceğini düşünüyordu.
aynı günlerde hitler’e teselli ikramiyesi çıktı. litvanya tarafından 1. dünya savaşından sonra işgal edilen ve alman asıllıların çoğunlukta olduğu memel şehri uzun pazarlıklar sonunda almanya’ya geri verilecekti. bu hitler’in savaşmadan kazanacağı son toprak parçası oldu. bunun akabinde romanya ile ekonomik antlaşma imzalayan almanya, olası bir savaşta kullanacağı petrol ve hammadelerin bazılarını güvence altına almış oldu.
31 mart günü ingiltere’den hitler’in hiç beklemediği bir hamle geldi. bu tarihte ingiltere ile polonya arasında askeri ittifak antlaşması imzalandı ve ingiltere polonya’nın bağımsızlığını ve sınırlarını garanti altına aldığını açıkladı. bundan sonra polonya’ya savaş açmak ingiltere’ye savaş açmakla eşdeğer olacaktı. kısa bir süre sonra bu ittifaka fransa da katıldı ve hitler’in eli iyice zayıflamış oldu. bundan cesaret alan polonya almanya’ya yazılı bir nota vererek “danzig şehrini almanya ile polonya ortak olarak garanti altına alabilir ama şehrin almanya’ya verilmesi söz konusu değildir. almanya polonya’nın bağımsızlığını tanımak ve saygı duymak zorundadır” şeklinde bir mesaj iletince hitler kelimenin tam anlamıyla sinirden kuduracak hale geldi. hitler’in gözü ne ingiltere’yi ne de fransa’yı görmüyordu ve hala onların olası bir savaşta polonya’ya yardıma gelmelerini imkansız olarak görüyordu. hem ingiltere’de hem de fransa’da meclislerde günlerdir devam eden ateşli tartışmalar sonucu hitler karşıtı görüş giderek ağırlık kazanmıştı ve bu iki ülkenin de almanya’ya karşı sabri kalmamıştı.
hitler belki de o gün kadar hiç olmadığı kadar sınırlıydı ve sürekli masaları, duvarları yumruklayarak ingilizler’e küfür, hakaret ve lanet yağdırıyordu. ingilizler hitler’in planına çomak soktuğu için hitler de buna karşılık olarak kimsenin yapmasına ihtimal vermediği bir şey yapmak istiyordu. ingilizler hitler’den herşeyi beklerdi ama sovyetler birliği’yle yakınlaşmasını asla beklemezdi. kendisi gerek göreve gelmeden önce, gerek hükümeti ele geçirdikten sonra yaptığı hemen hemen tüm konuşmalarda komünizmi şiddetle eleştirmiş ve en büyük şeytan olarak görmüştü. hitler sürekli komünizmin avrupa’nın, hatta dünya’nın önündeki en büyük tehdit olduğunu söylüyordu ve yahudiler’e karşı olan kampanyasını bile “yahudiler gizlice komünizmi destekliyor” diyerek yürütüyordu. kimse hitler’in asla sscb ile yakınlaşmasını beklemiyordu. alman diplomatlar kısa bir süre sonra bunun gerçekleşmesi için harekete geçecekti.
1 nisan günü bir başka savaş gemisinin açılışında konuşma yapan hitler konuşmanın önemli bir kısmını ingilizler’e giydirmeye ayırdı ve 4 yıl önce ingiltere ile imzalanan ve boyut olarak alman donanmasını ingiliz donanmasının %35’i olarak sınırlandıran antlaşmayı artık tanımayacağının ve alman donanmasını en az ingiliz donanması kadar büyük ve güçlü olacağının ilk sinyallerini verdi. bu konuşma ingilizler’e uyarı niteliğindeydi ve hitler’in asıl amacı ruslar’la yakınlaşma yaşamaktansa ingilizler’i korkutarak kendi tarafına çekmekti. tüm taktikler geri teperse son çare olarak rusya ile yakınlaşılacaktı.
hitler ingilizler’e yüklenirken “ingilizler her türlü problemin görüşmelerle, mülakatlarla ve danışmanlıkla çözülebileceğini söylüyor ama bunun için 15 yıl süreleri vardı ve bu süre içinde hangi problem çözülmüş ki? kaldı ki biz her hareketimizde ingilizler’e danışacaksak ingilizler bize neden hiç danışmıyor? ingiltere’nin dünya’nın dört bir yanındaki sömürgelerine biz karışıyor muyuz?” mealinde sözler söyledi. aslında almanya ile ingiltere arasında imzalanmış bir çok antlaşma vardı ve bunların son 2 tanesi hitler döneminde imzalanmıştı. bu antlaşmalar ingilizler’e almanya üzerinde bazı yetkiler veriyordu. örneğin almanya herhangi bir ülkeye saldırmadan önce ingilizler’in fikrini sormak zorundaydı ve ingilizler almanya üzerinde danışmanlık yapma yetkisine sahipti. hitler bu antlaşmaların 2 tanesine imza atmamış ve bu antlaşmalar hiç yokmuş gibi davranıyordu. ilginçtir ki hitler’in 1 nisan’daki konuşmasında “almanya’nın çekoslovakya, polonya, avusturya üzerinde hiçbir hak iddia etme hakkı yoksa ingilizler’in filistin’de ne hakkı var? filistinliler bugün anayurtlarını savunmaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar ama biz ingiltere’nin bize karıştığı gibi filistin meselesine karışacak olsak bizi dinlemek bir yana terslemeyeceklerini kim söyleyebilir?” şeklinde ifadeler de geçti. hitler bundan sonra defalarca filistin meselesine gönderme yapacaktı.
hitler 1 nisan’daki konuşmasından sonra 3 günlüğüne tatile çıktı ve bu onun ömründeki ilk ve son tatildi. bu tatil henüz bitmeden 3 nisan tarihinde polonyalılarla ingilizler bir araya geldi ve iki ülke arasındaki ittifakın güçlendirilmesi konusu masaya yatırıldı. hitler olanlara inanamıyordu ve hala ne olursa olsun ingiltere’nin almanya’ya saldırmaya cesaret edemeyeceğini düşünüyordu. hitler’in bu düşüncesi ingiltere almanya’ya savaş ilan ettiği güne kadar sarsılmadan devam edecekti.
4 nisan’da hitler’in tatilden döndüğü gün ingiliz meclisinde söz isteyen lloyd george almanya’yı ve hitler’in politikalarını çok sert bir dille eleştirdi ve ingiliz devletinin hitler’e karşı yeterince ağır davranmadığını öne sürdü. lloyd george, “almanya polonya’ya tek bir asker sokarsa ingiltere ve fransa da almanya’ya asker yollamaya başlamalıdır. gerekirse rusya ile ittifak dahi kurulmalıdır” diyecekti. bu hitler’in hiç sevmediği bir gelişmeydi çünkü lloyd george kendisinin en sevdiği ve saygı duyduğu ingiliz siyasetçilerden biriydi. kendisinin almanya’yı bu kadar sert eleştirmesi almanya’nın ingiltere’deki dostlarının giderek azaldığına dair net bir işaretti.
hitler’i en fazla şaşırtan şey polonya’nın beklenenden fazla direniş göstermesi oldu. kısa zaman öncesine kadar almanya ile polonya arasından şu sızmıyordu ve avrupa’daki tüm ülkeler almanya’dan çekiniyordu. hitler polonya’nın en başta biraz nazlansa da eninde sonunda almanya’nın baskılarına boyun eğeceğini düşünüyordu ama polonya boyun eğmek bir yana ingiltere ve fransa ile ittifak kurarak almanya’yı hiç beklemediği yerden vurmuştu.
herkes almanya-polonya meselesine yoğunlaşmışken italya taraflarından hiç beklenmedik bir hareket geldi. mussolini kimseye haber vermeden arnavutluk’a saldırdı ve arnavutluk yok denecek kadar az direniş gösterince 1 gün içinde ülkenin başkenti düştü. 7 nisan tarihi itibariyle arnavutluk italya’ya bağlanacak gibiydi. hitler çekoslovakya’yı alırken mussolini’ye haber vermemişti ve mussolini de karşılık olarak arnavutluk’u alırken hitler’e haber vermedi. hitler şu sırada italya’yı düşünecek halde değildi ama ingiltere ile fransa’nın italya’yla meşgul olması durumunda kimseye çaktırmadan polonya’ya dalma şansı yakalayabileceğinin de bilincindeydi. bu yüzden kendisi en büyük müttefiğini ingiltere ve fransa’nın önüne yem olarak atmaktan hiç çekinmeyecekti.
italya’nın tunus ve mısır’ı topraklarına ekleme amacı vardı ama şu sıralar bu amacı gerçekleştirmek için uygun bir zaman değildi. avrupa devletleri şimdilik arnavutluk’un sessiz sedasız alınmasına ses etmemişti ama mısır ve tunus’un üzerinde ingiltere ve fransa’nın hak iddiası vardı. mussolini’nin arnavutluk’a saldırması biraz test sürüşü, biraz da ülke içinde zafer konuşmaları yapmasına fırsat vermek için üretilmiş bahane gibiydi ve şimdilik italyanlar avrupalıları fazla kızdırmamak için bilinçli bir şekilde frene basmıştı. balkanlarda son zamanlarda romanya ve bulgaristan’la yakınlaşan, macaristan ile de sıcak ilişkiler içinde bulunan almanya şimdilik bu bölgede kriz istemiyordu. bu italya’nın arnavutluk’tan sonra durmasında da rol oynayan bir gerçekti.
10 nisan’da hitler alman ordusunun önde gelen generalleriyle bir araya geldi ve polonya’nın işgali için planların ve hazırlıkların başlamasını işaret etti. polonya’nın işgali için belirlenen süre ağustos ayıydı çünkü kış mevsimi gelip havalar soğuduğunda askeri olarak ilerlemek daha da zorlaşacaktı. hitler havalar iyice soğumadan polonya meselesinin halledilmiş olmasını umuyordu. bazı generaller çekincedeydi çünkü almanya polonya’ya saldırırsa ingiltere’nin de almanya’ya saldıracağını biliyorlardı ama hitler onlara ısrarla ingiltere’nin blöf yaptığını ve almanya ile savaşa girmesinin imkansız olduğunu söylüyordu. hitler daha da ileri giderek almanya ile ingiltere’nin eninde sonunda ittifak kuracağını ve avrupa’yı bu iki ülkenin yöneteceğini söylüyordu.
almanya savaşa hazırlanadursun, 14 nisan’da hiç beklenmedik bir yerden almanya’ya mektup geldi. abd başkanı roosevelt hitler’e yazdığı şahsi bir mektupta avrupa kıtasında yeni bir savaşa kimsenin ihtiyacı olmadığını, barışçıl yöntemlerin hiçbir zaman bırakılmamasını ve almanya’nın komuşlarını rahat bırakmasını istediğini söyledi. roosevelt mektupta 30 kadar ülkeyi listeliyordu ve almanya’dan bu ülkelere saldırmaması konusunda garanti istiyordu. hitler bu mektubu alman meclisinde sesli olarak okumaya başladı. mektup okunurken hitler’in zaman zaman okumayı kesip gülmeye başlaması dikkat çekti. açıkçası hitler abd’den gelen mektubu da abd’yi de pek ciddiye almıyordu. bu mektubun ertesi günü abd’ye telgraf çeken alman tarafı “hitler 28 nisan’da alman meclisinde konuşma yapacak ve bu mektuba sözlü olarak cevap verecek” dedi.
18 nisan’da o güne kadar nispeten sessiz olan rusya da sessizliğini bozmaya başladı. bu tarihte ingiltere ile fransa’ya ittifak çağrısında bulunan rus tarafı bu isteğe olumlu cevap alamayınca almanya ile yakınlaşma çalışmalarına başladı. açıkçası ingiltere ve fransa her ne kadar almanya’dan ve naziler’den çekinse de aynı şekilde rusya ve komünizm tehdidinden de çekiniyordu. zaten bugüne kadar almanya’ya karşı yumuşak davranılmasının sebebi de almanya’nın anti-komünist bir tavır alması ve kendisini avrupa’da komünizme karşı dimdik duran bir kale olarak göstermesiydi. avrupalı devletler rusya’dan çekiniyor olmasaydı almanya’ya karşı çok daha sert tedbirler alabilirlerdi.
aynı günlerde türkiye ile yakınlaşmak isteyen hitler bu ülkeyle iyi ilişkileri olduğu bilinen von papen’i elçi olarak yolladı. türkiye o dönemde denge politikası yönetiyordu ve hitler’e sadece bir konuda söz verebilirdi, o da tarafsız kalma sözüydü. hitler türkiye’yi kendi tarafına çekemeyeceğini anlamıştı ama en azından tarafsızlık sözü alması bir anlamda gelişme sayılabilirdi. 20 nisan’da hitler görkemli bir törenle 50. doğumgününü kutlarken dünya’nın bir çok ülkesinden delege ve temsilciler gelirken ingiltere, fransa ve abd hiçbir delege göndermeyerek hitler’i defterden sildiklerini net bir şekilde göstermişlerdi. birkaç ay sonra almanya ile savaşa girecek olan polonya ve hitler’in sürekli laf soktuğu rusya bile doğumgünü için temsilci göndermekten çekinmemişti.
uzun zamandır beklenen 28 nisan tarihi gelmişti ve hitler hem abd’ye hem de ingiltere’ye uzun zamandır sözünü verdiği cevabı iletecekti. alman meclisi özel oturum için toplanmıştı ve tüm vekiller hazır bir şekilde bekliyordu. konuşma radyolardan canlı yayınlanacaktı. normalde büyükelçilerini almanya’dan çeken ingiltere ve fransa bile sırf bu konuşmayı dinleyip not alsınlar diye büyükelçilerini geçici olarak almanya’ya geri yollamıştı. mektubuna cevap verilecek olan abd ise almanya ile tüm diplomatik ilişkilerini kestiği için konuşmayı dinlemek üzere kimseyi yollamamıştı.
hitler konuşmasına başlarken “abd bana bir mektup yollayıp bazı isteklerde bulundu. bu mektup daha elime ulaşmadan bir çok ülkede gazete ve radyolar mektubun içeriğini servis ettiği için herkes mektupta neler yazdığını biliyordu. bu ülkenin seçilmiş vekilleri olarak abd’ye olan cevabımı ilk siz duyun istediğim için bu konuşmayı yapma ihtiyacı duydum” diyerek kendisini açıklamaya çalıştı. hitler konuşmasının devamında “abd’ye karşı kararımı açıklamadan önce bu kararı neden aldığımı tarihçesiyle ve sebepleriyle beraber açıklamak istiyorum” deyince klasik uzun hitler konuşmalarından birinin geleceği belli olmuştu. hitler yine her zamanki gibi avrupa’nın, almanya’nın, nazi partisinin ve savaşların tarihinden bahseden epeyce uzun ve detaylı bir konuşma yapmaya başlamıştı.
hitler konuşmasının devamında ısrarla almanya’nın avrupa’da barış istediğini, hiçbir ülkeye kaldıramayacağı bir yük yüklemediğini, hiçbir ülkenin bağımsızlığını tehdit etmediğini, avrupa’da italya başta olmak üzere bir çok ülkeyle sıcak ilişkiler içerisinde olduğunu, avrupa’da asıl savaş çıkartmak isteyenlerin kapitalist ve komünistler olduğunu söyledi. hitler konuşmasının bir sonraki bölümünde almanya’nın çekoslovakya’yı münih antlaşmasına rağmen neden yuttuğunu açıklamaya başladı ve bol bol demagoji yaparak tüm olanlardan dolayı çekoslovakya’yı ve ingiltere’yi suçladı. hitler kouşmasının devamında “ingiltere’nin dünya’nın dört bir yanındaki sömürgelerini nasıl elde ettiğini, o sömürgeleri elde ederken nasıl vahşi yöntemler çizdiğini kimse konuşmuyor çünkü tarih yöntemleri değil zaferleri yazar. bizim de ingiltere’nin topraklarında veya sömürgelerinde gözümüz olmadığı için ingilizler’in metodlarına karışma küstahliğini göstermiyoruz. ingiltere ise kendini bizim içişlerimize karışabilecek yetkide görüyor” şeklinde bir tespitle ingiltere’ye yüklenmeye devam etti.
hitler bundan sonra biraz yumuşayarak tarih boyunca almanlar’la ingilizler’in dost olduğundan, iki ülkenin karşılıklı çıkarları olduğundan ve bu çıkarların ortak olarak savunulması gerektiğinden, ingilizler’in tarih boyunca olan başarılarından filan bahsetti. hitler daha sonra “bir zamanlar ingiltere çok büyük bir imparatorluktu, almanya da tarihin gördüğü en büyük imparatorluklardan biriydi. sonra almanya uykuya daldı ve düşüşe geçti, ingiltere ise yükselmeye devam etti ve almanya’yı geçip geride bıraktı. bugün almanya küllerinden doğarak yeniden ingiltere’ye rakip hale gelmiş durumda. avrupa’da barışın sağlanması için iki ülkenin dostça ilişkiler içinde birbirine karşılıklı saygı duyması şarttır. ingiltere bizi bir dost, bir partner olarak değil de bir uydu devleti veya sömürge gibi görmeye başlarsa bunca yıldır onlara duyduğumuz saygı ve sevgide hata etmişiz demektir” diyerek tespitlerine devam eden hitler yavaş yavaş konuşmasının asıl olayına yaklaşmaya başlamıştı.
hitler bundan hemen sonra ingiltere ile almanya arasındaki bazı antlaşmaları (en başta alman donanmasının boyutunu sınırlayan antlaşma olarak) tek taraflı olarak iptal ettiğini açıkladı. hitler burada “ingiltere bize güvenmiyorsa ve bizi düşman olarak görüyorsa yıllardır saygılı bir şekilde uyduğumuz antlaşmaların da bir anlamı kalmamıştır, bu yüzden bu antlaşmalara devam etmeye gerek görmüyoruz” diyerek topu ingiltere’ye atmış bulundu. bu hitler’in son bombası da değildi. aynı konuşmanın devamında polonya ile olan saldırmazlık antlaşması da iptal edildi. polonya’dan sonra giydirilme sırası amerika birleşik devletleri’ndeydi. önceki konuşmalarının aksine bugünkü konuşmasında namlunun ucunda rusya yoktu ve rusya’ya yöneltilen laf sokmalar minimal düzeydeydi. hitler’in bugünkü konuşmasında ana hedef kapitalist devletler ve onların müttefikleriydi.
konuşmanın sonu yaklaşırken abd konusu açılmıştı. hitler roosevelt’in mektubunu yeniden okudu ve burada bahsi geçen 30 ülkeyi tek tek sayarak abd’nin kendisinden bu ülkelere saldırılmayacağı konusunda garanti istediğini yineledi. açıkçası hitler abd’yi hafife alıyordu ve her ne kadar bu ülke 1. dünya savaşında avrupa’ya kadar asker çıkartıp savaşın kaderini değiştirmiş olsa da bu sefer abd’nin aynısını yapamayacağını düşünüyordu. hitler abd’nin iç meselelerinin ve yıllardır zayıf bir şekilde devam eden ekonomisinin ülkeyi yeterince meşgul ettiği için avrupa’yla uğraşacak vakti de enerjisi de olmadığını düşündüğü için abd ile olan ilişkisinde bundan cesaret alıyordu.
hitler roosevelt’in mektubuna maddeler halinde 21 cevap verdi. dönemin gazetecileri bunu “wilson’un 14 ilkesine karşı hitler’in 21 ilkesi” şeklinde özetlediler.
roosevelt mektubunun başında “bugün dünya’da yüz milyonlarca insan yeniden savaş çıkacağı korkusuyla yaşıyor, insanlara bunu yaşatmaya hakkımız yok” demişti. hitler buna cevaben “evet, insanlar yeniden savaş çıkacağının korkusuyla yaşıyor ve haklılar da. örneğin 1919 ile 1939 yılları arasında dünya’da 14 farklı savaş çıktı ve bunların hiçbirinde almanya yoktu. aynı süre içinde bu savaşlara ek olarak 26 farklı askeri operasyon ve müdahale yaşandı ve bunların büyük çoğunluğunda abd ve müttefiklerinin imzası vardı. bu dönemde almanya tek damla kan akıtmadı. bugün dünya’da yüz milyonlarca insan savaş korkusu yaşıyorsa bunun sebebi almanya değil roosevelt ve onun dostlarıdır” diyecekti.
hitler’in geri kalan cevapları da benzer şekildeydi. özet olarak hitler “bugün dünya’da bir savaş çıkacaksa bunun sorumlusu ve suçlusu almanya değil siz ve müttefikleriniz olacaktır” diyordu ve bunu tarihten örnekler vererek maddelendiriyordu. örneğin hitler’in ilginç sözlerinden biri de şuydu: “bugün ve geçmişteki onlarca yılda afrika’yı kesip duran kılıçların hiçbirinin üzerinde made in germany yazmıyor çünkü bu kılıçların hiçbiri alman mali değil. bu kılıçların hepsi her fırsatta barışsever olduğunu söyleyen kapitalist ülkelerde üretilip bu ülkelerin çıkarları için kullanılan kılıçlardı.”
roosevelt’in en önemli sorusu 30 kusur ülkenin işgal edilmeyeceği konusunda verilecek olan güvenceydi. bu konuya gelindiğinde hitler şöyle diyecekti: “bay roosevelt bu ülkeler konusunda abd’nin endişeli olduğunu söylemiş ama bu ülkelerin hangileri kendisi için endişe içindedir, bunu roosevelt bilmekte midir? bay roosevelt bu ülkeler için endişe duymadan önce bu ülkelerden izin almış mıdır ve bu ülkeleri temsil etme yetkisine sahip midir? kaldı ki burada sayılan ülkelerden bazılarına bu konuyu sormak istesek soramayız çünkü bazıları bugün bile bu batı bloğunun işgali ve sömürüsü altındadır ve bu devletlerin birçoğu özgürlük sahibi değildir. ayrıca roosevelt’in saydığı ülkelerin birçoğuyla devam eden dostluğumuz ve ilişkilerimiz mevcuttur ve bu ülkelere olan güvencemiz kendileri tarafından da bilinmektedir. örneğin by roosevelt’in saydığı ülkelerden biri suriye ve suriye bugün bile işgal altındadır. yine roosevelt’in saydığı başka bir ülke irlanda ve bugün irlanda başbakanına sorsanız ülkesine en büyük tehdidin almanya değil ingiltere olduğunu söyleyecektir. bugün filistin’e gitseniz bir tek kişi bile almanya hakkında şikayet etmezken herkes ingiltere’nin işlediği suçları ve yaptığı katliamları anlatacaktır. bay roosevelt’in bana yazdığı mektubu fazla araştırma yapmadan, ülkelerin sancılarını incelemeden ve fikirlerini almadan yazdığı çok açıktır. bugün bay roosevelt’in saydığı ülkeler bize gelip de güvence isterlerse onlara istedikleri güvenceyi tek tek vermeye hazırız ama bay roosevelt’e ne oluyor da kendisini o ülkelerin temsilcisi sanıyor ve onlar adına güvence istiyor anlamıyorum. yok bay roosevelt kendi ülkesi için endişe ediyorsa ona garanti ederim ki şu anda abd’ye saldırmak gibi bir fikrimiz veya planımız yok ve bu konuda medyada çıkan tüm haberler hayal ürünüdür.”
teknik olarak hitler’in konuşması “ayarlarla” doluydu ama birkaç ay sonra yine kendisinin büyük bir savaş çıkartacağı ve milyonlarca insanı ölüme göndereceği gerçeğini değiştirmiyordu. tarihsel olarak hitler’in haklı olduğu bir çok konu vardı ama sonraki günler hitler’in çok da haklı olmadığını gösterecekti. iki buçuk saatlik konuşmanın sonunda hitler herkese giydirmişti ve bazı antlaşmaları yırtıp atmıştı ama diplomatik olarak pek fazla bir şey elde edememişti.
belli bir yaşın üzerinde olup da birinci dünya savaşını görmüş olan almanlar yeni bir savaşın çıkmasından tedirgindi. almanya’da hemen hemen kimse yeni bir savaşın çıkmasını istemiyordu ve hitler de bu konuda kendisine olan desteğin giderek azaldığını anlamıştı. bu yüzden bundan sonra birinci dünya savaşını görmemiş veya hatırlamayan gençlere yönelme kararı alındı. zaten hitler’in propagandasının hedefinde genç kesim vardı ve onun ağına en çabuk düşüp en kolay gaza gelenler de bunlardı. 1 mayıs’ta 100 bin gence seslenen hitler onlardan güçlü, sabırlı ve ülke için her an hazır olmaları gerektiğini, ülkenin kendilerinden çok büyük bir fedakarlık beklediğini söyledi ve çok yakında milyonlarcasının ölümüne sebep olacağı gençleri gaza getirmeye devam etti.
3 mayıs 1939’da rusya’nın dışişleri bakanı maxim litvinov ani bir kararla görevden alındı ve yerine vyaçheslav molotov geçti. bu büyük ihtimalle almanya’yla yakınlaşmaya çalışan rus yönetiminin almanya’ya yaptığı bir jestti. litvinov yahudi asıllı olduğu için almanlar kendisini sevmiyordu ve kendisiyle hiçbir diplomatik görüşmeye yanaşmıyordu. alman medyası litvinov’dan sürekli “rusya’nın yahudi bakanı” diye söz ediyordu. molotov ise almanya’ya karşı daha ılımlı yaklaşan biriydi. zaten kısa zaman sonra gelecek olan alman-rus antlaşmasının ismi de “molotov paktı” olarak geçecekti.
hitler rusya’yı “yedekte tutarken” bir yandan da ingiltere ile olan ilişkilerini düzeltmeye çalışıyordu. eğer ingilizler’le anlaşma umudu tamamen ortadan kalkarsa rusya ile yakınlaşmayı umuyordu ama ilk hedefi ingiltere ile yakınlaşmak ve ilişkileri düzeltmekti. bu yüzden rusya ile almanya arasındaki görüşmeler çok ağır bir şekilde ilerliyordu ve almanya işleri ağırdan alıyordu. hitler ingilizler’i tamamen yanlış hesaplamıştı, zira alman ordusunun gücünü göstererek ingilizler’i korkutarak yanına çekebileceğini düşünüyordu ama bu ters tepmişti çünkü ingilizler alman ordusunun gücünü görünce buna karşı önlem almak gerektiğini düşünmeye başlamıştı ve almanya ile aralarına giderek artan bir mesafe koymaya başlamıştı.
6-11 mayıs tarihleri arasında alman diplomatlar mussolini’yi ziyaret ederek almanya ile italya arasındaki ittifakın güçlendirilmesini sağladılar. italya arnavutluk’u işgal ettiğinden beri avrupa ülkeleri tarafından izole edilip yalnız bırakılmıştı ve hitler’le yakınlaşmaktan başka pek bir çaresi yoktu. bu arada 11 mayıs’tan itibaren japonya ile sscb arasında silahlı çatışmalar başlamıştı ve tüm dünya’nın dikkati buraya dönmeye başlamıştı. bunu fırsat bilen hitler almanya’daki askerlerin tatbikat ve hazırlıklarını incelemek için tura çıkma kararı aldı.
14-19 mayıs tarihlerinde almanya’nın batı sınırındaki askeri birlikleri ve savunma mevzi inşaatlarını inceleyen hitler “bu savunma mevzilerini dünya’da hiçbir ülke aşamaz” diyerek buradan memnun bir şekilde ayrıldı. almanlar aylardır fransa sınırına betondan ve çelikten bir savunma hattı inşa ediyordu ve kaleler, duvarlar, kuleler ve çeşitli mevzilerden oluşan bu savunma hattı fransa ve ingiltere’nin olası bir almanya saldırısına cevap olarak hazırlanıyordu. hitler’in konuşmalarında verdiği rakamlar doğruysa bu mevzilerin inşaatında 500 bin alman genci geceli gündüzlü olarak çalışıyordu.
17 mayıs tarihinde isveç, norveç ve finlandiya’ya saldırmazlık antlaşması için yanaşan almanya her üç ülkeden de red yeyince hitler şaşkına dönmüştü. açıkçası bu üç ülke de hem nüfus hem asker olarak almanya’nın fersah fersah gerisindeydi ve almanya’ya bu kadar kafa tutmalarını kimse beklemiyordu. hitler almanya’nın yeniden kurduğu müthiş orduya rağmen kimsenin kendisinden yeterince korkmamasına içerlenmiyor değildi. almanya’ya coğrafi olarak daha yakın olan danimarka ise hiç nazlanmadan antlaşmaya imza atmayı kabul etmişti. danimarka haricinde estonya ve letonya da almanya ile saldırmazlık antlaşması imzalamayı kabul eden ülkeler arasındaydı.
22 mayıs’ta italya ve almanya arasında imzalanan ittifak antlaşmasıyla zaten uzun süredir aralarından şu sızmayan iki ülke arasındaki dostluk resmiyete dökülmüş oldu. artık bu iki ülkeden birine savaş açmak ikisine birden savaş açmak anlamına geliyordu. hitler’in son dönemde attığı tüm adımlar gibi bu antlaşma da ingilizler’i korkutup kendi tarafına çekme çabasından başka bir şey değildi ve ingilizler bunun farkında oldukları için hitler’in oyununa gelmiyorlardı. 30 mayıs’ta hitler’e mektup yazan mussolini “şartlar ne olursa olsun müttefiğiniz olarak yanınızda bulunacağız ama ordumuz henüz olası bir savaşa hazır değil. ordumuzun savaşa hazır hale gelmesi tahminen 1942’ye kadar sürebilir” deyince hitler bunu çok büyük bir memnuniyetle karşılamadı. birkaç gün önce kendisine başka bir toplantıda bazı generaller de benzer şeyler söylemişti ve hitler onları fazla ciddiye almamıştı ama şimdi generaller haklı çıkmıştı. yine de ne olursa olsun sonbaharda polonya’nın işgali başlayıp tamamlanmalıydı.
haziran ayının başında yabancı misafirleri ağırlayan ve hemen hemen her gün konuşma yapıp alman ordusunu gücünden ve kabiliyetlerinden bahseden hitler, artık bazı konularda değişim göstermeye başlamıştı. örneğin artık eskiden yaptığı gibi her konuşmasında komünistlere ve rusya’ya laf sokmuyordu; aksine sürekli kapitalizme ve batı ülkelerine giydirmeye başlamıştı. bu ingilizler tarafından “hitler rusya ile yakınlaşıyor olmalı” şeklinde yorumlanır olmuştu ve ingilizler bu yorumlarında sonuna kadar haklıydı. kapalı kapılar ardında rusya ile almanya arasında pazarlıklar ve görüşmeler devam ediyordu. hitler aynı zamanda franco’nun ispanya’sıyla da yakınlaşmaya çalışıyordu ve olası bir savaşta destek istiyordu. franco daha yeni iç savaştan çıkan ispanya’nın yeni bir savaşa sürüklenmesini istemiyordu ama olası bir savaşta almanya’ya silah ve hammadde yardımı yapma sözü veriyordu.
haziran ayının 2. yarısıyla temmuz ayı büyük ölçüde sessiz geçti. bu dönemde hitler bir çok açılışa katıldı ve bazı konuşmalar yaptı ama öyle çok ses getirecek bir olay olmadı. ingilizler hitler’e aylar önce yaptığı konuşmayla ilgili olarak “aramızdaki donanma antlaşmasını tek başına iptal edemezsin, antlaşmada değişiklik yapmak istiyorsan masaya oturup görüşürüz” mealinde bir mektup yolladıysa da hitler bu mektuba cevap vermedi.
hitler’in polonya’yı işgal planına göre olay ağustos ayında gerçekleşecekti. 7 ağustos’ta danzig şehrindeki nazi yöneticilerden albert forster almanya’ya davet edildi ve kendisine bazı talimatlar verildi. buna göre danzig’teki gösteriler, terör saldırıları ve olaylar arttırılacaktı ve almanya’ya şehre müdahele etmesi için bahane verilecekti. bu daha önce avusturya ve çekoslovakya’da da denenen bir taktikti. alman gazeteleri de verilen bir emirle o günden itibaren polonya’da (özellikle danzig şehrinde) yaşayan almanlar’a yapılan “baskı ve zulümleri” haber yapacaktı. artık polonya’ya saldırılması için düğmeye basılmıştı.
8 ağustos’ta macaristan dışişleri bakanını huzuruna çağıran hitler bu kişiyi epeyce kalaylayacaktı çünkü kendisi 2 hafta önce yaptığı bir konuşmada “müttefiğimiz olan almanya ile savaşa gitmeye hazırız ama yine dostumuz olan polonya’ya karşı savaşmak gibi bir niyetimiz yok” demişti. hitler bu konuşmadan memnun kalmamıştı ve macar bakanı haşlamak için ayağına çağırmıştı. bu kalaylamanın sonunda macarlar almanya’dan özür dileyip 2 hafta önceki sözlerini geri aldılar ve almanya’ya her türlü konuda destek olma sözü verdiler. almanya’da seferberlik ilan edilmişti ve sivil halkın arabalarına, kamyonlarına ve atlarına kadar tüm vasıtalarına ordu tarafından el konmuştu. artık yeni bir savaşın başlayacağı kimseden gizlenmiyordu ve hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyordu. namlunun ucundaki polonya’nın sayılı günleri kalmıştı.
ingilizler savaşın başlayacağını anlamıştı ve bunun önüne geçmek için hitler’e ısrarla “polonya’ya attığın ilk mermide sana savaş ilan edeceğiz” diyorlardı. hitler ise bunun bir blöf olduğunu düşünüp ciddiye almıyordu. o günlerde ingiliz ve fransız meclislerinde ateşli tartışmalar dönüyorken, iki ülkede de alman karşıtı siyasetçiler güç ve oy kazanıyorken, gazeteler ve medya almanya’nın durdurulması gerektiğini söylüyorken hitler’in ingiltere’nin blöf yaptığını düşünmesi tam anlamıyla bir körlüktü ve bu körlük ingiltere almanya’ya resmi olarak savaş ilan ettiği ana kadar devam edecekti.
yaz aylarında bazı alman general ve üst düzey yetkililer gizlice ingiliz yönetimiyle görüşüp ingiltere’nin hitler’e olan baskısını arttırmasını ve polonya’yı sonuna kadar savunmasını istediler. bu kişiler avrupa’da yeni bir savaşın çıkmasını istemiyorlardı ve hitler’in ingiltere’den ne kadar çekindiğini biliyorlardı. ingiltere’nin hitler’i korkutarak polonya’ya girmesini engellemesi savaşı durdurmanın tek yolu gibiydi ve içlerinde alman genelkurmay başkanı franz halder de olmak üzere bir çok alman diplomat bu yüzden ingiltere ile gizliden gizliye görüşmeye devam edecekti. ingiltere almanya’ya olan baskısını arttırdıkça hitler bunu etrafındakilere “ingiltere bizden korktuğu için blöf yapıyor” şeklinde anlatacaktı.
9 ağustos’ta churchill abd ve ingiltere’de canlı yayınlanan tarihi bir konuşma yaptı ve “savaşı başlatmak da durdurmak da hitler’in elinde. eğer hitler dünya’yı savaşa sokmak istiyorsa ona hakettiği şekilde cevap vermeye ve müttefiklerimizi korumaya hazırız, ama hitler barıştan yanaysa kimsenin savaş çıkartmaya niyeti yok. bugün kimse almanya’ya saldıracak değil. hitler’den başka yeni bir savaş başlatma potansiyeli olan kimse de yok. hitler bir yerlere saldırıp savaş başlatmadığı sürece dünya barış içinde kalacaktır ama bir yere saldırı olursa savunmaktan çekinmeyeceğiz” dedi. ingiltere olayların başından beri ilk kez bu kez hitler’e açık açık “savaş başlatırsan karşında bizi bulursun” diyordu ama hitler bunu hala blöf olarak görmeye devam edecekti.
bu tarihten sonra ingiltere almanya’ya hem yazılı hem sözlü olarak nota üstüne nota, uyarı üstüne uyarı yollaşa da hitler bunların hiçbirini ciddiye almadı ve etrafındakilere ingiltere ile almanya’nın eninde sonunda müttefik olacağını söyledi. hitler gerçekten de buna inanıyordu ve en ufak bir şüphe bile duymuyordu ama sonuna kadar yanıldığını anladığında iş işten çoktan geçmiş olacaktı. aslında almanlar birinci dünya savaşında da aynı yanılgıya düşmüştü. o dönemde ingiltere’nin devasa bir donanması vardı ama karadaki askerlerinin sayısı bir çok ülkenin polis sayısından bile azdı. bu yüzden almanlar hiçbir zaman ingiltere’nin cepheye asker çıkartamayacağını düşünüyordu ama ingilizler hindistan, avustralya, kanada, yeni zelanda gibi sömürgelerinden milyonlarca asker getirip cepheye sürünce almanlar neye uğradıklarını şaşırmışlardı.
11 ağustos tarihinde milletler cemiyetinin danzig şehrinden sorumlu komisyon üyesi carl jakob burckhardt ile görüşen hitler barışçıl bir resim çizmedi. aksine, misafiriyle oldukça tehditkar bir şekilde konuşan hitler polonya’nın şehre en ufak bir askeri müdahelesinde almanya’nın elindeki tüm silahlarla polonya’yı en hızlı ve ağır şekilde cezalandırmaya hazır olduğunu ve bu konuda en ufak bir tereddüt bile göstermeyeceğini defalarca yineledi. ertesi gün italyanlarla görüşen hitler onlara da “polonya’ya karşı gerçekleşecek olan saldırı her an başlayabilir” mesajı verdi. italyanlar işlerin kontrolden çıkmasını istemedikleri için hitler’e polonya meselesine hakem olabilecek uluslararası bir komisyon kurulması fikrini aşılamaya çalıştılar da hitler onları dinlemedi. italya dahil herkes büyük bir savaşın çıkacağını ve bunun çok büyük yıkıma sebep olacağını anlamıştı ama hitler bu konuda hala inadını sürdürüyordu.
bu arada almanya ile sscb arasındaki pazarlıklar da devam ediyordu ve her an ingiltere’nin kendileriyle ittifak kuracağını düşünen almanlar sscb’yi yedekte tuttukları için hala işi ağırdan alıyordu. günler geride kalırken ingiltere’nin almanya’nın yanına çekilmek gibi bir niyeti yoktu. hitler artık sscb ile olan görüşmelerin hızlandırılması ve sonuçlandırılması fikrine sıcak bakıyordu. sscb ile imzalanabilecek bir antlaşma ile ingiltere’nin gözü korkutulabilirdi ve belki almanya’nın yanına geçmeleri sağlanabilirdi. tabi ki bu hitler’in hayalinden ibaretti ve hitler’in ingiltere’ye yönelik her hareketi gibi bu da geri tepecekti.
ağustos’un ortasında almanya dışişleri bakanı yanına bir heyet alarak rusya’ya doğru yola çıktı. iki ülke arasındaki ilk antlaşma 19 ağustos’ta imzalanan ticaret ve ekonomik işbirliği antlaşmasıydı. bu antlaşmanın ertesi gününde hitler stalin’e şahsi bir mektup yazdı ve iki ülke arasındaki askeri antlaşmanın bir an önce imzalanması gerektiğini, vaktin daraldığını ifade etti. bundan 3 gün sonra molotov-ribbentrop paktı geldi ve almanya ile sscb arasında 10 yıllık saldırmazlık antlaşması imzalandığı açıklandı. sscb kendilerine yıllardır düşmanlık yapan ve tüm politikasını anti-komünizm üzerine kuran hitler’e hiçbir konuda zorluk çıkartmamıştı ve tüm antlaşmaları sorgusuz sualsiz imzalamıştı. antlaşmanın bazı gizli maddeleri de vardı ve bu maddelerde polonya ile baltık ülkelerinin almanya ile sscb arasında nasıl paylaşılacağı yazıyordu. sscb nasıl hitler’e hiçbir konuda zorluk çıkartmadıysa hitler de onlara hiçbir konuda zorluk çıkartmadı. hitler nasıl olsa birkaç sene sonra bu antlaşmayı yırtıp atacağı için antlaşmada vereceği tavizler onun için çok önemli değildi. artık polonya’ya saldırı için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı ve hitler’in bekleyecek sabri kalmamıştı.
sscb ile saldırmazlık paktı imzalandıktan 3 gün sonra, yani 26 ağustos’ta polonya saldırısı başlayacaktı. hitler’in tüm planı çok hızlı hareket edip herkesi şaşkına uğratmak üzerine kuruluydu. eğer alman ordusu hızlı davranıp birkaç gün içinde polonya’yı ele geçirirse ingiltere ne yapacağına karar bile veremeden savaş bitmiş olacaktı ve almanya kısa süre içinde polonya’yı kuklası haline getirecekti. 24 ağustos’ta rusya’dan dönen diplomatları yanına çağıran hitler onlara rusya’daki deneyimlerini sorduğunda hem rus devlet adamları hem de stalin hakkında övgüden başka bir şey duyamayınca şaşkınlığını gizleyemedi.
25 ağustos tarihi gelmişti ve hitler’in polonya’ya saldırma planına göre savaşa 24 saat kalmıştı. hitler son bir kez ingilizler’i ikna edebilme umuduyla ingiliz konsolosu bay henderson’u yanına çağırdı. almanya’nın sscb ile pakt imzalamış olması ingilizler’in fikrinde en ufak bir değişikliğe sebep olmamıştı ve ingilizler hala ısrarla “polonya’ya tek asker soktuğun, tek damla kan döktüğün anda almanya’ya savaş ilan edeceğiz” demeye devam ediyordu. hitler ingilizler’e “siz benim dünya’yı ele geçirme derdinde olduğumu söylüyorsunuz. ingiltere sömürgecilikle 40 milyon kilometrekare toprak sahibiyken almanya 600 bin kilometrekare toprak sahibi. burada dünya’yı ele geçirmek isteyen almanya mıdır yoksa ingiltere midir?” sözleriyle tepkide bulundu. bundan sonra yine ingilizler’e “polonyalılar’ın yaptığı provokasyonlara ve oyunlara artık daha fazla göz yummamız mümkün değil. sırf son 24 saat içinde polonya sınırından alman sınırına defalarca ateş açıldı. eğer bunlardan polonya devleti sorumlu değilse o zaman polonya devleti kendi halkını bile kontrol edemiyor demektir ve burada onları kontrol etme görevi bize düşüyor demektir” diyerek almanya’nın polonya üzerinde hak iddia ettiğini belirtmiş oldu.
hitler o günkü konuşmada ingilizler’e karşı daha önce hiç kimseye karşı yapmadığı bir şey yaptı. hitler “ingiltere imparatorluğunu tanıyorum ve almanya’nın ingiltere’ye hizmet edebileceğine inanıyorum. ayrıca şahsi olarak kendim de ingiltere imparatorluğuna olan bağlılığımı ifade etmek istiyorum” dedi ve ingiltere’nin almanya üzerine olan üstünlüğünü kabul etmiş oldu. bu jest hitler’i aşağılamaktan başka bir işe yaramayacaktı ve ingilizler’in hitler’e karşı olan fikrinde en ufak bir değişiklik olmayacaktı.
hitler’in ne tehditleri ne de yalakalıkları ingiltere’yi etkilemeyi başaramamıştı. ingilizler hitler’e ısrarla “polonya’dan uzak dur, dünya’da yeni bir savaş başlatma” diyordu. hitler ise ingiltere’nin desteğini zaten polonya’yı almak için çekmeye çalıştığı için bu tavsiyeye uyması işin doğasına aykırıydı. bu arada mussolini hitler’e ulaşarak neden sscb ile durup dururken (ve kendisine haber vermeden) antlaşma imzaladığını sordu ve polonya’ya saldırılması halinde italya’nın müttefiğine siyasi konularda yardım edebilse de askeri konularda yardım etmesinin çok zor olduğunu, daha önce söylendiği gibi italyan ordusunun 1942’ye kadar hazır olmayacağını söyledi. hitler japonya’nın çok ağır davranması yüzünden sscb ile antlaşma yapmak zorunda kaldığını söyledi ve polonya’nın işgal tarihini şimdilik 26 ağustos’tan 1 eylül’e çekme kararı aldı. hitler odasında sınırlı sınırlı bağırıp çağırırken “anlaşılan odur ki italyanlar aynı 1914’te yaptıkları gibi bizi yine satacaklar” şeklinde haykıracaktı.
birkaç saat geçmemişti ki hitler’i bu kez fransa’nın başkonsolosu ziyaret etmişti. hitler almanya ile fransa’nın ilişkilerine çok önem verdiğini, iki ülke arasında asla bir savaş istemediğini, iki ülkenin uzun yıllar sürecek bir işbirliğine imza atması gerektiğini söylerken fransız büyükelçi “bunlar iyi ama polonya bizim müttefiğimiz ve polonya’ya saldırdığınız anda karşınızda fransız ordusunu bulacaksınız” diyecekti. hitler ne ingilizler’i, ne de fransızlar’ı ikna edebilmişti ve fransız büyükelçisine son cevap olarak “fransa ile almanya arasında bir savaş çıkarsa o savaşı başlatan biz değil siz olacaksınız ve savaş sizin seçiminiz olacak” demişti.
hitler ingiltere ve fransa’nın yaşlı ve bunak kimseler tarafından yönetildiğini düşünüyordu ve bu iki ülkenin de değişen zamanı ve dengeleri anlamakta zorlandığına inanıyordu. o günlerde etrafındakilere sürekli “aslında 1 ay daha beklesek ingiltere’yi de fransa’yı da ikna edebiliriz ama kış başlamadan polonya’yı ele geçirmemiz gerekiyor” diyordu ve buna ciddi ciddi inanıyordu.
bundan sonraki birkaç günde hitler’in en büyük gayesi ingiltere’yi yanına çekebilmekti. polonya’ya saldırılmasına sayılı günler kalmıştı ve her ne kadar hitler ingiltere’nin blöf yaptığını söylese de ingiltere hitler’in beklediğinden çok daha inatçı çıkmıştı. almanya’nın pazarlıklarda gizli bir silahı vardı, bu da isveçli işadamı birger dahlerus’du. dahlerus ile ingiliz hükümetinin arasından şu sızmıyordu ve istediği zaman ingiliz kraliyet ailesini bile ziyaret edebiliyordu. kendisi aynı zamanda hitler’in bakanlarından göring’in de yakın arkadaşıydı. özel bir rica üzerine kendisi ingiltere’ye gidip hitler adına pazarlık yapmaya çalışacaktı.
26 ağustos tarihinde almanya’da yaşayanlar birkaç gün içinde savaşın başlayacağını anlayabilecek durumdaydı. benzincilerde marketlerde uzun kuyruklar oluşmuştu, her türlü gıda maddesi ya tükenmişti ya tükenmek üzereydi, posta dağıtımı durmuştu ve toplu taşıma bitme noktasına gelmişti. yaz tatilinden dönen almanlar sanki bambaşka bir ülkeye gelmiş gibiydi. her yerde savaş hazırlıkları devam ediyordu ve sokaklarda askeri araçlar (veya sivillerden el konulan ve griye boyanan araçlar) devriye geziyordu. ayrıca sonraki birkaç haftada olması beklenen bir çok toplantı, festival ve bayram kutlaması iptal edilmişti.
hitler mussolini’ye ulaşıp “savaşa bizimle katılmamız için ne gerekiyorsa söyleyin size yollayalım” deyince mussolini petrol, kömür, erzak, mermi ve bazı hammaddeler başta olmak üzere sayfalarca süren bir liste hazırlamıştı. mussolini’nin istediği tüm maddeler tam olarak 17 bin tren yükü ediyordu. hitler bu isteğe çok sinirlenmişti ve mektubu okurken bir yandan da mussolini’ye küfürler yağdırmıştı ama ona cevaben yazdığı mektupta oldukça kibar bir dil kullanıp arkadaşına her türlü yardımı yapacağını ama petrol ve bakır konusunda italya’ya yardım etmesinin zor olduğunu söylemişti. mussolini hitler’e cevaben teşekkür etti ve “kuzey afrika’da ve ispanya iç savaşında savaşan ordumuz oldukça yorgun durumda ve ingiltere ile fransa’ya karşı direnç göstermemiz mümkün değil. polonya sorununu politik yollarla çözmeye çalışmalıyız” cevabını verdi.
aynı saatlerce hitler’e fransa başbakanından gelen bir mektup savaşa girmemesi konusunda alman lideri uyarıyordu. fransa olası bir savaşın polonya ile sınırlı kalmayacağını, büyük ihtimalle tüm dünya’ya sıçrayacağını ve almanya’nın bu işten çok zararlı çıkacağını ilan etmişti. hitler 2 gün önce gelen roosevelt’in mektubunu dikkate almadığı gibi bunu da dikkate almadı. aynı gün belçika, hollanda, lüksemburg ve isviçre elçilerine seslenen hitler bu ülkeler tarafsız kaldığı sürece almanya’nın bu ülkelerin hiçbirine dokunmayacağının garantisini verdi.
gece 12’de hitler uykuya dalmıştı ama o sırada ingiltere’den umut verici bir haber gelmişti. ingilizler’e pazarlık yapması için yollanan isveçli işadamı berlin’e dönmüştü ve yanında mektuplar getirmişti. ingilizler almanya ile masaya oturup polonya meselesini pazarlığa açmayı kabul etmişti. göring bu haberi duyunca dayanamadı ve hitler’i ziyaret etmek için gecenin geç saatinde yanına geldi. hitler çoktan uykuda dalmıştı ama göring kendisinin odasına girip ingiltere’den haber geldiğini söyleyince hemen ayağa kalkmıştı. sarayda uyuyan görevliler uyandırılmıştı ve saatin geç olmasına bakılmadan isveçli işadamının onuruna yemek verilmesi için harekete geçilmişti. birazdan isveçli dahlerus yemek verilen salona canlı müzik eşliğinde girdiğinde hitler karşısına dikilip asker selami vermişti ve kendisine ne kadar müteşekkir olduğunu göstermek için her şeyi yapmaya hazırdı.
birazdan hitler’in artık klasikleşen uzun konuşmalarından biri başladı ve almanya-ingiltere ilişkilerinin anlatıldığı bu konuşma epeyce sürdü. dahlerus şaşırmıştı çünkü ingiltere’den geliyordu ve yanında bir sürü yeni haber getiriyordu ama hitler onun haberlerini dinlemeden uzun uzun tarih dersi vermeye başlamıştı. hitler konuştukça konuşuyor, coştukça coşuyordu ve dahlerus bunun amacını anlayamamakla beraber konuşma sırasının kendisine gelip gelmeyeceğini de merak ediyordu. bundan sonra alman ordusunun gücünden bahsetmeye başlayan hitler almanya’nın tarihte gelmiş geçmiş en güçlü orduyu kurduğunu, alman ordusunun yenilmesinin imkansız olduğunu ve sırf berlin’deki silahlanmanın ingiltere’nin tamamındaki silahlanmaya yakın olduğunu söylemeye başladı. dahlerus sabırlı bir şekilde oturmuştu ve hitler’in sözlerini bitirmesini bekliyordu. hitler dahlerus üzerinden ingilizler’e gözdağı vermeye çalışıyordu ama bunu yaparken kendisini olabildiğince küstah, kibirli, pişkin ve çirkef biri olarak gösteriyordu.
sonunda dahlerus’a söz verildiğinde sessizce, sakince ve saygıyı elden bırakmayarak ama atarlı konuşmaya başlayan isveçli “ingiltere’yi hafife almamanız gerekir. en son cihan harbinde ingilizler’in sizi yenmiş olduğu tarihi bir gerçek. ingiltere’yi gerçekten yenebilmeniz için donanmanızın en az ingiliz donanması kadar güçlü olması gerekir” diyordu. hitler karşısındakini sessizce ve sabırlı bir şekilde dinlese de yüzünün şekli ve rengi sürekli değişiyordu ve sinirlenmeye başladığı çok açıktı. birazdan hitler ayağa kalktı ve hızlıca toplantı masasının etrafında yürümeye başladı, hitler’in adımları giderek hızlanıyor ve sesi giderek çatallaşıyordu. hitler kendi kendine bir şeyler sayıklıyordu ve dediklerinin bazıları anlaşılmasa da “uçak üretmeliyiz! gemi üretmeliyiz!” gibi cümleleri arada seçilebiliyordu. dahlerus karşısındaki adamın ne kadar çılgın olduğunu görünce şaşkına dönmüştü.
birazdan sakinleşen hitler yeniden nutuk atmaya başladı: “almanya yenilmez! kimse almanya’yı ele geçiremez. halkım bana tapıyor ve benim için ölmeyi göze alırlar. ben de onlar için ölmeyi göze alırım. eğer alman halkı açlıktan ölecekse ilk önce ben oleyim. eğer ülkede tereyağlar tükenecekse bundan ilk mahrum kalan ben olayım. düşmanlarımız savaşta ne kadar dayanırsa dayansın onlardan bir yıl daha fazla dayanabilmeliyiz” şeklinde devam etti. sesi sürekli yükselip alçalıyor, zaman zaman çatallaşan sesinde bazen cümleleri hızla söylüyor, bazen yavaşlıyordu. konuşma şekli manik atak veya anksiyete nöbeti geçiren birini andırıyordu.
hitler birazdan misafirine “sen ingiltere’yi çok iyi tanıyan birisin. sence ingilizler benimle anlaşmaya neden yanaşmıyor?” deyince isveçli “ingilizler’in almanya ile bir alıp veremediği yok ama dürüst olmak gerekirse şahsen saha güvenmediklerini söyleyebilirim” dedi. hitler bunun üzerine göğsünü yumruklamaya başladı ve “aptallar! ben onlara ne zaman hangi konuda yalan söylemişim de bana güvenmiyorlar!” dedi. birazdan isveçli “ingiltere’ye nasıl bir mesaj iletmemi istersiniz” deyince hitler’in bakanlarından göring bir atlas getirdi, atlastan polonya haritasının olduğu sayfayı yırttı ve kırmızı bir kalemle polonya’nın bir kısmını işaretleyerek “işte bu bölgeyi istiyoruz” dedi. daha sonra hitler yeniden nutuk atmaya başladı ve tartışmalar neredeyse sabaha kadar devam etti.
hitler’in ingilizler’den istediği belli başlı maddeler vardı: ingiltere ile almanya arasında ittifak kurulması, polonya’ya danzig bölgesini almanya’ya vermesi için siyasi baskı yapılması, almanya’nın 1. dünya savaşı sonucu kaybettiği bazı sömürgeleri geri alması ve polonya’daki alman azınlığa iyi davranılacağına dair garanti verilmesi. bunun karşılığında almanya ingiltere’yi herhangi bir savaşta korumak için ordusunun tamamını temin edecekti, ingiltere’nin hiçbir sömürgesine veya toprak kazanımlarına karışmayacaktı ve son olarak polonya’nın bağımsızlığını almanya bizzat garanti altına alacaktı. hitler bir adım daha öteye gidiyordu ve ingiltere’ye şu teklifte bulunuyordu: ingiltere ile herhangi bir konuda çıkarları çakışan herhangi bir ülke ile anında ilişkilerimizi kesip o ülkeye olan tüm desteğimizi çekmeye hazırız. yani hitler polonya’nın danzig şehrini alabilmek için ingiltere’nin tavuğuna kış diyen herkesle (italya dahil) kötü geçinme ve belki de savaşa girme riskini alıyordu.
sabah 8’de uçağa atlayan isveçli londra’nın yolunu tutmuştu ve londra’ya varır varmaz ingiliz başbakanıyla görüşmek için izin almıştı. almanlar’ın mesajını duyan ingiliz tarafı bu mesajlarda yeni bir şey olmadığını anlayınca hiçbir şeyin değişmeyeceği ortaya çıktı. hitler eski isteklerini ve sözlerini yeniliyordu ve ingilizler’in bu laflara karnı toktu. bundan 1 gün sonra yani 28 ağustos’ta aynı uçakla berlin’e dönen dahlerus, ingilizler’in mesajını hitler’e iletti. ingilizler hitler’e “polonya ile masaya oturup danzig meselesini barışçıl yollarla çöz” diyordu. ayrıca hitler’in müttefiklik isteğine olumsuz yanıt gelmişti çünkü ingilizler hitler’e güvenemeyeceklerini söylüyorlardı. gerçekten de hitler bir antlaşmaya imza attıktan aylar sonra o antlaşmayı yırtıp atan ve tek taraflı olarak “iptal eden” biriydi ve ingilizler hitler’e güvenilmeyeceği konusunda haklıydı. almanya’nın bu saatten sonra polonya ile masaya oturması çok zordu çünkü daha önceki görüşmelerde ingiltere ve fransa’yı arkasına alan polonya almanya’ya tek karış bile toprak vermeyeceğini söylemişti.
ingiltere’nin cevabını duyan hitler oldukça sakin bir şekilde “tamam o zaman, ingiltere polonya ile görüşmemizi istiyorsa görüşürüz” diyerek herkesi şaşırttı. hitler görüşmeleri kısa süre içinde yokuşa sürükleyip sonra da suçu polonya’ya atmayı planlıyordu ve polonya’ya gerçekleşecek olan saldırının başlamasına 4 gün kalmıştı. dahlerus ingiliz tarafına hitler’in olumlu yanıt verdiğini söyledi. aynı gün gece 10:30’da hitler’i ziyaret eden ingiliz başkonsolosu henderson ile hitler arasında bir konuşma geçti ve bu konuşmadan önce hitler’e yazılı bir memorandum veren henderson daha sonra pazarlıklara başladı. hitler oldukça sakin ve saygılı bir şekilde pazarlıkları sürdürüyordu ve işler iyiye gidiyor gibi gözüküyordu. akşamın sonunda net bir sonuç çıkmasa da ortamda bir yumuşama olduğu kesindi. belki de savaş çıkmadan engellenebilecekti.
ertesi gün almanya’nın bir çok ülkedeki konsolosluklarından berlin’e uyarı üstüne uyarı geldik. çeşitli ülkelerdeki alman başkonsolosları berlin’e mektup, telgraf veya telefonla ulaşarak “durum çok ciddi, polonya’ya saldırdığımız anda dünya’nın yarısı bize savaş ilan edecek” şeklinde mesajlar veriyordu. hitler bu mesajları yine de ciddiye almıyordu ve polonya’yı oldu bittiye getirerek alabileceğini düşünüyordu. durumun tüm vehametine rağmen hitler ingiltere’nin almanya’ya savaş ilan etme ihtimalini sıfıra yakın görüyordu.
29 ağustos’ta, yani savaşa 3 gün kala hitler polonya ile masaya oturmayı kabul ettiğini ama polonya’ya pazarlıklar için temsilci göndermesi için 24 saat süre tanıdığını söyledi. zaman hızlıca ilerliyordu ve polonya hızlıca her türlü antlaşmaya imza atma yetkisi olan birini temsilci seçip almanya’ya göndermek zorundaydı. ingilizler olanları bir pazarlık aşaması değil ültimatom olarak görüyordu çünkü almanlar polonyalıları ayaklarına çağırıp pazarlıkların başlaması için 24 saat süre veriyordu. daha önce avusturya ve çekoslovakya ile olan pazarlıklar hitler’in bu tür görüşmelerde kullandığı taktikleri de net bir şekilde göstermişti. yabancı temsilci tek başına almanya’ya davet ediliyor, daha sonra hitler ve generallerinin olduğu bir odada güç gösterisine, saatlerce süren nazi propagandasına ve yalnızlığa maruz kalan ve hitler’in sınırlı sınırlı bağırış çağırışlarına dayanamayan temsilci her seferinde hitler’in istediği antlaşmaya imza atıyordu.
almanlar da “iki ülkenin ordusu seferberlik ilan etmiş ve sınır boyuna dizilmişken polonyalılar’ın olayın aciliyetini anlamasını bekliyoruz” şeklinde cevap verdiler. hitler karşısında ingiliz temsilci henderson varken her zamanki gibi sınırlı bir şekilde “polonya’da zulüm çeken ve her gün katledilen alman azınlıklar ingiltere’nin umurunda mı?” diye bağırınca dayanamayıp ayağa kalkan henderson “sizin bu akıl oyunlarınızdan bıktım, bu görüşmeden bir fayda çıkmaz” diyerek hitler’e bağırdı ve toplantıyı sonlandırdı. hitler neye uğradığını şaşırmıştı ve dönüp kalmıştı. daha sonra henderson bu sessizlikten faydalanarak toplantı alanını terk etti ve hitler’i kendi haline bıraktı. açıkçası sadece ingilizler’in değil odadaki bazı nazi subaylarının bile içlerinin yağları erimekteydi.
aynı günün akşamı saat 9 gibi hitler’in yarasına tuz basıldı. mussolini hitler’e hitaben yazdığı mektupta “ingiltere ile olan pazarlıklarında yardıma ihtiyacın varsa yardımcı olmaktan çekinmeyeceğini” söylüyordu ve hitler bunu bir aşağılama ve bir hakaret olarak görmüştü. italyanlar kim oluyordu da dünya’nın gelmiş geçmiş en büyük demagoji ve propaganda ustasına “ingilizler’i ikna etme konusunda yardıma ihtiyacın varsa çekinme şöyle” deme curretini gösteriyordu. hitler mussolini’nin yardım teklifini geri çevirse de başka birinden, isveçli işadamı dahlerus’tan ingilizler’e bir kez daha ulaşması için yardım isteyecekti.
dahlerus’a ingilizler’e iletmesi için verilen mektupta polonya’dan istenen 16 madde sıralanıyordu. ilk madde tabi ki danzig şehrinin almanya’ya verilmesiydi. hitler özellikle çıkacak olan savaşta polonya’yı suçlayabilmek için polonya’nın “hayır” diyeceği şeyleri listelemişti ve bazı maddelerin kabulüne imkan yoktu. hitler danzig şehrinde referandum yapılmasına sıcak bakıyordu ama referandumun şehir almanya’ya verildikten sonra alman devletinin gözetimi altında yapılmasını istiyordu. polonya ise almanlar’ın gözetimi altında yapılacak bir referanduma güvenecek değildi, zira bu tür anketlerde hitler’e hep %99 oranında “destek” çıkıyordu ve herkes bu rakamın uydurma olduğunu biliyordu. hitler danzig haricinde polonya’nın başka şehirlerine de göz koymuştu ve bu şehirlerin kaderinin belirlenmesi için de referandum yapılmasını istiyordu.
30 ağustos tarihi gelmişti ve polonya’ya verilen 24 saatlik süre geride kalırken polonya tarafından berlin’e ulaşan bir pazarlıkçı yoktu. hitler bu haberi sevinçle karşıladı ve etrafındakilere “polonya tuzağımıza düştü” dedi. bundan sonra almanlar ingilizler’e “biz barış için pazarlık masasına oturmayı kabul ettik ama polonyalılar gelmedi” diyeceklerdi. almanya dışişleri bakanı ingilizler’e hitler’in 16 isteğini almanca olarak okuyarak ilan etti ve ingilizler bunu takip etmekte zorlanıp yazılı metnin kopyasını isteyince “artık çok geç, polonya’ya verdiğimiz süre doldu.” cevabını aldılar. almanlar ingilizler’in son dakikada polonya’yı masaya oturmaya ikna etmesinden korkuyordu çünkü bu durumda savaş çıkartacak bahane bulamayacaklardı.
31 ağustos öğlen 12’de polonya’nın işgal emrini imzalayan hitler savaşın başlangıcını işaret etti. savaş gece 4:45’te güneş doğmadan hemen önce başlayacaktı ve alman ordusu polonya’yı 3 koldan kuşatacaktı. savaş cuma günü başlayacaktı ve hitler’in görüşüne göre ingiliz meclisinin toplanıp karar alması pazartesiyi bulurdu ve o zamana kadar savaş çoktan oldu bittiye getirilmiş olurdu.
hitler savaş kararını imzaladıktan sonra birkaç saat bile geçmemişken ingilizler’in telefonunu alan polonya başkonsolosu lipski alman dışişleri bakanı veya hitler’le görüşmek için izin istedi ama istediği izni alamadı. daha sonra almanya dışişleri bakanı ribbentrop lipski’ye “polonya adına herhangi bir antlaşmaya imza atma yetkisine sahip misin?” diye sordu ve kendisinin sadece pazarlık etmek için görevlendirildiğini öğrenince ofisinden dışarı attı.
akşam 5’te hitler’e ulaşan mussolini “en azından polonya’lı lipski ile ufak bir görüşme yap da savaş çıkınca seni suçlayamasınlar” mesajını iletti ama hitler bu mesajı yanıtsız bıraktı. bundan 1 saat önce de papa hem almanya’ya hem polonya’ya barış çağrısı yapmıştı ve hitler buna da cevap verme zahmetine girmemişti. saat 6:30’da polonya başkonsolosuna alman dışişleri bakanıyla görüşme izni çıktı ve kendisi almanlar’a polonya’nın pazarlıklara hazır olduğunu ve ingiltere’nin hakem olarak tayin edilmesini kabul ettiğini açıkladı. alman dışişleri bakanı polonyalı diplomata yine “polonya adına imza atma yetkin var mı?” sorusunu sordu ve olumsuz yanıt alınca toplantıyı kesti. “dün hitler bugün gün sizin gelip pazarlık masasına oturmanızı bekledi ama bugün sizinle masaya oturmak için çok geç” dedi ve polonyalıyı yine ofisinden dışarı attı.
akşam güneş battıktan sonra gleiwitz’teki radyo kulesine polonya ordusunun üniformasını giyen nazi askerler saldırdı ve almanya polonya’nın kendisine saldırdığını, buna savaşla karşılık vereceğini açıkladı. artık savaş başlamıştı ve sabah 4’ten sonra alman tankları polonya’ya girecekti. sabah saat 4:45’te alman savaş gemileri polonya’yı denizden bombalamaya başladığında polonyalılar savaşın başladığını anlamıştı. açıkçası almanya polonya’ya savaş ilan yapmak yerine direk saldırmıştı. hatta savaşın başladığı ilk gün alman medyası ve devleti hiçbir şekilde “savaş” kelimesini kullanmayacaktı ve bunun yerine “polonya’daki şiddet olaylarına cevaben gerçekleştirilen operasyon” ifadesi kullanılacaktı.
polonyalılar beklemedikleri kadar hızlı gelişen bu saldırı karşısında çok cılız bir savunma göstermişlerdi ve geri çekilirken arkalarında bıraktıkları köprüleri havaya uçurup yolları mayınlamışlardı. şimdilik almanlar’ın ilerleyişini yavaşlatmanın tek yolu bu gibi gözüküyordu. yerden tanklar ve zırhlılar ilerlerken savaş uçakları da yakın destek sağlıyordu ve az sayıda direniş gösteren polonya askeri bu uçaklara yem olmaktan kurtulamıyordu. almanlar danzig şehrini ve çevresini çok çabuk bir şekilde ele geçirmişti ama burada duracak gibi değildiler. hitler’in hedefinde şimdi polonya’nın büyük bir kısmı vardı.
sabahın erken saatlerinde uyanan hitler ilk iş olarak ölümcül hasta olanların ve kendine bakamayacak kadar engelli olanların bir kısmının devlete fazladan yük olmaması için ötenazi edilmesi için özel doktor yetiştirilmesi kararını onayladı ve hemen ardından mussolini’ye yazdığı bir mektupla “şimdilik askeri desteğinize ihtiyaç yok, siz hazırlıklara devam edin” mesajını geçti. hitler ingilizler’in polonya’nın işgaline nasıl bir tepki vereceğini merak ediyordu ama haftasonları çalışmayan ingiliz meclisinin tepki gösterme konusunda geç kalacağını düşünüyordu ve buna güveniyordu.
hitler yıllar sonra ilk kez gri askeri üniformasını giymişti. daha önce avusturya ve çekoslovakya meseleleri sırasında bu üniformayı giymeye niyetlendiyse de savaş çıkmayıp olay masabaşında çözüldüğü için bu fırsatı bulamamıştı. öğleden önce mecliste konuşma yapacak olan hitler makam arabasına binip meclise doğru yola çıktığında sokakların bomboş olduğunu, etrafta kimsenin olmadığını gördü. yol boyunca ss ve sa birlikleri toplanmıştı ve çoğu anayol sivil araç trafiğine kapandığı gibi berlin’in havasahası da uçaklara kapatılmıştı. sabah basılan alman gazeteler ve alman radyolar polonya’da zafer elde edildiğinden ve danzig şehrinin almanya’ya katıldığından bahsediyordu ama kimse savaşın hala devam ettiğini söylemiyordu. sanki savaş olmuş da bitmiş gibi bir hava yansıtılıyordu.
hitler meclise girişini yapıp konuşma yapmak üzere kürsüye çıktığında yorgun ve bitkin bir hali vardı. mecliste toplanan kalabalığa baktığında 100 kadar kişinin yerlerinde olmadığını gören hitler’in morali biraz daha bozuldu. o gün yapılacak olan konuşma da daha önceki konuşmalardan çok farklıydı. daha önce konuşmalarına başladığında 1 saat boyunca almanya tarihinden, naziler’in zorlu mücadelesinden, son yıllarda almanya’nın ne kadar geliştiğinden filan bahsederek insanları uyutan hitler bu sefer direk sadede gelmişti ve hiç bekletmeden konuya girmişti.
hitler konuşmaya başlar başlamaz polonya’yı suçlayıcı ifadelerde bulundu ve konuşma boyunca ingiltere ile almanya’nın barışı sağlamak için ne kadar çaba harcadığından, polonya’nın da savaş çıkartmak için en az onlar kadar çaba harcadığından, polonyalılar’ın almanlar’a yaptığı zulümlerin kabul edilemez olduğunu, polonya’nın pazarlık masasına bile oturmadığını ve ingiltere aracığılıyla yapılan tüm teklifleri polonya’nın geri çevirdiğini (aslında polonya’ya sadece bir teklif yapıldı ve o teklif defalarca yinelendi, yoksa bir çok teklif yapılmış değildi) söyledi. hitler bu konuşmada ingiltere’yi kızdırmamak için cümlelerini çok dikkatli bir şekilde seçiyordu ve batılı ülkeleri suçlayan önceki konuşmalarının aksine tüm suçu polonya’ya atıyordu. hitler özellikle danzig şehrine göndermeler yaparak “danzig eskiden bir alman şehriydi ve bugün itibariyle yine bir alman şehri. nasıl birinin kafasına silah dayayarak imzalatacağınız kontrat hukuki değilse polonya’nın danzig şehrini ve o şehirdeki alman halkını rehin tutarak bizimle masaya oturması da zaten hukuki olmazdı” diyordu ve savaşın danzig’le sınırlı olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyordu ama almanya sadece danzig’le yetinmemiş, polonya’nın tamamına yakınını ele geçirmek için harekete geçmişti.
hitler kürsüye muzaffer bir komutan gibi üniformasıyla kasıla kasıla çıkıp coşkulu bir şekilde zafer hikayeleri anlatmak istiyordu ama sokakta gördüğü halkın kayıtsızlığı, mecliste bir çok üyenin koltuklarının boş olması ve genel olarak almanlar’ın savaşa destek vermediğini bildiği için şevki kırılmıştı. yaptığı konuşmada bazı yerlerde kelimeleri tekrar tekrar okuyor, bazı yerlerde kekelemeye başlıyor, bazı yerlerde okuması gereken kelimeleri atlıyordu. hitler’in konuşmalarında ara ara alkışlar ve tezahüratlar duyuluyordu ama savaştan önceki konuşmalara göre bariz bir şekilde alkış ve tezahüratların daha zayıf olduğu belli oluyordu.
henüz ingilizler’den hiçbir yanıt gelmemişti. hitler ingilizler’in cevap vermesine fırsat kalmadan onlara ulaşmak istiyordu ve bunun için her iki tarafın ortak dostu olan isveçli işadamı dahlerus’a yeniden iş düşüyordu. sabah 11’de hitler’in odasına gelmesi istenen dahlerus odaya girer girmez ayağa kalkan hitler hemen önünde durdu ve gözlerinin içine dimdik bakarak konuşmaya başladı. dahlerus daha sonra bu ani anlatırken “hitler’in nefesi o kadar kötü kokuyordu ki anlattıklarına konsantre olmakta zorlanıyordum” diyecekti. dahlerus’a verilen mesaj aşağı yukarı şu şekildeydi: “almanya barış için yıllardır çabalıyor ama tek taraflı çabalar hiçbir sonuç getirmedi çünkü karşımızda alacak bir muhattap bile bulamadık. bundan sonra olaylara karışmamak ingiltere’nin çıkarına olacaktır. yok eğer ingiltere herşeye rağmen bizimle savaşmak istiyorsa yıllarca sürecek bir savaşa hazırız ve onlardan korkmuyoruz.”
hitler ingilizler’in avrupa’da yeni bir savaş istemediğini ve ülkenin ekonomisinin birinci dünya savaşından sonra yeni yeni ayaklandığını biliyordu ve ingiltere’nin asla almanya’ya savaş ilan edemeyeceğine dair olan düşüncesi aynen devam ediyordu.
öğleden sonra almanya’ya yurtdışından ilk mesaj gelmişti ve mesajı gönderen abd başkanı roosevelt’ten başkası değildi. roosevelt yolladığı mesajda “savaşın bir an önce bitmesi, savaş boyunca sivillere, kadın ve çocuklara zarar verilmemesi ve savaşın çevreye olan zararının minimumda tutulması” isteniyordu. roosevelt hitler’i savaştan dolayı kınamamıştı ve mektup oldukça yumuşak bir dille yazılmıştı. hitler ingiltere’nin de benzer bir tepki vereceğini düşünerek biraz olsun rahatlamıştı. roosevelt’e anında cevap verildi ve sivillere zarar verilmemesi konusunda son derece dikkatli olunacağı söylendi.
ingilizler’den hala çıt çıkmıyordu. herkes ingiliz başbakanının akşam 6’da mecliste yapacağı konuşmayı bekliyordu. bazıları ingiltere’nin almanya’ya anında savaş ilan edeceğini söylerken başkaları ingiltere’nin sözlü kınamadan ileri geçemeyeceğini düşünüyordu. beklenen konuşmanın vakti geldiğinde ilk olarak ingiltere’nin barışı sağlamak için çok uğraştığı, elinden gelen her şeyi yaptığı ama savaşı engelleyemediği söylendi. konuşmada ilginç olarak “alman halkı bizim düşmanımız değil ve olaylardan dolayı onları suçlu olarak görmüyoruz ama yıllardır nazi yönetimi tarafından yönetilip hiç seslerini çıkartmamaları düşündürücü” ifadesi geçiyordu. ingilizler aba altından sopa göstererek çaktırmadan alman halkının da olanlardan suçlu olduğunu ima ediyordu. chamberlain konuşmasının devamında ingiliz ordusunda seferberlik ilan edildiğini ve ingiltere’nin avrupa’da barışı sağlamak için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduğunu söyledi.
konuşma sona erdiğinde hitler ne düşüneceğini bilemiyordu. ingilizler almanya’ya savaş ilan etmemişti ama ingiliz ordusu seferberlik ilan etmişti ve alman halkına hitaben nazi partisi almanya’da yönetimde olduğu sürece avrupa’da savaş ortamının bitmesinin çok zor olduğu söylenmişti.
almanya’da kimse savaşı istemiyordu. hitler’in yakınındaki generaller ve nazi partisinin üyeleri bile savaşa karşı çıkıyordu. savaşı isteyen ve destekleyen tek kişi hitler’di ama kimse ona muhalefet etmeye cesaret edemiyordu. nazi partisinin en büyük maddi destekçilerinden ve sponsorlarından biri olan dünyaca ünlü alman işadamı fritz thyssen bile savaşın çıktığı gün isviçre’ye kaçmıştı çünkü işin sonunun iyiye gitmediğini anlamıştı.
akşam 9’da alman dışişleri bakanlığına giden ingiliz başkonsolos henderson almanlar’a ingilizler’in mesajını iletti. buna göre ingilizler polonya’ya verdikleri sözü tutmaya hazırdılar ve almanya en kısa zamanda polonya’daki askerlerine ateşkes emri vermediği halde almanya’ya hem ingiltere hem de fransa tarafından savaş ilan edilecekti (zaten 1 saat sonra fransızlar da çok benzer bir mesaj verdiler). almanlar bunu hala blöf olarak görüyorlardı. sonuç olarak alman askerler sınırı geçip polonya’daki bir çok yerleşim birimini ele geçirmişlerdi ve daha önce kendilerine “polonya’ya tek mermi atarsanız anında savaş ilan ederiz” demiş olan ingilizler şimdi de “savaşı durdurmazsanız savaş ilan ederiz” diyorlardı. almanlar bir şekilde zaman kazanıp pazarlıkları birkaç gün uzatabilirlerse bu birkaç gün içinde işi oldu bittiye getirerek cephede istediklerini alabileceklerini, bundan sonra da ingiltere’nin savaş ilan etmesi için çok geç olacağını düşünüyordu.
hitler’in etrafındaki generaller bile almanya danzig şehrini aldığına göre savaşın durdurulması taraftarıydı ama hitler danzig’i zaten savaşsız da alabileceğini düşünüyordu ve savaş açmışken daha da ileri gidilmesini, polonya’nın büyük bir bölümünün “savaş tazminatı” olarak alınmasını savunuyordu. hitler aynı zamanda ingiliz ve fransızlar için “savaş ilan edecek olsalardı şimdiye kadar çoktan etmişlerdi, neyi bekliyorlar ki?” diyordu.
2 eylül sabahında hitler’e mesaj yollayan mussolini “savaşı durdurup ingiltere ve fransa’yla masaya oturun ve orduların bugünkü bulundukları konuma göre ülkelerin toprak paylaşımı yapmasını sağlayın” dedi. yani almanya’nın savaşın ilk gününde kazandığı topraklar almanya’ya katılmak şartıyla savaşın durdurulması fikri öne atılmıştı. italya tarafı bu konuda taraflarla masaya oturup ingiltere ve fransa’nın ikna edilmesi konusunda yardımcı olabileceğini söylüyordu. hitler’in buna katılması mümkün değildi çünkü ingiltere ve fransa’nın diplomatik kınamalardan başka bir adım atmayacağını düşünüyordu ve dışardan yardım gelmediği sürece alman ordusu polonya’nın geri kalan topraklarını çok rahat yutabilirdi. kısaca hitler sürekli kazandığı için masadan bir türlü kalkamayan bir kumarbaz gibiydi ve eninde sonunda yaptıkları bir yerde patlayacaktı.
öğle saatlerinde almanlar italyanlar’a cevap yolladılar. cevapta “biz bir şekilde masaya otururuz ama dün gece fransa ve ingiltere bize ültimatom verdi ve polonya’dan tüm askerlerimizi çekmemizi istediler. bu durumda bu iki ülkeyle masaya oturmamız polonya’da kanlarını feda eden askerlerimize yapılmış bir saygısızlık olur” diyordu. hitler işi yokuşa sürüp suçu da ingiltere ve fransa’ya atmaya niyetliydi. italyanlar ingiliz ve fransızlar’a ulaşıp almanya’ya ültimatom verip vermediğini sorduğunda “ultimatom değil uyarı verdik” cevabını aldılar. buna karşılık fransızlar italya’nın önerisine sıcak bakıyordu ama ingilizler pazarlıkların başlaması için alman askerlerinin polonya’dan tamamen çıkmasını ilk şart olarak koşuyordu. bu hitler’in istediği bir cevaptı çünkü hitler bu saatten sonra kimseyle pazarlık yapmak istemiyordu ama müttefiği mussolini’nin gözünde kötü de gözükmek istemiyordu. eğer mussolini’nin önerisini ingilizler geri çevirirse hitler suçu onlara atabilirdi.
aynı saatlerde ingiltere de fransa da fokur fokur kaynıyordu. iki ülkenin meclislerinde de üyeler “neden almanya’nın polonya’yı işgalini izliyoruz? neden cevap vermiyoruz? her seferinde almanya bir şekilde toprak kazanıyor, neden bir şey yapmıyoruz?” gibi sorular soruyordu. tartışmalar gece geç saatlere kadar devam ediyordu. ingilizler ve fransızlar almanya’ya savaş ilan etmek zorundaydı yoksa ülkede iç karışıklık çıkabilirdi veya mevcut hükümetler devrilebilirdi. iki ülkede de muhalefet hızla güç kazanıyordu ve mevcut hükümetler akla karayı seçme durumundaydı. 2 eylül’ün akşam saatlerinde almanya’ya savaş ilan edilmesi kararı alındı ve savaş ilan metni yazılmaya başlandı.
3 eylül’de ingiliz başkonsolosu henderson alman dışişleri bakanı ribbentrop’u aradı ve ona vereceği bir mesaj olduğunu söyledi. ribbentrop savaş ilanının geldiğini anlamıştı ve bunu hitler’e ileten kişi olmak istemiyordu. bu yüzden “mesajı almanya başkonsolosuna iletin” dedi ve aradan çekildi. birazdan ingilizler alman büyükelçisine bir mektup verdi ve mektupta “1 eylül’de almanya’ya ilettiğimiz çağrı cevapsız kaldı ve almanya polonya’daki askeri operasyonlarını aynı hızla devam ettirmektedir. bu sabah 11’e kadar almanya teklifimize cevap vermediği halde iki ülke arasında bir savaş durumu oluşacaktır” yazıyordu. kısaca almanya’ya ingiltere’ye cevap vermesi için 2 saat verilmişti.
alman diplomat schmidt ingilizler’in ültimatomunu hitler’e haber vermek zorundaydı çünkü dışişleri bakanı bunu yapacak cesareti kendinde bulamıyordu. schmidt kapıyı çalıp hitler’in odasına girdiğinde içerde hitler’i bir masada çalışırken, hemen yanında da alman dışişleri bakanı ribbentrop’u gördü. birazdan ikisinin gözleri de schmidt’in üzerindeydi. alman diplomat ikisini gözleriyle selamladıktan sonra yanındaki kağıttaki ingiliz ültimatomunu okudu ve almanca’ya tercüme etti. o ana kadar ingilizler’in blöf yaptığını düşünen ve eninde sonunda ingilizler’in almanya’nın tarafına geçeceğini düşünen hitler tam anlamıyla şok olmuştu. bir anda yüzünün rengi değişmişti ve dakikalarca tek kelime bile etmeden schmidt’e bakıp kalmıştı. bu hitler’in o güne kadar yaşadığı en büyük şoklardan biri olabilirdi. birazdan hitler dışişleri bakanına döndü ve gayet yıkılmış bir ses tonuyla “şimdi ne olacak?” dedi. hitler’in hayatında tek korktuğu ve çekindiği ülke ingiltere’ydi ve ingiltere’nin almanya’ya savaş ilan etmesi hitler’in en büyük kabusuydu.
ribbentrop hitler’den çekindiği için fazla bir şey söyleyemedi ama “ingilizler bize böyle bir ultimatom verdiyse fransızlar’ın benzer bir ultimatom vermesi sadece zaman meselesidir” dedi. hitler’in tüm dünyası basına yıkılmıştı ve ne yapacağını şaşırmıştı. normalde sinirlendiğinde bağıra çağıra konuşan, masasını ve duvarları yumruklayan hitler gitmişti, yerine boş boş duvara bakan, beti benzi solmuş bir hitler vardı. tarih tekerrürden ibaretti, aynı birinci dünya savaşında olduğu gibi ingiltere yine almanya’ya hiç beklenmedik bir zamanda savaş ilan etmişti ve almanlar yine ne yapacaklarını şaşırmıştı. aslına bakarsak ingiltere’nin almanya’ya savaş ilan edeceği aylar önceden belliydi çünkü almanya’ya uyarı üzerine uyarı, ultimatom üzerine ültimatom yollamışlardı ama hitler bunları hep blöf olarak görmüştü ve fazla dikkate almamıştı.
hitler iktidara gelmeden yıllar önce yazdığı ünlü “kavgam” kitabında bile “almanya’nın avrupa’da bir müttefiği varsa o da ingiltere’dir” ve “almanya’nın avrupa’daki emellerine ulaşması ancak ingiltere’nin yardımıyla mümkündür” diyerek ingiltere’yi ne kadar ciddiye aldığını göstermişti ve hitler’e dünya’da herhangi bir ülke müttefik olarak önerilse hiç düşünmeden ingiltere’yi seçeceği çok açıktı. buna rağmen yine hitler’in aylar boyunca ingiltere’den gelen tüm ültimatom ve uyarıları blöf olarak görmesi ve hiçbirini dikkate almaması da kaydadeğer bir ayrıntı. hitler halka konuşma yaparak seslenme konusunda çok yetenekliydi ama bu yeteneğinin olduğundan da iyi olduğunu düşünüyordu. öyle ki yaptığı konuşmalarla alman halkının bir kısmını kandırıp yönetimi ele geçirmeyi başarmıştı ama bu konuşmaların yurtdışındaki etkisi yok denecek kadar azdı. halbuki kendisi ingilizler’in de konuşmalarını hayranlıkla takip ettiğini ve onları kısa süre içinde ikna edebileceğine inanıyordu.
hitler’in içinde hala ufak bir umut vardı. belki de ingilizler hala blöf yapıyordu. bunu anlamanın tek yolu vardı o da ingilizler’in ültimatomunu reddetmek ve şartlarını kabul etmemekti. hitler sökün etkisinden kurtulur kurtulmaz bunu yaptı ve ingilizler’e rest çekti. bundan sonra rusya’dan gelen diplomatlarla görüşen hitler “yeni arkadaşlarıyla” yakınlaşmanın yollarını arayacaktı. hitler’in ruslarla olan toplantısı devam etmekteyken fransızlar’ın ültimatomu da geldi. ilerleyen saatlerde avustralya, hindistan, yeni zelanda gibi ingilizler’in bazı “dostları“ da almanya’ya teker teker savaş ilanında bulunacaktı ve sonraki günlerde buna güney afrika ve kanada da katılacaktı. abd almanya’yı kınamakla beraber tarafsızlığını şimdilik koruyordu.
akşam saatlerinde hitler’den alman halkına bir açıklama geldi. bu açıklamanın tonu önceki açıklamalara göre çok farklıydı. önceden ingiltere’yi kırmama konusunda çok hassas davranan hitler artık bu konuda çok daha net ifadeler kullanacaktı. ingiltere’nin avrupa’daki güç olmak istediğinin altını çizen hitler, almanya’nın güçlenmesi karşısında kıskançlık krizi geçiren ingiltere’nin buna tepki olarak almanya’ya savaş ilan ettiğini söyledi. hitler’e göre almanya barış yanlışıydı ve ingiltere dünya’daki sömürgelerini kaybedeceği korkusuyla hareket ediyordu. almanya ingilizler’in tehditlerine karşı boyun eğmeyecekti ve birinci dünya savaşından beri almanya’ya baskı uygulayan bazı güçlere hakettikleri cevap verilecekti. yine hitler’e göre almanya barış dostuydu ve almanya’nın en büyük amacı avrupa’ya barışı getirmekti. buna göre ingilizler avrupa’da barış ortamı olmasını istemiyordu ve savaş ortamının olması ingiliz savaş tüccarlarının işine gelip onları zengin ediyordu. kısaca hitler birkaç gün önce ingiltere’yi savunup tüm suçu polonya’ya attığı gibi şimdi de tüm suçu ingiltere’ye atmıştı.
bundan sonra hitler alman generallerle konuştu ve bazı savaş direktiflerini iletti. ingiltere ve fransa almanya’ya savaş ilan etmişti ama henüz cephede bu ülkeler arasında bir çarpışma yaşanmamıştı. hitler’in yeni direktiflerine göre fransa sınırındaki alman askerleri fransa’nın saldırıya geçmesini bekleyecekti ve şimdilik savunma pozisyonu alacaktı. bu bölgedeki alman uçaklar da şimdilik sadece keşif uçuşları yapacaktı ve kimseye ateş açmayacaktı. alman donanması ingiliz donanmasıyla karşı karşıya kaldığında eğer ingilizler fazla yakınlaşırsa onlara ateş açacaktı ama karada veya havada ingiltere’ye saldırı olmayacaktı. kısaca hitler almanya’nın batı cephesinde savunma pozisyonu alıp beklemeye koyulmasını emretmişti ve ingiltere ve fransa her ne kadar kendisine savaş ilan etse de içinde hala işlerin cepheye gitmeden çözüleceğine dair bir umut vardı. polonya cephesinde saldırıların hızı ve şiddeti arttırılacaktı ve bu cephede iş en kısa sürede bitirildikten sonra buradaki fazlalık askerler batı cephesine aktarılacaktı.
3 eylül’ü 4 eylül’e bağlayan gece hitler trene binip polonya’ya doğru yola çıktı. hitler’in amacı çatışmaların henüz bittiği bölgeleri denetleyip askerlere “ben de sizinle beraber cephedeyim” mesajı vermekti. aynı saatlerde ingiliz uçakları almanya semalarında keşif uçuşları yaptı ve alman halkının okuması için gökyüzünden alman sokaklarına milyonlarca bildiri yağdı.
ingilizler hitler’e savaş ilanının gerçek olduğunu göstermek istiyordu. bu yüzden bombalarla yüklü 12 ingiliz savaş uçağı kuzey denizine doğru yol aldı ve buradaki alman donanma filosuna saldırı düzenlendi. alman gemiler 3 isabet almıştı ama şans eseri bombalardan hiçbiri patlamamıştı. saldırıyı düzenleyen 12 uçaktan yarısı alman uçaksavarlar tarafından düşürülmüştü. bu durumda ingiltere almanya’ya pek zarar vermeyi başaramamıştı ama en azından savaşta ciddi oldukları mesajını almanya’ya iletmiş oluyorlardı.
5 eylül’de polonya’da yaralanıp almanya’ya tedavi için gönderilmek üzere bir tren istasyonuna getirilen yüzlerce yaralı alman askerini ziyaret eden hitler bu askerlere kısa bir konuşma yaptı ve kendisinin askerlerle beraber göğüs göğüse cephede olduğunu söyledi. hitler 2 gündür polonya’daydı ama çatışmaların olduğu bölgelerden uzak tutuluyordu. bir şehir almanlar tarafından ele geçirilip düşman unsurlarından temizlendikten sonra hitler oraya arabasıyla gidip askerleri denetliyordu.
6 ve 7 eylül tarihlerinde almanya polonya’yı büyük ölçüde ele geçirmişti ve polonya askerleri çok ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmıştı. batı cephesinde şimdilik ufak tefek hava saldırıları dışında sessizlik vardı ve hitler yeniden eski düşüncelerine geri dönmeye başlamıştı, yani ingilizler’in blöf yaptığını düşünmeye başlamıştı. hitler batı cephesindeki askerlerin dikkatli olmasını, provokasyondan uzak durmasını, kendilerine ateş açılmadıkça kimseye ateş açmamasını istedi ve kuzey denizindeki alman donanmasının ingiliz gemilerine nadiren de olsa ateş açabileceğini ama fransızlar’a ateş açılmaması gerektiğini çünkü şu ana kadar fransızlar’ın almanlar’a tek mermi bile atmadığını söyledi.
hitler 4 eylül’den beri polonya’daydı ve sürekli askerleri ziyaret ederek denetliyor ve bazı askerlere konuşmalar yapıyordu ama alman halkı bu tarihten beri kendisini ne görmüş ne de sesini duymuştu. alman halkı arasında savaşı destekleyenlerin oranı yok denecek kadar azdı ve hitler’in halkın karşısına çıkacak yüzü yoktu. bu yüzden askerlerin arasında saklanıp kendisini cephede kahramanca savaşıyormuş gibi göstermeyi tercih ediyordu. 13 eylül’de almanlar’ın birkaç gün önce ele geçirdiği lodz şehrine giden hitler burayı arabayla turlayıp şehrin bazı tarihi mekanlarını ziyaret etti. kendisi “fethedilen” şehirleri zafer kazanmış bir komutan edasıyla dolaşıyordu ve günlerdir üzerinden neredeyse hiç çıkartmadığı gri askeri üniforması yine üzerindeydi.
16 eylül itibariyle polonya’nın önemli bir kısmı almanlar’ın eline geçmişti. ülkenin başkenti varşova kuşatma altındaydı ve birkaç gün içinde düşmesi bekleniyordu. alman uçaklar şehre bir yandan bomba yağdırırken bir yandan da broşür dağıtarak askerlerin ve halkın silah bırakmasını istiyorlardı. varşova’da asker sivil demeden herkes silahlanmıştı ve direnişe katılmıştı. her sokakta barikat kuruluydu ve siperler kazılıydı. alman ordusu şehre bir türlü giremiyordu. hitler polonyalılar sivil halkı silahlandırıp cepheye sürdüğü için polonyalılar’ın savaş suçu işlediğini söylüyordu ama sivil hedefleri bombalamaktan da çekinmiyordu. aslında savaşın ilk günlerinde alman uçaklar sivil hedefleri bombalamama konusunda daha hassastı ama günler geçtikte bu hassasiyet zamanla ortadan kaybolmuştu.
yine 16 eylül tarihinde japonya ile rusya arasındaki çatışmalar sona ermişti ve iki taraf masaya oturup antlaşma imzalamıştı. bunu fırsat bilen rusya 17 eylül’de hiç vakit kaybetmeden polonya’ya doğu tarafından saldırdı. daha önce almanya ve rusya arasında imzalanan saldırmazlık paktının gizli bir maddesine göre polonya bu iki ülke arasında paylaşılacaktı ve rusya pastadan kendisine ayrılan payı almak için harekete geçmişti. öte yandan almanlar pastanın kendilerine düşen payı büyük ölçüde almıştı bile. hitler bir yandan rusya’nın polonya’dan fazlaca toprak almasından çekiniyordu, bir yandan da seviniyordu çünkü şimdi ingiltere’nin rusya’ya da savaş ilan etmesi gerekiyordu, zira polonya hala ingiltere’nin müttefiğiydi. günün sonunda hitler’in beklentisi boşa çıktı ve ingiltere rusya’ya savaş ilan etmek bir yana ültimatom bile vermedi.
polonya yönetimi gizlice romanya’ya kaçıp sığınmıştı ama varşova’da çatışmalar hala sokak sokak devam ediyordu. almanlar her sokağı ele geçirmek için saatlerce, bazen günlerce çatışmak zorunda kalıyordu ve iki taraf da binlerce kayıp vermişti. 19 eylül’de uzun zaman sonra ilk kez alman halkına radyodan yayınlanan bir konuşma yapan hitler “18 gün gibi kısa bir süre içinde polonya’nın tamamını ele geçirmiş bulunuyoruz ve operasyon başarıyla sonuçlanmıştır” dedi ama çatışmalar hala devam ediyordu. ayın 17’sinden beri polonya’da rusya ve almanya birlikte hareket ediyordu ve elde edilecek zaferde iki ülkeye de pay çıkacaktı. hitler bunu istemediği için savaş 18’inde bitmiş de rusya savaş bittikten sonra polonya’ya girmiş gibi bir hava yaratmaya çalışıyordu.
hitler’in yaptığı konuşmada birinci dünya savaşı sonası kurulan polonya devletinin varlığı bile sorgulanıyordu ve “yüzyıllarca boyunca alman uygarlığı, alman disiplini ve alman kültürüyle yoğrulup medenileşen bu topraklarda polonya devletinin hiçbir hakkı yoktur. bu topraklar polonyalılar’a bırakılırsa eski barbar günlerine dönmesi 50 yıl bile sürmeyecektir. polonyalılar yılların alman geleneğinin sonucu olan bu toprakların meyvesini yemeye yetkili değildir” şeklinde kendince tespitlerde bulunuyordu. hitler konuşmasının bir bölümünde “almanya’ya 10 sene önce taşınmış olan bir polonyalı yahudi’yi sınırdışı etsek tüm dünya ağlıyor ama polonya’da yüzlerce yıldır yaşayan binlerce alman sınırdışı edilince kimsenin sesi çıkmıyor?” diyerek olayı yavaş yavaş yahudi meselesine bağlamaya da başlamıştı.
hitler savaş başlamadan önce polonya’dan sadece almanlar’ın çoğunlukta olduğu danzig şehrini istediğini, polonya’nın kuzey denizine rahatça ulaşabilmesi için danzig şehrindeki limanın kontrolünü polonya’ya vermeye hazır olduğunu, pazarlıklarda her türlü kolaylığın yapıldığını ve her türlü tavizin verildiğini ama polonya’nın pazarlık masasına oturmaya bile yanaşmadığını, kendisinin 2 gün berlin’de oturup polonyalılar’ın pazarlık masasına oturmasını beklediğini, polonya’nın arkasında ingiltere’nin garantileri olmasa çoktan masaya oturacağını, şimdi sadece danzig’i değil tüm ülkeyi kaybettiklerini söyledi. konuşmanın bundan sonraki bölümünde giydirilme sırası ingiltere’deydi.
hitler “tabi ki polonya tek başına bize karşı savaş açmaya veya bize karşı direnç göstermeye cesaret edemezdi. birileri perde arkasından polonya’ya garantiler vererek onları gaza getirdi ve savaşmaları için polonyalıları cepheye sürdü. ingilizler polonya’ya her türlü desteği verme sözü vermişti ve gerekirse ingiliz askerleri polonya’yı korumak için yola çıkacaktı ama sonunda ne oldu? ingilizler izlerken biz 18 gün içinde onların garanti altına aldığı toprakları ele geçirdik. polonyalılar kandırılmanın cezasını ödüyorlar” diyerek olayların asıl sorumlusunun polonya’ya her türlü garantiyi verip sonra aradan çekilen ingiltere olduğunu ima etmeye başladı.
22 eylül’de varşova civarında devam eden çarpışmalarda alman generallerden freiherr von fritsch hayatını kaybetmişti. bu general yıllar önce hitler’e muhalefet eden ve bu yüzden görevi değiştirilen subaylardan biriydi. hitler’e ölüm haberi getirildiğinde pek tepki vermedi ve oldukça duygusuz bir şekilde “keşke onu cepheye sürmeseydim” dedi. alman halkına günler önceden “savaş bitti” denilmiş olmasına rağmen savaş tüm hızıyla devam ediyordu ve varşova şehri hala düşmüş değildi. bu arada polonyalı askerler bazı bölgelerden geri çekilirken orada yaşayan etnik almanlar’ı katletmeye başlamıştı ve bu olay hitler’i çok sinirlendirmişti. artık almanlar da aynı şekilde karşılık verecekti ve savaş uçakları bombardıman yaparken eskisi kadar dikkatli olmayacaktı. tabi ki hitler polonya tarafının yaptığı katliamları dünya’ya 1’e 10 katarak anlatacaktı.
25 eylül tarihinde henüz varşova düşmemişti ve hitler polonya’nın geleceğine dair bir karar verememişti. polonya’da almanya’ya bağlı kukla bir yönetim kurulabilirdi, ülkenin toprakları tamamen almanya’ya katılabilirdi veya rusya ile beraber ortak bir çözüm geliştirilebilirdi. bununla beraber almanya polonya’nın bir kısmını topraklarına katıp geri kalanını ingilizler’e karşı pazarlık maddesi olarak kullanabilirdi. almanya’nın önünde bir çok seçenek vardı ama ilk hedef bir türlü düşmeyen varşova’yı ele geçirmekti. almanlar savaşa oldukça hızlı başlayıp kısa süre içinde varşova kapılarına kadar dayanmıştı ama şehir bir türlü düşmüyordu. polonya yönetimi şehri ve ülkeyi çoktan terk etmişti ama cephede hala çok sayıda asker ve sivil canla başla direnmeye devam ediyordu. bundan sonra kuzey denizindeki ingiliz gemilerine düzenlenen saldırılar arttırılacaktı. askeri gemilerle beraber ticari gemiler ve yük gemileri de saldırı kapsamı altındaydı.
26 eylül itibariyle ingilizler’de bir fikir değişikliği gözlemlenebiliyordu. polonya artık kaybedilmişti ve özellikle rusya da savaşa dahil olduğu için bir daha geri kazanılması imkansıza yakındı. ingiltere’nin bu saatten sonra almanya’ya saldırarak kazanabileceği fazla bir şey yoktu ama kaybedebileceği çok şey vardı. hitler bu durumu anlamıştı ve ısrarla “ingilizler 3 yıl savaşmak istiyorsa 3 yıl, 5 yıl savaşmak istiyorsa 5 yıl, 10 yıl savaşmak istiyorsa 10 yıl savaşmaya hazırız ama savaşın sonunda geriye bir ingiltere kalır mı bilemiyorum. ingiltere’nin garanti verdiği 36 milyon nüfuslu polonya’nın bize karşı sadece 18 gün dayanabilmiş olması ingilizler’e bir şey anlatmalıdır” diyordu.
ingilizler hitler’le resmi yollardan görüşmeyi kabul etmiyordu ama iki ülkenin ortak dostu olan dahlerus hala iki taraf arasında gayriresmi arabuluculuk yapıyordu. dahlerus 26 eylül tarihinde hitler’i ziyaret ettiğinde hitler kendisine “ingilizler polonya’nın en azından bir kısmını kurtarmak ve avrupa’da barışı kalıcı kılmak istiyorlarsa bu konuda ciddi olduklarını bize göstermek zorundalar. en başta ingiltere’nin hedefi polonya’yı korumaktı ama şimdi almanya’daki rejimi değiştirmekten söz ediyorlar. ingilizler’in avrupa’ya barış getirme konusunda samimi olduğuna ikna olmuş değiliz ve bu konuda görüşmeler bir an önce başlamalıdır” demişti. tabi ki hitler’in ingiltere’yle masaya oturmasının ilk şartı polonya’da o ana kadar elde edilen toprakların tamamının veya önemli bir kısmının almanya’da kalmasıydı. ingiltere polonya’yı savaş öncesi sınırlara taşımak istiyordu ama buna ne almanya ne de rusya’nın izin vermeyeceği çok açıktı.
hitler bundan sonra almanya’nın batısındaki tüm ülkelere (hollanda, belçika, lüksemburg, fransa, ingiltere) kendi topraklarında gözü olmadığını söyleyerek bu ülkeler almanya’ya saldırmadığı halde hiçbirine saldırmama garantisi verdi. almanya bu ülkelerle saldırmazlık antlaşması imzalayıp ülkelerin bugünkü sınırlarını garanti altına almaya hazır olduğunu belirtmişti ama doğu ve güney sınırındaki ülkelerle ilgili hiçbir söz vermemişti.
27 eylül’de hitler generalleriyle görüşerek gizli bir karar aldı. ingilizler 12 kasım’a kadar barışa yanaşmazsa ingiltere’ye gözdağı vermek için önce hollanda, belçika ve lüksemburg’a sonra da fransa’ya saldırılacaktı. ingiltere’nin topraklarına saldırı düzenlenmeyecekti çünkü hitler onları hala gelecek için potansiyel bir müttefik olarak görmeye devam ediyordu. hitler’in son kararı çok riskli bir hareketti ve hitler’in sonunu getirebilirdi (getirdi de). bugüne kadar ingiltere ve fransa kendisine savaş ilan etmişti ama cephede neredeyse hiç mermi atılmamıştı. statükonun bu şekilde devam etmesi bir süre sonra masaya oturulabileceğine işaretti ama hitler’in batıdaki komşularına saldırması demek gemileri ve köprüleri tamamen yakması anlamına geliyordu.
ertesi gün rusya ile almanya polonya’nın paylaşımı için masaya oturduğunda rus tarafı litvanya’yı isteyince pazarlıklar zora girdi. rusya polonya’da ufak bir topak parçası hariç geri kalan heryeri almanya’ya bırakmayı kabul ediyordu ama kuzeydoğudaki ufak baltık ülkelerinin tamamını kendine kapatmak istiyordu. pazarlıklar biraz uzasa da sonunda hitler’in onay vermesiyle antlaşma imzalandı ve iki taraf da antlaşmadan istediğini aldı. hatta almanya’nın uydu devleti haline gelen slovakya’ya bile polonya’dan toprak verilmişti. artık polonya devletinin yeniden doğması imkansızlaşmıştı ve ingiltere’nin pazarlıktaki eli epeyce zayıflamıştı. savaş burada bitebilirdi ama hitler hala batı ülkelerine bir “ders” vermek istiyordu.
eylülün son günü varşova’nın düştüğü ve alman askerlerinin şehirde “temizliğe” başladığı haberi geldiğinde hitler bir çocuk gibi sevindi. varşova fethini kutlamak için almanya’nın her yerinde sonraki bir hafta boyunca öğlen 12 ile 1 arası kiliselerde canlar çalacaktı. daha sonra 5 ekim’de varşova’ya giden gri üniformalı hitler burada arabayla resmi geçit yaparak “zaferini” kutladı. savaşın başından beri halkın karşısına 2 defa çıkmaya cesaret edebilen, mecliste de sadece 1 kere gözüken hitler artık zafer kazanmanın sarhoşluğuyla özgüven kazanmıştı ve meclise gidip konuşma yapmak için hazırlıklara başlamıştı. hitler meclisteki konuşmasında “ingiltere polonya’yı korumak için bize savaş ilan etti ve artık polonya diye bir ülke yok. bu durumda bu anlamsız savaşı devam ettirmeye gerek de yok” diyerek ingilizler’le masaya oturmaya hazır olduğunu yineledi.
ingilizler’in hitler’le masaya oturmak gibi bir niyeti kalmamıştı. diplomasi tükeneli haftalar olmuştu ve artık ingilizler’in aklında hitler’i cezalandırıp alman halkını hitler rejiminden kurtarmak vardı. churchill yaptığı konuşmalarda ısrarla “elleri kanlı hitler rejimiyle masaya oturmamız mümkün değil. bu savaşı hitler başlattı ama biz bitireceğiz. savaşın ne zaman bittiğine biz karar vereceğiz ve savaş bittiğinde hitler ortadan kalkmış olacak” şeklinde ifadeler kullanıyordu. artık polonya ingiltere’nin umurunda değildi ve ingiltere’nin hedefi ne olursa olsun almanya’daki hitler rejimini değiştirmekti. hitler bunu anlamakta zorlanıyordu ve ısrarla hala ingiltere ile almanya’nın eninde sonunda müttefik olacağını söylemeye devam ediyordu.
hitler 6 ekim’deki konuşmasında bol bol demagoji yaptı. örneğin “avrupa’da benim kadar barışı seven ikinci bir lider yoktur. barış yanlısı olmam, barışı çok sevmem bazı ingiliz gazeteciler tarafından korkaklık olarak nitelendirilmiş. birinci dünya savaşında cephedeydim, polonya savaşında da savaşın geçtiği yerleri teker teker gezme ve olanları görme fırsatım oldu. savaşın ne kadar kanlı, ne kadar acı, ne kadar yıkıcı olduğunu benden daha iyi kimse bilemez. savaş mecbur kalınmadıkça yapılmaması gereken bir şeydir. biz savaştan korkmuyoruz, gerekirse yıllarca savaşırız ama ilk hedefimiz avrupa’da barışı muhafaza etmektir. bu korkaklık veya zayıflık olarak algılanmamalıdır.” birden bire hitler barış havarisi kesilmişti ama ingilizler’in bu laflara karnı toktu.
hitler 6 ekim’deki konuşmasından sonra 3 gün bekledi ve 9 ekim itibariyle ingilizler’den hala bir cevap gelmeyince sabrını kaybetmeye başladı. 9 ekim’de generallere iletilmek üzere bir mektup yazan hitler belçika, hollanda ve lüksemburg’un işgali için hazırlıkların bir an önce başlaması için emir verdi. her ne kadar almanya ile bu üç ülke arasında saldırmazlık paktı olsa ve birkaç gün önce kendisi bu ülkelere sözlü garanti vermiş olsa da bu üç ülke de sırf ingiltere’ye gözdağı vermek ve masaya oturmaya zorlamak için işgal edilecekti. 10 ekim’de hitler generalleriyle ve bakanlarıyla bir araya gelip batı avrupa’ya saldırma fikrini sözlü olarak yineleyince beklediğinden çok daha büyük bir muhalefetle karşılaştı. hiçbir alman general kış şartlarında yeni bir cephe açmak istemiyordu ve alman ordusu böyle bir operasyona hazır değildi. bir çok general dejavu yaşıyordu çünkü birinci dünya savaşında aynı hatayı yapan almanya cezasını mağlubiyetle ödemişti.
12 ekim’de ingiltere günlerce süren bekleyişten sonra hitler’in barış çağrısına cevap verdi. ingilizler “almanya verdiği sözleri birer birer eziyorken alman tarafıyla herhangi bir antlaşma imzalamak vakit kaybıdır çünkü bugün imzaladıkları antlaşmayı yarın yırtıp atmayacaklarının hiçbir garantisi yok. polonya ve çekoslovakya’da yıkıma sebep olan almanlar bu yıkımları onarmadan, polonya’ya ait olan toprakları geri vermeden hitler rejimiyle masaya oturmamız mümkün olmamakla beraber bugünden itibaren ingiltere’nin hedefi hitler rejimini sonsuza kadar geri gelmeyecek şekilde ortadan kaldırmaktır” diyordu. yani ingilizler’le almanya’nın anlaşmasına olanak yoktu. ingilizler lafa değil icraate bakıyordu ve almanlar’ın icraatı pek de barış yanlısı olduklarını göstermiyordu.
hitler bu gelişmeyi “biz barış istiyoruz ama ingilizler barış istemiyor” şeklinde yorumlamaya devam edecekti ve yaşanacak olaylardan dolayı kendisini sorumlu tutmayacaktı. hitler’in sıklıkla kullandığı taktiklerden biri masa başında saçma sapan isteklerde bulunmak, bu istekler kabul edilmeyince de karşı tarafın barış istemediğini söyleyip çıkan savaştan karşı tarafı sorumlu tutmak vardı.
yine 12 ekim’de polonya’nın bir kısmını alman topraklarına katan, bir kısmını da uydu devleti ilan eden hitler buraya dr. frank adlı kişiyi general-vali olarak atadı ve polonya’da o günden sonra geçerli olacak kanunları belirlemeye başladı. bu hareket almanya’nın polonya üzerindeki emellerinin epeyce kalıcı olduğunu gösteriyordu ve almanya’nın savaşta kazandığı toprakları geri vermeye hiç de niyetinin olmadığının kanıtı niteliğindeydi. ingilizler ve fransızlar almanya’ya günler önceden savaş ilan etmelerine rağmen cephede iki taraf arasında yok denecek kadar az çatışma yaşanmıştı ve batı cephesinde işler sakin gidiyordu.
alman ordusunun bazı unsurlarıyla ss tugayları polonya’da “temizliğe” yani katliama başlamıştı. muhalif veya direnişçi olduğundan şüphelenilen polonyalılar yargılanmadan yaınfaz ediliyordu ya da toplama kampına atılıyordu. bu arada polonya’daki yahudu nüfusun da işleri giderek zorlaşıyor ve bunlara uygulanan baskılar giderek artıyordu. hitler yaptığı konuşmalarda bu katliamlara hiç değinmiyor, adeta üç maymunu oynuyordu. kırık camlar gecesinden beri naziler’in işlediği tüm katliamlarda hitler ortalıkta gözükmüyordu ve sanki olay hiç yaşanmamış gibi davranıyordu. halbuki o dönemde benzer diktatör rejimler bu tür katliamlara imza attığında katliamdan övünerek bahsediyordu ve katliamı neden gerçekleştirdiğini çeşitli sebepler öne sürerek ballandıra ballandıra anlatıyordu. hitler yaptığı katliamların insanlıkdışı ve kötü olduğunu içten içe biliyordu ve kendisine bunu yakıştıramıyordu. bu yüzden katliam zamanlarında gözlerden uzak duruyordu ve sessizliğe gömülüyordu.
polonya’da sadece muhalifler ve nazi karşıtları değil biraz güç sahibi olan ve tehdit olarak görülen herkes kurşuna dizilecekti veya kampa kapatılacaktı. bunlar içinde belli bir rakamın üzerinde malvarlığına sahip olan burjuva kesim ve eski devlette üst düzey görev yapmış olan memurlar da mevcuttu. hitler polonya’daki alman rejimine en ufak bir tehdit bile gelmesini istmemiyordu ve bu konuda oldukça paranoyak davranıyordu.
14 ekim’de ingilizler’e ait royal oak gemisi demirliyken alman denizaltılar tarafından saldırıya uğrayıp batmıştı. saldırıda 800’e yakın ingiliz askeri hayatını kaybederken 400 kadarı canlı olarak kurtarılabilmişti. bu savaşın başından beri ingiltere’nin verdiği en büyük kayıptı. alman donanması kayıp vermeden olay yerinden geri çekilmeyi başarmıştı. bundan 4 gün sonra, yani 18 ekim’de hitler artık fransız savaş gemilerinin de hedef alınabileceğini, fransa’ya saldırmak için gerekirse belçika ve lüksemburg topraklarının üs olarak kullanılabileceğini söyleyen bir karara imza attı. aynı kararda alman savaş uçaklarının fransız topraklarında keşif uçuşu yapabileceği ama kendilerine ateş açılmadığı sürece kimseye ateş açmamaları gerektiği geçiyordu.
27 ekim’de alman generalleri misafir eden hitler ordunun durumunu sordu ve batı avrupa’yı işgal etmek için ordunun henüz hazır olmadığını, hazırlıkların en az bir ay daha süreceğini öğrendiğinde pek memnun olmadı ve hazırlıkların 2 hafta içinde bitirilmesini söyledi. avrupa’da havalar çoktan soğumaya başlamıştı ve kasımın ortasına doğru kar yağışlarının başlaması bekleniyordu (hatta dağlık kesimlerde kar yağışı başlamıştı bile). hitler’in tüm baskılarına rağmen generaller ordunun 2 haftada hazır hale gelmesinin imkansıza yakın olduğunu belirtmeye devam ettiler. hitler avrupa’nın işgali bir an önce başlamazsa 1940’in ilkbaharına kadar sarkacağını biliyordu.
bu görüşmeden 1 hafta kadar sonra, 5 kasım’da hitler’le bir araya gelen alman generallerden brauchitsch diğer generallerin de aynı fikirde olduğunu söyleyerek alman ordusunun batı cephesinde savaşmak için hazır olmadığını yineledi. hitler sınırden renkten renge girdi ve generalleri beceriksizlikle suçladı ve vatana ihanet eden generallerin idam edilebileceğini üstü kapalı bir şekilde ima etti. generaller geri adım atmıştı ve savaş hazırlıklarına hız verilmişti.
aynı günlerde hitler’in yaptığı konuşmalar ingiltere’ye ve ingilizler’e giydirmekle geçecekti. mesela hitler konuşmalarının birinde “ingilizler kendilerini avrupa’daki kültürün öncüsü ve lideri olarak görüyorlar. halbuki tarihsel olarak baktığımızda ingilizler’in dilinde daha kültür diye bir kelime yokken alman halkının bir kültürü mevcuttu. son 6 yılda almanya’nın dünya kültürüne yaptığı katkı ingilizler’in 100 yılda yaptığı katkıdan daha fazladır ve sırf beethoven’in müziğe yaptığı katkı gelmiş geçmiş tüm ingiliz müzisyenlerin toplamından daha fazladır.” hitler ingiltere’ye karşı olan laf dalaşlarında iyiyce seviyesini kaybediyor ve çocuklaşıyordu.
bu arada 8 kasım’da münih’te hitler’e bombalı bir suikast girişimi olmuştu ve hitler bu saldırıdan yara almadan kurtulmuştu. birçokları hitler’in mağduriyet yaratmak ve kendini bir kahraman gibi göstermek için bu saldırıyı önceden planladığını düşünüyordu ve bu konudaki tartışmalar bugün bile devam etmektedir. hitler olaydan sonra “tanrı böyle bir saldırıdan canlı çıkmamı sağladığına göre gerçekten de beni seçmiş olmalı” şeklinde sözler edecekti. tesadüf müdür bilinmez ama aynı gün ingiliz savaş uçakları da münih’i bombalamıştı ama bombardıman hitler’den uzak bir bölgede gerçekleşmişti.
birkaç gün içinde ön binlerce alman askeri belçika ve hollanda sınırına yığılmıştı ve bu iki ülke de olanları görebiliyordu. iki ülkenin de kraliyet ailesi hitler’e mektup yazarak “savaş istemediklerini ve barış için ne gerekiyorsa yapmaya hazır olduklarını” belirttiler. hava durumu beklenenden daha hızlı bir şekilde kötüleşmeye başlayınca hitler alman ordusuna birkaç günlüğüne operasyonu erteleme emri verdi ve bunun asıl sebebi hollanda ve belçika’dan aldığı mektupmuş gibi davrandı. 15 kasım’da belçika ve hollanda’nın kraliyet ailesi almanya’ya davet edilecekti ve masaya oturulacaktı. hitler’in bunlarla anlaşmaya hiçbir niyeti yoktu ama bir şekilde havalar düzelene kadar oyalama taktiği uyguluyordu.
aynı gece alman saldırısı başlayacaktı ama hitler saldırıyı yeniden ertelemişti. günlerdir alman ordusunun manevraları sınırın karşı tarafından görülebiliyordu ve hollanda ile belçika orduları savunma pozisyonu alıp her türlü önlemi gerçekleştirmişti. hitler sürpriz elementini kaybetmişti ve saldırıyı kimsenin beklemediği bir anda başlatabilmek için ileri bir tarihe ertelemişti. 20 kasım’da yeni bir karar imzalayan hitler “orduya saldırma emri vermiyorum ama her an saldırıya hazır olmaları emrini veriyorum” diyecekti ve hazırlıkların bir an önce bitirilmesini isteyecekti.
bundan sonraki birkaç ayda hitler’in psikolojik savaşı başlıyordu. alman ordusuna defalarca hollanda ve belçika’yı işgal etme emri veren hitler her seferinde emri son dakikada geri çekecekti. bir süre sonra batı avrupalılar buna alışıp “hitler’in bize saldırmaya niyeti yok” şeklinde düşünmeye başlayıp yelkenleri suya indirince asıl saldırı başlayacaktı. o sıralarda hitler’i aşırı derecede rahatsız eden bir başka detay vardı. sokaktaki sıradan alman vatandaşından tutun da alman ordusunu yöneten generallere kadar kimsenin savaşmaya niyeti yoktu ve herkes savaşın çıkmaması için herşeyi ağırdan alıyordu. ülkede savaşmaya hevesli olan tek kişi hitler’di ve en yakınları bile kendisine muhalefet etmekten çekinseler de gösterdikleri enerji onu memnun etmiyordu. hitler ülkede kimsenin savaş konusunda kendisiyle aynı fikirde olmadığını bildiği için rahatsızlığını gizlemiyordu.
hitler korkakça davrandığını düşündüğü generallerine “versay antlaşmasını yırtıp attığımda tüm dünya’nın bize savaş ilan edeceğini söylediniz ama kimse kılını bile kıpırdatamadı. fransa sınırine asker yığdığımızda yine kimse sesini çıkartamadı. avusturya ve çekoslovakya’yı topraklarımıza kattığımızda dünya izlemekle yetindi. polonya’yı da ele geçirdik ve yine kimse bir şey yapamadı. ingiltere ve fransa’dan korkmayı bırakın, bize karşı hiçbir şey yapamazlar. bugüne kadar ne dediysem haklı çıkdiğim gibi yine haklı çıkacağım” diyordu. kısa zaman öncesine kadar generallerine “ingiltere asla bize savaş ilan etmez, edemez” diyen hitler şimdi de “ingiltere ve fransa 1919’da biten dünya savaşından beri ordularını modernize etmediler. eski savaştan kalma silahlarla bizi yenmeleri mümkün değil” hikayesini anlatmaya başlamıştı.
29 kasım’da hitler tarafından imzalanan bir kararname ile ingiltere’nin ekonomisinin çökertilmesi için ne gerekirse yapılması söyleniyordu. alman ordusuna ingiliz ticaret gemilerini, ingiliz kargo uçaklarını, ingiltere’nin çeşitli kıtalardaki sömürgelerini ve ingiltere’nin altyapısını her fırsatta vurma emri verilmişti. aynı zamanda ingiltere’ye ait limanlar, havaalanları, tren istasyonları ve üretim fabrikaları da vurulacak hedefler arasındaydı. ayrıca alman donanması ingiltere’nin etrafını denizden sararak ülkeyi abluka altına alacaktı. hitler ingiliz ekonomisini çökerterek ingiliz hükümetini düşürebileceğini, yeni gelecek olan hükümeti de kendisiyle anlaşma konusunda ikna edebileceğini düşünmeye başlamıştı. dünya’nın yarısını sömürge altında tutan ve okyanus ötesinde de abd gibi güçlü bir müttefiği bulunan ingiltere’nin ablukaya alınması veya ekonomik olarak çökertilmesi çok zordu ve iki ülke arasındaki ekonomik savaşta ilk çökecek olanın almanya olacağı çok açıktı.
aralık ayında rusya finlandiya’ya saldırmıştı ve hem almanya hem de rusya ile savaşı göze alamayan batı dünyası bunu izlemekten başka bir şey yapamamıştı. finlandiya son çare olarak almanya’dan yardım istediyse de hitler birkaç ay önce kendisiyle saldırmazlık antlaşması imzalamayı reddeden bu ülkeye yardım eli uzatmayı reddetti ve rusya finlandiya’da ne yaparsa yapsın finler’i kendi hallerine bırakacağını söyledi.
aslında almanya’da gücü ele geçirdiği günden beri sürekli rusya’ya laf sokan ve almanya’yı komünizm karşısında avrupa’nın koruyucu meleği olarak gören hitler rusya ile savaşmak için can atıyordu ve finlandiya konusu ona yıllardır dört gözle beklediği bahaneyi sağlıyordu ama batı cephesinde ingiltere’nin almanya’ya savaş ilan etmiş olması onun için herşeyi bozuyordu. “ingiltere meselesi” halledilmeden alman ordusunun başka bir konuya odaklanması mümkün değildi.
18 aralık 1939’da ingiliz ve alman savaş uçakları almanya’nın kuzeyinde karşı karşıya geldi. tarihçilerin heligoland bight çarpışması adını verdiği olayda saldırıya geçen 22 ingiliz savaş uçağına karşılık savunma yapan 44 alman savaş uçağı vardı. çarpışmada ingilizler’in 22 uçağından 12 tanesi düşürüldü ve 3 uçak da ciddi şekilde tahribat gördü. alman tarafı 3 uçak kaybetmişti ve 6 uçak da tahrip edilmişti. ingilizler 50’den fazla pilot kaybederken almanlar 3 pilot kaybetmişti. bu çarpışma almanlar’ın zaferiyle bitmiş gibiydi ve bundan sonra ingiliz savaş uçakları gündüz gözüyle almanya’ya hava saldırısı düzenlememe kararı aldılar. bu almanya ile ingiltere arasında 1939’da yaşanan son büyük çatışmaydı.
1940 yılına girilirken alman halkının yılbaşını kutlamak için kürsüye çıkan hitler uzunca bir konuşma yaptı ve avrupalı devletlere yüklendi. hitler konuşmasında almanya’nın bin yıllık uykudan uyanarak zincirlerini kırdığını, alman halkının hakettiklerini geri almaya başladığını ve bu uğurda kimsenin hakkının yenmediğini, güç kaybeden ve artık almanlar’ı köleleştiremeyeceğini anlayan batılı ülkelerin paniklediğini, yahudi destekli kapitalizmin almanya ve dostlarını sürekli tehdit ettiğini söyledi. ilginçtir ki hitler’in her yıl yaptığı yılbaşı konuşmalarında “yahudi destekli kapitalizm” yerine “yahudi destekli komünizm” ifadesi geçiyordu ama artık işler değişmiş gibiydi. hitler artık değişmişti, kendisi 2 hafta önce stalin’in doğumgününü kutlamak için hususi telgraf bile yollamıştı.
almanya’nın ne kadar barış yanlısı ve sevdalısı olduğundan bahsederek konuşmasına devam eden hitler ingiltere ve fransa’nın avrupa’da yeni bir savaş başlatabilmek için 20 yıldır geceli gündüzlü çabaladığını, polonya’yı almanya’ya saldırma konusunda bu ülkelerin cesaretlendirdiğini, almanya’nın sabırlı bir şekilde barış için çabalarken bu çabaların sonuçsuz kaldığını, çıkan savaşa rağmen almanya’nın hala barışa hazır olduğunu ve savaş daha da büyümeden bitirilmesi gerektiğini söyledi. hitler kendisini bir barış kelebeği, batılı güçleri ise savaşmaya can atan katiller olarak gösteriyordu ve sanki almanya polonya’ya değil de polonya almanya’ya saldırmış gibi davranıyordu.
hitler çıkan savaştan dolayı dünya’ya silah satan yahudi işadamlarını suçluyordu ve savaştan en karlı çıkan grubun bunlar olduğunu söylüyordu. almanya’da ve almanya’nın işgal ettiği topraklarda yaşayan yahudiler için işler giderek zorlaşıyordu ve onları rehine olarak tuttuğunu düşünen hitler birçoğunu çalışma kampına veya ölüme göndermişti.
3 ocak’ta hitler’i çok kızdıran bir mektup geldi. mektubun geldiği yer ne ingiltere ne de fransa’ydı. mektubu kaleme alan hitler’in her fırsatta öve öve bitiremediği italyan lider mussolini’ydi. mussolini hitler’den “polonya’ya topraklarının en azından bir kısmını geri vermesini, batıdaki ülkelere asla saldırmamasını, temposu zaten yavaşlamış olan savaşı yeniden kozlamamasını” istiyordu ve “rusya bir numaralı düşmanken neden şimdi aranızda şu sızmıyor?” sorusunu soruyordu. bu mektubu okuyunca küplere binen hitler normalde mussolini’nin her yazdığı mektuba 24 saat içinde cevap vermesine rağmen bu mektuba en azından şimdilik hiçbir cevap vermemeyi seçti.
batı cephesinde ekim’de başlaması gereken belçika ve hollanda’nın işgali hala başlayamamıştı ve kış beklendiğinden de sert geçtiği için en azından mart ayına kadar ertelenmişti. hitler yine de arada sırada “saldırı” emri verip son dakikada saldırıyı iptal etme taktiğini devam ettiriyordu ve düşmanlarını sürekli tedirgin etmeye devam ediyordu. ingiliz ve alman uçaklar zaman zaman it dalaşına giriyordu ve denizlerde de iki ülkenin donanması arasında bazı çarpışmalar yaşanıyordu ama kara savaşı neredeyse bitme noktasındaydı. özellikle almanya-fransa sınırında iki ülkenin askerleri de dizilmişti ve savunma pozisyonu alıp beklemeye çekilmişti. bu cephede fırtına öncesi sessizlik hakimken finlandiya’da çok sayıda tank ve asker kaybeden rusya’nın ilerleyişi biraz olsun duraksamıştı.
10 ocak’ta belçika semalarında düşen bir alman uçağından bazı dokümanlar çıkmıştı ve bu dokümanlarda almanya’nın belçika ve hollanda üzerindeki planları yazıyordu. hitler bundan sonra alman ordusundaki subayların dahi bazı bilgilere erişmesinin kısıtlanmasına karar verdi. örneğin herhangi bir şehre saldırı veya operasyon düzenlenecekse bunun bilgisi sadece bizzat operasyonu yönetecek olan komutanlara verilecekti ve olayla direk ilgisi olmayan kimseyle hiçbir bilgi paylaşılmayacaktı. düşen uçaktaki dökümanları bulan belçikalılar büyük ölçüde panik yaşamıştı ama dökümanların çoğunda geçmiş tarihlerden bahsedildiği ve o tarihlerde herhangi bir işgal olmadığı için bu panik havası çok uzun sürmedi. bazıları almanlar’ın sırf belçikalılar’ı paniğe sevketmek için uçağa bu dokümanları bilerek koyup uçağı bilerek düşürdüğünü düşünmeye başlamıştı.
17 ocak’ta finlandiyalı direnişçilerin karşı atağında ruslar son birkaç haftadaki kazanımlarının önemli bir kısmını kaybetmişti ve buna finlandiya’nın uçaklarla çok yoğun bir şekilde bombalanmasıyla karşılık vermişlerdi. rusya milletler cemiyetinden çıkartılmıştı ve tüm dünya rusya’nın yaptıklarını kınıyordu ama batı dünya’sının aynı anda hem hitler hem stalin’le savaşacak gücü de motivasyonu da yoktu. bu yüzden finlandiyalılar’ın yardım çağrısı karşılıksız kalmaya devam edecekti.
24 ocak’ta alman subayların karşısına geçip konuşma yapan hitler her zamanki gibi almanya tarihinden ve savaşın gerekliliğinden bahsetti. artık hitler’in konuşmaları giderek daha da nadiren gerçekleşiyordu ve bu konuşmalardaki dinleyicilerin sayısı giderek azalıyordu. artık konuşmaları dinleyenler askeri disipline sahip olduğu için eskisi gibi konuşmalar tezahüratlar ve alkışlarla bölünmüyordu. hitler ne yaptıysa ne orduyu ne halkı tamamen arkasına almayı başaramamıştı.
ocak ayı almanya için görece olarak sakin geçmişti ama ayın sonlarına doğru hitler hedef büyütmüştü. artık işgal tehdidi altında olan sadece belçika, hollanda ve lüksemburg değil, aynı zamanda norveç ve danimarka da vardı. alman donanmasının yaptığı plana göre danimarka ve norveç’in kıyılarının almanlar’ın eline geçmesi halinde atlantik okyanusundaki ingilizler’in eli zayıflayacaktı ve buralardan ingiltere’ye hem deniz hem de hava saldırısı düzenlemek daha kolay bir hale gelecekti. hitler bir çok ülkeyi işgal etmeyi planlıyordu ama hepsinde asıl hedef ingiltere’nin elini zayıflatmak ve ingiltere’yi almanya tarafına katılmaya zorlamaktı.
norveç savaşın başında tarafsız olduğunu ilan etmişti ve alman ordusunun isveç’ten satın aldığı demir ve çelikler norveç üzerinden getiriliyordu. hitler norveç’i işgal etme planları yaparken ingilizler de rus işgali altındaki finlandiyalılar’a yardım ulaştırabilmek için norveç’i uygun bir yer olarak görüyordu ama norveç rusya’nın işgalinden korktuğu için buna izin verecek değildi. ingilizler tarafsızlık ilan eden norveç’e saldırmak istemiyordu ama hitler’in norveç’e saldırması halinde bunu bahane olarak kullanarak norveç’e asker çıkartma fikrine bir çok ingiliz subay sıcak bakıyordu. ingilizler her zamanki gibi bekleme moduna geçmişti.
bu arada nazi yöneticilerden reinhard heydrich’e yeni bir görev verilmişti. bu görev “yahudi sorununu çözme” göreviydi. yahudi sorunundan ve sorunun çözümünden ne kastedildiği kendisine söylenmemişti ve bu konuda kendisine açık bir kapı bırakılmıştı. o da bu kapıyı sonuna kadar, daha doğrusu 2 yıl sonraki suikaste uğramasına kadar kullanacaktı. naziler almanya’da iktidara geldiğinden beri yahudiler için hayat şartları giderek zorlaşmıştı. ilk etapta yahudi işyerleri boykot edilmişti, sonra yahudiler işlerinden atılmaya başlanmıştı. en son da toplama kampları ve hapishaneler kurulmuştu. şimdi sıra öldürmelere gelmişti ve yahudiler’in bazıları infaz edilmeye başlanmıştı. hitler konuşmalarında bu konuya hiç girmiyordu ve hiçbir sorumluluk almıyordu.
16 şubatta ingiliz savaş esirlerinin tutulduğu almanlar’a ait altmark savaş gemisine asker çıkartan ingilizler buradaki 300’den fazla esir askerlerini kurtarmayı başardılar. olay norveç kıyılarında gerçekleşmişti ve savaşın başından beri ingilizler’in çatışmalarda kazandığı ilk “zafer” buydu. çatışmada birkaç alman askeri hayatını kaybederken ingilizler’in kaybı yoktu. almanlar yok denecek kadar az direniş gösterdiği için bazı komutanlar memnun değildi. bu olaydan sonra hitler norveç’in işgal hazırlıklarının hızlandırılmasını emretti.
şubat’ın sonlarına doğru hitler bilindik konuşmalarından birini yaparak ingilizler’e bir kez daha yüklendi ve “tanrı tüm dünya’yı ingilizler için yaratmadı. ingilizler ki tüm dünyayı sömürüyorlar ve sömürgeleri olmadan karınlarını bile doyuramayacak durumdalar. ingilizler ki dünya’nın bir çok milleti onların refahı için çalışıyorken ülkede işsiz gezen milyonlarca insan var. ingilizler ki bugün kendilerinin sömürge haline getirdiği hintliler ve araplar kendilerine karşı isyan ederken bizi dünya’ya hakim olmaya çalışmakla suçluyorlar. bay churchill benden nefret ettiğini söylemiş, bundan onur duyarım. ingiliz diplomatlar benim güvenilmez olduğumu söylüyorlar ve sömürgeciler tarafından güvenilmez olarak tanımlanmam ülkeme olan bağlılığımı ve hiçbir zaman ihanet etmeyeceğimi gösterir. ingilizler uzun süre boyunca karlarına kar katabilmek için almanya ile rusya arasında savaş çıkartmaya çalıştı ama almanların da ruslar’ın da kanları londra borsasından daha değerlidir..” şeklinde ifadelerde bulundu. artık hitler’in konuşmaları giderek nadirleşiyordu ve eskiden her hafta 4-5 konuşma yapan hitler artık 2-3 haftada bir konuşma yapar hale gelmişti. bu konuşmalarda her ne kadar ingilizler’e giydirilse de hitler içten içe ingilizler’in almanya ile ittifak yapacağına inanmaya devam ediyordu.
mart ayında abd başkanı roosevelt savaşı bitirmek için ünlü amerikan diplomatlarından sumner welles’i önce roma’ya sonra berlin’e yollayacağını ve italya ile almanya’yı belli konularda ikna edeceğini söyledi. sumner welles daha uçağa binmeden hitler ona yapacağı konuşmayı kaleme almakla meşguldü. hitler amerikalılara ne kadar kararlı olduğunu, asla verdiği karardan geri dönmeyeceğini ve kendi iyilikleri için almanya’yı rahat bırakmaları gerektiğini söyleyecekti. aslında hitler’in abd’yi ciddiye aldığı yoktu ama abd’nin bir şekilde ingiltere’yi ikna edebileceğini düşündüğü için bu ziyarete çok büyük bir önem yüklenmişti. kısaca hitler abd’ye “kızım sana söylüyorum, gelinim (ingiltere) sen anla” ayarı çekiyordu. ingiltere ise hitler rejimini değiştirme fikrini çoktan vermişti ve hitler ne yaparsa yapsın bu karar değişmeyecekti.
finlandiya cephesinde şubat ayının sonlarında başlayan sovyet saldırısı giderek şiddetlenmişti ve finlandiyalılar’ın direnecek fazla gücü kalmamıştı. finlandiyalılar barış antlaşması için moskova’ya heyet gönderme kararı almıştı. bir hafta içinde iki ülke arasında antlaşma imzalandı ve finlandiya epeyce toprak vererek de olsa tamamen yutulmaktan kurtulmuş oldu. aynı günlerde almanya da danimarka ve norveç’in işgal planını tamamlamak üzereydi. iskandinavlar da aynı polonya ve baltık ülkeleri gibi almanya ile rusya arasında paylaşılacak gibiydi.
mart ayının ortasında hitler bir kez daha eski dostu olan mussolini’yi hatırladı. ocak ayında mussolini’nin gönderdiği mektuba sinirlenen hitler kendisine cevap vermemeyi seçmişti ve şimdi hem sınırı geçtiği hem de italya’nın yardımına ihtiyacı olduğu için mussolini’yle yeniden yakınlaşmaya karar vermişti. birinci dünya savaşında taraf değiştiren italya’nın yine taraf değiştirebileceği konuşuluyordu ve hitler buna izin vermemekte kararlıydı. hitler mussolini’ye önce mektup yazdı ve daha sonra italyan liderle yüzyüze görüşmeyi kabul etti. mussolini hitler’de son zamanlarda yaşanan değişikliği görebiliyordu. örneğin önceden rusya’yı ve komünizmi en büyük düşman olarak gören hitler şimdi rusya’dan övgüyle söz ediyordu ve stalin’in finlandiya’yı işgalinden bahsederken “stalin’in finlandiya’yı yutma gibi bir gayesi yok. rusya’nın tek amacı buzullarla dolu olmayan denize açılmak. finlandiyalılar rusya’yla limanlarını paylaşmayı kabul etselerdi başlarına bir şey gelmeyecekti ve olanlardan finliler de suçludur” diyordu. açıkçası ne finlandiya, ne de rusya hitler’in umurunda değildi ama batı cephesinde ingiltere ve fransa ile uğraşırken şimdilik rusya’yla iyi geçinmek zorunda olduğunun farkındaydı.
hitler mussolini ile yüz yüze buluştuğunda iki tarafın görüşmesi 3 saat kadar sürdü ve bu görüşmenin son 10 dakikası hariç tamamında hitler konuşurken mussolini dinleyen taraftı. halbuki italyan lider görüşmeye gelmeden önce hakkında konuşmak için sayfa sayfa not getirmişti ama bu notların hiçbirinden bahsetme fırsatı olmamıştı. hitler mussolini’ye almanya’nın birkaç hafta içinde belçika, hollanda, lüksemburg, fransa, norveç ve danimarka’yı işgal etme planı olduğunu kasten söylemedi ve almanya’nın bundan sonra sadece savunma savaşı yapacağını ve ingiliz saldırısını püskürtmeye çalışacağını düşünen mussolini almanya’ya askeri destek sözü verdi. açıkçası italyanlar almanya’nın avrupa’nın yarısına savaş ilan edeceğini önceden bilmiş olsaydı askeri destek konusunda çok daha çekimser olacağı kesindi.
artık nisan ayı gelmişti ve avrupa’da havalar işinip karlar erimişti. hitler’in aslen ekim ayında yapmayı planladığı saldırılar için şartlar henüz uygun hale gelmişti. 3 nisan’da binlerce alman askeri gemilere ve feribotlara binmeye başladı ve 9 nisan’da güneşin doğmasına yakın saatlerde alman askerleri denizden norveç’e çıkartma yaptı. böylece almanya’nın batı avrupa’daki ilk işgal harekatı başlamıştı. bu işgalin istihbaratını birkaç gün önce alan ingilizler donanmalarının küçük bir kısmını norveç kıyılarına çekmişlerdi ama bu gemiler şimdilik sahil şeridini mayınlamaktan başka bir operasyona katılmaya fırsat bulamamıştı. bu mayınlama hareketi almanlar’ın hızını kesmeye yetmeyecekti. norveç’te karaya çıkan alman askerleri çok az direnişle karşılaştılar ve kısa sürede ilerleme kaydetmeyi başardılar. sabah saatlerinde alman ordusu “tarafsızlığını bildiren norveç ve danimarka’nın olası bir ingiltere saldırısına karşı savunulması için ordumuz harekete geçmiştir” şeklinde bir bildiri yayınladı.
aynı gün almanya komşusu danimarka’ya da saldırmıştı ve danimarkalılar neredeyse hiç direniş göstermeden aynı gün içinde teslim bayrağını çekmişti. çıkan ufak çaplı çatışmalarda 20 kadar danimarka askeri hayatını kaybetmişti. daha geçen sene almanya ile danimarka arasında saldırmazlık paktı imzalanmıştı ve danimarka savaşın başından beri tarafsız olduğunu belirtmişti ama buna rağmen kuzey avrupa ülkesi hitler’in işgalinden kurtulamamıştı. danimarkalılar 6 saat içinde teslim olduğu için alman işgalciler bu ülkede “temizlik” yapmadılar ve ülkedeki yahudiler’in önemli bir kısmını öldürmek veya toplama kampına kapatmak yerine sürgün etmekle yetindiler. naziler’in diğer bölgelerde yaptığı katliam ve davranışların yanında bu biraz daha “insancıl” kalıyordu ama savaş henüz daha yeni başlamış sayılırdı.
o dönemde danimarka hiç direniş göstermediği için çok eleştirilmişti ama adamların pek yapabileceği bir şey de yoktu. sabahın dördünde yüzlerce alman tankı kara sınırını geçmişti, danimarka’nın tüm limanlarına aynı anda binlerce asker çıkartma yapmıştı ve gökyüzünden paraşütlerle yine binlerce asker bir anda inmişti. danimarkalılar ne olduğunu anlamadan sokaklarda alman askerleri devriye gezmeye başlamıştı bile. her şey 1 saatten kısa bir süre içinde olup bitmişti ve danimarka’nın bu süre içinde ordusunu hazır hale getirmesi mümkün değildi. kaldı ki danimarka’nın oldukça ufak bir ordusu vardı ve tüm ordu seferber olsa bile almanya’ya karşı en fazla 1 hafta dayanabilirlerdi.
norveç cephesi danimarka cephesi kadar sessiz değildi. ülkenin bir çok liman kenti almanlar’ın işgali altındaydı ama ilk günün sonunda çatışmalar durmuş veya yavaşlamış değildi. norveç kıyılarındaki çarpışmalarda alman donanması en az 3 gemi kaybetmişti ve ingilizler’in norveç’e destek yollaması halinde almanlar’ın daha da zorlanacağı belliydi. bundan sonraki 3 günde çatışmalar şiddetli bir şekilde devam ederken alman diplomatlar norveç’e defalarca teslim olma çağrısında bulunduysa da norveç kralı bu çağrıların tamamına “hayır” dedi. hitler 11 nisan’da norveç kralının saklandığı düşünülen bölgenin şiddetli bir hava bombardımanına tutulması emrini verdi ama saldırı pek başarılı olmadı.
almanya’nın danimarka ve norveç’i işgal edeceğini kimse beklemiyordu. herkes olası bir saldırının fransa’ya karşı olacağını düşünüyordu ve almanya ile danimarka ve norveç arasında saldırmazlık antlaşması olması da bu fikri güçlendiriyordu. almanlar’ın en büyük müttefiği olan italya bile saldırıdan önce haberdar edilmemişti ve saldırıyı bizzat düzenleyecek olan komutanlar hariç almanlar’dan da kimse böyle bir şeyi bilmiyordu.
ingiltere’nin şimdi ne yapacağı merak konusuydu. almanya polonya’yı işgal eder etmez almanya’ya savaş ilan eden ingiltere cepheye bir asker bile sürmemişti ve savaş ilanı kağıt üzerinde kalmıştı. şimdi danimarka ve norveç de işgal altındaydı ve çok yakında hollanda ve belçika da bu iki ülkeye katılacaktı ama ingilizler meclis kürsüsünden tehdit yağdırmaktan başka bir şey yapmıyordu. arada sırada ingiliz uçakları almanya’yı bombalıyordu ve zaman zaman iki ülkenin donanmaları arasında küçük çapta çarpışmalar oluyordu ama bu çarpışmaların çoğunda almanya galip ayrılıyordu. ingilizler ordularının savaş için hazırlandığını söylese de bir çokları ingiltere’nin ayağını dirediğini düşünüyordu. bunlardan biri de hiç şüphesiz hitler’di. kendisi ingilizler’in hiçbir zaman almanya’ya askeri olarak saldıramayacağını düşünüyordu ve birkaç ay önce gelen savaş ilanının şokunu çoktan atlatmış gibiydi.
bundan sonraki günlerde norveç’te çarpışmalar devam ederken ingiliz hava kuvvetleri norveçli direnişçilere hava desteği sağlamaya başladı ve ingiliz donanması da norveç açıklarında demirlenmiş alman gemilerine saldırmaya başladı. bu hareket almanya’nın norveç’i ele geçirmesini engellemese de alman ilerleyişini yavaşlatarak direnişçi norveçliler’e cesaret verdi. hitler norveçliler’in aynı danimarkalılar gibi anında teslim olmasını bekliyordu ve norveç’in alınmasının gecikmesi belçika, hollanda ve fransa’nın işgalini geciktirecekti. normalde ekim’de başlaması gereken işgal hareketi zaten nisan ayına kadar sarkmıştı ve hitler daha fazla beklemek istemiyordu. bu yüzden 14 nisan’da norveç’teki saldırıların dozunun arttırılması emri verildi.
20 nisan, yani hitler’in doğumgünü gelmişti. hitler almanya’da iktidarı ele geçirdiğinden beri her sene bu tarih çok büyük kutlamalara ve balkon konuşmalarına sahne oluyordu ama bu seneki doğumgünü ilk kez sönük ve sessiz geçecekti. hitler norveç’in hala düşmemiş olmasından dolayı kızgındı ve almanya’nın beklenenden çok daha fazla asker kaybetmesinden dolayı halkın içine çıkmaya yüzü yoktu. 24 nisan’da hitler tarafından imzalanan bir kararla norveç’e almanya yanlısı kukla bir hükümet atanmıştı ama ülkenin önemli bir kısmında hala çatışmalar devam ediyordu. ingilizler zaman zaman norveç’e asker çıkararak direnişçilere daha aktif bir şekilde destek olmaya başlamıştı ve almanlar’ın ülkede tam hakimiyet kurması zaman alacak gibiydi.
nisan ayının sonunda çatışmalarda ağır kayıplar veren ingiliz ve fransız askerleri kenara çekilmişti ve norveçli direnişçiler yalnız kalmıştı. 30 nisan itibariyle alman ordusu başkent oslo’nun kapılarına dayanmıştı ve norveç’in güney kısmı neredeyse tamamen almanlar’ın elindeydi. oslo düştükten sonra almanlar kuzeye doğru ilerleyebilirdi ve norveç’in kuzeyi nüfus olarak neredeyse bomboş olduğu için burada fazla direniş görmeleri de beklenmiyordu. almanlar oslo şehrini düşürebilmek için denizden, karadan ve havadan yoğun bir bombardımana başlamıştı ve norveç ordusu da askerlerini esir vermemek için çakılı bir savunma vaziyeti almıştı. norveçli askerler esir düşmemek için ne olursa olsun mevzilerinden ne ileri ne de geri kıpırdamıyorlardı ve oldukları yerden blok halinde direniş yapıyorlardı.
mayıs ayının ilk haftası itibariyle oslo düşmek üzereydi ve norveç’in kuzeyinin alınması sadece zaman meselesiydi. hitler hollanda, belçika ve lüksemburg’un işgalinin en geç 10 mayıs’ta başlaması kararını aldı. 3 mayıs’ta askeri üniformasını giyip 6 bin subaya hitaben epeyce uzun bir konuşma yapan hitler askerlerinden her konuda tam bağlılık istiyordu. bir zamanlar en sevdiği aktivitelerden biri halkın karşısında uzun konuşmalar yapmak olan hitler artık halktan kaçar olmuştu ve konuşmalar sadece askerlere karşı yapılıyordu.
8 mayıs’ta ingiliz ve fransız istihbaratına dayanan ingiliz gazeteler alman askerlerinin hollanda ve belçika sınırına yığılmaya başladığını yazdığında alman devleti bu haberleri şiddetle kınayarak reddetti ve böyle bir şeyin doğru olmadığını söyledi. bununla beraber 2 gün sonra bu askerler hollanda ve belçika’yı işgale başlayınca alman hükümetinin yalanı ve ingilizler’in haklılığı ortaya çıktı.
bu arada 9 mayıs’ta ilginç bir olay yaşandı. hitler yayınlattığı bir kararname ile esir alınan norveç askerlerinin tamamının serbest bırakılacağını ilan etti. hitler’e göre polonya’nın işgali süresince polonyalılar vahşice davranmıştı ve gerek esir aldıkları alman askerleri gerek polonya’da yaşayan alman sivilleri işkenceden geçirip infaz etmişti. norveç askerleri ise savaş boyunca hiçbir alman askerini veya sivili öldürmediği için hitler tarafından “affedilmişti.” hitler hollanda ve belçika’nın işgaline bir gün kala ayrıca bu tarihten itibaren esir alınan norveçliler’e (yahudiler hariç) iyi davranılmasını emredecekti.
10 mayıs sabahı 5:30 sularında alman ordusu belçika, lüksemburg ve hollanda’ya karşı hücuma geçti. hitler bu saldırıları mussolini dahil kimseye önceden haber vermemişti ve mussolini saldırı saatinde uykusundan uyandırılarak kendisine uzunca bir mektup teslim edilmişti. bundan kısa bir süre sonra almanya dışişleri bakanlığı hollanda ve belçika’ya yazılı olarak nota verdi ve iki ülkeden de teslim olmaları istendi. iki ülkeye verilen notada çıkan savaştan dolayı ingiltere ve fransa suçlanıyordu ve almanya’nın yaptığı herşeyin savunma amaçlı olduğu söyleniyordu. güya alman istihbaratı ingiltere ile fransa’nın almanya’ya belçika ve hollanda üzerinden saldıracağının haberini almıştı ve alman ordusu bunu engellemek için son anda harekete geçmişti.
bu arada almanya tarafından aynı gün saldırılan ülkeler belçika, hollanda ve lüksemburg’la sınırlı değildi, zira fransa da namlunun hedefindeydi. almanya birinci dünya savaşında düştüğü hataya düşmüştü ve tüm dünya’nın gözleri önünde batı avrupa’yı işgale kalkmıştı. hitler nedense batılıların buna göz yumacağını düşünüyordu ama bunun için ortada hiçbir sebep yoktu. hitler’in ortaya attığı hiçbir bahane kimse tarafından kabul edilmemişti. almanlar’ın işgallerine ilk tepki belçika’dan geldi. belçika “son 20 yılda 2. kere almanya topraklarımızı haksız ve yasadışı yollarla işgal etmeye çalışmaktadır. üstelik bu sefer ilk işgalden de beter çünkü ne bir uyarı, ne bir nota ne de bir savaş ilanı gelmedi. ülkemizin işgal edildiğini topraklarımızda alman askerlerini görünce anladık” şeklinde bir bildirge yayınlamıştı ve sonuna kadar direneceğinin sinyallerini vermişti. birinci dünya savaşında da belçika almanya’nın hiç beklemediği kadar güçlü bir direniş göstermişti ve yine aynısı olacak gibiydi.
aynı saatlerde hollanda tarafı almanya tarafından kendisine yöneltilen suçlamaların tamamını reddetti ve almanya ile savaş halinde olduğunu bildirdi. lüksemburg da hollanda’ya benzer bir mesaj yayınlamıştı ve almanya’ya savaşmadan teslim olmasının sözkonusu olmadığını açıklamıştı. aynı gün içinde ingiltere’de zaten uzun zamandır beklenen bir gelişme yaşanarak churchill başbakan olarak atanacaktı ve ingiltere almanya ile olan savaşına hız verme kararı alacaktı. ingiltere yine almanya’nın danimarka ve norveç kıyılarını ele geçirmesine karşılık olarak birkaç saat içinde daha önce danimarka’ya ait olan izlanda adasını işgal etti ve donanmasının mesafesini arttırdı.
ingiltere ve fransa ordularının bir kısmını hollanda ve belçika cephesine aktaracaktı ve hitler de buradaki askerleri paraşütle indirmeler yaparak takviye ediyordu. almanya’nın bu operasyondaki en büyük kozu hava kuvvetleriydi. almanlar özellikle paraşütlü askerler ve zırhlı birlikleriyle oldukça hızlı bir şekilde hareket ediyordu ve üst üste manevralar yaparak düşmanlarına ağır zayiatlar verdiriyordu. 2 gün boyunca devam eden şiddetli çarpışmalar sonunda hollanda’nın önemli bir kısmı 12 mayıs itibariyle alman işgali altındaydı ve alman askerler hollanda’nın önemli şehirlerinden roterdam’ın kapılarına dayanmıştı. 13 mayıs itibariyle alman ordusunun cephedeki başarısını gören hitler iyice rahatlamıştı ve bir rehavet havasına girmişti. aynı gün mussolini’ye mektup yazarak almanya’nın cephedeki başarılarından bahseden hitler, italyan dostunun iştahını kabartmıştı. o ana kadar hep italyan ordusunun hazır olmadığından bahseden mussolini artık çok geç olmadan pastadan pay almak istiyordu ve hitler’e italyan ordusunun hazır hale geldiğini söylemişti.
14 mayıs itibariyle lüksemburg ve hollanda neredeyse tamamen düşmüştü ve belçika’nın da önemli bir kısmı almanlar’ın eline geçmişti. hollanda, lüksemburg ve belçika hükümetleri londra’ya kaçarak ingiltere’ye sığınmıştı ve almanlar buna cevaben roterdam şehrini havadan yoğun bir şekilde hedef gözetmeksizin bombalayarak çok sayıda sivili öldürmüştü. aynı gün belçika’nın bir ucundan girip diğer ucundan çıkan bir çok alman tankı fransa sınırını geçip sınırda konuşlanan fransız askerlerini çember içine almıştı. hitler almanya’nın birinci dünya savaşında yaptığı askeri hataları tekrarlamak istemiyordu ama almanlar birinci dünya savaşında ne yaptıysa aşağı yukarı aynısını yapıyordu. tek fark almanya’nın elinde bu kez eskisine göre çok daha güçlü bir hava kuvvetleri ve donanma vardı. yine birinci dünya savaşında her iki cephede savaşan almanya’nın önünde şimdilik sadece bir cephe vardı, o da batı avrupa’ydı.
14 mayıs’i 15 mayıs’a bağlayan akşam boyunca alman hava kuvvetleri roterdam’ı öyle yoğun bir bombardımana tabi tutmuştu ki şehrin bir çok noktasında yangın çıkmıştı ve şehir bir gecede sanki çok büyük bir deprem geçirmiş gibi harabeye dönmüştü. çoğu sivil olmak üzere binlerce ölü ve yaralı vardı ve daha fazla dayanacak gücü kalmayan ve sivil ölümlerinin önüne geçmek isteyen hollanda ordusu ertesi sabahın ilk saatlerinde şehri alman ordusuna teslim etmeyi kabul etmişti.
sonraki günlerde fransa cephesinde epeyce ilerleme kaydeden alman ordusu güneye ve batıya doğru ilerlemesini sürdürdü. fransızlar o günlerde dünya’daki en güçlü ordulardan biriydi ama alman zırhlılarının hızlı manevraları ve alman hava kuvvetlerinin yoğun bombardımanı altında çaresiz kalmışlardı. 16 mayıs’ta fransa’daki durumu gözlemlemek için paris’e giden ingiliz başbakan churchill burada fransız diplomatlarla kısa süre görüştükten sonra “fransa cephesini kaybetmek üzereyiz” açıklamasını yaptı. bunun ertesi günü yani 17 mayıs’ta brüksel şehri düştü ve belçikalı direnişçiler belçika’da çok ufak bir alanda sıkışıp kaldı.
19-20 mayıs tarihlerinde kuzey fransa’daki amiens ve abbeville gibi stratejik kasabalar almanya’nın eline geçti. alman ordusuyla paris şehrinin arasında sadece 130 km’lik bir mesafe kalmıştı ve bu hızla gidilirse paris’in düşmesi en geç birkaç haftayı bulacak gibiydi. hitler fransa ve belçika’yı “cezalandırmak” için belçika’nın yarısını resmi olarak almanya’ya kattı ve fransa’nın de şu ana kadar ele geçirilen topraklarını almanya’ya katacak şekilde antlaşma hazırlanmasını emretti. birkaç gün içinde alman diplomatlar fransızlar’a gidip “bugüne kadar aldığımız toprakları bize bırakın ve savaş bitsin” çağrısında bulunacaktı ama fransızlar buna olumsuz yanıt verecekti.
hitler her an ingiltere ve fransa’nın kendisine yalvararak geleceğini ve barış için ayaklarına kapanacağını düşünüyordu ama ortalıkta böyle bir şey yoktu. her gün alman ordusu kazanımlar elde etse de bu özellikle ingiltere’nin hırsını arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu. hitler’in bir sonraki hedefi fransa’nın batı kıyılarını ele geçirip burada konuşlanan ingiliz donanmasını bombalayarak ingiltere’yi korkutarak pes etmeye zorlamaktı.
21 mayıs’ta hitler’i umutlandıran bir gelişme oldu. ingilizler fransa’daki askerlerini ve fransa-ingiltere arasındaki donanmasını geri çekme kararı aldı. hitler ingiltere’ye “jestte bulunmak” için geri çekilen ingiliz asker ve donanmasına karşı hiçbir saldırı yapılmamasını emretti. ingilizler’in geri çekilmesi gerçekleşir gerçekleşmez onlarla barış masasına oturma planları yapan hitler’in planı suya düşecekti çünkü ingilizler için savaş henüz yeni başlıyordu ve ingilizler’in özellikle bu şartlar altında pes etmeye niyeti yoktu.
hitler ingilizler’in gönlünü kazanmak için paris’e gerçekleşecek olan saldırıyı da kısa bir süreliğine erteleme kararı almıştı. o ana kadar hitler’in ingiliz hayranı olduğunu anlayamamış olan generaller hitler’in ingiltere ile birden bire yakınlaşma isteğini anlamadılar. generallerden biri hitler’e haber vermeden ingilizler’e arkadan saldırma planı yapıyordu ama olay hitler’in kulağına gidince plan iptal edildi. bu arada alman hava kuvvetlerine fransa’nın kuzeyinde çember içine alınan fransız ve belçika askerlerinin imha edilmesi görevi verildi ve ingilizler geri çekilirken alman uçaklarının başka şeylerle meşgul olması sağlandı. bu hitler’e savaşı kaybettiren büyük stratejik hataların belki de ilkiydi, zira ingiliz ordusunun ve donanmasına geri çekilme sırasında saldırılsaydı ingilizler uzun süre toparlanamayacaktı.
28 mayıs’ta belçika kralı kendi hükümetinin tüm karşı çıkmalarına rağmen ordusuna teslim olup silah bırakma çağrısında bulundu. bunun üzerine az sayıda kişi direnişçi olarak savaşa devam etse de belçika ordusunun büyük bir kısmı silah bırakarak savaşın dışına çıktı. hitler silah bırakan belçikalı askerler ve belçika kralı için “af” ilan ettiğini açıkladı. aynı günlerde ingilizler 350 bine yakın askeri cepheden çekmeyi başarmıştı ve bu askerler hitler’in sayesinde büyük ölçüde zarar görmeden geri dönmeyi başarmıştı. ingilizler hitler’in bu “kıyağını” görmezden geldiler ve toparlanır toparlanmaz özellikle hava ve deniz kuvvetleriyle almanlar’a karşı olan saldırılarının dozunu arttırdılar. hitler ingilizler konusunda bir kez daha yanılmıştı ama hala kendisindeki ingiliz hayranlığı geçmiş değildi.
30 mayıs’ta italyanlar hitler’e savaşa girmeye hazır olduklarını belirttiler ama hitler onlara beklemelerini söyledi. alman ordusu cephede çokça ilerleme kaydetmişti ve paris’in düşmesi çok yakındı. cepheye italyanlar’ın sürülmesi zaferi onların da paylaşması anlamına geliyordu. almanlar tek başlarına bu kadar ilerleme kaydetmişken hitler zaferi kimseyle paylaşmak istemiyordu. hitler savaşın zaferle bittiğine o kadar emindi ki en büyük kaygısı zaferine birinin ortak olmasıydı. bundan sonra oyalama taktiğiyle italyanlar’ın cepheye sürülmesi mümkün olduğunca geciktirilmeye çalışılacaktı.
o günlerde avrupa’da hitler’den mutlusu yoktu. hitler’e göre “kör istemişti 1 göz, tanrı vermişti 2 göz” zira almanya savaşın başında polonya’yı topraklarına katıp savaşı bitirmeye razıyken şimdi belçika, hollanda, danimarka, norveç, lüksemburg ve fransa’nın önemli bir kısmı almanya topraklarına katılmıştı ve hitler’e göre kısa bir süre sonra ingiltere ile fransa barış masasına oturmaya zorlanıp bu toprakların çoğu resmi olarak almanya’ya katılacaktı. hitler bir maçın ilk dakikasında gol atıp sonra galibiyet turuna çıkmış gibiydi ama maçta daha oynanmamış çok süre vardı.
1 haziran’da zafer sarhoşluğu yaşayan hitler daha önce danimarka’da ve norveç’te yaptığını holanda’da tekrarladı ve esir düşen hollandalı askerlerin serbest bırakıldığını ve hollanda ordusuna genel af çıkartıldığını açıkladı. şimdiden hollanda, belçika ve lüksemburg’un yeni yönetimiyle ilgili kanunlar hazırlanmaya başlanmıştı ve buralara atanacak yöneticiler seçilmeye başlanmıştı. bu toprakların bir an önce savaş-sonrası yönetime hazır olması gerekiyordu ve nasıl olsa “savaşın sonuna gelindiğine göre” bu hazırlıklar hemen başlayabilirdi. ilginçtir ki (özellikle anadili fransızca olan) belçikalı askerlerin sadece çok küçük bir kısmına af çıkacaktı ve birçoğu savaşın sonuna kadar naziler’in esareti altında kalacaktı. hitler hollandalılara veya danimarkalılar’a gösterdiği “hoşgörüyü” belçikalılar’a çok görmüştü.
4 haziran’dan itibaren paris ve çevresindeki alman bombardımanı hızlanarak devam etti. ingiliz askerleri “başarıyla” geri çekilmişti ve hollanda ve belçikalı askerler de cephe dışında kalmıştı. fransızlar tek başlarına kaldıkları için fazla bir direniş gösteremiyordu. fransa düşerse ingiltere’nin ne yapacağı merak konusuydu ama churchill hemen hemen her gün tekrarladığı konuşmalarında ısrarla ingiltere’nin naziler dünya’dan silinene kadar gerekirse yıllarca, gerekirse çok daha uzun süre mücadelesin devam edeceğini söylüyordu. churchill’e göre ingilizler’in fransa’dan geri çekilmesi taktikseldi ve güç toplamak için yapılmış bir harektti. ingiltere’nin pes etmeye asla niyeti yoktu. hitler de en başından beri olduğu gibi ingilizler’in blöf yaptığını düşünmeye devam edecekti.
5 haziran’da tüm alman halkına ve dünya’ya yazılı bir bildiri yayınlayan hitler “5 hafta gibi kısa bir süre içinde düşmanlarımızı büyük ölçüde imha ettik ve 1 buçuk milyon düşman askerini esir aldık. bu savaştan zaferle çıktığımızı ilan ediyorum” şeklinde ifadelerde bulundu. artık hitler bir zamanlar en büyük hobisi ve tutkusu olan toplu konuşmalardan mümkün olduğunca uzak duruyordu ve yazılı olarak verdiği bildirileri hess veya goebler gibi kişilere okutuyordu. alman halkı durup dururken avrupa’da savaş çıktığı için hitler’e çok kızgındı ve cephede elde edilen zaferler almanya’da kimsenin umurunda değildi.
7 haziran’da ingiliz askerleri fransa’dan sonra norveç’ten de çekilmişti ve bu hareket hitler’in umutlarını arttırmıştı. hitler etrafındakilere ingilizler’in birkaç gün veya en geç birkaç hafta içinde kendisine barış için yalvaracağını söylemeye başlamıştı. 10 haziran’da italya ingiltere ve fransa’ya savaş ilan ederek almanya’nın yanında savaşa dahil olduğunu açıkladı. hitler artık savaşın bitmekte olduğunu gördüğü için bundan bir rahatsızlık duymadı ve elde edilen zaferin tamamen almanlar’a ait olduğunu ilan etti. ona göre italyanlar’ın savaşa dahil olması sembolikti.
14 haziran’da alman askerleri paris kapılarına dayanmıştı ve fransızlar daha önce defalarca yardım istedikleri ingiltere ve abd’den bir kez daha yardım istemişti. her iki ülke de henüz savaşa girmek için hazır olmadıklarını söyleyince fransız hükümeti paris’te direnmenin vakit kaybı olacağını düşünüp fazla kan dökülmeden şehri almanlar’a teslim etme kararı aldı. alman tankları paris’e şu gibi akmaya başladı ve alman askerler paris sokaklarında devriye gezmeye başladı. hitler bu zaferin kutlanması için 3 gün boyunca her yere alman bayrağı asılıp kiliselerin bu süre boyunca can çalmasını emretti.
fransız ordusu güneye doğru geri çekiliyordu ve fransızlar paris’i fazla direnmeden almanlar’a teslim ettikleri için almanlar’ın kendilerini kovalamayacağını ve rahatça geri çekilmelerine izin vereceğini düşünüyordu. hitler en başta bu fikre sıcak bakıyordu ama fransızlar’ın güneyde toparlanıp karşı saldırıya geçmesinden endişe ediyordu. bu yüzden fransızlar’ın geri çekilmesine izin verildiyse de toparlanma izleri gösteren birliklere gözdağı vermek için hava saldırıları düzenlendi. zaten hitler paris’le doyacak gibi değildi ve fırsatı bulmuşken fransa’da daha fazla ilerleme göstermek istiyordu.
16 haziran’da fransa’da hükümet değişmişti ve yeni hükümet almanya’ya ateşkes çağrısında bulunacaktı. bunu duyan hitler daha önce hiç olmadığı kadar sevinçliydi. fransa’nın savaş dışı kalması ingiltere’nin yalnız kalması demekti ve bu da ingiltere’nin mecburen almanya’yla yakınlaşması demekti. hitler fransa’ya “ateşkesi düşünmem için birkaç gün süre verin” derken alman ordusuna da “saldırıları arttırın” diyordu. böylece birkaç gün sonra pazarlık masasına oturulduğunda fransa’nın eli iyice zayıflayacaktı ve almanya’nın eli çok güçlenecekti.
birinci dünya savaşında fransa cephesi en kanlı cepheydi. almanlarla fransızlar yıllarca aynı cephede savaşmış ama bir türlü yenişememişti. zaman zaman 1 km’lik bir toprak kazanımı için iki taraf da on binlerce asker feda etmek zorunda kalmıştı. bu yüzden 2. dünya savaşında almanya’nın fransa cephesindeki zaferinin bu kadar erken gelmesi almanlar dahil herkesi şaşırtmıştı. alman gazeteler savaşın alman zaferiyle bittiğini haber veriyordu ve alman halkı derin bir nefes almaya başlamıştı. savaşın hemen başında ingiltere ile fransa arasında imzalanan bir antlaşmaya göre ne fransa ne de ingiltere tek başına almanya ile barış antlaşması yapmayacaktı ve fransa’nın almanya ile anlaşması buna aykırıydı. ingilizler durumun zorluğunu anladıkları için şimdilik fransızlar’a izin vermekte bir sıkıntı görmediler.
18 haziran’da hitler ile mussolini savaştaki zaferi kutlamak için biraraya geldi. mussolini’nin tüm ısrarlarına rağmen hitler ona şu ana kadar “fethedilen” ülkelerde ne yapılacağını açıklamadı. hitler işgal altındaki ülkelerle ilgili planını en yakın generallerine bile açıklamamıştı. açıkçası bu konuda kendisinin net bir fikri olup olmadığı bile belli değildi. ingilizler’e hayranlıkla karışık ilgi duyan hitler ingiltere’yi yanına çekebilmek için batı avrupa’da işgal ettiği tüm toprakları geri vermeye hazırdı ama ingilizler bu saatten sonra onunla masaya oturmayı istemiyordu.
hitler batı avrupa’da ortalığı birbirine katarken ruslar da boş durmuyordu. aynı günlerde batı avrupa’daki karışıklıklardan faydalanan sscb litvanya, letonya ve estonya başta olmak üzere baltık ülkelerini yeniden işgal etmeye başlamıştı. hitler bir yandan kızarken bir yandan da bunu olumlu bir gelişme olarak görüyordu çünkü ingiltere şimdi kendisine düşman olarak almanya ile rusya’dan birini seçmek zorundaydı çünkü ikisiyle beraber başa çıkması imkansız gibiydi. kısaca hitler’in tüm planları ingiltere üzerine kuruluydu ve her olayın negatif mi pozitif mi olduğunu anlamak için ingiltere’nin olaya karşı olan tepkisine bakılıyordu.
21 haziran’da hitler’in bizzat katıldığı görüşmelerde almanlarla fransızlar masaya oturdular. hitler görüşmelerde “biz fransa’ya savaş açmadık, fransa bize savaş açtı ve cephede fransızlar’ı mağlup ettik. şimdi fransızlar bize barış antlaşması için başvurduklarına göre bizim şartlarımız geçerli olacak” diyerek söze başladıktan sonra almanya’nın şartlarını sıraladı. fransızların elinde pazarlıkta kullanabilecek hiçbir kozları yoktu ve savaşı çok net bir şekilde kaybetmişlerdi. ironiktir ki hitler ile fransızlar bir tren vagonunda görüşmüştü ve bu vagon aynı zamanda birinci dünya savaşı sonrasında pazarlıkların yapıldığı vagondu. o zamanlar fransa muzaffer ve almanya mağluptu ama şimdi işler tersine dönmüştü. 22 haziran’da almanya ile fransa arasında antlaşma imzalandı ve fransa’nın kuzey kısmı almanya’ya verilirken güney fransa’da almanya’ya kuklalik yapacak bir fransız devleti kuruldu. fransız ordusu silah bıraktı ve yeni kurulan kukla devlet büyük ölçüde almanya’nın koruması altına girdi. fransız donanmasının bir kısmı fransa’nın dünya’daki sömürgelerini idare edebilmek için tutulacaktı ama geri kalan donanma unsurları ya almanya’ya verilecekti ya da imha edilecekti. bu antlaşmadan 2 gün sonra fransızlar italya’yla da barış antlaşması imzaladı ve ikinci dünya savaşının dışına itilmiş oldu.
fransa’ya oldukça zor şartlar sunulmuştu. dahası, antlaşmaya göre almanya istediği anda antlaşmayı iptal edip savaşı yeniden başlatabilirdi ama fransa antlaşmaya harfiyen uymak zorundaydı. almanlar fransa’nın kuzey yarısını ve ingiltere’ye bakan sahil şeridini tamamen ele geçirmişti ve batı avrupa’da silahların büyük ölçüde susmasından sonra bir çok alman general bir sonraki hedefin ingiltere’ye asker çıkartmak olduğunu düşünüyordu ama hitler işleri ağırdan almaya başlamıştı. almanya’nın kağıt üzerinden savaş halinde olup da yıkılmamış olan tek ülke ingiltere kalmıştı ama hitler henüz ingiltere’ye asker çıkartma taraftarı değildi.
28 haziran’da avrupa’da savaşın zaferle bittiğine artık iyice ikna olan hitler, savaş boyunca yerlerinden ayrılmak zorunda kalan mültecilerin evlerine döndürülmesiyle ilgili bir karara imza attı. aynı tarihte paris’e giden ve eyfel kulesi dahil bir çok önemli mekanı gezen hitler, gün boyunca yanındaki diplomatlar ve subaylara mimarı ve sanat üzerine nutuk attı. hitler zamanında sanat okuluna gidip mimarlık okuluna kabul alamadığı için bu içinde bir ukte olarak kalmıştı ve iktidara geldikten sonra almanya’ya inşa edilen hemen hemen tüm binaların mimarisi hakkında fikir belirtmişti ve bir çok yerde mimarlara “tavsiyelerde” bulunmuştu.
hitler ingilizler’in ne zaman savaşın bitip kendilerinin mağlup olduğunu itiraf edeceğini merak ediyordu ama ingilizler’in böyle bir niyeti yoktu. 3 temmuz’da fransa kıyılarındaki alman kontrolündeki fransız savaş gemilerine saldıran ingilizler bu gemilerden bazılarını batırmayı başardılar. şaşkınlığını gizleyemeyen hitler ingilizler’in neden hala savaşa devam ettiğine anlam veremiyordu. bundan 10 gün sonra yani 13 temmuz’da alman generaller hitler’le olan görüşmede “savaşın bitirilebilmesi için ingiltere’nin işgal edilmesi gerekebilir” fikrini ortaya atınca hitler onları oyalamak ve zaman kazanmak için “böyle bir işgalde bulunacaksak ispanya’yı da yanımıza çekelim ki ingiltere’nin direnci kırılsın” dedi. birazdan hitler’in ağzındaki bakla çıkmaya başladı ve “ingiltere’deki kardeşlerimizi sırf amerika ve rusya’nın çıkarları için öldürmemiz mantıklı değil. ingiltere’yi imha edersek bu işten sadece amerika ve rusya karlı çıkar” şeklinde sözlerine devam etti. ne olursa olsun hitler’in gönlü ingiltere’ye asker çıkartmaya elvermiyordu. 16 temmuz’da hitler tarafından yarım gönülle imzalanan bir bildiride almanya’nın olası bir ingiltere işgalinin planı onaylanıyordu. bunu duyan mussolini işgalde italyan askerlerinin de görev almasını istediyse de hitler bunu olumlu yanıtlamadı.
19 temmuz hitler için büyük bir gündü. uzun zamandır halktan saklanan ve toplu bir konuşma yapmamış olan hitler ilk kes kürsüye çıkıp uzunca bir konuşma yapacaktı. konuşmadan önce alman ordusu epeyce görkemli bir resmi geçit yaptı ve hitler kürsüye askeri üniformasıyla ve muzaffer bir komutan havasıyla çıktı. hitler konuşmasının başında bu konuşmanın “mantığa doğru son bir çağrı” olduğunu söyledi. herkes burada çağrı yapılanın ingiltere olduğunu daha konuşmanın başında anlamıştı. hitler konuşmasının devamında savaşın başlamasıyla ilgili hiçbir sorumluluk kabul etmedi ve tüm sorumluluğu ingiltere’nin ve uluslararası silah tüccarlarının üzerine attı. konuşmasının bir sonraki bölümünde bir alman askerin fransa’da ele geçirilen bir tren istasyonunda tesadüfen bir çok belgeye denk geldiğinden bahseden hitler, bu belgelerde ingilizler’le fransızlar’ın avrupa’da yeni bir savaş çıkartmak için gizliden gizliye yaptığı planların yazılı olduğunu iddia etti.
hitler “polonya’ya karşı askeri operasyonumuz başlamadan önce tam bu kürsüden herkesi uyarmıştım. operasyon sona erdiğinde de tüm dünya’ya barış çağrısı yapmıştım. ne zaman kürsüye çıkıp barış çağrısı yapsam sesimi kimse duymadı. şimdi dünya’ya barış getirmek için son bir çağrı yapıyorum. polonyalılar ve fransızlar çağrımı duymazdan gelerek yok olmayı seçtiler ve şimdi çağrımı duyma sırası ingiltere’de. bu onlara yapılmış son bir çağrıdır ve ingilizler iddia ettikleri gibi avrupa’da gerçekten barışı tesis etmek istiyorlarsa bu son çağrıyı duymak zorundalar” şeklinde sözlerine devam edecekti. hitler norveç’in işgalini savunurken “casuslarımız ingilizler’in norveç’i işgal edeceğini öğrenince onlardan önce davrandık” hollanda’nın işgalini de “aldığımız istihbaratlara göre ingiltere ve fransa hollanda’yı işgal etmek üzereydi ve buna izin veremezdik” şeklinde savunacaktı ve hep “gizli belgelerden” veya “son anda toplanan istihbaratlardan” bahsedecekti.
aynı konuşmada geçen bir başka ilginç ifade de hitler’in ingiliz hayranlığını belgeler nitelikteydi: “almanya’da yönetimi ele geçirdiğimizden beri bizim için en önemli iki öncelik vardı: 1) almanya ile italya’nın arasındaki dostluk ve arkadaşlığı ilerletmek, 2) italya ile sahip olduğumuz ilişkinin aynısını ingiltere ile de sahip olmak. italya konusunda katettiğimiz mesafe ve geldiğimiz yer ortada ama maalesef aynısını ingiltere için söyleyemeyeceğim. ingiltere bize yakınlaşmak yerine bizden uzaklaşmayı seçti ve iki ülkenin yakınlaşması iki milletin de son derece yararına olabilirdi. bugün tüm uğraşlarıma rağmen ingiltere’yi almanya’nın tarafına çekmeyi başaramadım ve bunun üzüntüsünü yaşamaktayım.”
hitler konuşmasını bitirdikten sonra 1 saat bile geçmemişti ki ingilizler’den oldukça sert bir yanıt gelmişti ve ingilizler savaşı her ne kadar hitler başlattıysa da kendilerinin bitireceğini, hitler rejimi tamamen ortadan kalkmadan barış masasına oturmanın manasız olduğunu ilan edeceklerdi. hitler aynı geçen sene ingiltere kendisine savaş ilan ettiğinde olduğu gibi küçük çapta şok geçiriyordu ve olanlara inanmakta zorluk çekiyordu. o günden sonra ingiliz uçaklarının almanya’da düzenlediği saldırıların da dozu artmaya başlayacaktı.
hitler ingiltere’yi pes ettirmek için ne yapması gerektiğini bilmiyordu ve çok büyük bir kafa karışıklığı yaşıyordu. hitler’e göre ingiltere abd veya rusya’dan gelecek olan yardıma güveniyordu ve kendisi bir yandan ingiltere’ye gözdağı vermek için “rusya ile olan dostluğumuz bozulamaz” derken bir yandan da generallerine “rusya’ya saldırıp altedersek asya kıtasında japonya güç kazanır ve böylece hem abd hem rusya safdışı kalacağından ingiltere’nin tutunacak dalı kalmaz. ” diyordu. hitler açıkçası ingiltere’yi pes etmeye zorlamak için bizzat ingiltere’ye saldırmak hariç tüm yolların denenmesi taraftarıydı ama bir türlü ingiltere’ye saldırmaya razı olmuyordu.
hitler ingilizler’in fikrini değiştirmesi için 1 ağustos tarihine kadar bekledikten sonra bu tarihte yeni bir kararnameye imza attı. buna göre ingiltere çevresinde konuşlanan alman donanması ve avrupa’nın batısında konuşlanan alman hava kuvvetleri ingiltere’ye saldırıları yoğunlaştıracaktı. ingiltere’nin tüm savaş uçakları, havaalanı altyapısı ve uçak fabrikaları alman hava kuvvetleri tarafından bombalanacaktı ve ingiliz hava kuvvetlerinin mümkünse tamamen imha edilmesi amaçlanacaktı. yine ingilizler’in limanları ve ingiltere’ye dışardan yük taşıyan tüm gemiler alman donanması tarafından görüldükleri yerde imha edilecekti. buna sivil halka yiyecek taşıyan gemiler de dahildi. yine insiyatifi tamamen hitler’de olmak üzere ingiltere topraklarında terör saldırıları düzenlemeye de izin çıkmıştı. her şeye rağmen ingiltere’ye asker çıkartma fikri yine arka plana itilmişti.
5 ağustos’tan itibaren ingiliz hava sahasında alman ve ingiliz savaş uçakları yoğun bir şekilde çarpışacaktı ve bu çarpışmalar 13 ağustos’tan itibaren daha da yoğunlaşacaktı. bu çarpışmalarda 2,600 alman uçağı ile 2,000 kadar ingiliz uçağı görev alıyordu ve çatışmalar genelde ingiliz topraklarının üzerinde geçtiği için ingilizler’in uçaksavar kullanma avantajı da vardı. bundan sonraki 3 ay boyunca ingiliz semalarında her gece alman ve ingiliz uçakları çarpışacaktı ve bu uçaklardan önemli bir kısmı darbe alarak düşecekti. 3 ay sonra hava çatışmaları bittiğinde almanlar’ın 2,600 uçağından 400 kadarı sağlam kalacaktı ve ingilizler’in 2 bine yakın uçağından sadece birkaç yüz tanesi sağlam kalacaktı. iki ülke de bu çatışmalarda en iyi ve en yetişmiş pilotlarını kaybedecekti ve iki ülkenin de hava kuvvetleri epeyce zayıflayacaktı.
bu hava çatışmaları başladıktan yaklaşık olarak 1 ay sonra, 4 eylül tarihinde hitler yeniden halka seslendi. hitler ingiltere’deki hava saldırılarından şu ana kadar pek sonuç alınamamış olmasından dolayı epeyce kızgındı ve operasyonun bir sonraki safhasında sivil hedeflerin de vurulabileceği kararını almıştı. bundan sonra alman savaş uçakları geceleri ingiltere’ye uçup şehirlere bomba yağdıracaktı. bu saldırılarda 50 bin kadar ingiliz sivil hayatını kaybederken bir o kadarı da sakat kalacaktı. hitler’in 4 eylül’deki konuşmasında aşağı yukarı şu ifadeler geçiyordu: “ingilizler bu savaştaki başarılarından dolayı övünedursun, cephede ingiliz başarısından söz etmek mümkün değildir. ingilizler cephede mağlup olup geri çekilmeyi başarı olarak görüyor olmalılar! polonya’ya girdiğimizde aynı ingilizler polonyalılar’ın bizi mağlup etmek üzere olduğunu, norveç’e girdiğimizde norveç’in dağlarında çakılıp kalacağımızı iddia etmişlerdi. onlara göre paris de hiçbir zaman düşmeyecekti.”
konuşmasının devamında ingiltere’ye yüklenen hitler: “bugün ingiltere avrupa kıtasını rehin tutmakta ve kitada yaşayan 450 milyon insana istediği davranışı sergilemektedir. örneğin avrupa’da bir ülke ingiltere’nin istemediği gibi davranınca o ülkeye ambargo uygulanıyor ve o ülke kahve bile içemiyor. ben kahve içmediğim için bana şahsi olarak sorun yok ama ingiltere gibi korsan devletlerin tüm avrupa’yı rehin tutması haksızlık” diyecekti. hitler’in bu konuşmada kullandığı bir başka ilginç ifade de şu şekildeydi: “ingilizler bize karşı kendilerine general devrim adında bir müttefik bulduklarını sandılar ve uzun süre almanya’ya karşı devrim olacak diye beklediler. bu devrim gerçekleşmeyince bu kez de general açlık adında yeni bir müttefik buldular ve almanya’yı bloke ederek alman halkını açlıkla terbiye etmeye çalıştılar. bu da ise yaramayınca general kış mevsimi adında bir müttefik edindiler ve bizi kış mevsiminin terbiye edeceğini sandılar. ingilizler böyle yabancı generallerden medet umacaklarına soylu ingiliz generallerine görev verseler ya! örneğin ünlü ingiliz generallerinden bay blöf dünyaca ünlüdür.”
hitler bir yandan ingiltere’ye karşı sözlü sataşmalarda bulunurken bir yandan da alman generallerin planladığı ingiltere işgalini sürekli çeşitli bahanelerle ileri bir tarihe erteliyordu. kendisinin ingiltere ile ne olursa olsun bir son dakika antlaşmasına umut bağladığı belliydi. açıkçası 1945 yılındaki savaşın bitimine kadar hitler bu umudunu hiç yitirmedi ve sürekli ingilizler’in eninde sonunda almanya’nın yanında duracağına inandı. almanlar’ın ingiltere üzerindeki hava operasyonu başarısız olmuştu ve ingilizler hem askeri hem sivil olarak ağır kayıplar verse de almanlar da epeyce zayiat vermişti ve ingilizler peş etmemişti. eylül ayının sonlarına doğru alman hava kuvvetleri londra’yı, ingiliz hava kuvvetleri de berlin’i havadan bombalamaya başladı ve böylece iki ülke de diğerinin başkentini bombalamış oldu.
27 eylül’de almanya, italya ve japonya arasında imzalanan bir antlaşmadan sonra ittifaka japonya da dahil olmuş oldu. hitler japonya’nın pasifik’in iki yakasında abd ve rusya’yı meşgul tutacağına ve ingiltere’nin en güvendiği iki ülkeyi savaş dışı tutacağına inanıyordu. hitler’in hemen hemen her hareketi gibi bu hareketi de ingilizler’in elini zayıflatmaya ve kendi tarafına çekmeye zorlamaya yönelikti. almanya ile japonya arasındaki antlaşmanın sembolik bir önemi de mevcuttu. almanya geçen seneden beri rusya’yla epeyce yakınlaşmıştı ve şimdi japonya ile antlaşma imzalayarak rusya’yla arasına artık giderek artacak bir mesafe koyduğunu göstermişti. bu mesafe iki ülke arasında savaş çıkana kadar artarak devam edecekti.
ekim ayının başında almanya ve müttefikleri bir araya gelerek polonya halkının durumunu görüştüler. hitler’in aldığı bir dizi kararlar ışığında polonyalılar’ın önemli bir kısmının kölelik benzeri şartlar altında polonya ve almanya’da çalışmasına ve polonyalılar’a daima almanlardan az maaş verilmesine karar verildi. almanlar günde 8 saat çalışırken polonyalılar günde 14 saate kadar çalıştırılabilecekti ve bu şartlar altında bile en düşük maaş alan alman’ın maaşı en yüksek maaş alan polonyalı’dan %10 daha fazla olacaktı. yine polonya halkının burjuva tabakası ve polonyalı yahudiler toplama kamplarına kapatılacak veya belli bir suçtan suçlu bulunanlar idama mahkum edilecekti. hitler polonyalılar’ı “alt sınıf” olarak görüyordu ve polonyalılar içinde bir üst sınıf bulunmasını sindiremiyordu.
12 ekim’de romanya’daki petrol kuyularını koruma altına almak için ülkeye asker çıkartan hitler, her zaman yaptığını yaparak bu harekatı önceden mussolini’ye haber vermemişti. mussolini bu kez sinirlenmişti ve bundan sonra balkanlarda ve yunanistan’da yapılacak operasyonlarda alman tarafına haber vermeme kararını aldı. bundan sonra mussolini nasıl hitler’in her yaptığını gazetelerden haber alıyorsa aynısı hitler için de geçerli olacaktı.
23 ekim’de yanına bazı kurmaylarını alan hitler trenle fransa üzerinden ispanya’ya gitti ve burada ispanyol diktatör franco’yla görüştü. hitler’in amacı franco’yu italya ile kurduğu ittifaka dahil etmek ve ingiltere karşısında elini güçlendirmekti. ispanya’nın ittifaka katılması halinde batı avrupa kıyılarının tamamı (norveç’ten fas’a kadar) hitler’in kontrolü altında olacaktı ve bu da ingilizler’in manevra kabiliyetini büyük ölçüde azaltacaktı. franco görüşmeye kasten 1 saat geç gelmişti ve hitler ona karşı kızgınlık göstermemek için kendini zor tutuyordu. konuşmaya başlayan hitler franco’ya “savaşı çoktan kazandık. bir tek ingiltere kaldı, onlar da mağlup olmalarına rağmen bunu itiraf etmek için zamana ihtiyaçları var. savaşa bizim tarafımızda katılırsan ingiltere ve fransa’nın afrika’daki sömürgelerinden bir kısmını sana bırakabiliriz” şeklinde söz verdi ama bu sözü yazılı olarak vermekten çekindi.
franco hitler’e güvenilmemesi gerektiğini iyi biliyordu ve bu konuda mussolini’den daha dikkatliydi. kendisi hitler’e ingiltere’nin savaşta mağlup olduğu konusunda katılmıyordu ve savaşın en iyi ihtimalle birkaç yıl daha devam edeceğini düşündüğünü söylüyordu. hitler bu cevaptan hiç de hoşnut değildi. ikili bu konu dışında başka konularda da görüş ayrılığına sahipti. franco hitler’e hiçbir konuda söz vermedi ve vakit kazanmak için oyalama taktiği uygulamaya başladı. günün sonunda almanya ile ispanya arasında yakınlaşma sağlandıysa da almanya ispanya’ya bol miktarda gıda maddesi ve askeri malzeme bağışlamayı kabul etti ve karşılığında somut bir şey alamadı. hitler franco ile olan görüşmesinden o kadar rahatsız ayrılmıştı ki daha sonra mussolini’ye şakayla karışık olarak “franco ile aynı masaya oturacağıma dişçi koltuğuna oturup dişlerimi tek tek çektirmeyi tercih ederim” diyecekti.
28 ekim’de hitler’in kendisinden habersiz iş becermesinden bıkan mussolini hitler’e güç gösterisinde bulunmak için yunanistan’ı işgal etme kararı aldı. italyanlar bu ufak ülkede fazla bir direnişle karşılaşmayacaklarını umuyorlardı ama evdeki hesap çarşıya uymamıştı. yunanlar ingiliz hava kuvvetlerinin de desteğini alarak hiç beklenmedik bir direniş göstermeye başlamıştı. mussolini ile görüşmek için trene atlayıp italya’ya giden hitler müttefiğiyle karşılaştığında kızgınlığını gizleyerek hareket etti ve oldukça sakin bir ses tonuyla mussolini’ye yunanistan’a saldırma fikrinin zamanlamasının yanlış olduğunu söyledi. mussolini bu tavsiyeye teşekkür ederek karşılık verdi ama artık oy yaydan çıkmış olduğu için işgalin geri çekilmesinin mümkün olmadığını söyledi. yunanistan’ın işgali italya’ya çok pahalıya maglolmuştu ve 6 aylık çarpışmalardan sonra geride 20 bine yakın ölü, 60 bin yaralı asker bırakan italyanlar geri çekilmek zorunda kalacaktı. mussolini hitler’e güç gösterisinde bulunmak isterken işleri yüzüne gözüne bulaştırmıştı ve hitler’den yardım istemek zorunda kalmıştı.
hitler ve müttefikleri için işler şimdiden kötüye gitmeye başlamış gibiydi. hitler’in ingiltere, ispanya ve abd’ye yaptığı diplomatik baskılar sonuçsuz kalmıştı ve italyan ordusu hem afrika’da hem yunanistan’da darbeler yemişti. bu arada manş denizinde alman donanması aynı hava kuvvetleri gibi önemli zayiatlar vermişti. hitler diplomatik veya askeri bir zafer kazanarak kredibilitesine arttırmaya çalışıyordu. hitler’in hedefleri arasında ingiltere’nin rusya’ya karşı mevcut olan umutlarını da tüketmek vardı. bu durumda bir taşla iki kuş vurmak isteyen hitler ya rusya’yı diplomatik olarak ingiltere’den uzaklaştıracaktı ya da rusya’ya karşı askeri operasyon yaparak bu ülkeyi safdışı edecekti. almanlar rusya dışişleri bakanını almanya’ya görüşmek için davet ettiklerinde kasım ayının ilk haftası bitmek üzereydi.
12 kasım’da rusya’dan gelen molotov ile görüşen hitler’in önünde birkaç seçenek vardı. rusya’nın ingiltere’ye, ingiltere’nin de rusya’ya savaş açmayacağı belliydi ama yine de bir şekilde iki ülke arasında oluşabilecek bir işbirliğinin de önüne geçilmeliydi. hitler her zamanki gibi misafirini bir odaya kapattıktan sonra uzun uzun konuşmaya başladı. molotov hitler’in bu taktiğini bildiği için hazırlıklı gelmişti ve hitler’in konuşmasını sorularla bölerek dikkatini dağıtırıyordu. arada sırada hitler’den fırsat buldukça rusya’nın çeşitli meselelerdeki fikirlerini ve politikasını belirten molotov hitler’in daha önceki misafirlerine göre çok daha fazla aşama kaydetmiş gibiydi. finlandiya’dan balkanlara bir çok konu tartışılmıştı ve hitler bir çok konuda rusya ile aynı görüşte değildi. hitler baltık ülkelerini rusya’ya verip karşılığında balkan ülkelerini almak istiyordu ama balkan ülkelerinin rusya’yı yüzyıllardır bir abi olarak gördüğünden habersiz gibiydi.
ruslar nasıl dışişleri bakanını görüşmek için berlin’e yolladıysa alman dışişleri bakanının da moskova’ya gelmesini istiyordu. böylece her iki ülkenin de evsahibi avantajı ortadan kalkmış olacaktı. ruslar’ın bu esnada en çok merak ettikleri konu avrupa’nın geleceği ve rusya’nın bu gelecekte oynayacağı roldu. şu ana kadar almanya, italya ve ispanya tarafından kurulan ittifak sayesinde avrupa’da bu üç ülkenin süper güç seviyesinde olacağı konuşuluyordu ve rusya’ya avrupa’da ne kadar söz hakkı kalacağı merak konusuydu. kendisine hiç beklemediği anda üst üste sorular gelen hitler bu soruları aceleci bir şekilde çabuk cevaplarla geçiştirdi ama rus tarafı hitler’in cevaplarından tatmin olmamıştı.
hitler kurulan ittifakın rusya karşıtı olmadığını söyleyerek gerekirse rusya’nın da bu ittifaka dahil olabileceğini söyledi. hitler’in buradaki amacı rusya’yı köşeye sıkıştırmaktı çünkü ruslar’ın faşist bir ittifaka girmek isteyeceğine ihtimal verilmiyordu. molotov “şartlar uygun olursa ittifaka girmemiz mümkün olabilir ama ittifakın şartları çok net bir şekilde listelenmeli, hudutlar çok anlaşılır bir şekilde çizilmeli ve rusya’ya en az diğer ülkeler kadar söz hakkı verilmelidir” şeklinde bir ifadede bulundu.
görüşmenin ilerleyen saatlerinde ilginç bir olay oldu. görüşme bir yeraltı sığınağında gerçekleşiyordu ve dışarda hava karardıktan kısa bir süre sonra sirenler çalmaya başladı ve birazdan uzaklardan bir yerden bombardıman sesi geldi. rus bakan hitler’e dönüp “sabahtan beri bana ingiltere’yi mağlup ettiğinizi söylüyorsunuz ama ingilizler saldırıya geçecek diye korkudan sığınakta görüşüyoruz ve ingiliz uçakları alman topraklarını bombalamaya devam ediyor. bu nasıl bir zafer? ingilizler demek ki yenilmemiş” diyerek çıkıştı. churchill daha sonra bu hava saldırısını savunurken şakayla karışık olarak “almanlar’la ruslar’ın görüşmesine bizi davet etmemişler, biz de sesimiz duyulsun istedik” diyecekti.
alman-rus görüşmeleri ertesi gün de devam etti ama pek somut bir sonuç çıktığı söylenemez. ruslar finlandiya’nın tamamını, çanakkale boğazını ve balkanlar’ın bir kısmını isterken hitler ruslar’a hindistan dahil birkaç ingiliz sömürgesini vermeyi önerdi. aynı zamanda hitler de bulgaristan’ı işgal etmek istiyordu ama bulgaristan’la arası iyi olan rusya buna izin verecek değildi. görüşmenin sonunda alınan tek somut karar görüşmelerin devam etmesi yönündeydi. bu toplantıdan sınırlı bir şekilde çıkan hitler, önceki gün hava bombardımanıyla kendisini rezil eden ingiltere’den intikam almak için ertesi gün 500 savaş uçağı hazırlanıp ingiltere’nin bombalanmasını emretti. ingiliz şehirlerinden coventry bombalanmak için seçilen hedefti ve gece boyunca gerçekleşen bombardımandan sonra şehrin önemli bir kısmı yıkılırken yüzlerce ingiliz hayatını kaybetmiş, binlercesi de yaralanmıştı.
ingiltere bombalandığına göre hitler’in gündeminde yine rusya vardı. hitler yıllar boyunca almanlar’a dünya’daki en büyük tehdidin komünizm ve rusya olduğunu anlatıp durmuştu ve 1939’da iki ülke arasında imzalanan pakttan sonra fikir değiştirip birden bire dünya’daki en büyük tehdidin kapitalizm olduğunu söylemeye başlamıştı. yaklaşık 1 senedir rusya ve komünizme hiçbir toplu konuşmasında eleştiri getirmemiş olan hitler özüne geri dönüyordu ve yeniden komünizme saldırmaya başlayacaktı. en başta rusya’ya yönelik mesajlar “el altından” verilecekti ve bunu gerçekleştirmenin en kolay yolu japonya ile yakınlaşmaktı. hitler bundan sonraki konuşmalarında ve basın açıklamalarında mutlaka japonya’yı öven birkaç cümle bulunduracaktı. bunu gören ruslar almanya’nın japonya ile rusya arasında seçim yapmak durumunda kalmaları halinde japonya’yı seçeceğini anlamış olacaktı.
üst üste diplomatik tokatlar yiyen hitler bir tokat da bulgaristan’dan yiyecekti. bulgaristan hükümeti almanya ile yakın ilişkiler içindeydi ve almanya bu ülkeyi askeri üs olarak kullanmak istiyordu. aynı günlerde rusya’nın bulgaristan’ı kanatları altına alacağı konuşuluyordu ve bulgar halkının çoğu alman askerlerini görmektense sovyet askelerini görmeyi tercih ediyordu. bulgarlar almanya ile olan yakınlıklarına rağmen rusya’nın tepkisini çekmemek için alman askerlerinin bulgaristan’a girişine izin vermediler. bunu duyan hitler epeyce sinirlendi ama şimdilik rusya ile savaşa hazır değildi.
hitler son günlerde üst üste elde edilen diplomatik hezimetlerden dolayı italya’yı suçlayacaktı. ona göre italya sırf bir inat uğruna yunanistan’a girip cephede mağlup olmuştu ve artık kimse ne italya’yı ne de almanya’yı ciddiye almıyordu. almanya’nın savaşın başından beri kazandığı zaferler italya’nın yunanistan’daki hatası yüzünden silinip gitmişti. hitler biraz da kızgınlığını atmak için mussolini’ye eleştirel bir mektup yazdı. mektup bittikten sonra bir günah keçisi bulmuş olmanın rahatlığını yaşayan hitler derin bir nefes aldı. kısa bir süre sonra “günah keçisi” olarak yahudiler tayin edilecekti.
bir türlü ittifakına yeni ülkeler katamayan hitler 20 kasım’da macaristan’ı ittifakına katılmaya ikna etmeyi başardı ve uzun süredir ilk kez diplomatik bir zafer kazanmış oldu. macaristan’ın alman ittifakına katılması tamamen sembolikti çünkü bu ülkede savaşın kaderini değiştirebilecek bir güç mevcut değildi ama yine de hitler’in moralini düzeltmesi açısından bu ufak bir zaferdi. ittifaka katılması istenen bir sonraki ülke yugoslavya’ydı fakat italya bir süredir bu ülkeyi işgal etmek için hazırlanıyordu. hitler ise yunanistan’da yaşanan fiyaskonun yeniden yaşanmaması için italyanlar’ın yugoslavya’yı şimdilik serbest bırakmasını istiyordu. aynı günlerde zaten almanya ile arasından şu sızmayan romanya da ittifaka dahil oldu.
aralık ayının ilk haftasında uzun zamandır bozuk olan almanya-finlandiya ilişkilerinin düzeltilmesi için harekete geçen alman diplomatlar bu konuda mesafe kaydetmeyi başardılar. hitler daha önce rusya-finlandiya savaşından dolayı finlandiya’yı suçluyordu ama artık rusya ile arası bozulduğu için savaştan dolayı rusya’yı suçlamaya başlamıştı.
bu arada birkaç aydır özellikle almanya ve polonya’daki yahudiler’e uygulanan baskılar artarak devam ediyordu. artık yahudiler tek tek işaretlenmişti ve yahudi olduklarını belli eden sarı işaretler giymek zorundaydılar. varşova’da yahudiler’in yaşadığı mahalleler kordona alınmıştı ve alman askerleri bu mahallelere tüm giriş ve çıkışları kapatmıştı. henüz esir kampına kapatılmamış olan yahudiler evlerinde esaret hayatı yaşamaya başlamıştı. bütün bunlar sessizce yapılıyordu ve hitler hiçbir konuşmasında veya basın açıklamasında yahudi konusuna değinmiyordu.
ingilizler’le almanlar arasındaki hava savaşı da tüm hızıyla devam ediyordu. almanlar bir gece bir ingiliz şehrini bombalıyordu ve ertesi gece ingiliz uçaklar alman şehirlerinden birini bombalıyordu. ertesi gece yine alman bombardımanı kaldığı yerden devam ediyordu. iki tarafın bombardımanında da genel olarak siviller zarar görüyordu ve şehirler yıkılıyordu. iki ülkede de bir çok şehir harabeye dönmüştü.
ispanya’yı bir türlü yanına çekemeyen hitler, fransa’nın henüz işgal edilmemiş güney kısmını işgal edip ispanya’ya gözdağı vermek istiyordu. bu yüzden “atilla operasyonu” adı verilen bir operasyon için hazırlıklar başladı. aynı günlerde italyan işgali altındaki mısır’ı kurtarmak için saldırıya geçen ingilizler italyanlar’a çok ağır kayıplar verdirdi ve italyanlar libya’ya çekilmek zorunda kaldı. hitler ispanya’nın yardımıyla cebelitarık boğazını işgal etmeyi ve afrika ile avrupa arasında bir köprü kurmayı planlıyordu ama ispanyollar’ın bu fikre sıcak bakmaması ve kuzey afrika’da italya’nın aldığı mağlubiyetler bu fikri rafa kaldırdı. hitler fransa’nın güneyinin işgal edilmesi fikrini de rafa kaldırırken rusya’nın işgali için hazırlıkların başlaması kararını aldı.
10 aralık’ta alman işçilere seslenen hitler 1940 yılının son büyük konuşmasını yapmış oldu. bu konuşmada pek yeni içerik olduğu söylenemez ama hitler’in konuşma tonunun normale göre daha sınırlı ve sabırsız olduğu anlaşılmaktadır. hitler bu konuşmada kendisi hariç herkesi suçlayacaktı ve yine kendisi hariç kimsenin diplomatik yollarla barışı sağlamayı amaçlamadığını savunacaktı.
1940 yılı geride kaldığında hitler kıta avrupa’sının önemli bir kısmını ele geçirmişti. polonya’yı alıp ingiltere ile barış masasına oturmayı ve savaşı burada bitirmeyi (ve birkaç yıl sonra ingiltere’yle bir olup rusya’ya saldırmayı) planlayan hitler ingiltere ile inatlaşınca savaş batı avrupa ve kuzey afrika’ya sıçramıştı ve oradan da balkanlara ve ötesine sıçrayacak gibiydi. hitler eninde sonunda ingiltere’yi ikna edip kendi tarafına çekeceğini söylüyordu ama bunun için artık çok geçti. 1940’in başlarında “almanlar’ın yaşadığı topraklar bizim olacak” diyen hitler şimdi çıtayı yükseltmiş ve “üzerinde alman kanı olan topraklar bizim olacak” demeye başlamıştı. şu anda savaş bitse bile fransa, norveç, hollanda, belçika, polonya gibi ülkelere topraklarının geri verilmeyeceği çok açıktı. henüz almanya ile ingiltere karada hiç karşı karşıya gelmemişti ama gökyüzünde ve denizde iki ülke arasında önemli çatışmalar yaşanmıştı. 1941 yılı çok daha büyük olaylara gebeydi. 1941 yılında hitler alman ordusunun yönetimini sadece siyasi değil taktiksel olarak da ele geçirecekti ve ordunun yapacağı operasyonların ayrıntılarını bile kendi başına belirleyecekti. bu da sonraki yıllarda almanya’nın mağlubiyetini hazırlayacaktı.
1941 yılının ilk günü artık geleneksel hale gelen yılbaşı konuşmalarından birini yapan hitler ingilizler’e yüklenmeye devam etti. hitler özellikle ingilizler’in fransa ve norveç’ten askerlerini çekip cephede çarpışmaktan kaçındıktan sonra almanya’ya hava saldırıları düzenlemesine tepki göstermeye başlamıştı. hitler’e göre “cephede darbe yedikten sonra müttefikleri fransızlar’ı yalnız bırakıp askerlerini geri çeken ingilizler önce gündüz gözüyle alman şehirlerini bombalamaya çalıştılar ama üst üste uçakları düşürülünce bu bombardımanları geceleri düzenlemeye başladılar. şehirlerimizde okullarımız, fabrikalarımız, hastahanelerimiz, kiliselerimiz bu bombardıman sonrası enkaza dönüştü. ingilizler sonunda bizden üstün oldukları bir konuyu bulmuşlardı, o da gece saldırılarında sivilleri katletmekti. bizim onlar gibi vahşileşemeyeceğimizi bildikleri için bu konuda karşılık vermememizi bekliyorlardı. bir ay sabrettik, iki ay sabrettik, üç ay sabrettik ama insanlar bana ingilizler’in katliamlarına sonsuza kadar sabredip sabretmeyeceğimi, almanlar’ın hayatlarının ingilizler’den daha mı değersiz olduğunu sormaya başladı. biz de ingiliz şehirlerini aynı ingilizler’in bizim şehirlerimizi bombaladığı gibi bombalamaya başladık. ingilizler’in anlayacağı tek dil kendi konuştukları katliam dili gibi gözüküyor. bundan sonra alman şehirlerine düşen her bomba için ingiliz şehirlerine 10, gerekirse 100 bomba düşecek” şeklinde bir durum mevcuttu.
almanlar ve ingilizler arasındaki hava ve deniz savaşlarını saymazsak ocak ayı nispeten sessiz ve sakin geçmişti. ingiltere semalarında ingiliz hakimiyeti kesinleşirken akdeniz semalarında alman üstünlüğü göze çarpıyordu. 10 ocak’ta almanya ile rusya arasında bir dizi ticari antlaşmalar imzalandıktan sonra 20 ocak’ta hitler ile biraraya gelen mussolini rusya ile almanya arasındaki yakınlaşmalardan rahatsızlık duyduğunu söyledi. hitler cevaben “rusya ile aramızda bazı imzalı antlaşmalar olsa da bunların bir değeri yok. ben antlaşmalara değil ordumun gücüne güveniyorum. stalin zeki ve temkinli biri ve bize karşı saldırıya geçeceğini sanmıyorum ama stalin öldükten sonra rusya’da yönetimi yahudiler ve onların desteklediği kişiler ele geçirecek gibi gözüküyor ve bu gerçekleşene kadar beklersek çok geç olmuş olacak. bu yüzden rusya meselesiyle yakın zamanda yüzleşmemiz gerekiyor” dedi. mussolini hitler’e ingiltere’yi neden işgal etmediğini sorunca da hitler’in cevabı: “şu anda ingiltere işgal korkusu yaşıyor ve ingilizler kafalarına dayanmış bir silah varmış gibi davranıyorlar. ingiltere’ye denizden asker çıkartmayı denersek ve başarısız olursak bu korkuları geçmiş olacak ve kafalarına dayadığımız silahın kurusiki olduğunu düşünmeye başlayacaklar. bu kozumuzu riske atamayız” şeklinde oldu. anlatılana göre mussolini bu cevapların ikisinden de tatmin olmuştu. hitler yavaş yavaş dikkatleri ingiltere’den rusya’ya çekmeye çalışıyordu.
hitler 30 ocak’ta bir konuşma daha yaptı ve bu konuşmada yine bir yandan ingiltere’ye yüklenirken bir yandan da aynı ülkeye yakınlaşmaya çalıştı. bu konuşmanın bir önemi de hitler’in halka açık konuşmalarında ilk kez yahudiler’e kısa zaman sonra yapılacak olan katliamlara kapı açmasıydı. konuşmanın bir yerinde “ingilizler fransa bize çok çabuk pes ettiği için fransa’yı eleştiriyormuş. ingiltere fransa daha pes etmeden fransa’daki tüm askerlerini geri çekmişti ve şimdi fransızlar’a yüklenmeleri saçma. bu arada haftalardır gazetelerde ingilizler’in avrupa kıtasına çıkartma yapacağı söyleniyor. ingilizler nereye çıkartma yapacaklarsa söylesinler, orayı boşaltalım ve istedikleri kadar asker çıkartsınlar. sonra da cephede iki ordu kozlarını paylaşsın. ingilizler tabi ki böyle bir fikre yanaşacak değiller. onlar abd’nin ve rusya’nın arkasına saklanmayı tercih ederler. ne yazık ki ingilizler’le aramızda bir yakınlaşma olabilirdi ama ingiliz siyasetçiler savaş yanlısı olduğu için şimdilik bu mümkün gözükmüyor.” konuşmanın devamında yahudiler’e uzun zaman sonra ilk kez net bir gönderme vardı: “uluslararası dünya’da sözsahibi olan yahudiler her zaman yaptıkları gibi dünya’yı bize karşı kışkırtmaya kalkarlarsa bir süre sonra avrupa’da yahudi kalmayacaktır. benim bu tahminime istediğiniz kadar gülebilirsiniz ama geleceği tahmin etme konusunda ne kadar iyi olduğumu daha önce görmüştünüz.”
daha önce bahsettiğim gibi hitler avrupa’daki yahudiler’i gerek toplama kampına kapatarak, gerek de onların yaşadığı mahalleleri abluka altına alarak bir nevi rehin tutuyordu. hitler dünya’yı yahudiler’in yönettiğine inandığı için onları rehin tutarak diğer ülkelerden istediğini alabileceğine inanıyordu. örneğin ona göre avrupa’da yaşayan yahudiler’e yapılan baskılar arttıkça ingiltere, abd ve rusya’daki nüfuz sahibi yahudiler baskı yaparak almanya’nın istediklerini vermelerini sağlayacaktı. bu tabi ki hiçbir zaman gerçekleşmedi ve naziler’in yahudiler’e olan tutumu giderek sertleşerek en sonunda soykırıma döndü. hitler o güne kadar yaptığı konuşmalarda her ne kadar yahudiler’i eleştirse ve onları bir çok konuda suçlaşa da daha önce hiçbir zaman yahudiler’in yok edileceğine dair bir şey söylememişti. daha önce kırık camlar gecesi dahil yahudiler’e karşı yürütülen hiçbir toplu olayda da ağzını açıp hiçbir şey söylememişti. hitler almanya’da gerçekleşen anti-yahudi olayların doğal olarak gerçekleştiğini, kızgın halkın kendisinden bağımsız olarak yahudiler’e zarar verdiğini “göstermeye” çalışıyordu ama herkes olayların perde arkasında kendisi olduğunu çok net bir şekilde görebiliyordu. yine “avrupa’da belki de hiç yahudi kalmayacak” diyen hitler daha sonraki cümlesinde bunun bir “tahmin” olduğunu söylese de bunun bir tahminden çok daha ötesi olduğu, daha doğrusu bir planın parçası olduğu çok açıktı.
şubat ayının ortasında generalleriyle bir kere daha görüşen hitler onları rusya’yı işgale ikna etmeye çalışırken bir yandan da rusya’dan sonra yapılacak işgal hareketlerinin planını çizmeye başladı. buna göre rusya alındıktan sonra afganistan’a inilecek, afganistan üzerinden de hindistan’a saldırılacaktı. böylece ingiltere’nin en önemli sömürgelerinden biri almanya’nın eline geçecekti. görünüşe göre hitler avrupa’yı tamamen ele geçirdikten sonra doymayacak gibiydi ve asya’yla ilgili planlar da yapmaya başlamıştı. genel olarak sakin geçen şubat ayının sonlarına doğru yeni bir karar alan hitler ingiltere ile olan deniz savaşlarında denizaltıların kullanımının arttırılmasını istedi. o ana kadar denizaltılar çok nadiren kullanılıyordu ama bundan sonra bu araçlar çok daha önemli bir rol oynacaktı.
bu arada afrika kıtasında ingilizler’le sömürgeleri ele geçirmek için çarpışan italyanlar cephede epeyce hırpalanmıştı ve özellikle libya civarında 130 bin italyan askeri ingilizler’e esir düşmüştü. yunanistan’daki bozgundan sonra italyanlar’ın bir bozgun daha yemesi hitler’i pek memnun etmemişti. italya almanya’ya yardım etmek yerine ayakbağı oluyor gibiydi. hitler’in hayalinde franco yönetimindeki ispanya’yı kendi tarafına çekmek vardı ama bu konudaki tüm çabaları başarısız olmuştu. hitler franco için “hayatının en büyük hatasını yapıyor” dese de savaşın sonunda franco’nun savaşa katılmayarak kendisi ve rejimi için en iyisini yaptığı ortaya çıkacaktı.
şubat ayı da genel olarak sakince geçmişti ve mart ayının ilk gününde almanya’nın paktına bulgaristan da dahil olmuştu. böylece almanya balkanlardaki ülkeleri tek tek paktına dahil etmiş oluyordu ve mart ayının sonunda pakta dahil olacak olan yugoslavya ile beraber balkanlarda büyük ölçüde alman hakimiyeti mevcut olacaktı. yine bu dönemde alman askerleri kuzey afrika’ya çıkartma yaparak burada ingilizler tarafından mağlup edilmek üzere olan italyanlar’a destek olacaktı. bu bağlamda kuzey afrika’daki çarpışmalara biraz daha denge gelmiş gibiydi. o günlerde gerçekleşen bir başka gelişme de avusturya ve almanya’nın bir çok bölgesindeki yahudiler’in trenlere bindirilerek polonya’daki toplama kamplarına veya abluka altına alınan getto mahallelerine gönderilmesiydi. bu da katliamdan önceki son adımlardan biriydi.
bulgaristan ile imzalanan pakttan sonra alman askerleri bulgaristan’ı “kanatları ve güvencesi altına almak için” işgal etmişti. bulgaristan hiçbir direniş göstermeden bu işgali kabul etmişti. almanya için sırada italya’nın almaya çalışıp eline yüzüne bulaştırdığı yunanistan vardı. hitler daha önce rusya’yla olan görüşmelerinde bulgaristan’ı rusya’nın almak istediğini biliyordu ve almanya bulgaristan’ı işgal ederken rusya’dan izin almamıştı. bunun ruslar’ı kızdıracağı kesindi ama zaten eninde sonunda rusya ile savaşa girmek isteyen hitler bu konuda endişe etmiyordu. rusya bulgaristan’ın işgaline neredeyse hiçbir tepki göstermedi. ilginçtir ki almanya bulgaristan’ı işgal edince en fazla endişe duyan ülkelerden biri türkiye’ydi ve hitler türkiye’deki büyülekçisini hükümete göndererek endişe edecek bir şey olmadığını ilan ettirdi. her ne kadar hitler o ana kadar “garanti” verdiği bir çok ülkeyi işgal etmiş olsa da şimdilik balkanlardaki işgal yunanistan ve yugoslavya’nın alınmasıyla son bulacaktı.
bulgaristan’dan sonra dikkatini yugoslavya’ya çeviren hitler bu ülkeyi ikna etmek için “yunanistan’ın selanik kentinde bazı limanlar” verebileceğini ve böylece yugoslavya’nın denize açılabilmesini sağlayacağını söyledi. yugoslavya’nın bu teklifi kabul etmekten başka çaresi yoktu çünkü almanya’nın teklifi kabul edilmediği taktirde ülke alman askerlerinin postalları altında ezilecekti. 5 mart’ta japonlar’ın asya’daki ingiliz çıkarlarına saldırması için yönlendirme başlatan hitler yunanistan’ın ve yugoslavya’nın işgal planlarını da hazırlamaya başladı.
yugoslavya almanya’nın paktına gönüllü olarak katılmıştı ama antlaşmanın imzalandığı gün ülkede darbe gerçekleşmiş ve ordu yönetime el koymuştu. şimdi almanya bu ülkeyi işgal edecekti ve bundan sonra da sırada uzun süredir zaten italya tarafından işgal edilmeye çalışılan yunanistan vardı. hitler yugoslavya’daki darbeye çok sinirlenmişti ve bu darbenin en kısa zamanda ve en sert şekilde bastırılmasını, yugoslav ordusunun mümkünse tamamen imha edilmesini ve işgalden sonra yugoslavya’nın topraklarının macaristan, italya ve bulgaristan arasında paylaştırılmasını karar aldı. yugoslavya’da darbe olduğunda hitler japon diplomatlarla görüşüyordu ve bu görüşme yarıda kesilmişti. hitler’in bu darbeye bu kadar sinirlenmesinde bu olayın da rol oynadığı düşünülmektedir.
hitler japon tarafıyla olan görüşmelerini tamamladıysa da istediği sonuçları alamadı. japonlar asya’daki ingiliz çıkarlarına saldırmayı kendi savaş hedeflerine aykırı bulmuşlardı ve bunun abd’yi de savaşın içine çekebileceğinden endişe duyuyorlardı. japonlar aynı zamanda rusya’dan çekiniyordu ve rusya ile olan kötü ilişkilerini düzeltmeye çalışıyordu. hitler ise rusya ile aralarında antlaşma olmasına rağmen bu ülkeye gizlice saldırmak istiyordu ve japonya’ya bunu haber vermek istemiyordu. bir yandan da japonya’ya “rusya ile ilişkilerinizi düzeltmeye çalışmayın” demeye çalışıyordu ama bunun sebebini açıklayamıyordu.
japonlar hitler’e güvenmiyordu ve hitler’in japonya ile rusya (veya japonya ile abd) arasında bir savaş çıkartmasından çekiniyordu. bu yüzden hitler-japonya görüşmesinden kısa bir süre sonra japonya ile rusya arasında saldırmazlık antlaşması imzalandı. böylece hitler nasıl bir çılgınlık yaparsa yapsın japonya bu işin bir parçası olmayacaktı. stalin o dönemde almanya ile japonya’nın arasından şu sızmadığını düşünüyordu ve japonya ile yaptığı antlaşmanın almanya ile rusya arasındaki ilişkileri güçlendireceğini düşünüyordu ama hitler çoktan rusya’yı işgal etmeyi kafaya koymuştu. japonlar moskova’dan ayrıldıktan sonra moskova’daki alman büyükelçisini ve diplomatları yanına çağıran stalin onlara japonya ile yapılan antlaşmayı “müjdeledi” ve onlara almanya ile rusya’nın sonuna kadar dost kalacağını söyledi. ideolojik olarak her ne kadar almanya ile rusya birbirine zıt olsa da iki ülkenin iyi geçinmesi ikisinin de yararına gözüküyordu. rusya almanya’yı savaş boyunca hem maddi hem de manevi olarak desteklemişti. örneğin alman ordusunun savaşta kullandığı bir çok maden, gıda, mühimmat ve petrol rusya’dan geliyordu. bazı alman diplomatlar hitler’i rusya’ya savaş açmaktan alıyköymak için bunu söyleyince hitler “rusya’yı ele geçirince o mühimmatları zaten kendi elimizle alırız” şeklinde oldukça iyimser bir şekilde cevap verecekti.
hitler nisan ayında rusya’ya saldırmak ve bu operasyonu kış gelmeden bitirmek istiyordu ama şimdi yugoslavya meselesinden dolayı rusya’nın işgali birkaç haftalığına ertelenmek zorundaydı. nisan ayının ilk haftasına gelindiğinde alman ordusunun kuzey afrika’da ingilizler’e karşı zafer üstüne zafer kazandığı, mısır kapılarına dayandığı haberi geldi. hitler her zamanki gibi yine ingilizler’i fazla kızdırmak istemiyordu ve kuzey afrika’daki askerlere “ne olursa olsun mısır’a saldırmayın, şu ana kadar aldığınız topraklarda savunma pozisyonuna geçin” emrini verdi. bu arada atlantik okyanusundaki deniz çarpışmaları oldukça şiddetlenmişti ve ingiliz donamasının önemli bir kısmı erimişti. yine hava bombardımanları sayesinde ingiltere’nin bir çok şehri harabeye dönmüştü. yine de hitler anlamsız bir şekilde ingilizler’in mısır’ın işgaline çok sinirleneceğini düşünüyordu ve bunu istemiyordu.
5 nisan’da yugoslavya ve yunanistan’ın işgali eş zamanlı olarak başlayacaktı. aynı günün sabahında rusya ile yugoslavya’daki darbe hükümeti dostluk ve işbirliği antlaşmasına imza atmıştı ve hitler bunu rusya’ya karşı kullanılacak bir bahane olarak kenara yazacaktı. rusya ise daha önce anlaşma halinde bulunduğu bulgaristan’ın almanya tarafından sessiz sedasız bir şekilde yutulmasına tepki gösteriyordu ve yugoslavya ile yapılan antlaşma da bu tepkinin bir parçasıydı. böylece yugoslavya ve yunanistan’ın işgali 1 gün ertelendi ve 6 nisan’da başlaması kararlaştırıldı. bu tarih pazar gününe denk geliyordu ve almanya her zamanki gibi bir ülkeyi işgal etmeden önce savaş ilanında bulunmamıştı. 6 nisan sabahı belgrad şehri bomba sesleriyle uyanacaktı. alman hava kuvvetleri şehrin bir çok noktasını yoğun bir bombardıman altına tutmuştu. birkaç saat içinde şehrin bir çok noktasında yangın çıktı ve onlarca bina enkaza dönüştü. hitler yugoslavlar’a olan kızgınlığını çıkartmak için bu ülkenin işgalinde elini hiç de yumuşak tutmuyordu.
belgrad alman uçakları tarafından 2 gün boyunca aralıksız bir şekilde bombalanacaktı ve bu bombardımanda sivil-asker ayrımı yapılmayacaktı. hitler’in amacı belgrad şehrinin önemli bir kısmını haritadan silmek ve kendisine karşı “darbe” yapmaya çalışanlara ibret olmasını sağlamaktı. almanlar belki de savaşın başından beri ilk kez bir ülkeye “nefretle” ve intikam hırsıyla saldırıyordu. hitler işgalin ilk günü yaptığı bir konuşmada “1914’teki büyük savaş arkasında ingiliz gizli servisinin olduğu malum suikastle başladığı gibi bu savaşta da yugoslavya’daki darbenin arkasında yine ingiliz gizli servisinin olduğunu biliyoruz. darbe sonrasında yugoslavya’da yaşayan alman asıllı vatandaşların evleri ve işyerleri yağmalandı, almanya ile arasında en ufak bağı olan tüm kurum ve derneklere saldırılar oldu, yugoslavya ile olan tüm bağlarımız koptu” şeklinde ifadelerde bulunarak olaydan ingilizler’i sorumlu tuttu.
hitler özel trenine atlayıp viyana’nın güneyindeki bir kasabaya gelmişti. burada park halinde duran hitler’in treni balkanlardaki operasyonun komuta merkezi olacaktı ve hitler daha sonra insanlara aynı polonya’da olduğu gibi savaşın içinde bizzat bulunduğunu söyleyecekti. yugoslavya’daki alman ordusu bulgaristan ve macaristan ordularının da desteğiyle ülkeyi 4 köşeden kuşatmıştı ve yugoslav ordusunun etrafındaki çember giderek daralıyordu. yugoslavlar her ne kadar canla başla dirense de yapabilecekleri fazla bir şey yoktu.
hitler yugoslavlar’ın beklenenden daha fazla direniş göstermesinden sonra çılgına dönmüştü. yunanistan’daki operasyon başarılı gidiyordu ve şimdiden selanik şehri düşmüştü. bunun üzerine yunanistan’daki operasyona şimdilik ara verildi ve bölgedeki tüm askerler ve savaş uçakları yugoslavya’ya yönlendirildi. almanlar yugoslavya üzerindeki baskıyı ve bombardımanı arttırmaya başlamıştı. 11 nisan’da almanya’nın kanatları altına aldığı hırvatlar ayaklanarak yugoslavya’nın bir kısmında bağımsızlık ilan etmişti. bu hitler’in elini güçlendirecek olan bir gelişmeydi ve hitler hiç vakit kaybetmeden yeni kurulan hırvat devletini tanıdığını açıkladı. 13 nisan’da belgrad şehri düşerken bundan dört gün sonra geri kalan tüm yugoslav askerler silah bıraktı ve ülke almanya’ya teslim olmuş oldu.
bundan sonra dikkatler yine yunanistan’a çevrilmişti ve bu ülkedeki operasyonlar kaldığı yerden devam edebilirdi. bu arada ingilizler yunanistan’a asker çıkartmaya başlamıştı ve alman ve italyan askerlerine karşı yer yer çatışmaya girerek ilerleyişi durduramasalar da yavaşlatmayı başarmışlardı. 23 nisan itibariyle ingiliz askerleri ağır kayıplar vererek yunanistan’dan çıkınca alman askerleri atina kapılarına kadar geldiler. 27 nisan’da atina düşerken sonraki 2 günde de yunan adaları birer birer düşmüştü. girit hariç tüm yunan adaları işgal altındaydı. italya’nın aylarca uğraşıp alamadığı yunanistan’ı almanya birkaç haftada, üstelik ingiliz askerlerinin yunanlar’a yardım etmesine rağmen, ele geçirmişti. bu olay hitler’in curretini arttıracaktı. artık balkanlar tamamen düşmüştü ve kıta avrupa’sında ingiltere’yle beraber almanya, italya ve ispanya dışında söz sahibi kimse kalmamıştı.
bu arada 10-11 nisan tarihlerinde “okyanus ötesinde” ilginç gelişmeler yaşanmıştı. abd önce danimarka’nın toprağı olan grönland’ı işgal etmişti ve sonra da atlantik denizinde devriye operasyonları yapacağını açıklamıştı. abd savaştaki tarafsızlığını koruyordu ama son gelişmeler er ya da geç ülkenin savaşa gireceğini gösteriyordu. yine de abd içinde savaşa girmeye dair epeyce muhalefet vardı. abd’liler’in bir kısmı savaşa girip hitler’in cezalandırılmasını isterken ülkenin önemli bir kısmı da birinci dünya savaşında çok sayıda asker kaybeden abd’nin kendi iç meselesi olmayan bir sebepten dolayı yine milyonlarca askerinin hayatını riske atmasının yanlış olduğunu savunuyordu. özellikle abd senatosundaki bazı ateşli tartışmalarda “avrupalılar her 20 yılda bir kendi aralarında savaşıyor. biz her seferinde müdahil olarak askerlerimizi riske edemeyiz. bırakın birbirlerini yesinler. ilk savaşta müdahele ettik de ne oldu” benzeri ifadeler geçiyordu.
yugoslavya ve yunanistan alınıp avrupa’nın güneybatı bölgesi de alındığına göre sırada rusya vardı. hitler’in orjinal planı rusya’ya nisan başında saldırmaktı fakat bu plan yugoslavya meselesinden dolayı ertelenmişti. şimdi nişan ayı geride kalmıştı ve mayıs ayına girilirken hitler vakit geçirilmeden rusya’ya saldırılmasını istiyordu. kış mevsimine 7 ay kadar bir süre vardı ve bu kısa süre içinde rus ordusunun imha ve mağlup edilmesi gerekiyordu. alman generaller ve diplomatlar bir türlü rusya’nın işgal edilmesi fikrine alışamıyordu ve hitler hariç kimse bu konuda coşku göstermiyordu. herkes hitler’in fikrini değiştirmesini bekliyordu ama kendisi dünya’daki en inatçı kişilerden biriydi.
1 mayıs’ta liverpool semalarında gözüken onlarca alman savaş uçağı geride çok büyük bir yıkım bırakmıştı. aylardır hemen hemen her gün bombalanan londra şehri de büyük ölçüde harabeye dönmüştü. her akşam almanlar londra’yı, ingilizler de berlin’i bombalıyordu ama londra berlin’e nispeten çok daha büyük bir yıkım yaşamıştı. hitler çoğu zaman yaptığı konuşmalarda “bir berlin’in haline bir de londra’nın haline bakın. berlin dimdik ayakta ama londra tam bir moloz şehre dönmüş durumda” şeklinde ifadelerde bulunuyordu. iki şehrin de altyapısı çökme noktasına gelmişti ve iki şehirde de okullardan hastahanelere, yollardan, köprülere, kiliselerden devlet kurumlarına kadar çok az bina ayakta kalabilmişti. yıkım sadece başkentlerle sınırlı da değildi. her iki ülkede de çok sayıda şehir ve kasaba ya haritadan silinmiş ya da buna epeyce yaklaşmıştı.
4 mayıs’ta alman meclisinde “zafer konuşması” yapan hitler alman ordusunun balkanlardaki başarılarından bahsetti ve savaşın sonunun çok yakın olduğunu işaret etti. hitler’in konuşmalarında göze çarpan bir değişim vardı. artık konuşmalarda doğaçlama ifadeler yok denecek kadar az geçiyor ve her şey kağıttan okunuyordu. kelimeler ve cümleler çok daha dikkatli olarak seçiliyor ve normale göre çok daha sakin bir ses tonu kullanılıyordu. hitler rusya konusunda hiç destek bulamadığını biliyordu ve çok dikkatli olması gerektiğini anlamıştı. ortaya çıkacak herhangi bir muhalefet bir şekilde bastırılabilirdi ama ingiltere ve rusya karşısında kendisinin elini epeyce zayıflatabilirdi.
bu konuşmadan birkaç gün sonra hitler’in gerçekten elini zayıflatan iki olay gerçekleşti. ilk olarak göring’le beraber hitler’in sağ kollarından biri olarak bilinen ve nazi hükümetinin önde gelen isimlerinden olan rudolf hess gizlice bir uçağa binerek iskoçya’ya kaçmıştı ve burada ingilizler tarafından yakalanarak hapse atılmıştı. rufold hess’in neden böyle bir harekette bulunduğu bilinmiyordu ama bazıları kendisinin ingiltere’yi barışa ikna etmek için gittiğini söylerken bazıları da kendisinin hitler’den kaçtığını iddia ediyordu. bilinen bir şey varsa o da hess’in rusya’nın işgaline şiddetle karşı çıkması ve hitler’le bu konuda anlaşamamasıydı. hess rusya’nın işgalini intiharla eşdeğer tutarken hitler rusya’nın birkaç ay içinde mağlup edilebileceğine inanıyordu. ingilizler tarafından tutuklanan hess daha sonra ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
hess ingiltere’ye kaçarken geride bir mektup bırakmıştı ve mektupta hitler’e hitaben “ingiltere’ye barış görüşmesi yapmak için gidiyorum” diyordu. bunun sebebi açıktı: hess kendisi her ne kadar ingiltere’ye kaçmayı başardıysa da almanya’da kalan ailesinin ve akrabalarının cezalandırılmasını istemiyordu. bu yüzden ingiltere’ye kaçarken hitler’i çok kızdırmayacak bir bahane uydurması gerekiyordu. hitler mektubu okuyunca kızgınlığını gizleyemedi ve kızgın bir şekilde “umarım uçağı düşüp denize çakılır” dedi. bu da olayın üstünün sessiz sakin kapatılabilmesinin tek yoluydu. kurmaylarıyla bir dizi acil toplantı yapan hitler yola hess’siz devam edileceğini söyledi. hess’i tutuklayan ingilizler hitler’in olaya tepkisini merak ettikleri için şimdilik hess’in tutuklanmasını gizli tuttular. hitler de ingilizler’den ses çıkmayınca hess’in uçağının düşmüş olabileceğini düşünüp sevindi ve olayın üstünü kapatmaya karar verdi.
12 mayıs’ta basın açıklaması yapan alman hükümeti rudolf hess’in uzun zamandır paranoya, halüsinasyon ve psikotik ataklar geçirdiğini, aklı dengesinin yerinde olmadığını ve kaçırdığı bir uçakla ortadan kaybolduğunu açıkladı. böylece hess nerede ortaya çıkarsa çıksın yaptıkları aklı dengesinin bozukluğuna verilecekti. bu açıklamayı okuyan ingiliz churchill, “hitler’in hükümetinin dağılmaya başladığına dair işaretler geliyor” şeklinde tepki verdi.
hitler’in elini zayıflatan ikinci gelişme de atlantik'te yaşandı. o ana kadar atlantik denizinde alman donanmasıyla ingiliz donanması arasındaki çarpışmalarda alman tarafının ezici üstünlüğü vardı ve ingiliz donanması büyük ölçüde erimişti. alman donanması enigma adı verilen şifreli bir sistemle haberleşiyordu ve bu şifre bir türlü çözülemiyordu. 8 mayıs’taki çarpışmalarda yine alman donanması galip gelmişti ama ingilizler almanlar’a ait bir gemiyi ele geçirmişti. bu gemide bulunan enigma makinesi sayesinde almanlar’ın şifresinin kırılmasına ilk kez bu kadar yaklaşılmıştı.
20 mayıs’ta alman paraşütçü birlikler girit adasına iniş yaptı ve yunanistan’a ait olup şu ana kadar ele geçirilemeyen tek toprak parçasının ele geçirilmesi için çarpışmalar başladı. churchill ne olursa olsun girit’in almanya’ya bırakılmamasını istiyordu ve adada çok sayıda ingiliz askeri konuşlanmıştı. almanlar birkaç gün içinde ele geçirmek istedikleri girit’i ele geçirmek için 2 hafta beklemek zorunda kalacaktı ve bu 2 haftada binlerce alman askeri hayatını kaybedecekti. girit adası almanya’nın savaşın başından beri en çok zorlandığı toprak parçalarından biriydi.
21 mayıs tarihinde amerikan yük gemisi ss robin moor alman torpidoları tarafından batırılınca amerikanlar savaşın başından beri ilk kez zayiat vermiş oluyordu. başkan roosevelt bu olayın üzerine yaptığı konuşmada acil durum ilan etti ama bu raddede abd’nin savaşa katılması için hala yeterince sebep mevcut değildi.
23 mayıs’ta hitler’in imzaladığı bir kararname itibariyle ortadoğuda ingiltere’ye karşı isyan başlatan arap ülkelerine almanya’dan destek gelecekti. ortadoğudaki araplar almanya tarafından müttefik olarak görülecekti ve isyancılar tarafından kurulan ırak hükümeti almanya tarafından tanınacaktı. ilginçtir ki bu hükümet almanya tarafından tanındıktan saatler sonra rusya da aynı hükümeti tanıdığını açıkladı. bunun almanya’ya karşı yapılmış bir jest olup olmadığını anlamak güçtü ama o günlerde savaş istemeyen rusya almanya’ya karşı oldukça iyi davranışlar içindeydi. tabi ki bütün bunlar hitler’in umurunda değildi çünkü o bir kere gözünü bir toprağa diktiğinde savaş çıkartmadan duramazdı. bu arada ırak’taki direniş uzun sürmedi ve ingilizler’in bu direnişi ezmesi bir hafta kadar sürdü.
24 mayıs’ta ingiliz kruvazor hms hood alman bismarck gemisi tarafından vurularak batırılmıştı ve olayda gemideki 1,500’e yakın askerden kurtulan olmamıştı. bundan 3 gün sonra ingilizler başka bir çarpışmada bismarck gemisini içindeki 2 bin askerle beraber batırmayı başardılar (aslında gemi ağır hasar almıştı ve ingilizler’in eline geçmesin diye almanlar tarafından bilerek batırılmıştı). denizlerde hakimiyet hala almanlar’a aitti ama savaşa yavaş yavaş denge geliyor gibiydi.
2 haziran’da girit adası düşmüştü ve hitler’in odağı yeniden rusya’ya dönmüştü. artık rusya’ya saldırma zamanı gelmişti ve saldırının ertelenmesi demek en az bir sene daha beklemek demekti çünkü rusya’ya kışın operasyon yapmak imkansıza yakındı. 12 haziran’da romanyalı diplomatlarla görüşen hitler ilk kez almanya dışında birine rusya’ya saldıracağını haber veriyordu ve yardım istiyordu. romanyalılar kendilerine toprak sözü verildiği için bu teklife olumlu yanıt verdiler. hitler henüz rusya’ya saldırma fikrini ne italya ne de japonya’yla paylaşmamıştı. 18 haziran’da almanya ile türkiye arasında “dostluk antlaşması” imzalandı ve böylece almanya’nın güneydoğu sınırı güvence altına alınmış oldu.
22 haziran günü alman ordusu sscb sınırını geçerek rus topraklarına saldırıya başladı. bu ikinci dünya savaşının gidişatı açısından bir dönüm noktasıydı. almanya her zamanki gibi saldırmazlık paktı imzaladığı bir ülkeye saldırmıştı ve bu saldırının nedenlerini herkes merak ediyordu. hitler bunu açıklarken daha önce ingiltere’yi suçladığı bir çok konuda bu kez rusya’yı suçlamayı seçti. örneğin önceden yugoslavya’daki darbeyi ingilizler’in tertiplediğini söyleyen hitler şimdi bunu aslında rusya’nın tertiplediğini söylemeye başlamıştı. hitler’e göre rusya 20 yıldır sadece almanya’yı değil tüm avrupa’yı komünizmin tarafına çekmek için türlü oyunlar oynuyordu ve son yıllarda bu oyunların şiddeti artarak devam etmişti. tabi ki hitler’in konuşmasında almanya ile sscb arasında neden bir antlaşma imzalandığı ve hitler’in son bir yıldır neden rusya’yı hiç eleştirmediği gibi sorulara cevap verilmiyordu.
hitler ingiltere ile defalarca barış masasına oturmaya çalıştığını fakat ingiltere’nin kendisini her seferinde geri çevirdiğini, ingiltere’nin savaşa devam etmek için cesareti rusya’dan aldığını, rusya’nın almanya ile saldırmazlık paktı imzalamasına rağmen kapalı kapılar ardında ingiltere ile görüşerek almanya’yı tehdit etmeye devam ettiğini söyledi. hitler’in suçlamaları büyük ölçüde yersizdi çünkü sscb o ana kadar antlaşmanın gerektirdiklerini neredeyse eksiksiz yerine getirmişti ve almanya’nın bir dediğini iki etmemişti. stalin almanya ile olan mevcut ilişkilerin bozulmaması konusunda çok titiz davranmıştı. hitler’in rusya’ya saldırmak için ortaya attığı bahanelerden biri de rusya’nın finlandiya, litvanya, letonya ve estonya gibi kuzey ülkelerini işgal etmiş olmasıydı ama bu işgaller gerçekleştiğinde hitler hepsini savunmuştu ve gerçekleşen hiçbir işgal için en ufak bir tepki bile göstermemişti. üzerinde bulunulan an o işgalleri bahane göstermek için çok geçti.
kısaca hitler savaşın bunca zamandır uzamış olmasından dolayı rusya’yı suçluyordu ama rusya’nın şu ana kadar olan bitenlerle pek ilgisi yoktu. ilginçtir ki hitler rusya’yı nasıl 22 haziran’da ingilizler’le işbirliği yapmakla suçlayarak işgal etmeye çalıştıysa napolyon da yıllar önce yine 22 haziran’da rusya’yı yine aynı bahaneyle işgal etmeye çalışmıştı. sonuç olarak iki lider de rusya’dan çıkamamıştı.
açıkçası ruslar hitler’in saldırısına hazırlıksız yakalanmıştı. bazı rus yöneticiler hitler’in asıl hedefinin ingiltere olduğunu, rusya’ya saldırılmasının şaşırtmaca hareketinden ibaret olduğunu düşünüyordu. böyle bir saldırı daha önceden beklenmediği için ruslar’ın almanya sınırı yakınlarında çok az askeri ve tankı vardı. ruslar’ın hazırlıksız olduğunun farkında olan almanlar da çok hızlı hareket ederek ruslar’ı kış gelmeden mağlup edebileceklerini düşünüyordu. hitler savaşın kısa sarkmasına ihtimal bile vermediği için kış mevsimi için hiçbir planlama yapmamıştı.
rus diplomatlar hemen almanlar’la görüşmek için harekete geçmişlerdi ama alman diplomatlar tüm çağrıları yanıtsız bırakıyordu. sonunda alman dışişleri bakanı ribbentrop ile rus elçi dekanozov arasında sabah 4 sularında bir toplantı ayarlanmıştı ve oldukça kısa süren bu toplantıda mahçupça eline tutuşturulan kağıttaki savaş ilanını okuyan ribbentrop karşısındaki diplomatın “olanlardan almanya sorumlu” diyerek odadan ayrılmasını izlemek durumunda kalmıştı. ribbentrop daha önce ruslar’la olan görüşmelerinde onların ne kadar sıcakkanlı olduğunu görmüştü ve rusya’ya savaş ilan edilmesinden dolayı oldukça kızgındı ama hitler’e tam bir itaatle bağlanmış olduğu için ona bir şey söyleyemiyordu. kendisi içten içe büyük ihtimalle hess’in iskoçya’ya kaçtığı uçakta olmayı tercih ediyordu ama bunun için artık çok geçti.
moskova’da rus dışişleri bakanı molotov ile alman büyükelçisi arasında aynı saatlerde benzer bir konuşma geçiyordu. molotov savaştan saatler önce alman büyükelçiyle görüşmüş ve ona “son zamanlarda almanya’nın bize karşı memnuniyetsizlik duyduğu haberlerini alıyoruz. bu doğru mu?” diye sormuştu. savaş açıldıktan sonra buna inanamayan molotov’un ilk sözleri “bizden ne istiyorsunuz? şartlarınız nedir?” ölmüştü. molotov hala masaya oturarak savaşı durdurabileceğini düşünüyordu ama hitler çoktan kararını vermişti. savaş iki ülkeden biri haritadan silinene kadar bitecek gibi değildi. hitler bir kere bir ülkeye saldırmayı kafaya koyduysa o ülke ağzıyla kuş tutsa bile fark etmiyordu.
hitler sonraki saatlerde ingiltere ve abd’ye seslenerek batı dünyasının komünizme savaş açtığını ve bu savaşta ingiltere ve abd’nin de almanya’nın yanında yer alması gerektiğini, bu savaşın sonunda komünizmin yenilerek avrupa’nın yeniden barışla tanışacağını, en başından beri olan herşeyden komünistlerin suçlu olduğunu ve benzer şeyler söyledi. bu sözler alman gazetelerinde ve radyolarında da günlerce yankılanmaya devam edecekti. bu savaşta ne ingiltere’nin ne de abd’nin almanya’nın yanında olmak gibi bir niyeti yoktu. aksine, bu savaş nazi tehdidini bertaraf etmek için bulunmaz bir fırsattı.
hitler ingiltere’den bir “aferin” bekliyordu ama aynı gece churchill tarafından yapılan bir konuşmada hitler için “kanda susamış, bir türlü doymayan katil canavar” gibi çok sert ifadeler kullanılıyordu ve almanya’nın çizmeyi çoktan aştığı belirtiliyordu. artık hitler dönülmez akşamın ufkundaydı ve geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. ingiltere ne olursa olsun pes etmeyecekti ve hitler rejimi ortadan kalkmadan hiçbir şekilde almanya ile hiçbir konuda masaya oturulmayacaktı. hitler her zamanki gibi rusya’nın işgaline ingiltere’nin neden bu kadar sert bir tepki verdiğini anlayamamıştı ve olanlara bir türlü anlam verememişti. bu da hitler’in ingiltere’yi ne kadar kötü okuduğunun göstergelerinden sadece biriydi.
churchill’in o geceki konuşmasında hitler’i en çok rahatsız eden bölüm şüphesiz şu sözlerdi: “son 25 yılda komünizmle benim kadar mücadele eden kimse olmamıştır. komünizm hakkında ne kadar sert şeyler söylediğimi herkes biliyor ve bu sözlerimin hiçbirini geri alacak değilim. yine de bir komünizm karşıtı olarak şunu ilan ediyorum ki günümüzde nazizim insanlık için komünizmden çok daha büyük bir tehdittir ve bir an önce bertaraf edilmelidir. bugünden itibaren naziler’e karşı savaşan herkes hangi ideolojiye sahip olursa olsun bizim dostumuz ve müttefiğimizdir ve naziler’e yardım eden herkes bizim düşmanımızdır. bu savaş iki taraftan biri tamamen yok olana kadar devam edecektir.”
alman işgali başladıktan sonra rusya 2 gün boyunca sessiz kaldı ve 24 haziran’da ilk kez ingiltere ve abd’ye seslenerek yardım istedi. ilk 2 gün rus tarafı olup bitenleri izlemek ve buna göre karar vermek istiyordu çünkü en başta kapitalist dünyadan yardım istemenin bir zayıflık olduğuna dair bir görüş hakimdi. ilk 2 gün boyunca alman askerleri gittikleri her yere yıkım getirmişti ve rus ordusunun tek başına çok uzun süre dayanamayacağı belliydi. bunun ertesi günü almanya’nın ilerleyişini fırsat bilen finlandiya geçen sene kaybettiği toprakları geri alabilmek için rusya’ya savaş ilan etti. aynı gün isveç de kara ve hava sahasını alman askerlerine ve uçaklarına açmayı kabul etti.
haziran ayı geride kalırken alman-rus savaşında ilk hafta geride kalmıştı ve almanlar iki ülkenin sınırına yakın bir çok rus köy ve kasabasını ele geçirmişti. özellikle ukrayna bölgesindeki başta kiev olmak üzere bir çok şehir alman uçaklarının bombardımanı altındaydı. almanlar savaş uçaklarının çoğunu doğu cephesine kaydırdığı için ingilizler batı cephesinde gökyüzünde üstünlüğü ele geçirmeye başlamıştı ve ingiliz uçaklarının alman şehirlerine yağdırdığı bombalarda gözle görülür bir artış vardı.
savaşın ilk haftasında her ne kadar almanlar büyük kazanımlar elde ettiyse de bundan sonra üzerlerindeki şoku atan ruslar tarihte görülmemiş bir direniş göstermeye başladılar. ne hitler ne de alman generaller ruslar’ın bu kadar inatçı bir şekilde direnebileceğini hesaba katmamıştı. bazı köy ve kasabalarda taş üstünde taş kalmamasına rağmen hala direniş devam ediyordu. bazı yerlerde bombardıman sonrası yıkılan binaların molozlarından direnişçiler çıkıyor ve alman askerlerine olmadık yerlerde kayıplar verdiriyordu. cepheden kayıp haberleri geldikçe hitler sinirleniyordu ve “kayıp sayısı umurumda değil, kış gelmeden moskova düşmek zorunda” diyordu ve saldırıların daha da arttırılmasını söylüyordu.
hitler her ne kadar birinci dünya savaşında almanya’nın yaptığı hataları tekrarlamayacağını söylese de hatalar aynen devam ediyordu. hatta almanya’nın rusya’da gerçekleştirdiği ilerleme bile birinci dünya savaşının kopyası gibiydi. hitler rus işgalini yönetmek için doğu polonya’daki kürt yuvası adını verdiği bir karargaha taşınmıştı ve orjinal plana göre burada 1-2 ay kalıp sonra berlin’e dönmesi gerekiyordu. rusya’da işler istendiği gibi gitmediği için hitler sonraki 4 seneyi burada geçirecekti. özellikle ilk aydan sonra insan içine nadiren çıkan hitler gününün büyük bir kısmını yeraltı sığınaklarında geçirecekti.
10 temmuz’da minks civarında 300 bin civarı rus askeri çember altına alınmıştı ama bu askerler teslim olmayıp direniş göstermeyi seçince çok büyük bir çarpışma başlamıştı. bu çatışmalar bir katliama dönmüştü ve binlerce rus askeri ya hayatını kaybetmiş ya da esir düşmüştü. esir alınan rus askerlerinin önemli bir kısmı esir alındıkları yerde infaz edilirken bir kısmı da toplama kamplarına gönderiliyordu. hitler rusya’yı medeni dünyanın bir parçası kabul etmediği için esir alınan rus askerlerini de savaş esiri olarak kabul etmiyordu. bu yüzden esir alınan rus askerlerinin kaderi komutanların keyfine kalmıştı. temmuz ayından itibaren ele geçirilen rus kentlerindeki yahudiler de katledilmeye veya esir kampına yollanmaya başlandı. artık yahudi katliamı resmi olarak başlamıştı ve katliamın temposu artmaya başlamıştı.
bu arada abd 18-21 yaş arasındaki tüm erkekleri orduya almıştı ve geniş çapta tatbikatlara başlamıştı. ingiltere’nin baskılarına dayanamayan abd yavaş yavaş savaşa girmeye hazırlanıyordu. ingilizler tarafından işgal edilip fazla çatışma olmayan yerlere (örneğin izlanda) amerikan askerleri konuşlanmaya başlamıştı ve burada bulunan ingiliz askerleri de çatışmaların yoğun olduğu yerlere aktarılmıştı.
temmuz ortasında alman ordusu özellikle ukrayna ve civarında önemli bir ilerleme kaydetmişti ve ruslar da kaybettikleri bazı toprakları geri alabilmek için karşı saldırı başlatmıştı. alman ordusunun ilerleyişi bir şekilde devam etse de oldukça yavaşlamıştı ve kış mevsimi gelmeden moskova’nın düşmesi epeyce şüpheye düşmüştü. savaşın kış aylarında devam etmesi almanya’nın yenilmesine apaçık bir davetiye çıkartmak demekti ama hitler bu saatte sonra geri çekilmeyi veya operasyon durdurmayı da gururuna yediremiyordu.
temmuz ayı geride kaldığında alman ordusunun hala istenilen ilerlemeyi kaydedemediğini gören hitler taktik değişikliğine gitmeye karar verdi ve rusya’yı kuzeyden güneye 4 farklı bölgeye bölerek her bölge için ayrı taktikler belirledi. bu dönemde hitler kendisine “hayır” denmesini, taktiklerinin eleştirilmesini, kendisine itiraz edilmesini veya karşı çıkılmasını yasaklamıştı ve yeni belirlediği taktiklerde hiçbir generalin fikrini sormamıştı. böylece taktikler oldukça gelişigüzel bir şekilde hazırlanmıştı.
özellikle leningrad ve smolensk şehirlerindeki rus direnişi bir türlü kırılamıyordu. alman ordusu kaç rus askeri öldürürse öldürsün ertesi gün yeni askerler ortaya çıkıp direnişe devam ediyordu. ruslar’ın sanki sınırsız askeri var gibiydi ve ölen askerler kısa süre içinde yenileriyle değiştiriliyordu. hiçbir cephede rus askerleri silah bırakmıyordu ve tüm askerler kanlarının son damlasına kadar çarpışıyordu. ağustos ayının ilk haftasında smolensk şehri çok ağır çarpışmaların ardından almanlar’ın eline geçtiğinde iki taraf da geride binlerce ölü ve yaralı bırakmıştı.
14 ağustos’ta ingiltere ile abd bir araya gelip ortaklaşa bazı kararlar alınca hitler ağustos ayının ikinci yarısında gözünü kırım ve kafkasya’ya yöneltti ve bu bölgelerin en kısa zamanda ele geçirilmesini emretti. alman savaş uçakları moskova, leningrad, stalingrad gibi stratejik öneme sahip şehirleri bombalamaya başlamıştı ve bu bombardımanın yoğunluğu giderek artıyordu. alman ordusu her şeye rağmen hala yeterince hızlı ilerleme gösteremiyordu ve hitler her ne kadar işgal planını ve taktiklerini kendisi belirlemiş olsa da olanlardan dolayı generalleri suçluyordu ve generallerin kendilerine verilen kusursuz taktikleri uygulamayı bir türlü beceremediğini söylüyordu.
artık kış başlamadan moskova’nın düşmeyeceği ve savaşın planlanandan daha uzun süreceği anlaşılmıştı. hitler moskova alınmadan önce rusya’nın hareket kabiliyetini bitirmek için rusya’daki petrol, doğalgaz ve kömür kaynaklarının ele geçirilmesini istiyordu. ayrıca moskova’nın etrafındaki şehir ve kasabaların ele geçirilmesi moskova’nın çembere alınmasını kolaylaştırabilirdi. hitler’e göre moskova ile dış dünyanın tüm irtibatı kopup şehir tamamen çember içine alındıktan sonra açlık, soğuk ve mühimmatsızlıkla mücadele eden şehir zaten kendiliğinden düşerdi. kağıt üzerinde bu oldukça basit bir plan gibi gözüküyordu ama ele geçirilmesi gereken bölge epeyce büyüktü, hatta almanya’nın o güne kadar ele geçirdiği bir çok ülkeden daha büyük bir alanın ele geçirilmesi gerekiyordu.
bu arada hitler uzun süredir rehin tutulan ama pazarlıklarda hiçbir değer taşımadıklarını gördüğü yahudiler’i imha etme planları yapıyordu. artık yahudiler’in bir pazarlık metası olarak kullanılamayacağı ortaya çıkmıştı ve onları canlı tutmak için bir sebep kalmamıştı. hitler her zamanki gibi ingiltere ve batı dünyasının yahudiler tarafından yönetildiğine inanıyordu ve avrupa’daki yahudiler’in topluca katledilmesinin ingiltere ve batı dünyasını ateşkese zorlayacağını düşünüyordu. bu yüzden tüm yahudiler’in bir anda imha edilmesindense yahudiler’in kademe kademe, yavaş yavaş infaz edilmesini savunuyordu ve son umudunu da bu olaya bağlamıştı.
ağustos ayının sonunda leningrad şehrini çember içine alınmıştı ve çember giderek daralmaya başlamıştı. aynı günlerde rusya ile ingiltere ortak operasyonla iran’ı işgal etmişti. almanya kafkaslara gidip rusya’nın petrollerini bloke edebilirse iran’daki petroller rusya’ya aktarılacaktı ve rusya’nın savaşa devam etmesi sağlanacaktı. iran’ın işgal edilme sebebi de büyük ölçüde buydu. bu olaydan sonra mussolini hitler’i ziyaret etmek için ayağına kadar gelmişti ve hitler savaştaki ortağına rusya ve ingiltere’nin çökmek üzere olduğunu, savaşın birkaç ay içinde zaferle biteceğini söyledi. mussolini yeniden morallenmişti.
savaşın gidişatı açısından eylül ayı çok önemliydi çünkü eylül ayı kuzey ülkelerinde kışın etkilerinin görülmesinden önceki son aydı. özellikle rusya ve civarında ekim ayından sonra hava ciddi derecede soğur ve kasım ortası gibi kar yağışları başlardı. bu yüzden eylül ayı savaşın o sene mi bitip gelecek yaza kadar mı sarkacağını belirleyen en önemli zaman dilimiydi.
eylül ayının ilk haftasında rusya’daki şiddetli çarpışmalar tüm hızıyla devam ediyordu ve finlandiyalılar geçen sene kaybettikleri tüm toprakları geri almalarına rağmen yeni toprak kazanmak için hücuma geçmişti. almanlar estonya’yı ele geçirdikten sonra şehirdeki yahudiler’i ve burjuva olarak adlandırdığı belli başlı kişileri tutuklayıp bir kısmını infaz ederken bir kısmını toplama kampına yolladılar. kuzeydeki mürmansk şehri tüm çabalara rağmen ele geçirilememişti ve hitler bu şehrin alınmasını ertelemek zorunda kalmıştı.
7 eylül’de ingilizler berlin şehrini daha önce hiç bombalamadıkları kadar yoğun bir şekilde bombalamıştı ve bundan 1 gün sonra leningrad şehrinin çembere alınması tamamlanıp şehrin kuşatması başlamıştı. almanlar şehrin birkaç hafta içinde düşmesini bekliyordu ama burada her yerde olduğu gibi hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaşmışlardı. sivil halk bile hendekler kazıp direnişe katılmıştı ve şehrin her sokağı için bazen günlerce çarpışılması gerekiyordu. bundan birkaç gün sonra kiev şehri de kuşatma altına alındı. almanlar her ne kadar çok sert bir direnişle karşılaşsa da rusya topraklarındaki ilerlemeleri bir şekilde ağır ağır devam ediyordu.
litvanya’da yahudiler’in bir yerde toplanması için vilna getosu kurulmuştu ve bölgedeki tüm yahudiler trenlere ve kamyonlara bindirilerek buraya aktarılmaya başlanmıştı. tabi ki yolda gerçekleşen bazı “olaylar” neticesinde yola çıkan yahudilerin yarısından çoğu hiçbir zaman buraya ulaşamayacaktı. zaten rusya ile olan savaş başladığından beri halktan saklanan ve sessizliğini devam ettiren hitler yahudiler’in katledilmesi konusunda bir basın açıklaması bile yayınlamamıştı ve bu olayla ilgisi yokmuş gibi davranıyordu. halbuki katliamlar bizzat onun emriyle gerçekleşiyordu.
24 eylül’de kiev şehri düşünce cesaret kazanan hitler yeniden fikrini değiştirdi ve moskova’ya fazla vakit kaybetmeden saldırılması kararını verdi. halbuki birkaç hafta önce kendisi moskova’nın alınması konusunda acele edilmemesi gerektiğini ve şehrin çembere alınıp kaynaksız bırakılarak teslim olmaya zorlanmasını istemişti. leningrad hala düşmemişti ama hitler moskova’ya gözünü dikmişti. kiev’deki alman zaferinin sonrasındaki bir haftada şehirdeki 30 bin kadar yahudi kurşuna dizildi.
abd savaştaki tarafsızlığını koruyordu ama yeni alınan bir karara göre atlantikte amerikan gemilerine fazlaca yakın duran alman, italyan ve japon gemileri vurulacaktı. böylece alman gemileriyle amerikan donanması arasında bir mesafe ortaya çıkması sağlanacaktı ve devriye gezen amerikan gemilerinin daha güvenli bir şekilde çalışması mümkün olacaktı. yine de herkes abd’nin adım adım savaşa yaklaştığını ve er ya da geç savaşa dahil olacağını görebiliyordu. hitler abd batı cephesinde savaşa dahil olmadan rusya cephesini zaferle bitirmek ve tüm gücüyle batıya yönelmek istiyordu ama rusya’da işler yeterince hızlı ilerlemiyordu. açıkçası hitler rusya’ya savaş ilan ettiğinden dolayı pişmanlık yaşamaya başlamıştı.
eylül sonunda generalleriyle bir araya gelen hitler generallerden “şu ana kadar aldığımız mevzileri koruyalım ve moskova’ya saldırıyı bahara kadar erteleyelim” tavsiyesini duyunca sınırden çılgına döndü ve bazı generalleri korkaklıkla, bazılarını da direk almanya’ya ihanet etmekle suçladı. almanya bu kadar toprak kazanmış ve ilerleme kaydetmişken burada durmak ona göre saçmaydı ve artık geri dönmek için çok geçti. hitler 2 ekim tarihinde moskova’ya saldırılmasını, moskova ele geçirilince de şehrin devasa bir hendekle oyularak çevre nehirlerin (örneğin volga nehri) buraya akıtılması sonuucu büyükçe bir gole çevrilmesini istiyordu. hitler moskova’da balıklar dışında bir tane bile canlı görmek istemiyordu ve şehri tarihe gömmek istiyordu.
leningrad şehri onca saldırıya rağmen bir türlü düşmemişti ve bu şehir de hitler’in nefret listesindeydi. eylül sonunda alman generallere bir bildiri yayınlayan hitler leningrad ile ilgili olarak “artık bu şehri almak istemiyorum. finlandiyalılar da bu şehri istemiyor. bu durumda bu şehri almaya çalışmak yerine imha edip haritadan silmekten başka bir çaremiz kalmadı. leningrad’ın etrafındaki tüm topçu ve tankçi birlikleri bugünden itibaren şehri aralıksız bir bombardımana tabi tutsunlar ve hava kuvvetleri de şehir içinde hareket eden herşeyi bombalasın. bu operasyon şehir tamamen imha edilene kadar devam etsin ve şehir imha edildikten sonra askerler yeni hedeflere yönlendirilsin” diyordu. yani hitler kendisine yar olmayacak şehrin kimseye yar olmamasını, tamamen haritadan silinmesini istiyordu. hatta aynı bildiriye göre bundan sonra leningrad bir şekilde silah bırakıp teslim olsa bile şehir alınmayacaktı ve şehirdeki herkes sibirya tarafına sürüldükten sonra şehrin imhası tamamlanacaktı.
2 ekim’de hitler’in “tayfun operasyonu” adını verdiği operasyon başladı ve 2 milyon alman askeri moskova’ya saldırdı. tahminlere göre kar yağışlarının başlamasına 5-6 hafta vardı ve almanlar şehri bu süre içinde ele geçiremezse uzun süre ele geçirmeleri çok zor olacaktı. hitler moskova’nın çok kısa süre içinde düşeceğinden emindi, hatta şehre olan alman saldırısı başladıktan henüz 24 saat sonra aylardır ilk kez gittiği berlin’e dönerek bir zafer konuşması yapma kararı aldı. hitler’in 3 ekimdeki konuşmasında moskova’nın düşmek üzere olduğu, rus askerlerinin insan değil canavarlaşmış hayvanlar olduğunu, bu savaş sonrası rusya’nın tarihe gömüleceğini ve insanlığın komünizmden sonsuza kadar kurtulacağını, en büyük müttefiği savaş dışı kalan ingiltere’nin de almanya’ya barış için yalvaracağını söyleyen hitler konuşmasında savaşla alakalı bir sürü istatistik ve rakam kullandı. düşürülen sovyet uçaklarından, patlatılan sovyet tanklarından, esir alınan 2 milyondan fazla sovyet askerinden ve daha bir çok istatistikten bahseden hitler’in amacı aylardır sessiz kalarak kendisinden uzaklaştırdığı alman halkını yeniden büyülemekti ama o anda almanlar’ın kendisine enüfak bir sempatisi kalmamıştı. hitler bu konuşmasında yine ingilizler’den bahsederken “avrupa’da son yıllarca bir çok dost kazandık ama ne yazık ki dostluğu için en çok uğraştığım ingilizler’in dostluğunu kazanamadık. bundan tamamen ingilizler’i suçlamak doğru değil. yıllardır bizimle ingilizler’in arasına girmeye çalışan ve avrupa’da savaş çıkartmak için uğraşan uluslararası yahudi güçler bu konuda en suçlu kişilerdi” diyerek topu yahudiler’e attı. o günlerde yahudi katliamları giderek hız kazanıyordu ve ekim ortasında sırf ukrayna’da ön binlerce yahudi kurşuna dizilmişti.
hitler konuşadursun, moskova’da işler hiç de iyi gitmiyordu. daha ilk günden her iki taraf da binlerce asker kaybetmişti ve şehrin önemli bir kısmı moloz yığınına dönmüştü. moskova’da henüz kar yağışı başlamamıştı ama yağan şiddetli yağmur şehrin her tarafını çamur deryasına çevirmişti. alman tankları ve askeri araçlarının önemli bir kısmı çamura saplanmıştı ve düşen görüş mesafesi yüzünden bir çok alman askeri de mevzilerinde çakılıp kalmıştı. moskova’nın bir çok noktasında şiddetli sokak çatışmaları devam ediyordu ve bombardıman sonrası çıkan yangınlar nedeniyle gökyüzü dumanlarla kaplanmıştı. etrafta çok şiddetli bir kan ve ceset kokusu vardı ve çarpışmaların daha ne kadar bu şekilde devam edeceği merak konusuydu.
bir çok rus diplomat moskova’yı terk etmeye başlamıştı ama stalin şehirde kalmayı tercih etmişti. rus halkı sokaklara dökülmüştü ve evlerinin sokaklarına hendek kazmakla, tuzak kurmakla ve mayın döşemekle meşguldüler. yediden yetmişyediye, askerden sivile herkes direnişte rol oynuyordu. almanlar’ın moskova’ya ilk senkronize saldırısı ekim ayının ortasında oldu ve bu saldırı iki tarafın da çok ağır kayıplar verdiği çarpışmalardan sonra geri püskürtüldü. ikinci ve üçüncü saldırılardan da pek sonuç çıkmamıştı.
bu arada 17 ekim’de atlantikte amerikan savaş gemilerinden uss kearney’i bombalayan alman donanması 11 amerikan askerinin ölümüne sebep olmuştu. bu da savaşın başından beri amerikanların ilk askeri kayıplarıydı. amerikan meclisinde olay ateşli bir şekilde tartışılırken eskiden savaş karşıtı olan bir çok senatörün şimdi savaşı desteklemesi ilgi çekiciydi. artık abd’de kamuoyu yavaş yavaş savaş yanlısı bir hava takınıyordu. bundan tam 2 hafta sonra 31 ekim’de bir amerikan gemisi daha torpidolanmıştı ve bu kez 100’den fazla denizci hayatını kaybetmişti. artık abd’nin savaşa girmesi sadece zaman meselesiydi.
kasım ayına girildiğinde moskova hala düşmemişti ve rusya’daki alman ordusu hem sayıca ciddi ölçüde azalmıştı hem de moralmen ve fiziken yorgun düşmüştü. hitler’den gizli olarak görüşen alman generaller rusya’daki operasyonu “çılgınlık” olarak nitelendirirken içlerinden birini temsilci olarak seçip hitler’e savaşı durdurması için yalvarma opsiyonunu bile gözden geçirdiler. halbuki hitler’in gözü o saatten sonra kimseyi görmüyordu ve kendi generallerine bile güvenmiyordu.
8 kasım’da yeni bir konuşma yapan hitler eski konuşmalarındaki ifadeleri büyük ölçüde yineledikten sonra yahudiler’e uzun uzun yüklendi ve avrupa’daki savaştaki tek sorumlunun onlar olduğunu söyledi. savaşın başlarında yahudiler’den hiç bahsetmeyen hitler artık onlardan çokça bahsetmeye başlamıştı ve son birkaç aydır devam eden yahudi katliamları da tesadüf değildi. savaşın başında günah keçisi komünistlerken, sonra polonya olmuştu ve bundan sonra ingiltere günah keçisi seçilmişti. daha sonra ingiltere ile rusya arasında gidip gelen günah keçiliği müessesesi yine dönüp dolaşıp yahudiler’in başına patlayıvermişti.
hitler konuşadursun, moskova’da hava sıcaklığı -20’lere ulaşıyordu ve şiddetli kar yağışları başlamıştı. zaten çarpışmalarda fazla bir ilerleme gösteremeyen alman ordusunun özellikle kuzeydeki ilerleyişi neredeyse tamamen durmuştu.
kasım ayının sonuna kadar geceli gündüzlü devam eden çarpışmalar sonunda alman ordusu şehrin dışındaki banliyölere zar zor ulaşabilmişti. almanlar’ın bazı saldırılarında kısmı başarı sağlandıysa da ruslar sadece savunmada çakılıp kalmıyor, arada karşı saldırıya geçerek almanlar’ı yeniden geri püskürtüyordu. iki ordu da hayatta kalabilmek için kahramanca savaşıyordu ama rus tarafı ev sahibi olduğu için daha motive durumdaydı. hava durumu ve rusya’nın sibirya'dan getirdiği takviye askerler sayesinde almanlar’ın ikmal yolları kesilmeye başlamıştı ve bir çok alman tankı yakıtsızlıktan hareket edemiyordu ve askerler de alışık olmadıkları kış şartları yüzünden ne yapacaklarını şaşırmış bir haldeydiler.
aralık ayına girildiğinde almanlar’ın o ana kadar öne sürdüğü hiçbir hedef gerçekleştirilememişti ve ruslar psikolojik üstünlüğü ele geçirmişti. hitler çok sınırlıydı ve olan bitenlerden dolayı kendisi hariç herkesi ve her şeyi suçluyordu. ordunun komutası kendisinde olmasına rağmen verdiği “mükemmel taktiklerin” generaller tarafından anlaşılamadığını veya düzgün uygulanamadığını söyleyen hitler bazı generalleri beceriksizlikle, diğerlerini direk hainlikle suçluyordu. hainlikle suçlanan generallerin önemli bir kısmı kısa bir süre sonra “tesadüfen” uçak kazası, araba kazası, kalp krizi gibi sebeplerle hayatını kaybediyordu veya “aklı dengesini kaybettiği” söylenerek akıl hastahanesine kaldırılıyordu.
aynı günlerde afrika’da ingilizler alman ordusuna ait bir çok yük-ikmal gemisini batırınca afrika’da konuşlanan alman ordusu zayıf düşmüştü ve bundan faydalanan ingilizler kara saldırısına geçmişti. almanlar ağır kayıplar vererek bazı cephelerden geri çekilmek zorunda kalmıştı. hitler için kötü haberler üst üste geliyordu. hitler kuzey afrika ve akdeniz’deki gelişmelere cevaben hava kuvvetlerinin önemli bir kısmını bu bölgeye aktardı ve ingiliz deniz, hava ve kara kuvvetlerinin görüldüğü yerde vurulması emrini verdi.
almanya kaldırabileceğinden çok daha fazla cephede savaşıyordu ve tüm cephelerde asker veya mühimmat eksikliği göze çarpmaya başlamıştı. hitler bir anda dünya’nın yarısına savaş ilan etmesinin cezasını çekmeye başlamıştı. alman orduları avrupa’nın neredeyse tamamında, rusya’nın batı kısmında, kuzey afrika’da ve akdeniz’de aktifti ve bundan 2 yıl önce polonya işgal edilirken ordunun bu kadar büyük bir alana yayılacağını kimse hesap edememişti. hitler fabrikalarda çalışan işçileri orduya sürmeye başlamıştı ve alman fabrikalarında kadınlar ve askere gidemeyecek kadar sakat olan erkekler çalışmaya başlamıştı. ayrıca sivil üretim bitme noktasına gelmişti ve ülkedeki fabrikaların tamamına yakını orduya mühimmat ve askeri araç üretmek için seferber olmuştu (anlayacağınız hitler paso tank basıyordu).
2 aralık’ta rusya cephesinde olup bitenleri yerinde teftiş etmek isteyen hitler özel uçakla almanlar’ın kontrolü altındaki kiev şehrine uçtu. hitler akşam olduğunda aynı uçakla geri dönecekti ama hava şartları sertlesince bu mümkün olmadı ve geceyi ukrayna’da geçirmek zorunda kaldı. poltava’da eski çağlardan kalma bir kaleye sığınan hitler ve yanındakiler gece boyunca fırtınanın geçmesini beklediler. böceklerle ve farelerle dolu olan bu mekanda hitler ile dış dünyanın ilişkisi kesilmişti ve dışarda ne olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. 2 aralık gecesi hitler için korkunç bir geceydi çünkü paranoya atakları başlamıştı. hitler’in nerede olduğunu yanındakilerden başka kimse bilmiyordu ve almanya’da kendisinin uçağının düşüp olduğu düşünülebilirdi. bu durumda hızla yönetime başkaları geçip hitler’in başlattığı savaşları bir kalemde bitirip ingilizler’le ve ruslar’la anlaşabilirdi. böylece hitler’in yıllardır üzerinde çalıştığı projesi ve “emekleri” boşa gitmiş olurdu. hitler’in almanya’da yönetimi bir günlüğüne, hatta birkaç saatliğine bile kaybetmeye tahammülü yoktu. 4 aralık’ta fırtına azalınca almanya’ya dönen hitler bundan sonra ana karargahtan hiç uzaklaşmama kararı aldı.
hitler rusya’da kış gelmeden zafer kazanacağından o kadar emindi ki moskova’ya götürülen askerlere kış kıyafeti verilmemişti ve bu askerlerin önemli bir kısmı donma tehlikesi geçiriyordu. moskova’da hava sıcaklığı zaman zaman -30 civarına düşüyordu ve alman askerlerinin şehri alamayacağı neredeyse kesinleşmişti. cephedeki tüm alman askerler (komutanlar dahil) geri çekilmek istiyordu ama inatçılığıyla ün yapmış olan hitler buna bir türlü izin vermiyordu.
almanya cephede sonuç alamayınca bundan cesaret alan çekoslovaklar ve sırplar başta olmak üzere bazı milletler isyan hazırlıklarına girişmişti. 7 aralık’ta yeni bir kararnameye imza atan hitler almanlar’ın işgal ettiği topraklarda alman askerlerine karşı işlenen tüm suçların cezasını idam olarak belirledi. bundan sonra rusya ve işgal altındaki diğer ülkelerde en ufak bir şüphe bile birinin en azından toplama kampına götürülmesine sebep olacaktı ve binlerce sivil çeşitli bahanelerle idam edilecekti. burada belirlenen “suçluların” yargılanması da çok hızlı bir şekilde yapılacak ve infazlar vakit kaybetmeden yerine getirilecekti.
ruslar tarafından moskova çatışmaları başlamadan önce bile bir kahraman olarak görülen general zhukov yanına aldığı 500 bin askerle moskova’yı kuşatma altında tutan alman askerlerine karşı hücum başlatmıştı ve alman askerleri çok ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmıştı. moskova’nın kuşatması kağıt üzerinde hala devam ediyordu ama artık şehrin düşmeyeceği, en azından bir sonraki yaza kadar düşmesinin mümkün olmadığı hitler tarafından bile anlaşılmıştı. yine de hitler askerlerine geri çekilme emrini vermiyordu ve onları rus ordusuna ve kış mevsimine yem ediyordu.
aynı gün her şeye rağmen hitler’i rahatlatan bir olay gerçekleşti ve japonlar’ın hawaii’de konuşlanan amerikan donanmasına saldırdığı, yani pearl harbor saldırısının gerçekleştiği haberi geldi. japonya abd’ye savaş ilan etmişti ve ingiltere de japonya’nın hedefleri arasındaydı. japonlar’dan hiç böyle bir saldırı beklemeyen ama onların ingiltere’ye saldırması için uzun zamandır uğraşan hitler elinin rahatlayacağını düşünüyordu ama işler hiç de onun hesapladığı gibi gitmedi.
almanya ile japonya arasındaki antlaşmaya göre saldıran taraf japonya olduğu için almanya her ne kadar japonya ile müttefik olsa da abd’ye savaş ilan etmek zorunda değildi. bununla beraber hitler abd’nin onca sorunu varken avrupa’ya asker çıkartıp almanya’yla savaşacağını düşünmüyordu. bu yüzden kendisi yine çılgınca bir kararla almanya’nın zaten olması gerekenden fazla cephede savaşmasına bakmadan abd’ye de savaş ilan etme kararı aldı. bu hareket roosevelt’in uzun zamandır beklediği ve canla başla beklediği bir hareketti. roosevelt uzun zamandır nazi almanya’sina savaş ilan etmek istiyordu ama bir türlü senatoda istediği desteği bulamıyordu. son zamanlardaki gelişmeler sayesinde abd senatosundaki almanya’ya savaş ilan etmek isteyen kanat giderek yükseliyordu ama hala savaş için yeterince oy yoktu. almanya’nın abd’ye savaş açması roosevelt’i bu zahmetten kurtardı ve gökte aradığını yerde bulmasını sağladı.
8 aralık’ta japonya-abd savaşının başlamasından dolayı keyiflenen hitler rusya’daki askerlere hücumu durdurup savunma pozisyonu almaları emrini verdi. sonunda alman askerlerinin telef olma hızı yavaşlayacaktı ve askerler en azından kış soğuğu geçene kadar biraz olsun rahatlayacaktı.
11 aralık’ta alman meclisinde uzun zaman sonra bir konuşma yapacak olan hitler bu konuşmada rusya cephesinde “zafer” ilan ettikten sonra resmi olarak abd’ye savaş ilan edecekti. bu konuşmanın diğerlerinden farklı bugüne kadarki olanlardan ve tüm savaştan d dolayı abd’nin suçlanmasıydı. daha önce polonya’dan, ingiltere’ye, rusya’dan, fransa’ya, belçika’dan yahudiler’e bir çok ülke ve topluluk savaşın “asıl sorumlusu” olarak gösterilirken ilk kez “asıl sorumlu” olarak abd gösterilecekti. hitler savaşı silah satıp para kazanmak isteyen abd’nin başlattığını, hem ingiltere’ye hem rusya’ya silah satan abd’nin bu şekilde zengin olduğunu, arada abd olmasa hem ingiltere hem rusya’nın çoktan barış masasına oturacağını, savaş bugüne kadar devam ediyorsa tek sebebinin abd olduğunu söyleyecekti. artık yeni günah keçisi bulunmuştu ve avrupa’nın %80’ini işgal eden almanya her zamanki gibi suçu atacak birilerini öne sürmüştü.
abd’nin suçlanabileceği bir tek nokta vardı o da savaşta “tarafsızlık” ilan etmesine rağmen ingiltere ile ticarete devam etmesi ve zaman zaman atlantik okyanusuna donanmasını çıkartarak devriye gezmesiydi. abd ile ingiltere arasında güçlü bir ilişkinin olduğu kesindi ve abd her ne kadar savaşa direk girmediyse de ingiltere’ye her türlü desteği sağlamıştı. o dönemde iki ülke arasında savaş varken tarafsızlığını ilan eden üçüncü bir ülkenin her iki ülkeye de eşit mesafede olması gerekiyordu ama abd buna uymamıştı. yine de bu tek başına abd’ye savaş açmak için geçerli bir sebep değildi. hitler’in haklı olduğu tek bir konu vardı o da abd’nin avrupa’ya silah satarak epeyce para kazanmış olmasıydı. avrupa’daki fabrikalar yerlebir olduğu için ne ingiltere, ne de rusya’nın silah üretecek kapasitesi kalmamıştı ve savaşta toprakları hiç zarar görmeyen abd iki ülkeye de silah satarak epeyce kara geçmişti ama yine de savaşın başlangıcından veya devamından dolayı abd’yi suçlamak yersizdi çünkü türlü bahanelerle avrupa’da işgal etmedik ülke bırakmaya almanya’dan başkası değildi. hitler’in 11 aralık’taki konuşmasında geçen ilginç ifadelerden biri de şuydu: “sayın roosevelt dünya’da ne zaman iki ülke arasında herhangi bir konuda bir tartışma çıksa anında oraya dönerek savaş çıkartmaya ve silah satarak para kazanmaya çalışıyor.”
hitler o günden itibaren yaptığı konuşmalarda yıllar önce gerçekleşen moğol işgal ve istilalarına yer verecekti ve “o günler avrupalılar nasıl doğudan gelen yağmacılara karşı savaştıysa bugün de aynı savaşı veriyoruz. biz almanya için değil tüm avrupa için savaşıyoruz” benzeri ifadeler kullanmaya başlayacaktı. hitler’e göre sovyet rusya 1940’ların moğollarıydı ve ruslar’ın avrupa’yı yutmasının önünde sadece almanya vardı. tabi ki hitler’in bu tanımında almanya’nın rusya’ya durup dururken savaş açmış olduğu gerçeği yansıtılmamaktadır.
hitler’in 11 aralık’taki konuşmasından sonraki günlerde abd’nin bir çok müttefiği ardı ardına almanya’ya savaş ilan etti. her ne kadar bunların birçoğu sembolik olsa da bir anda dünya’nın yarısı almanya’ya savaş ilan etmişti. atlantikte ingiliz donanmasıyla zar zor basacıkabilen alman donanması şimdi amerikan donanmasını da hesaba katmak zorundaydı. hitler alman savaş gemilerini abd’nin doğu yakasına çekip new york, boston gibi şehirleri denizden bombalamak istiyordu ama alman gemilerin hedeflerine ulaşamadan imha edileceği neredeyse garantiydi. açıkçası almanlar halen devam eden deniz savaşları dışında abd’nin savaşın seyrini değiştirebilecek bir şey yapabileceğini düşünmüyordu.
noel zamanında alman halkına yazılı ilanlarla seslenen hitler, halktan cephedeki askerlere onları sıcak tutacak kışlık kıyafet göndermelerini istedi. bu ilanda “ordumuz sayıca ve mühimmatça kat kat üstün bir orduyla savaşmaktadır” ifadesi geçiyordu. halbuki o güne kadar bir çok konuşma ve bildiride alman ordusunun her yönden rus ordusundan kat kat üstün olduğu söylenmişti ve bu ifadede ilk kez bunun zıttı itiraf edilmişti. halk tarafından cephedeki askerlere gönderilen kışlık kıyafetleri çalanlara ibret olsun diye idam cezası verilecekti.
yine noel zamanında rusya cephesinde göre alan bir çok generalin görevine son veren hitler bunların görevini bizzat kendisinin alacağını söyledi. hitler kış şartlarının rus cephesini zora soktuğunu biliyordu ve bahar gelip alman ordusu yeniden hücuma geçince başarının geleceğine inanıyordu. bu durumda kovulan generaller bu başarıdan pay almamalıydı ve tüm pay hitler’e kalmalıydı. bu manyakça bir düşünceydi ve almanya’nın dağılışını hızlandıracaktı ama hitler kimseyle zaferini paylaşmak istemiyordu. bu yüzden bu tarihten sonra alman ordusunun zaferleri giderek azalmaya başlayacaktı.
1942 yılına girilirken rusya’daki alman askerleri hala savunma pozisyonundaydı ve yeniden saldırya geçmek için baharın gelip karların erimesini bekliyorlardı. almanlar beklemedeyken 5 ocak’ta rus ordusu almanlar’ın işgali veya kuşatması altındaki şehirleri geri alabilmek için karşı saldırıya geçti. yaklaşık olarak 3 gün süren şiddetli çatışmalar sonunda alman ordusu binlerce kayıp vererek 100 km geriye itildi. özellikle moskova’yı kuşatma altında tutan alman askerleri şehirden epeyce uzaklaşmıştı ve şehir artık tehdit altında olmaktan çıkmıştı. bu çarpışmalarda almanlar gibi ruslar da ağır kayıplar vermişti ve şimdilik rus saldırısına ara verilmişti.
20 ocak tarihinde “nihai çözüm” ya da “son çözüm” adı verilen kararlara imza atıldı. buna göre avrupa’daki yahudiler’in tamamı toplama kamplarına kapatılacaktı ve aşamalar halinde yahudiler’in tamamı öldürülecekti. avrupa’daki yahudileri rehine olarak gören hitler cephede üst üste darbeler gelmeye başlayınca batılı devletleri pazarlık masasına zorlamak için rehineleri birer birer öldürmeye başlamıştı. bu arada amerikan askerleri izlanda’dan sonra irlanda’ya da çıkartma yapmıştı ve yavaş yavaş avrupa’ya yerleşmeye başlamıştı. ilerki aylarda amerikan askerleri batı cephesinde önemli bir rol oynayacaktı ama hitler her zamanki gibi onları hafife alıyordu ve ne ingilizler’in ne de amerikalılar’ın kıta avrupa’sina bir asker bile çıkartamayacağını, çıkarttıkları her askerin de anında imha edileceğini söylüyordu.
30 ocak 1942’de alman halkına seslenen hitler “almanya’da göreve ilk geldiğimde ülkeyi ekonomik, kültürel ve sosyal olarak hızlı bir şekilde kalkındırmaya başladım. ülkenin her tarafında yeni okullar, hastahaneler, tiyatrolar, yollar ve spor salonları yükselmeye başladı. eğer savaş çıkmasaydı daha da fazlasını yapacaktım ama almanya’nın gelişmesini çekemeyen kapitalist ve komünistler savaş çıkararak önümüze geçmek istedi” diyerek sanki savaşı kendisi değil de ingiltere-rusya çıkartmış gibi davranmaya devam etti. hitler gerçekten de göreve geldiği ilk yıllarda almanya’yı ekonomik olarak kalkındırmış, işsizliği düşürmüş ve ülkenin altyapısını yeniden inşa etmeye başlamıştı ama bunlar durup dururken önce polonya’ya, sonra danimarka ve norveç’e, daha sonra da belçika, hollanda, lüksemburg, fransa, yugoslavya, yunanistan ve rusya’ya saldırdığı gerçeğini değiştirmiyor. hitler “bir yalanı 40 kere tekrar edersen insanlar inanmaya başlar” felsefesine inanan biri olarak sürekli savaşı ingiltere’nin başlattığını söylüyordu ama alman halkı dahil olmak üzere dünya’da kimse buna inanmıyordu.
hitler aynı konuşmasında ilk kez açık açık yahudiler’in katledilişini pazarlık kozu olarak kullanmaya başlayacaktı ve bizzat yahudiler’in perde arkasında yönettiğini düşündüğü ingilizler’e “bu savaş devam ettikçe avrupa’da ve dünya’da anti-semitizm yayılmaya devam edecek ve bu yahudiler’in zaman içinde yeryüzünden tamamen silinmesine sebep olacak. belki bir gün gelecek ve dünya’daki insanlığın en büyük düşmanının (hitler’e göre yahudiler) sonu gelecek. işte bu yüzden bu savaşın devam etmesi yahudiler’in lehine değil aleyhinedir. maalesef bugüne kadar ingilizler’e türlü türlü tekliflerle gelmeme rağmen beni hiç dinlemediler ve benimle masaya oturmayı bile kabul etmediler. biz ingilizler’in hangi hakkında tecavüz ettik? onların hangi isteğini geri çevirdik? bu işte ingilizler kadar onları perde arkasından yönetip destekleyen uluslararası yahudiler’in parmağı olduğunu biliyoruz...” diyecekti. kısaca hitler batı dünya’sını gizlice yönettiğini düşündüğü yahudiler’e gözdağı veriyordu ve “bizimle pazarlık masasına oturmazsanız avrupa’daki tüm yahudiler’i katlederiz” diyordu.
hitler kendisine cephelerden kötü haber getirilmesini yasaklamıştı. bundan sonra kendisine sadece iyi haberler getirilecekti. rusya’da üst üste mağlubiyetler alınıyorken ve ingilizler’le amerikalılar karşı atağa geçerken olanların çoğundan hitler haberdar olmayacaktı. hitler’in kendisine kötü haber verilmesini yasaklamasının sebebi kendisine olan sonsuz güveniydi. kendisi arada sırada kötü haber gelse de savaşı eninde sonunda kazanacağına kesinlikle emindi ve kötü haberlerin geçici olarak moralini bozmasını istemiyordu.
şubat ayının ortasına gelinmişti ve almanya hiçbir cephede istediği ilerlemeyi kaydedememişti. japonya ingilizler’in kontrolü altındaki singapur’u ele geçirmişti ama ingilizler buna pek bir tepki göstermemişti. hitler ne yapacağını şaşırmıştı ve aklına birden bire günah keçisi olarak tayin ettiği yahudiler geldi. avrupa’daki yahudilerin toplama kamplarına kapatılıp yavaş yavaş katledilmesi işlemleri başlamıştı ama ingiltere henüz buna bir cevap vermemişti. hitler goebbels’e özel bir görev verdi ve yahudiler’in imhasının hızlandırılmasını istedi.
15 şubat’ta harp akademisinde mezun olmak üzere olan 10 bin subay adayına seslenen hitler onlara “dünya tarihinin en büyük kavgasında başrolü oynadıkları için ne kadar şanslı olduklarını” söyledi. subay adaylarına herkese örnek olmaları gerektiğini belirten hitler bundan sonra alman askerleri arasında homoseksüelliğin cezasının idam olacağını, aynı zamand alman askerlerinin işgal edilen bazı topraklardaki kadınlarla cinsel ilişkiye girmesinin de yasak olduğunu söyledi.
24 şubatta nazi partisinin kuruluşu kutlanacaktı ve normalde bu tarihteki kutlamalarda geleneksel olarak uzunca konuşmalar yapan hitler bu kez çok meşgul olduğu için katılım gösteremeyeceğini söyleyerek kutlamalarda kendi adına okunması için yazılı bir metin verdi. hitler gerçekten meşgul muydu yoksa olası parti için muhalefetten mi korkuyordu bilinmez ama kendisinin yaptığı bir çok tahmin ve öngörü yanlış çıkmıştı ve binlerce alman askeri onun yanlış öngörüleri yüzünden hayatını kaybetmişti. hitler özellikle nazi partisinin kurucuyu üyelerinden gelebilecek bir muhalefetten çok çekiniyordu ve bundan sonra giderek daha az insan içine çıkacaktı.
aynı günlerde toplama kamplarına götürülen yahudiler’in evleri yağmalanıyor ve geride bıraktıkları altın, gümüş, para gibi maddelere el konuyordu. hatta yahudiler’in evlerinden çıkan kışlık giyecekler, battaniyeler ve diğer kişisel malzemeler rusya cephesindeki askerlere yollanıyordu. mart ayının başlarında yahudiler’le ilgili ortaya atılan fikirlerden biri gemilere bindirilip zorla bir adaya götürülüp bırakılmalarıydı. bu konuda öne çıkan adalardan biri afrika açıklarındaki madagaskar adasıydı. yahudiler’in topluca katledilmesini istemeyen bazı nazi kurmaylar naziler’in avrupa’dan sürülmesini daha insancıl bir çözüm olarak bulmuştu ama hitler batı ülkelerine gözdağı vermek için rehine olarak kullandığı yahudiler’e yapılanların insancıl olup olmamasıyla pek ilgilenmiyordu.
hitler yahudiler’in imha edilme görevini himmler’e vermişti. himmler de ss militanlarını bu görev için hazırlıyordu. ss militanları yetişkin yahudi erkekleri öldürme konusunda bir problem yaşamamakla beraber kadınları ve çocukları öldürme konusunda çok da ısrarlı değildiler. nazi subaylar askerlere öldürülen yahudi başına bahşiş ve mükafat vermeye başlamıştı ama yine de bir çok asker bu göreve talip olmuyordu. bu görev için bazı askerlerin özel seçilerek beyinlerinin yıkanması ve tamamen propaganda ile doldurulmaları gerekiyordu. himmler bu görevi üstlenecekti.
generallerden sonra hitler’in hedefinde şimdi de hakimler vardı. hitler’e göre hakimler güç zehirlenmesi yaşıyordu ve halka hizmet edecekleri yerde kendilerini halkın yöneticisi gibi görüyordu. bu durumda bir çok hakimin görevden alınması gerekiyordu ve onların yerine bir “baş hakim” atanması gerekiyordu. bu baş hakim de hitler’in kendisinden başkası değildi. hitler ülkedeki herşeyin sahibi ve sorumlusu olmuştu, ordunun başkomutanı olmuştu, tek başına kanun çıkarma yetkisine sahip olmuştu ama hala gözü doymamıştı. şimdi de başhakim olmak ve yargılama yetkisine sahip olmak istiyordu.
alman erkekleri cephede, alman kadınları fabrikalarda çalışıyordu ama hala ülkedeki üretim yeterli seviyede değildi. ülkedeki işgücünü bir şekilde arttırmak isteyen hitler fritz sauckel’e yeni bir görev verdi. sauckel’in görevi savaş esirlerini ve toplama kamplarındaki esirleri kölelik şartlarında çalıştırmak ve sularını çıkartmaktı. ağır şartlarda çalışıp yorgun düşmekten ölen esirlerin yerine yenileri getirilecekti ve esirlere hiçbir konuda en ufak bir müsahama gösterilmeyecekti.
mart ayının sonlarına doğru karlar erimeye başlamıştı ve kuzey cephesinde işler yeniden hareketlenecek gibiydi. hitler aylardır cephedeki başarısızlıklara bahane olarak kış mevsimini gösteriyordu ve yaptığı konuşmalarda “son 100 yılın en soğuk kişini yaşıyoruz” diyordu. artık bu bahanenin arkasına saklanamayacaktı ve rusya cephesinde başarı gelmek zorundaydı. bu yüzden daha önce rusya’nın tamamını almak ve rusya’yı tarihe gömmek isteyen hitler şimdi hedef küçülttü ve kafkaslar ve moskova’yı aldıktan sonra savunma pozisyonuna geçileceğini söyledi.
hitler ise çoktan savaşı unutmuştu ve almanya’nın içişlerine daha çok karışmaya başlamıştı. örneğin ewald schlitt adlı bir alman vatandaş karısını dövmüştü ve karısı sığınma evine taşındıktan bir süre sonra vefat etmişti. mahkeme karısının ölümüne bu dayağın sebep olup olmadığına karar verememişti ve bu durumda verilebilecek en yüksek ceza olan 5 yıl hapis cezası vermişti. bu olayı ülkedeki adalet sistemini ele geçirmek için başka bir fırsat olarak gören hitler geceyarısı almanya baş hakimlerini arayarak bağıra bağıra “her gün cephede yüzlerce askerimiz suçsuz yere canından olurken karısını öldüren bir canavara nasıl sadece 5 yıl hapis verirsiniz” diye nutuk çekti. ertesi gün lobi faaliyetlerine başlayan hitler ülkedeki hukuk sisteminin sağlam işlemediğini, hakimlerin yeterince iyi iş yapmadığını, bir çok davanın gereksiz yere uzadığını söyleyerek adalet bakanlığını iptal etti ve ülkedeki adalet sistemine tamamen el koyduğunu açıkladı. göreve ilk geldiğinde “ben hiçbir unvan istemiyorum, öldüğümde mezar taşımda ismimden başka hiçbir şey yazmayacak” diyen hitler ünvanlarına bir tane daha eklemişti ve ülkenin aynı anda hem devlet başkanı, hem başkan yardımcısı, hem propaganda bakanı, hem savaş bakanı, hem genelkurmay başkanı, hem ordunun başkomutanı, hem kanun koyucu hem de adalet bakanı olmuştu.
25 mart’ta hitler’e ingilizler’in denizden kıta avrupa’sina asker çıkartacağı istihbaratı gelmişti ve kıyılardaki güvenlik önlemlerinin arttırılmasına karar verilmişti. ingilizler 29 mart itibariyle nüfusu 100 binin üzerindeki tüm alman şehirlerinin hedef haline geldiğini açıkladıktan sonra alman şehirleri üzerindeki hava saldırılarını arttırmaya başladılar. hedefteki ilk şehir lübeck’ti ve şehir birkaç saat süren yoğun bir bombardımandan sonra büyük ölçüde harabeye dönmüştü. o günden sonra her gün bir alman şehri seçilip yoğun bir bombardımana tabi tutulurken almanlar her gün piyangonun hangi şehre çıkacağını merakla ve endişeyle beklemek durumunda kalıyordu. alman savaş uçakları genel olarak doğu cephesinde rusya’ya karşı kullanıldığı için ingilizler’in hava saldırılarına almanlar eskisi kadar güçlü karşılık veremiyordu ve bu savaşın sonuna kadar böyle devam edecekti.
5 nisan’da rusya cephesiyle ilgili yeniden bir genelge yayınlayan hitler yeniden hedef küçültmeyi seçti. bu kez hedefler arasından moskova çıkartılmıştı ve en büyük hedef olarak kafkaslar, yan hedef olarak da leningrad seçilmişti. bu iki bölgenin alınması almanya’nın zafer ilan etmesine ve savunma pozisyonuna geçmesine yetecekti. hitler o günden itibaren birkaç ay önceki moskova hezimetiyle alakalı olarak “ben hiçbir zaman moskova’yı alacağız demedim. generaller benden izinsiz insiyatif alıp moskova’ya saldırarak hata yaptılar” demeye başlayacaktı.
nisan sonunda mussolini ile görüşecek olan hitler, bu görüşmeden birkaç gün önce 26 nisan’da alman meclisini son bir kez topladı ve uzunca bir konuşma yaptı. ülkede tüm kararları hitler tek başına aldığı için alman meclisi 6-7 ayda bir toplanıyordu ve bu toplantılarda da hitler meclise hitaben konuşma yapıp olan bitenden haberdar ediyordu. 26 nisan’daki toplantı naziler almanya’da hüküm sürdüğü süre boyunca düzenlenen en son meclis toplantısıydı ve bu toplantının sonunda hitler ülkedeki adalet bakanlığını ve tüm hakimleri kendisine bağladığını açıkladı ve bunu mecliste oya sundu. bu oylama tabi ki düzmeceydi ve hitler’in istediği sonuç, yani kayıtsız şartsız tam destek ortaya çıkacaktı. oylamanın sonunda hitler’e verilen bir dizi yetkinin arasında “istediği kişiyi istediği zaman istediği gibi cezalandırma” ve “istediği kişiyi istediği göreve atayıp istediği kişiyi istediği görevden alabilme” gibi haklar vardı. kısaca ülkenin anahtarı direk hitler’e teslim edilmişti.
hitler o günkü meclis konuşmasında yine her taşın altında yahudiler’i çıkartacaktı. ona göre 1914’te ingiltere’yi dünya savaşına sokan güç yahudiler’di, abd’yi kuran ve kapitalist bir devlet haline getiren yine yahudiler’di, bununla beraber rusya’da sosyalist devrim yapanlar da yahudiler’di. hitler’e göre dünya’da almanya hariç tüm ülkeleri yahudiler yönetiyordu. hatta ona göre 1919’da almanya’nın birinci dünya savaşı devam ederken müttefiklere teslim olmasının arkasında da yahudiler vardı. ironiktir ki hitler aynı konuşmada “tanrı birini yok etmek istediği zaman onun çıldırıp etrafa saldırmasını sağlarmış” şeklinde eski bir alman atasözünden bahsedecekti ve bu atasözü aslında kendisinden başkasını anlatmıyordu.
alman meclisinden istediği herşeyi alan ve artık meclise ihtiyacı olmayan, ayrıca mecliste oluşabilecek en ufak bir muhalefetten korkan hitler bundan sonra ömrünün sonuna kadar meclisi toplamama kararı aldı. meclis toplanmazsa hiçbir şey oylanamazdı ve kimse hiçbir konuda düşüncelerini belirtemezdi. böylece hitler’in önündeki en büyük “muhalefet tehdidi” ortadan kalkmış olacaktı. artık almanya’da hitler’e inanan çok az kişi kalmıştı. hitler’in hiçbir şart altında yanında ayrılmayan goebbels bile kendisinin neden sonsuz yetki peşinde koştuğunu merak etmeye başlamıştı ve alman askerlerinin rusya’da bir kış daha geçirmesi halinde bunu halka açıklamanın çok zorlaşacağını düşünüyordu.
29 nisan’da hitler ile mussolini yeniden bir araya geldi ve bu ikilinin her bir araya gelişinde olduğu gibi yine hitler sürekli konuşurken mussolini sürekli saatine bakarak ve oflaya puflaya dinlemecilik yapıyordu. hitler karşısındaki kimseye söz vermiyordu ve bir makineli tüfek gibi konuşuyordu. mussolini almanya’nın rusya’da neden hedef küçülttüğünü sorma fırsatı yakalayınca hitler “kafkaslar’daki petrol kuyularını ele geçirdiğimiz anda rusya bize teslim olacak” diyerek kendi bile inanmadığı bir ifadede bulunmuş oldu.
mayıs ayı gelmişti ve rusya’da hala ciddi bir ilerleme kaydedilememişti. artık bahane olarak kullanılabilecek bir kış mevsimi de yoktu ve alman ordusu elini çabuk tutmazsa rusya’da bir kış daha geçirmek zorunda kalınacaktı. o günlerde ikinci dünya savaşında hitler için iyi giden tek şey vardı, o da japonya’nın pasifik’te ingiliz ve amerikan donanmalarına karşı üst üste elde ettiği güçlü sonuçlardı.
20 mayıs’tan itibaren kırım ve civarındaki çarpışmalar giderek şiddetlenmişti ve tank savaşları yeniden başlamıştı. bu kez almanlar öncesine göre biraz daha başarılı sayılırdı ve kırım’ın çevresindeki birkaç yerleşim birimini ele geçirmeyi başarmışlardı. sovyetler ukrayna’daki bazı cephelerde taktiksel olarak geri çekilmeye başlayınca hitler nihayet yaz mevsimi gelince almanlar’ın yeniden saha kalktığını düşünmeye başlamıştı.
hitler’in en sevdiği ve güvendiği kurmaylarından reinhard heydrich ingiltere’nin yetiştirdiği çek ve slovak paralı askerler tarafından suikaste kurban gitmişti ve bu olay hitler’i çok etkilemişti. suikastı gerçekleştiren gençler bir süre sonra prag’daki bir ortodoks kilisesine sığınmıştı ve içlerinden birinin ihbarı üzerine kilisenin etrafı bin kadar ss askeriyle çevrilmişti. uzun süren çatışmalar sonunda suikastı düzenleyen gençler ele geçirilemeden intihar etmeyi seçmişti. hitler heydrich’i öldürenleri canlı olarak ele geçirmek istiyordu ve bu gerçekleşmeyince sınırden ne yapacağını şaşırdı. en başta heydrich’e karşılık olarak 10 bin çekoslovakyalının infaz edilmesini isteyen hitler daha sonra olaydan dolayı lidice ve lezaky köylerini sorumlu tuttu. köylere baskın yapan alman askerler bu köylerdeki 16 yasının üzerindeki tüm erkekleri kurşuna dizdikten sonra kadın ve çocukları toplama kampına kapattılar. toplama kampına kapatılanların da önemli bir kısmı kısa bir süre sonra infaz edildi. hitler bundan sonra nazi kurmaylarından herhangi birine suikast düzenlenirse suikast düzenleyenlerin yaşadığı yerleşim biriminde kaç tane erkek varsa hepsinin infaz edilip kadınların da toplama kampına kapatılacağını ilan etti.
afrika cephesinde şimdilik işler iyiye gidiyordu. alman komutan rommel’in komutasındaki alman askerler mayıs’in son haftasında ingilizler’e karşı hücuma geçmişti ve operasyonun birinci ayı dolmadan ingilizler dağılmıştı. libya’daki tobruk limanı almanlar’ın eline geçmişti ve ingiliz askerleri mısır’ın içlerine kadar geri çekilmek zorunda kalmıştı. bu operasyonda birkaç ingiliz generalle beraber 25 bin ingiliz askeri teslim olmuştu. rommel bundan cesaret almıştı ve ingilizler’e hiç dinlenme fırsatı vermeden mısır’a saldırılması durumunda ingilizler’in önce mısır’dan sonra da ortadoğu’dan atılabileceğine inanıyordu ama hitler “ingilizler’e bu kadar darbe yeter” diyerek mısır’a gerçekleşebilecek olası saldırıyı durdurmuştu. olan onca olaydan sonra hitler hala ingilizler’i fazla sinirlendirmek istemiyordu çünkü hala onların kendi tarafına döneceğine dair bir inancı vardı.
haziran ayında hitler finlandiyalı yöneticilerle biri finlandiya’da biri de almanya’da olmak üzere iki kere bir araya geldi ve onları kuzey rusya’da leningrad başta olmak üzere bir çok yerleşim birimine saldırmak için ikna etmeye çalıştı. finlandiyalılar 1939’daki savaşta kaybettikleri yerleri geri almışlardı ama yeni toprak kazanma konusunda çok fazla motivasyonları yoktu. geçen yaz almanya rusya’ya yeni savaş ilan ettiğinde bu konuda biraz motivasyonları vardıysa da artık kalmamıştı. hitler ise onların daha çok bastırmalarını istiyordu. ingiltere finlandiya’ya savaş ilan etmişti ve abd de savaş ilanıyla tehdit etmişti. finlandiyalılar bir anda dünya’nın yarısını karşılarına almak istemedikleri için hitler’in isteklerine boyun eğmediler.
rusya cephesinde 28 haziran’da almanlar önce ukrayna’daki rostov-dönetsk hattını, daha sonra da kafkaslar’ı ele geçirmek için yeniden saldırıya geçtiler. alman tankları yakıt sıkıntısı yaşıyordu ve kafkasya’daki petrol kuyularına ulaşmaları sadece rusya’nın “boğazını sıkmak” için değil aynı zamanda alman tanklarının kullanıma devam etmesi için çok önemli bir hale gelmişti. rusya’da petrol kuyularına ulaşmak için hücum başladıktan henüz 1 gün sonra bir bildiri yayınlayan hitler alman ordusundaki tank, kamyon ve diğer petrole çalışan araçların kullanımı sınırlandıran ve mecbur kalmadıkça yasaklayan bir dizi karara imza attı. almanlar’ın petrol sıkıntısı çektiği ayyuka çıkmıştı.
temmuz ayının ortalarına doğru kırım bölgesi büyük ölçüde almanlar’ın eline geçmişti ve sıradaki hedef kafkaslar’dı. hitler fazla vakit kaybedilmeden ağustos ayı içinde kafkasya’ya saldırılıp kış gelmeden buranın alınmasını istiyordu. zaman zaman karargahını ukrayna’ya taşıyıp kafkasya operasyonunu “yakından” yönetmek isteyen hitler kısa bir süre sonra fikrini değiştirip vazgeçiyordu. her ne kadar kırım ve çevresi ele geçirildiyse de tam anlamıyla “temizlenmemişti” ve tehdit unsurları devam ediyordu. ukrayna’da kısa zamanda elde edilen başarılar hitler’in cesaretini yerine getirmişti ve hedef küçültmek yerine yeniden hedef büyütmeye başlamıştı. 21 temmuz’da alman ordusuna yayınlanan bildiride en kısa zamanda leningrad’ın alınması isteniyordu. leningrad savaşın başından beri kuşatma altındaydı ve şehre yağmur gibi yağan bombalara rağmen ruslar peş etmemişti. hatta bundan 8-9 ay önce hitler “leningrad’ı almak istemiyorum, şehri yok etmek istiyorum” deyip şehrin haritadan silinmesini emretmişti. şimdi birden bire yeniden leningrad kıymete binmişti.
ruslar çarpışmalarda hem sivil hem askeri açıdan çok ağır kayıplar vermişti ve hitler bu saatten sonra rus ordusunun toparlanmasına pek ihtimal vermiyordu ama ölen askerlerin yerlerine kısa sürede yenileri gelirken yaralanan askerler kısa süre sonra cepheye geri dönüyordu. ruslar canla başla çarpışmaya devam ediyordu ve alman ordusu ne yaptıysa ruslar’ı direnmeden alıkoyamıyordu. almanlar ruslar’ı durdurmanın tek yolunun öldürebildikleri kadar rus askerini öldürmek olduğunu anlamıştı. bu yüzden ruslar’ı geri püskürtüp toprak kazanmak için hücum etmek (ve sonra yeniden karşı atak yemek) yerine irili ufaklı rus birliklerinin etrafının çevrilip tamamen imha edilmesi üzerine taktikler izlenmeye başlanmıştı.
ağustos ayının başında hitler iyice gaza gelmişti. normalde önce kafkaslar’ın alınması ve sonra stalingrad’ın alınması planlar dahilindeyken şimdi fikrini değiştiren hitler her iki bölgenin de aynı anda alınmasını istiyordu çünkü ruslar’ın oldukça zayıf olduğuna ve iki bölgenin aynı anda çok rahat alınabileceğine inanmaya başlamıştı. bu karar almanya’nın savaştaki sonunu getiren belli başlı kararlardan biriydi çünkü almanlar iki bölgeyi aynı anda ele geçirmeye çalışırken ikisinden de olacaktı.
hitler o günlerde ilginç bir karara daha imza atacaktı. bu karar işgal edilen ülkeler içinde sadece hollanda ve norveç’i kapsıyordu. bu iki ülkede işgalci alman askerlerinden hamile kalan kadın olursa o kadının çocuğuna alman vatandaşlığı verilecekti ve devlet o çocuğun “iyi bir alman olarak yetiştirilmesi” için her türlü imkanı kullanacaktı. diğer ülkelerdeki alman askerlerinden hamile kalan kadınlara aynı hak tanınmayacaktı. burada listede bulunmayarak en fazla şaşırtan ülke şüphesiz danimarka’ydı çünkü savaşın başında hiç direnmeden teslim olan bu ülke hitler’in takdirini kazanmıştı.
15 ağustos’ta almanya’ya yeni atanan türk büyükelçi saffet arıkan hitler’i ziyaret etmişti. ziyarette oldukça neşeli olduğu gözlemlenen hitler türkiye’ye “rusya’ya karşı savaşa girip de dünya savaşı sırasında doğuda kaybettiğiniz bazı toprakları geri almak istemez misiniz?” önerisinde bulunduysa da türkiye savaşa girmek istemiyordu. o sıralar oldukça ustaca bir denge politikası yöneten türkiye’nin böyle bir savaşa girmekle kazanabileceği çok az şey vardı ama kaybedebileceği çok şey vardı. türk tarafı ne hitler’le bir olup batı dünya’sını ve rusya’yı karşısına almak istiyordu, ne de hitler’i karşısına alıp işgal yemek istiyordu. bu yüzden yürütülen denge politikası çok önemli bir hal almıştı.
rusya cephesinde almanya fena gitmiyordu ama ele geçirilen toprakların bir kısmında gerilla savaşı ortaya çıkmıştı ve rus partizanlar alman ordusunun ikmal yollarına ve konvoylarına saldırıp ağır kayıplar verdirmeye başlamıştı. hitler gerilla savaşını engellemenin tek yolu olduğunu düşünüyordu, bu da gerillaları beslediğini düşündüğü yerleşim birimlerinde toplu katliamlar yapmaktı. 18 ağustos’ta bu bağlamda bir kararnameye imza atan hitler gerilla savaşı olan yerlerde yerleşim birimlerine karşı çok sert davranılmasını istiyordu. halbuki işgalci alman askerlerine karşı gerilla savaşı yürütülmesinin en büyük sebebi zaten mevcut olan sert davranışlardı. işgal edilen yerlerde en ufak bir muhalefet gösteren siviller bile halkın gözleri arasında infaz ediliyordu ve bu da alman askerlerine duyulan nefreti arttırıyordu. zaman içinde almanlar’ın halkı korkutup “hizaya sokmak” için yaptığı katliamlar ters teperek halkın işgalcilere karşı savaşmasını sağladı ve rusya’nın zaferini kolaylaştırdı.
abd ve ingiltere henüz kıta avrupa’sına asker çıkartmamıştı ama bunun hazırlığı hummalı bir şekilde devam ediyordu. iki ülke de afrika kıtasında çeşitli yerlere çıkartma yaparak hem hammaddelere ulaşımı kolaylaştırıyor hem de olası bir avrupa çıkartması için tatbikat yapma şansı buluyorlardı. alman işgali altındaki fransa, belçika gibi ülkelerin afrika’da sömürgeleri mevcuttu ve bu sömürgeler çeşitli yollarla abd ve ingiltere cephesine katılmaya ikna edilmişti. almanlar mısır’ın kapılarına kadar gelip saldırmadan geri dönmenin cezasını uzun süre çekeceklerdi.
19 ağustos gecesinde ingilizler az sayıda askerle kuzey fransa kıyılarına çıkartma yapmayı denediler. almanlar bu çabayı kısa sürede farkedince hem denizde hem karada şiddetli çatışmalar oldu. ingilizler yaklaşık 9 saat süren ve sabaha kadar devam eden çarpışmalarda ağır kayıplar verdiler ve 2 bine yakın esir bırakarak geri çekildiler. kışın cephede üst üste tokatlar yiyen almanya yazın gelmesiyle hem rusya’da hem afrika’da hem de batıda kazanımlar elde etmişti ve hitler yeniden cesaretlenmişti.
eylül ayına gelindiğinde almanlar kafkasya’daki bazı petrol kuyularını ele geçirmişti ama özellikle grozny civarındaki petrol kuyuları hala ruslar’ın kontrolü altındaydı ve tüm çabalara rağmen buradaki direniş kırılabilmiş değildi. ayrıca alman askerleri stalingrad’ın kapılarına dayanmasına rağmen buradaki direniş de kırılabilmiş değildi. hitler’in planına göre bu vakte kadar çoktan hem kafkaslar’ın hem stalingrad’ın düşmüş olması, leningrad’ın da büyük ölçüde düşmek üzere olması gerekiyordu ama bu üç hedeften biri bile gerçekleşmemişti. geçen seneki bozgundan sonra soğuk havayı ve generallerin verdiği taktikleri iyi uygulamayamamasını gösteren hitler’in bu kez bahanesi yoktu çünkü emrini iyi uygulayamadığını söylediği generalleri çoktan görevden almıştı ve hava da soğuk sayılmazdı.
neredeyse bir senedir kürt yuvası lakaplı karargahında her gün komutanlarıyla ve kurmaylarıyla öğle yemeği yiyen ve bu öğle yemeklerinde geleneksel olarak mimariden tarihe, sanattan ekonomiye çeşitli konularda konuşma yapan hitler savaşta işler yolunda gitmeyince bu geleneğe son verdi. generaller hitler ne diyorsa harfiyen yerine getiriyordu ama bir operasyonda kötü sonuç alınır alınmaz hitler generallerin verdiği taktikleri anlamadığını veya hatalı uyguladığını ilan ediyordu. kazanılan çarpışmalarda da her zaman hitler’in verdiği taktik yüzünden kazanıldığı söyleniyordu.
örneğin hitler alman komutan list’e bizzat “askerlerinle kırım’dan güneye inderek karadeniz’e çıkmaya çalış” demişti ve list aynen bunu uygulamaya çalışmıştı. ruslar beklenmedik bir direniş gösterince bu operasyon başarısız olmuştu. alfred jodl’u yanına çağıran hitler “komutan list neden karadeniz’e inmeye çalışmak gibi aptalca bir hataya düştü?” diye bağırdı. jodl “ama efendim bunu siz emrettiniz, hepimiz duyduk” deyince “yalan söyleme! ben asla öyle bir şey demedim” diye bağırarak masadan kalktı. ertesi gün hitler’in emriyle berlin’den bir grup katip geldi ve hitler’in bundan sonra ağzından çıkan her sözün kayıt altına alınacağı söylendi. hitler’in berlin’den katipler getirtip dediklerini not aldırma sebebi başkalarının yalanlarını ortaya çıkartmak değildi. sonuçta ortaya yüzlerce sayfalık notlar çıkacaktı ve kimsenin o notları okuyup taramaya vakti yoktu. sırf hitler’in sözlerinin katipler tarafından not alınıyor olduğu gerçeği onun her tartışmada üste çıkmasını sağlayacaktı çünkü bu hareket ona insanlara “benim sözlerim sürekli not alınıyor, benim söylemediğim bir şeyi söylediğimi iddia ederseniz kanıtlamanızı isterim” diye çıkışma şansı veriyordu.
yukardaki olaydan birkaç gün sonra bir istihbarat şefi hitler’i ziyarete gelmişti ve rus ordusuyla ilgili elde edilen son istihbaratları paylaşmaya başlamıştı. son istihbaratlara göre stalin’in henüz cepheye sürmediği ama sürmek üzere olduğu 2 milyon asker vardı ve bunlar stalingrad’a ulaşır ulaşmaz alman ordusunun kuşatmasını kırmak için saldırıya geçecekti. yine son istihbarata göre onca bombardımana ve saldırılara rağmen rusya’nın tank üretim kapasitesi ayda bin tankın üzerine çıkmıştı. hitler bunları duyunca oturduğu koltuktan kalktı ve sınırlı bir şekilde bağırarak istihbarat şefinin üzerine yürümeye başladı. verilen istihbaratı beğenmeyen ve gözlerini emre belözoğlu gibi açan hitler adamı neredeyse dövecekti.
hitler’e yeni bir günah keçisi lazımdı ve yeni seçilen günah keçisi alman ordusunda hitler’den sonra en yetkili isim olan franz halder’den başkası değildi. halder o güne kadar hitler ne istediyse yerine getirmişti ama arada sırada verilen görevlere itiraz ediyordu. hitler ise verdiği görevlere en ufak bir itiraz emaresi göstermeden uyacak birini arıyordu. emekliliği istenen halder’in yerine kurt zeitzler getirildi. hitler’in kötü haberden ve olumsuz yorumlardan hoşlanmadığını bilen zeitzler cepheden sürekli iyi haber veriyordu ve sürekli iyimser tahminlerde bulunuyordu. bu da hitler’in çok hoşuna gitmişti ve aradığı komutanı bulduğunu düşünmesini sağlamıştı.
eylül ayının sonunda toplu bir konuşma yapan hitler son zamanlarda neden eskisi kadar çok konuşma yapmadığını açıklamaya çalıştı ve propagandasına kaldığı yerden devam etti: “sayın churchill halkına hemen hemen her gün sesleniyorken benim halkımın karşısına neden nadiren çıktığım merak konusu olabilir. sizi garanti ederim ki bay churchill’in elinde çokça boş vakti olduğu için takım elbisesini giyip şehir şehir gezerken konuşmalar verebilir. benim böyle bir lüksüm yok çünkü sürekli kahraman askerlerimizi yönetmekle meşgulum ve tüm vaktim cephede geçiyor. bay churchill kürsülerde konuştukça biz de cephede silahlarımızı konuşturuyoruz. ne de olsa herkes kendi dilinden konuşur.”
hitler bundan sonra savaşın hiç de başarısız gitmediğini savunmaya başladı: “bugün batı medyası almanya’nın savaşta başarısız olduğunu söylüyor. rusya’da savaş ilan ettikten sonra 1 yıl bile geçmeden 1,000 km ilerleyen, kafkasya’daki petrol kuyularını, ukrayna’daki demir madenlerini, rusya’nın en önemli tarım merkezlerini ele geçiren, volga ve don nehirlerinin yataklarına kadar gelen ordumuz başarısız oluyor ama fransa kıyılarına uzun uğraşlar sonunda az sayıda asker çıkartıp sadece 9 saat dayanabilen, sonra da denize dökülen ingiliz ve kanada orduları başarılı oluyor öyle mi? ingiliz askerlerini fransa’dan, belçika’dan, norveç’ten, hollanda’dan, balkanlar’dan, libya’dan, yunanistan’dan ve bir çok bölgeden söküp atan ordumuz başarısız ama gecenin karanlığında birkaç askerimizi pusuya düşürüp yaralamayı başaran ingilizler başarılı öyle mi?”
o ana kadar cephelerde gerçekleştirilenler karşılaştırılınca gerçekten de alman ordusu için başarısız demek zordu. ingilizler o ana kadar tüm cephelerde mağlup edilmişti ve geri çekilmeye zorlanmıştı. alman ordusuna karşı kaydadeğer bir direniş gösterebilen tek ordu rus ordusuydu. ruslar kış mevsiminde dengeli bir savaş sürdürdüyse de yazın gerilemeye başlamıştı ve şimdi yeniden yaklaşan kış mevsimiyle beraber yeniden toparlanacak gibiydi. almanlar’ın rusya içerisindeki ilerlemesi büyük ölçüde yavaşlamış veya bazı yerlerde tamamen durmuştu. hitler her ne kadar “stalingrad’ın düşmesi an meselesi” dese de şehrin uzun süre boyunca düşeceği yoktu.
ingilizler her ne kadar o ana kadar kıta avrupasına toplu olarak asker çıkartmayı başaramadıysa da, alman işgali altındaki coğrafyada gizlice yeraltı faaliyetleri yürüterek bazı komando grupları kurmuşlardı. bu gruplarda ingiliz ve diğer avrupalı milletlerden gönüllü veya paralı askerler bulunuyordu. zaman zaman alman askerlerini pusuya düşüren ve kayıplar verdiren bu komandolar (ve rusya topraklarındaki partizanlar) hitler’e göre uluslararası savaş kurallarına aykırıydı. o günlerde hemen hemen her gün yüzlerce veya binlerce yahudi’yi toplama kamplarında infaz ettiren hitler’in birden bire uluslararası savaş suçlarını aklına getirmesi oldukça manidardı. komandolar ve partizanlar gerilla savaşı verip küçük gruplar halinde vur-kaç taktiği uyguladıkları için çatışmalarda esir alma ve yanlarında esir taşıma lüksleri yoktu. bu yüzden bu ekiplere esir düşen alman askerleri direk infaz ediliyordu. hitler bunu şiddetle eleştirse de aynı muamele naziler tarafından esir alınan rus askerlerine de yapılıyordu. 18 ekim’de bir kararnameye imza atan hitler bundan sonra yakalanan tüm komando ve partizanların yakalandığı yerde sorgusuz sualsiz infaz edilmesini ve onalara savaş esiri değil de eşkıya gibi davranılmasını istedi.
24 ekim’de general rommel’in yokluğunda kuzey afrika’da hava desteği ve topçu ateşiyle beraber karşı atağa geçen ingilizler almanlar’a hiç beklemedikleri bir anda ağır kayıplar verdirmeyi başarmıştı. alman askerlerinin savunma hattı yarılmıştı ve askerlerin bir çoğu canını kurtarmak için km’lerce kaçmak zorunda kalmıştı. günün sonunda almanlar biraz toparlandıysa da verdikleri kayıplar ve kaybettikleri topraklar ingilizler’in hanesine skor olarak yazılmıştı bile.
aynı günlerde rus cephesinde de beklenen “iyi haberler” bir türlü gelemiyordu. ne leningrad, ne stalingrad, ne de mürmansk düşmüştü ve üç şehrin de yakın zamanda düşeceğine ihtimal verilmiyordu. almanlar 2 aydır aralıksız olarak gece gündüz devam eden saldırılarına rağmen üç şehirde de yok denecek kadar az ilerleme gösterebilmişti ve kış mevsimi yeniden ufukta gözükmeye başlamıştı. yaz aylarında almanlar’ın epeyce ilerleme kaydettiği kafkaslar’da bile ruslar karşı saldırıya geçmişti ve almanlar’ın ne kadar tutunabileceği belli değildi. hitler bütün bunlara rağmen rus cephesindeki tüm hücumların aynen devam etmesini emretti çünkü insanlara aylardır rusya’nın düşmesinin an meselesi olduğunu söylüyordu ve alman askerlerinin geri çekilmesi müthiş bir prestij kaybına sebep olabilirdi.
kasım ayının ilk haftasına gelindiğinde kuzey afrika’daki ingiliz atakları azalmak bir yana daha da yoğunlaşmaya başlamıştı. bu cephedeki alman askerlerinin fazla tutunamayacağı belliydi. cepheye geri dönüp olayları yerinde inceleyen general rommel hitler’e ulaşarak askerlerin afrika’dan çekilip başka cepheye aktarılması gerektiğini, askerler afrika’dan çekilmezse tamamına yakınının telef olacağını ve savaşa artık afrika cephesinden katkı yapmalarının çok zor olduğunu söyledi. hitler’in her zamanki inatçılığı üzerindeydi ve afrika cephesindeki alman askerlerinin bir tanesini bile bir adım bile geri çekmeyeceğini, çok yakında bu askerlere destek için alman savaş uçaklarının seferber olacağını söyledi. almanya aynı anda bir çok cephede savaşıyordu ve tüm cephelerde asker eksikliği çekiyordu. halbuki hitler inatçılığı bırakıp bazı cepheleri terk ederek askerleri belli cephelerde konsolide edebilseydi işler farklı olabilirdi. hitler’in inatçı taktikleri yüzünden almanlar bazı cephelerde başarılı bazılarında başarısız olmak yerine tüm cephelerde başarısız olacaktı.
4 kasım’da afrika’da çarpışmalar devam ederken ingilizler yeniden hücuma geçtiler ve kıtadaki alman ordusunun önemli bir kısmı telef oldu. rommel canlı kalmayı başarabilen az sayıda askerle geri çekilmeyi başardıysa da ondan “ya zafer ya ölüm” isteyen hitler bu işten pek memnun olmadı. hitler’e göre afrika cephesini kaybeden rommel’in ölmesi daha hayırlıydı.
bu arada abd’den yola çıkan bazı savaş gemileri atlantik okyanusunu aşarak neredeyse hiç alman gemisiyle karşılaşmadan afrika kıyılarına gelmişti ve bir çok amerikan askeri kıtaya çıkartma yapmıştı. olaydan son anda haberdar olan hitler abd’nin yakın zaman içinde avrupa’ya çıkartma yapma hazırlığında olduğunu anlamıştı. fransa’nın kuzeyini işgal altında tutup ülkenin güneyini de kukla bir yönetime veren almanlar şimdi fransa’nın geri kalanını da işgal edip abd’nin olası bir kara çıkartmasına hazırlıklı olmak istiyordu.
8 kasım’da bir konuşma yapan hitler: “ingilizler sürekli kendi sahip oldukları devlet geleneğinden bahsediyor. madem ingilizler’in müthiş bir devlet geleneği var, o zaman neden onca varlığa, bolluğa ve sömürülen onca millete rağmen ingiltere’de hala milyonlarca genç işsizlik sorunu çekiyor? ingilizler’in sahip olduğu kaynakların çok azına sahip olmamıza rağmen işsizlik sorununu çözdük. ingiltere bugün dünya’da verimlilik ve doğal kaynak olarak en zengin topraklara kurulup hala ekonomik kriz çekiyorsa demek ki ingiliz devlet geleneği bir yalandan ibaret olmalı. ingilizler bugün hindistan başta olmak üzere bir çok ülkeyi işgal altında tutuyor. ingilizler devlet geleneklerine o kadar güveniyorlarsa işgal ettikleri ve sömürge haline getirdikleri toprakları boşaltsınlar ve o ülkelerden kaç tanesi onları geri çağıracakmış görelim” şeklinde ifadelerde bulundu ve ingiltere ile abd’nin almanya ile savaşmak yerine kendi iç sorunlarını çözmeye çalışmaları gerektiğine dikkat çekti. tabi ki bu konuşmada yine savaşı başlatan taraf sanki hitler değil de ingiltere-abd’ymiş gibi davranılmaya devam edilecekti.
almanlar için stalingrad’ın alınması çok önemliydi çünkü güney rusya ile kuzey rusya arasındaki ikmal yolları stalingrad’dan geçiyordu. stalingrad’ın alınması demek güney rusya’daki (kafkaslar ve ukrayna) petrol, hammadde ve tarım ürünlerinin kuzey rusya’ya (moskova ve leningrad) geçirilmesini engellemek demekti. bu yüzden stalingrad en şiddetli çarpışmalara sahne olmaya devam ediyordu ve iki taraf da bu şehirden vazgeçmemek uğruna gerekirse onbinlerce ölü ve yaralı vermeyi göze alıyordu.
11 kasım’da fransa’nın geri kalanı da işgal edilecekti. alman askerlerinin çoğu rusya cephesinde olduğu için elde fazla asker yoktu ve fransızlar’ın fazla direniş göstermesi hitler’in planını bozabilirdi. bu yüzden fransızlar’ı hiç beklemedikleri bir anda vurmak gerekiyordu. hitler kukla fransız devletinin yönetimini münih’e davet ederek iki ülke arasında zaten bir süredir devam eden “dostluk görüşmelerinin” devamını istediğini söyledi. fransızlar hiçbir şeyden şüphe etmiyorlardı ve zaten bir çok cephede çakılı kalan alman ordusunun yeni bir cephe açacağına kimse ihtimal vermiyordu. fransız temsilcisi pierre laval münih’e geldiğinde gündemde tunus vardı. almanlar amerikalılar’ın kuzey afrika’ya kolayca asker çıkartabilmesinden dolayı tunus’u elinde tutan fransızlar’ı suçluyordu. fransızlar’dan “tunus’a alman askerlerini sokup savunma pozisyonu almaları için” izin istenecekti ve fransızlar buna anında karar vermek yerine düşünmek için zaman isteyecekti. almanya her zamanki gibi düşmanına savaş ilan etmeden savaş başlatacaktı.
ertesi sabah laval münih’te kaldığı otelde uyanmıştı ve sabah kahvesini içmekle meşguldü. bir alman diplomat kapısını çaldı ve eline bir not tutuşturdu. notta almanya’nın güney fransa’ya asker çıkartmaya başladığı ve sınırdaki bir çok kasaba ve koyun çoktan düştüğü söyleniyordu. fransızlar’a verilen mesaj “boşuna direnmeyin” şeklindeydi. güney fransız devletine ve halkına mektup yazan hitler ülkenin işgali için bahaneleri sıralamaya başlamıştı bile. ilginçtir ki hitler’in mektubu oldukça yumuşak bir üslupla yazılmıştı ve mektubun içeriğinde fransızlar’dan almanya’nın cesur ve dürüst dostu olarak söz ediliyordu. açıkçası hitler ingiliz ve abdliler’in her an kıta avrupa’sına çıkartma yapmasını bekliyordu ve batı avrupa kıyılarına alman askerlerinin savunma pozisyonu almasını istiyordu. güney fransa’nın işgalinin altında da ingiliz ve abd korkusu yatıyordu.
alman ordusu ne fransa’da ne de tunus’ta en ufak bir direniş görmeden ilerledi ve istediği toprakları birkaç gün içinde işgal etti. buna karşılık eskiden güney fransa’ya hapsedilmiş olan kukla fransız yönetimine artık ülkenin her yerinde dolaşım hakkı tanındı. fas’la cezayir abd-ingiltere işgali altındaydı ve tunus alman işgali altındaydı. amerikalılar ve ingilizler çoktan avrupa’nın denizden kuşatılmasının planlarını yapmaya başlamıştı ve hitler onları geldikleri gibi denize dökebileceğine inanıyordu. bu inanış aynı rusya’daki yanlış inanışlar gibi hitler’in sonunu getirecekti.
19 kasım’da topçu ateşi desteğiyle başlayan bir rus saldırısıyla dön nehri civarında konuşlanan alman müttefiği romanya askerleri çok ağır bir darbe almıştı ve ağır kayıplar vererek geri çekilmeye başlamıştı. ruslar’ın diğer cephelerde de devam eden karşı saldırıları vardı ve bu saldırıların çoğunda kısmı veya tam başarı sağlanıyor gibiydi. kış mevsimi yeniden kendisini göstermeye başlamıştı ve almanlar onca rus askerini öldürmelerine rağmen ruslar’ın hala nasıl cepheye milyonlarca asker sürebildiğini anlayabilmiş değildiler. almanlar’ın hesabına göre rus askerlerinin tükenmeye başlamış olması gerekiyordu ama savaşın başında cephede ne kadar rus askeri varsa şimdi en az o kadar rus askeri vardı. sanki rus askerleri öldürdükçe artıyordu. hitler don nehrinin etrafındaki bozgundan dolayı romanyalılar’ı suçladı ve orada alman askerlerinin olması halinde bu bozgunun yaşanmayacağını iddia etti. halbuki aynı günlerde alman ordusu stalingrad kapılarında benzer darbeler yemekle meşguldü.
23 kasım itibariyle stalingrad’daki alman askerleri ava giderken avlanan avcıya dönmüştü. şehri dışardan kuşatmaya alan alman askerleri şimdi rus askerleri tarafından kuşatılmıştı ve ruslar’ın isabetli topçu atışları sonucu alman askerlerinin kayıpları giderek artıyordu. kuşatma altındaki ordunun başındaki general paulüs hitler’e telgraf çekerek askerlerin bir an önce geri çekilmesi gerektiğini, aksi taktirde birinin bile kuşatmadan sağ çıkamayacağını söyledi. hitler her zamanki gibi inatçı kişiliğini ön plana çıkartıyordu ve stalingrad’da kuşatma altındaki askerlerine “dayanın, çok yakında başka cephelerden askerler yardıma gelip kuşatmayı yaracak” diyordu. hitler’in bahsettiği yardımın gelmesi çok zordu çünkü diğer cephedeki askerler de kendi canlarını kurtarmakla meşguldü. rusya’daki iş oldukça karmaşık bir hal almıştı ve daha kış mevsimi yeni yeni başlıyordu.
almanlar fransızlar’ın ingiliz-abd ittifakına katılmasından korkuyordu. 27 kasım’da hitler tarafından imzalanan bir kararname ile tüm fransız askerlerinin silah bırakması ve uzun zamandır park halinde duran fransız donanmasındaki gemilerin almanya’ya verilmesine karar verildi. almanlar’ın eline geçmemek için limanlardan kaçmaya çalışan fransız gemileri bizzat alman uçakları tarafından birer birer batırılmıştı. güney fransa alman işgali sırasında hiçbir direniş göstermemişti ama hitler yine de onların gelecekte almanya’ya karşı bir direniş başlatmayacağından emin olmak istiyordu.
afrika cephesinde almanlar üst üste darbeler yemişti ve afrika’daki alman askerlerinin başındaki rommel “ingilizler silah olarak bizden daha üstünler, onları yenmemiz çok zor” şeklinde bir ifadede bulunmuştu. rommel ile zaten arası kötü olan ve cephelerdeki kötü sonuçlardan dolayı sınırlı olan hitler rommel’i yanına çağırıp epeyce fırçaladıktan sonra odasından kovmuştu. alman ordularının afrika’da nasıl sayılı günleri kaldıysa rommel’in hayatı için de aynı şeyler söylenebilirdi.
aralık ayının ortasına gelindiğinde stalingrad cephesinde işler biraz daha sakinleşmişti ama alman ordusunun şehri alamayacağı neredeyse kesinleşmişti. önceki sene alman ordusu benzeri bir olayı moskova’da yaşamıştı ve kış boyunca saldırılmasına rağmen şehir düşmeyince almanlar geri çekilmek zorunda kalmıştı. bu kez hitler daha da inatçıydı ve alman ordusunun stalingrad’dan çekilmesi halinde bir daha asla dönemeyeceğini söylüyordu. bu yüzden askerlerin moralinin de yerinde tutulması için ne olursa olsun şehrin bırakılmaması gerektiğini düşünüyordu. bununla beraber rusya cephesinde üst üste alınan mağlubiyetler ve her gün hayatını kaybeden binlerce alman askeri zaten hayatta kalan askerlerin moralini yerlebir etmeye yetiyordu da artıyordu bile. almanlar bile bile mağlup olacakları bir cephede savaşmayı inatla sürdürmeye çalışıyordu.
alman ordusu aynı geçen sene olduğu gibi rusya’da yine savunma pozisyonuna geçecekti ve o ana kadar elde ettiği toprakları korumaya çalışacaktı. bahar gelip karlar erimeye başlayınca yeniden hücuma geçip yeniden toprak kazanılmaya çalışılacaktı. tabi ki bu planı ruslar da artık biliyordu ve almanlar’a en büyük darbeyi kışın vurabileceklerini bildikleri için bu aylarda saldırılarını arttıracaklardı. hitler her sene noel döneminde alman ordusunun subaylarına hitaben uzun konuşmalar yapıyordu ama bu sene cephede alınan kötü sonuçlardan dolayı subayların karşısına çıkacak yüzü olmayan hitler bu işi göring’e ihale etmişti. kendisi 18 aralık’ta italyanlar’la görüşecekti.
o sırada italyanlar’ın kendi dertleri vardı. alman ve italyan orduları kuzey afrika’da üst üste darbeler yemişti ve şimdi kuzey afrika’nın önemli bir kısmını elde tutan abd-ingiliz orduları buradan italya’ya çok rahat asker çıkartabilirdi ve italyanlar çok rahat savaşın dışına itilebilirdi. son aylarda afrika’daki cephelere fazla önem vermemeye başlayan hitler işin bu kısmını düşünememişti. italya rusya’nın bir şekilde barışa ikna edilmesini ve alman ordularının rusya’da telef olmak yerine ingiliz ve abd’lilerle savaşmaya yoğunlaşmasını istiyordu. hitler ruslar’ı masaya oturmaya ikna edebileceğini sanmıyordu çünkü 1939’da iki ülke arasında imzalanan saldırmazlık paktını yırtıp atan ve rusya’ya durup dururken saldıran kendisiydi. ruslar’la imzalayacağı olası bir barış antlaşmasını da birkaç yıl sonra yeniden yırtıp atacağı kesindi.
kasım ayında stalingrad’da kuşatma altında kalan alman askerleri kurtarmak için manstein komutasında yeni bir ordu yollanmıştı ama bu ordu stalingrad’a ulaşamadan 4-5 farklı yerde pusuya düşürülüp saldırıya uğramıştı. şimdi stalingrad’daki askerleri kurtarmak isteyen bu ordu kendisi yardıma muhtaç bir hale gelerek 26 aralık’ta geri çekilmek zorunda kalmıştı. stalingrad’da canlı kalabilen alman askerlerinin sayısı her geçen gün düşüyordu ve daha ne kadar tutunabilecekleri hiç belli değildi. hatta askerlerin o ana kadar tutunabilmiş olabilmesi bile mucize gibiydi.
1942 yılı geride kalırken alman ordusu hemen hemen tüm cephelerde hücum pozisyonundan savunma pozisyonuna geçmişti. kuzey afrika’da ingilizler, rusya’da ruslar hücuma geçmişti. atlantikte alman donanması üst üste zayiatlar vererek defansa çekilmeye mecbur bırakılmıştı. ayrıca abd ile ingiltere’nin her an avrupa kıtasına asker çıkartması yapması bekleniyordu. artık savaşın dönüşümü yaşanıyordu ve almanlar yavaş yavaş kazandıkları toprakları kaybetmeye başlayacaktı. hitler için bundan sonraki 2 buçuk yıl hiç de kolay geçmeyecekti.
8 ocak 1943’te bulgaristan savaş bakanı richov ile görüşen hitler bulgaristan’ın türkiye’den gelmesi olası bir saldırıya hazır olup olmadığını öğrenmeye çalıştı. alman generaller 1943 yılı içinde abd ve ingiltere’nin kıta avrupasına çıkartma yapacağını tahmin ediyorlardı ama çıkartmanın tam olarak ne zaman ve ne taraftan gelebileceği konusunda kimsenin en ufak bir fikri yoktu. masaya yatırılan opsiyonlar arasında türkiye’den norveç’e kadar denize kıyısı olan bir çok avrupa ülkesi vardı ve hitler askerlerine saldırı nereden gelirse gelsin 24 saat içinde püskürtecek şekilde hazır olmalarını söylemişti. hitler’in bulgarlarla olan görüşmesinden birkaç saat sonra rusya’dan bir haber gelmişti. stalingrad’da rus kuşatması altında olan ve günden güne yok edilen alman 6. ordusuna rus ordusundan teslim olma çağrısı gelmişti. bu çağrı hitler’e ulaştığında çok net bir şekilde “hayır” dedi. ona göre nasıl olsa kendisi rahat içinde yaşadığı için askerler teslim olmaktansa ölmeliydi.
10 ocak’ta yeni bir rus saldırısı başlamıştı ve artık stalingrad çevresinde konuşlanmış olan alman ordusunun dayanacak fazla bir gücü kalmamıştı. aynı gün hitler’le görüşen romanyalı generaller rusya cephesindeki başarısızlıklardan dolay romanya’nın sorumlu tutulmasından duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. hitler yavaş yavaş müttefiklerini kaybetmeye başlamıştı ve savaşın seyri onun için her geçen gün daha da kötüye gidiyordu. 14 ocak itibariyle almanlar rusya’da mevzi kaybetmeye başlamıştı ve ruslar hızla hücuma geçmişti. stalingrad çevresinde 300 bine yakın alman askeri cember altındaydı ve bu askerler günden güne eriyordu. hitler günlerdir rusya’dan haber yapılmasını yasakladığı için alman halkının olan bitenden haberi yoktu.
20 ocak’ta yeni bir rus saldırısı başladığında alman ordusu birbirinden bağımsız iki parça haline bölünmüştü ve iki parçanın birbiriyle alakası kesilmişti. ikmal yolları da kesildiği için askerlerin gıdası da mühimmatı da oldukça sinirliydi. 24 ocak’ta ruslar yeniden bölgedeki alman askerlerine teslim olma çağrısında bulunduysa da hitler buna yine “hayır, son asker son mermisine kadar direnecek ve tarih onları kahramanlıklarıyla hatırlayacak” cevabını verdi. erden generale kadar bölgedeki tüm alman askerler teslim olmayı ve çatışmaları bitirmek istiyordu ama sıcak evinde rahatça oturan hitler’in inadı bütün bunlara engel oluyordu. alman ordusunda hitler’e “hayır” diyebilecek bir tane bile cesaretli general kalmamıştı ve kimse hitler’e katılmasa da herkes ona kayıtsız şartsız uyuyordu. bunda biraz da almanlar’ın yüzlerce yıldır sahip olduğu devlet disiplininin bir etkisi vardı, zira alman tarihinde askerlerin yaptığı bir tane bile başarılı darbe yoktu ve askerler hiçbir zaman devlete başkaldırmamıştı.
stalingrad’da telef olan yüzbinlerce alman askeri artık hitler’in umurunda değildi. o daha çok 30 ocak’ta yapacağı konuşmayı düşünüyordu ve burada stalingrad’da ölen alman askerlerinin “hitler’e olan bağlılıkları sayesinde son ana kadar ve son mermiye kadar savaştığını ama rus canavarların hepsini katlettiğini” şeklinde ifadelerle dolu bir konuşma hazırlıyordu. açıkçası hitler stalingrad kapılarında imha edilen alman ordusunun hikayesini sparta’da kendilerinden kat kat büyük bir orduya karşı savaşan 300 askerin hikayesine benzeterek anlatmanın hayallerini kuruyordu. 30 ocak tarihi geldiğinde hitler kürsüye çıkıp konuşma yapacak cesareti ve sürati kendinde bulamadığı için göring’i yolladı ve halka 300 spartalının hikayesini anlatmasını istedi. göring istemeye istemeye bu emri uyguladığında günah keçisi bir anda kendisi olmuştu çünkü askerler üzerinen yapılan ve metni hitler tarafından yazılan bu konuşma ölen yüzbinlerce alman askeriyle dalga geçmekten beterdi. aynı akşam goebbels tarafından yine metni hitler tarafından yazılan bir konuşma yapıldı ve stalingrad’da olan bitenlerden tek kelimeyle bile bahsedilmeden alman ordusunun bir çok cephede zaferler kazandığından, bazı cephelerde mücadelenin devam ettiğinden bahsedildi.
stalingrad’da kaderine terk edilen alman askerleri 31 ocak’ta gruplar halinde teslim olmaya başlamıştı ve bu işlem 2 şubat itibariyle son bulmuştu. stalingrad savaşı iki tarafın da ağır zayiatlar vermesiyle ve şehrin neredeyse tamamen harabeye dönmesiyle son bulmuştu. herşeye rağmen bir şey kesindi: ruslar bu savaştan net bir şekilde galip ayrılmıştı. ruslar teslim olan alman general ve subaylara misafir muamelesi çekse de esir alınan erler toplama kampına atılmıştı. savaşın ceremesini her zamanki gibi düşük rütbeli askerler çekecekti. bununla birlikte rusya’nın diğer bölgelerinde savaş tüm şiddetiyle devam ediyordu.
stalingrad’daki generallerin teslim olduğunu duyan hitler inanılmaz derecede sinirlenmişti. ona göre batan askeri gemilerdeki komutanlar nasıl gemiyle beraber batıyorsa karada mağlup olan ordunun komutanları da teslim olacaklarına intihar etmeliydi, zira ikinci dünya savaşının sonunda kendisi de aynısını yapacaktı. askerlerinin teslim olduğunu saklamaya çalışan hitler, yayınladığı basın açıklamasında sanki stalingrad’daki tüm askerler olmuş gibi bir hava yaratmaya çalıştıysa da başta ingiliz medyası olmak üzere bir çok yabancı medya kuruluşu olanları video görüntüleriyle beraber yayınlayınca gerçeklerin fazla gizlenemeyeceği ortaya çıktı.
2 şubat tarih alman ordusunun stalingrad’daki mağlubiyetinin resmiyete kavuştuğu tarihti ama almanya’nın o günkü tek mağlubiyeti bu değildi. aynı gün kuzey afrika’da gerçekleşen ingiliz saldırısının sonucu olarak alman ordusu tunus’un bir kısmını ve libya’yı kaybetmişti. artık rommel’in askerleri ufacık bir alanda kısılıp kalmıştı ve rusya’daki sonuçların benzerinin afrika’da da yaşanacağı ortaya çıkmıştı.
6 şubat’ta stalingrad’a gitmek üzere yola çıkan ama hiçbir zaman hedefe varamayan alman ordusunun başındaki general manstein ıle hitler arasında bir görüşme planlanmıştı. bu görüşmede manstein hitler’e rusya’daki başarısızlıklardan dolayı bazı komuta değişiklikleri yapılmasını ve hitler’in orduyu bir komutan gibi yönetmekten vazgeçmesi gerektiğini söyledi. savaşın başından beri ilk kez generallerden biri hitler’e sahip olduğu görevlerden birini bırakmasını söylüyordu. hitler manstein’ın sözlerini sakince bir şekilde dinledikten sonra “stalingrad’da olan her şey benim suçum ve tüm sorumluluğu üzerime alıyorum” dedi ve duygusal bir nutuk attı. konuşmanın tam detayları ve hitler’in bundan sonra söyledikleri tam olarak bilinmese de görüşme sonunda manstein’ın fikrini değiştirdiği biliniyor.
9 şubat’ta ingiliz hava kuvvetleri tarafından berlin, münih ve viyana şehirleri yoğun bir biçimde bombalandı. ayrıca essen şehrindeki sanayii bölgesi de bombardıman altındaydı. bundan sonra ingiliz bombardımanları azalmak bir yana artarak devam edecekti. almanlar cephede üst üste darbeler yemişti ama çok yakında işler bundan çok daha kötü gidecekti.
15 şubat itibariyle hitler’in inatçılığının biraz azalmasıyla alman orduları ukrayna ve kafkasya’da işgal altında tuttukları yerleşim birimlerinin bir kısmından geri çekilmeye karar vermişti. rostov ve lugansk şehirleri alman askerleri tarafından yavaş yavaş boşaltılacaktı ve ruslar tarafından kısa bir zaman önce yeniden ele geçirilen kharkov’un geri alınması için bir çaba gösterilmeyecekti. bundan sonraki birkaç günde generalleriyle bir dizi görüşmeler yapan hitler 19 şubat’ta yeniden fikrini değiştirdi ve özellikle kırım ve civarında kaybedilen şehirlerin yeniden alınması için çalışmaların başlaması emrini verdi. ukrayna hem tarımsal hem de endüstriyel olarak rusya’nın en önemli bölgesiydi ve buranın alınması halinde rusya’nın petrol, kömür, ve tarım ürünleri dahil bir çok önemli maddeye ulaşması zorlaşabilirdi. bunu hitler bildiği gibi ruslar da biliyordu ve bu bölgeleri almanlar’a yeniden kaptırmamak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdılar. hitler aynı geçen sene olduğu gibi yaz mevsimi gelip karlar eriyince ruslar’ın yeniden geri çekilmeye başlayacağını düşünüyordu ama bu savaşı uzun vadede almanlar’ın kazanmasının imkansız olduğunu bir türlü anlayamamıştı.
daha 2 sene önce hitler “savaşın başından beri kullandığımız tüm cephaneler fabrikalarımızın 1 ayda ürettiğine denk geliyor, yedekte tuttuğumuz bir çok askerimiz sıkıntıdan ne yapacağını bilmiyor, daha askeri kapasitemizin %10’unu bile kullanmadık” diye övünürken şimdi alman ordusunda neredeyse asker kalmamıştı. şubat ayının ortasında geçirilen bir kararla kadın erkek demeden tüm alman halkı seferberliğe tabi tutulmuştu. artık çocuk yaşta almanlar bile askerliğe alınıp kısa bir eğitimden sonra cepheye sürülecekti. cephede yaralanan askerler tedavileri tam bitmeden yeniden savaşa itilecekti. bazı cephelerde arka görevlerde olsa da kadın askerlere de yer verilecekti ve ele geçirilen topraklarda esir alınan askerlerin bir kısmı arka görevlerde zorla çalıştırılacaktı. almanya artık savaşta tutunmak için tüm kaynaklarını seferber etmişti. 18 şubat’ta hitler’in yerine yaptığı konuşmada “total savaş” ifadesini kullanan goebels de buna işaret ediyordu.
24 şubat’ta nazi partisinin yıldönümü kutlamalarında konuşma yapması gereken hitler aynı geçen sene olduğu gibi yine insan içine çıkmayı reddetmişti ve yerine yazılı bir metin yollamıştı. bundan sonra savaşın sonuna kadr alman meclisini de toplamayacak olan hitler halkın arasına yılda sadece 2-3 kere çıkacaktı ve bunun dışında yapması beklenen tüm konuşmaları göring veya goebels’e ihale edecekti. 24 şubat’ta okunan hitler’in mektubunda kısaca “biz partiyi ilk kurduğumuzda 7 kişiydik ve o günlerde ne büyük zorluklar çektiğimizi herkes biliyor. kimsenin şans vermediği ufacık bir partiyken almanya’yı yöneten tek parti haline nasıl geldiysek bu savaş da buradan itibaren çevrilecektir ve ordularımız da zamanında herkes imkansız derken partimizin yakaladığı başarıyı yakalayacaktır” deniyordu. hitler ne zaman bir topluluğa konuşma yaparken kendisinin dahi inanmadığı şeylerden bahsedecek olsa o konuşmaya bir temsilci gönderiyordu ve konuşma sırasında yüzünün kızarmasından kurtulmuş oluyordu. konuşma sonrası oluşan tepkiler de o sırada konuşmacı kimse ona doğrultuluyordu.
yine 24 şubatta yeni bir kararnameye imza atan hitler tüm cephelerde görev alan alman subaylara emirleri altındayken itaatsızlık gösteren askerleri sorgusuz sualsiz infaz etme yetkisi verdi. hatta bir subay emri altında itaatsızlık yapan bir askeri cezalandırmazsa onun üzerindeki subayın onu vurması emrediliyordu. böylece cephedeyken hiçbir askerin tereddüt etmeden savaşa devam etmesi planlanıyordu ama bu karar geri tepecekti çünkü iki ateş arasında kalan askerlerden verim almak çok zordu. bundan 2 hafta sonra, yeni bir karar daha geldi ve hitler’e karşı itaatsızlık yapan asker veya sivil herkesin idama mahkum edileceği, idam cezasının asılarak, kafa kesilerek veya kurşuna dizilerek yerine getirileceği açıklandı. hitler savaşta mağlup oldukça çıldırmaya başlamıştı ve artık iyice kontrolden çıkmıştı.
bu arada hitler’le afrika orduları komutanı rommel’in arası giderek kötüleşiyordu. 4 mart’ta rommel’i fırçalamak için ayağına çağıran hitler ona afrika’da işlerin neden kötü gittiğini sordu ve “ingilizler ve amerikalılar tedarik, cephane ve teknoloji olarak bizden daha iyi durumda” cevabını alınca sınırden çılgına döndü. “birkaç ay önce böyle konuşmuyordun, şimdi ne oldu da fikrini değiştirdin?” şeklinde bağırıp çağırmaya başlayan hitler artık rommel’in fişini çoktan çekmişti. 8 mart’ta goebbels ile görüşen hitler görüşme boyunca durmadan alman generalleri çekiştirdi ve yaşanan kötü sonuçlardan onları sorumlu tuttu.
hitler kendi generallerine kızıyordu ama en fazla müttefiklerine kızıyordu. romanya, macaristan gibi ülkelerin zayıflığı zaten önceden de belliydi ama özellikle italya kendinden beklenen performansı gösterememişti. italyanlar hemen hemen her cephede almanlar’a ayakbağı olmuştu ve hiçbir cephede gözle görülür bir katkıları olmamıştı. italyan askerleri rusya’da soğuktan, afrika’da sıcaktan şikayet ediyordu. almanya aynı birinci dünya savaşında olduğu gibi yine kendi başının çaresine bakmak durumundaydı ve bu hitler’e çok rahatsızlık veriyordu çünkü almanlar’a bu sefer işlerin ilk savaştan çok farklı olacağını vaadetmişti.
mart ayının ortalarına doğru ukrayna’da toparlanma gösteren alman ordusu karşı hücuma geçmişti ve kharkov şehrinin yakınlarına kadar gelmişti. alman generaller şehri yeniden almak için saldırı düzenlemenin asker kaybına değip değmeyeceğini tartışırken hitler bedeli ne olursa olsun saldırının yürütülmesini isteyerek bu tartışmalara noktayı koydu. 10 mart’ta ukrayna cephesini ziyaret eden hitler 12 mart’ta karargahına geri döndü ve rommel’i yeniden yanına çağırttı. rommel afrika’da cephede meşgul olduğu için almanya’ya dönmek istemiyordu ama hitler onun dönmesi için ısrar ediyordu. hitler’in rommel’i çağırmasının önünde birkaç sebep vardı. öncelikle rommel her ne kadar hitler tarafından sevilmese de son dönemde askerler arasında çok popülerleşmişti. hitler kendisinin ismini kirletmek istiyordu ve afrika’da alman askerler cephede çarpışırken rommel’in almanya’ya kaçtığı izlenimi yaratmak istiyordu. ayrıca rusya’da en önemli komutanları düşmana esir düşen ve bu dünya tv’lerinde yayınlanan hitler bir başka önemli komutanının televizyonlara esir olarak çıkmasını istemiyordu.
rommel almanya’ya çağrıldıktan sonra görevinden alındı. hitler en başta bundan medyaya ve halka bahsetmedi ama daha sonra rommel’in istiharata ayrıldığı açıklandı. böylece “alman askerleri canla başla savaşıyorken rommel cepheden kaçıp rahat yatağında dinlenmeye çekildi” gibi bir hava estirilmiş oldu. bu rommel’in itibarsızlaştırılması operasyonunun henüz ilk ayağıydı.
hitler alman ordusunun komutanlarına kötü davranadursun, komutanların eli armut toplamıyordu. bazı komutanlar içten içe hitler’e karşı nefret duymaya başlamıştı ve bazıları darbe hazırlığına başlamıştı bile. örneğin mart ayının ortasında hitler’in uçağında patlamamış bir bomba bulundu. bomba albay henning von tresckow tarafından konulmuştu ama hava çok soğuk olduğu için patlamamıştı. normalde hitler’in morali çok bozulmuştu ama bunun ertesi gün rusya’daki kharkov şehrinin düştüğü haberini alınca morali yeniden düzelmişti. alman lider bu sefer de etrafındakilere kendisini tanrı’nın özel olarak koruduğunu söylemeye başlayacaktı.
normalde 14 mart’ta konuşma yapması beklenen hitler bu konuşmanın tarihini 21 mart’a ertelemişti çünkü konuşmadan önce kharkov şehrinin düşmesini bekliyordu. böylece konuşmada zafer kazanmış bir komutan havası takılabilirdi. eğer o tarihte kharkov düşmemiş olsaydı konuşmayı yapma görevi de büyük ihtimalle goebbels veya göring’e ihale edilecekti. hitler’in 21 mart’ta yaptığı konuşma öncekilere göre daha kısaydı ve önceki konuşmalara göre yeni bir içerik yoktu. bu konuşmadan kısa bir süre sonra hitler’e bir bombalı suikast denemesi daha yapıldı ama hitler patlamadan 1 dakika önce olay yerinden ayrılmış olduğu için bombalamadan yine yara almadan kurtuldu. birçokları hitler’i mağduriyet yaratmak ve kendini tanrı tarafından korunan bir kahraman olarak göstermek isteyen hitler’in bu bombalı saldırıları bizzat planladığını ve yaptırdığını düşünüyordu ve bu konuda tartışmalar günümüzde bile halen devam etmektedir.
bu saldırıdan sonra birkaç hafta boyunca pek insan içine çıkmayan ve sessizliğini koruyan hitler 7-10 nisan tarihleri arasında mussolini ve heyetini misafir edecekti. mussolini bir kez daha kuzey afrika’dan italya’nın işgalinin çok kolay olacağına dikkat çekerek almanya’nın rusya ile ateşkes yaparak tüm gücüyle ingiltere ve abd’ye karşı yoğunlaşması gerektiğini söyledi. hitler daha önce yaptığı gibi yine ruslar’la bu saatten sonra barış antlaşması imzalamasının imkansız olduğunu ve ruslar’ın kendisine (haklı olarak) bundan sonra asla güvenmeyeceğini söyledi. hitler 4 gün boyunca neredeyse hiç susmadı ve mussolini’yi bitmek tükenmek bilmeyen bir propagandaya maruz bıraktı. mussolini hitler’in yanından ayrılırken morali oldukça düzelmişti ve savaşı almanya’nın kazanacağına ciddi ciddi inanmaya başlamıştı.
nisan ayının geri kalan günlerinde berghof’daki dağ evine çekilen ve dinlenen hitler romanya, bulgaristan, macaristan, fransa, hırvatistan gibi bir çok ülkenin liderlerini ağırladı ve hepsine savaşın aynen devam etmesi çağrısında bulundu. macaristan devlet başkanı horthy avrupa’daki yahudiler’in katledilmesi konusunda hitler’le aynı fikirde değildi ve hitler onu ikna etmek için çok uğraşmıştı ama bir şey değişmemişti.
aynı günlerde rusya’da hava ısınmaya başlamıştı ve karlar büyük ölçüde erimişti. herkes almanlar’ın yeniden büyük çapta bir saldırıya geçmesini bekliyordu ama 2 senedir sütten ağzı yanan hitler artık işleri ağırdan alıyordu. hitler’in emriyle rusya’daki hücum operasyonları haziran ayına kadar askıya alınmıştı ve o anda devam eden operasyonlarda da tempo büyük ölçüde düşürülmüştü. rusya cephesi büyük ölçüde çıkmaza girmişti ve iki tarafın da bundan sonra diğerine güvenmesi imkansızdı. bu yüzden savaş iki rejimden biri yeryüzünden silinene kadar bitecek gibi değildi. kısa süre içinde rusya’daki rejimi bitiremeyeceğini anlayan hitler şimdilik işleri ağırdan almaya karar vermişti.
10 mayıs 1943’te hitler’e almanya’da meclisin onayı olmaksızın hemen hemen her konuda kanun yazma yetkisi veren kararın süresi dolmuştu ve bu kararın yenilenmesi gerekiyordu. muhalefetle karşılaşmaktan korkan hitler meclisi yeniden toplamak istemiyordu ve resmi gazetede yayınladığı bir ilanla sessiz sedasız bir şekilde kendi yetkisini uzattığını açıklayacaktı. sonuçta hitler almanya’da o kadar güçlü bir konumdaydı ki ne kanunlar ne de hukuk onu durdurabilirdi. nasıl olsa ülkede her istediğini istediği anda yapabiliyordu ve onun için bunu kağıda dökmenin bir mahsuru kalmamıştı.
aynı tarih itibariyle tunus düşmek üzereydi. alman ordusunun kuzey afrika’da tutunacak fazla bir dalı kalmamıştı ve bölgeyi denizden kuşatma altına alan ingiliz donanması hiçbir alman gemisinin bölgeye yaklaşmasına izin vermiyordu. alman gemiler tunus’a yaklaşamadığı için burada sıkışıp kalan alman askerlerine mühimmat ulaştırmak imkansız hale gelmişti. artık kuzey afrika’daki alman askerler katliama tabi tutuluyordu ve eriyip bitmeleri zaman meselesiydi. hitler yine de bu askerlerin kanlarının son damlasına kadar savaşıp kendilerini feda etmesini istiyordu. 13 mayıs’ta tunus’taki 11 general ve 250 bin alman ve italyan askeri ingilizler’e teslim olmuştu ve bu cephe de almanlar’ın mağlubiyetiyle sonuçlanmıştı. bu haber medyaya yayılır yayılmaz bir açıklama yapan hitler: “askerler yiyecekleri son lokma, atacakları son mermi tükenene kadar savaştı ama atacak başka mermileri kalmadığı için savaşmayı bırakmak zorunda kaldılar” diyerek askerlerin aslında istemeye istemeye teslim olduğunu ima etmeye çalıştı.
ingilizler’le bir türlü ittifak kuramayan hitler bu kez çareyi ingiliz savaş esirleriye ittifak kurmakta buldu. almanya’nın elinde yüzbinlerce ingiliz askeri esir olarak tutuluyordu ve hitler bu askerlere silah vererek anti-komünist cephe adı altında rusya cephesine göndermeyi düşünüyordu.
20 mayıs’ta hitler generalleriyle bir araya geldi ve italya meselesi masaya yatırıldı. kuzey afrika cephesi kaybedilmişti ve ingilizler’in kuzey afrika’dan italya’ya çıkartma yapması an meselesiydi. bir şekilde italya’da alman askerlerinin savunma pozisyonu alması gerekiyordu çünkü savaşın başından beri italyanlar savaş konusunda pek becerikli olmadıklarını göstermişlerdi ve almanlar italyanlar’a güvenerek fazladan risk almak istemiyordu. hitler italyanlar’a çok kızgındı ve savaşın çıkmasından dolayı şimdi italyanlar’ı sorumlu tutuyordu. ona göre 1939 yılında ingiltere ile fransa almanya’yı savaşla tehdit ederken italya almanya’nın arkasında sağlam bir şekilde durabilseydi savaş polonya’nın işgalinden sonra kapanacaktı. halbuki italya almanya’ya savaşı en azından 1942’ye kadar ertelemek için defalarca müracaat etmişti. hitler italya’ya kızadursun, çok yakında italya’da işler çok büyük oranda değişecekti ve almanlar’ın bile hiç beklemediği olaylar gelişecekti.
haziran ayının başında hitler ile görüşen alman generaller rusya’da komünizm karşıtı ruslar’ın silahlandırılarak rus ordusuna karşı cepheye sürülmesi için hitler’den izin istediyse de hitler buna izin vermedi. hitler’e göre ruslar’dan almanya’ya hiçbir fayda gelemezdi ve kendilerine silah verilen rus gönüllüler kısa süre sonra arkalarını dönüp almanlar’a ateş açabilirdi. hitler rusya’da esir alınan askerlerin almanya’ya getirilip köle kamplarında çalıştırılmasını, cephede sadece alman askerlerin olmasını savunuyordu. ruslar olmasa da bir çok doğu avrupa ülkesinde binlerce kişi nazi ordusuna paralı asker olarak katılmıştı ve bu kişiler olmasaydı özellikle doğu cephesinde alman ordusu çoktan çökebilirdi. almanlar ciddi bir asker sıkıntısı çekiyordu çünkü cepheye sürülen askerlerin önemli bir kısmı ya hayatını kaybetmiş, ya ağır yaralanmış ya da esir düşmüştü. ingiltere’nin aksine almanya’nın “okyanus ötesinde” müttefikleri yoktu ve asker ödünç alabileceği sömürgeleri de mevcut değildi. hitler şimdi savaşın başında askerleri bol keseden cepheye sürmesinin hatasını yeni yeni anlıyordu.
20 haziran’da yeni bir karara imza atan hitler askeri ve sivil kanatta kendisine muhaliflik yapanların yargılanması için düğmeye basılması emrini verdi. hitler daha önce aldığı bir çok kararda muhaliflere gözdağı vermeye çalışmıştı ama henüz toplu idamlar başlamamıştı. şimdi her başarısızlıkta suçu “beceriksiz veya satılmış” generallerine atan bu generalleri birkaç saatlik yargılamanın ardından ortadan kaldırabilirdi ve geride kalan generallere söylediklerine kayıtsız şartsız uymaları için gözdağı verebilirdi.
haziran ayı geride kalırken almanlar rusya’da herhangi bir operasyon başlatmış değildi. önceki 2 yaz mevsiminde operasyon üzerine operasyon başlatan alman ordusu artık yorgun düşmüştü ve risk alacak gücü kalmamıştı. 1 temmuz’da rusya’da görev alan generalleri karargahında misafir eden hitler onlara yeni bir operasyon için hazırlıkların bir an önce başlaması gerektiğini söyledi. yazın başında “önce ruslar’ın saldırmasını bekleyin” diyen hitler artık “ruslar’ın saldırmasını beklersek kış mevsiminin gelmesini beklemiş oluruz ve bu da bizim felaketimiz olur” demeye başlamıştı ve birkaç hafta önce söyledikleriyle çelişmekte bir sıkıntı görmüyordu.
5 temmuz’da rusya’daki alman askerleri yeniden hücuma geçmişti ama ruslar hiç beklenmedik bir şekilde şiddetli bir direniş göstermişti. önceki senelerde alman ordusu yaz mevsimlerinde üstünlük kurarken rus ordusu kışın üstünlük kuruyordu ama bu kez yaz mevsiminin ortasında olunmasına rağmen almanlar rus savunmasını aşmakta çok zorlanıyordu. bir hafta boyunca topçu ateşi desteğiyle geceli gündüzlü saldıran alman ordusu geride yüzlerce parçalanmış tank ve binlerce ölü asker bırakmıştı ve saldırı 1 hafta sonra bizzat hitler tarafından durdurulmuştu. yaz mevsimi bile almanlar’ın imdadına yetişememişti ve almanya’nın artık rusya cephesinde başarılı olması imkansız hale gelmişti. bu saatten sonra rusya cephesinin umutsuz vaka olduğunu hitler bile anlamıştı.
10 temmuz’da ingilizler italya’nın sicilya şehrine asker çıkartmaya başladı. almanlar böyle bir operasyonun gerçekleşeceğini önceden haber aldıkları için bölgeye çok sayıda asker yollamıştı ama bu askerler uzun süren çarpışmalardan sonra ingilizler’in şehre çıkmasını engelleyemedi. artık savaş italya’nın evine kadar gelmişti ve bu ülkenin kısa süre sonra savaş dışı kalma ihtimali vardı. hitler italya’nın savaşta tutulması için ne gerekiyorsa yapılmasını emretti ama mussolini rejimini bu saatten sonra o bile kurtaramazdı.
19 temmuz’da italya’nın kuzeyinde mussolini ve generalleriyle ile biraraya gelen hitler mussolini’yi generallerinin önünde azarladı ve küçük düşürdü. aynı saatlerde ingiliz ve amerikan uçakları roma’yı bombalamaya başlamıştı ve italya’nın savaşa devam etme isteği büyük ölçüde kırılmıştı. mussolini hitler’den yüklü miktarda silah ve mühimmat istediyse de hitler ona “italya’ya silah yerine alman askerlerini yollayayım” dedi. açıkçası almanya’da son zamanlarda yaşanan asker eksikliği yüzünden çocuklar bile cepheye sürülmeye başlanmıştı ve italya’ya gönderilecek yeterince asker bile yoktu.
alman generallerin aksine italyan generaller çoktan muhalefet bayrağını çekmişti ve sivil kesimin desteğini zaten çoktan kaybetmiş olan mussolini’nin yönetimden indirilmesi an meselesiydi. 24 temmuz’da acil olarak toplanan italyan meclisi mussolini’ye güvenoyu vermedi ve tüm yetki ülkenin kralına geçti. mussolini için tutuklama emri çıkmıştı ve italya’da faşist rejim tarihe gömülmüştü. italya’da halk mussolini’nin çöküşünü kutlamak için sokaklara dökülmüştü çünkü bu italya’nın savaştan çekileceği anlamına geliyordu. almanya’da bile bir çok sivil ve asker savaşın biteceğini düşünerek sevinçle dolmuştu. hitler’in ise bu kadar kolay pes etmeye niyeti yoktu.
hitler mussolini’nin yönetimden düştüğünü duyunca aklına ilk olarak kendi kaderi geldi. italyan meclisi nasıl mussolini’ye güvenoyu vermediyse alman meclisi de aynısını kendisi için yapabilirdi. bundan zaten bir süredir şüphelenen hitler meclisi uzun zamandır toplamıyordu ama meclisi toplama yetkisi olan başka kişiler de vardı. hitler bir şekilde ülkede iktidarının devamı için meclisin toplanmasının önüne geçmeliydi. o günden sonra alman meclisinin tüm üyelerinin önünde sivil polisler nöbet tutacaktı ve tüm meclis üyeleri 24 saat gözetim altında tutulacaktı.
hitler kendi yönetimini sağlama aldıktan sonra italya konusunda yapabileceklerini düşündü. almanya italya’yı işgal edebilirdi veya italyan faşistlere dışardan destek verebilirdi ama iki seçenek de uzun soluklu bir sonuç getiremezdi. aslında o anda italya’nın durumu hitler’in pek umurunda değildi çünkü savaşta italyanlar’ın katkı yapmaktan çok ayakbağı olduklarını düşünüyordu ama savaşın başından beri yaptığı tüm konuşmalarda alman-italyan dostluğundan söz ettiği için yanılmış olmak istemiyordu. kendisi şu ana kadar ingiltere, rusya ve abd konularında defalarca yanılmıştı ve italya konusunda bari yanılmış olmak istemiyordu ve bunu egosuna yediremiyordu.
bu arada abd’nin yardımıyla atlantik kıyılarında üstünlüğü çoktan ele geçirmiş olan ingiliz donanmasından sonra ingiliz hava kuvvetleri de gökyüzünde hakimiyeti kayıtsız şartsız ele geçirmişti. artık ingiliz uçakları gece gündüz demeden istedikleri alman şehrini bombalayabiliyorken londra’yı bombalamak için yola çıkan alman uçakları daha hedefe ulaşmadan imha ediliyordu. böylece deniz cephesinden sonra hava cephesi de ingiliz-abd galibiyetiyle sonuçlanmıştı. bu mağlubiyetten çok kötü bir şekilde etkilenen alman hava kuvvetleri komutanı hans jeschönnek 18 ağustos gecesi intihar edecekti. denizde ve havada almanlar’ı mağlup eden ingiliz ve abd’lilerin önünde bir tek kara cephesi kalmıştı (orada da işi büyük ölçüde rusya bitiriyordu).
almanlar’ın son saldırısını başarıyla kışkırtan ruslar da burada duracak değildi. son saldırıları püskürtülen almanlar ruslar’ın karşı saldırıya geçmesini beklemiyordu ama ruslar artık almanlar’ın zayıf düşmesini fırsat bilerek kaybettikleri toprakları geri kazanmak için hazırlıklara başlamıştı. özellikle ukrayna cephesinde alman askerleri darbe üstüne darbe yiyordu ve her darbeden sonra alman savunma hattı onlarca kilometre geriye çekilmek zorunda kalıyordu. bu hızla giderse alman askerleri bir süre sonra almanya’ya geri dönmüş olacaktı. 27 ağustos itibariyle alman askerleri ukrayna’da zar zor tutunabiliyordu ve bu askerlerin imhası da başlamıştı. eylül ayının ilk haftasında başka çaresi olmadığını gören ve artık eskisi kadar inatçı olmaya cesareti kalmayan hitler kırım civarındaki alman askerlerinin geri çekilmesi için onay verdi.
3 eylül’de italya gizlice ingiltere ve abd ile barış antlaşması imzalayıp savaştan çekilmişti ama bunun haberinin hitler’e ulaşması 8 eylül’ü bulacaktı. bu haberi alan hitler sanki hiç beklemediği bir haber almış gibi şaşırma belirtileri gösterdi ama italya’nın savaştan çekileceği zaten mussolini yönetimden düştüğü gün belliydi. goebels, himmler ve göring gibi önemli adamlarıyla görüşme yapan hitler italya konusunu bir kez daha masaya yatırdı ve mussolini’den sonra göreve gelen geçici italyan hükümetinin “vatanlarına ihanet ettiği” sonucuna vardı. almanya gerekirse “italya’yı korumak için” kolları sıvayacak ve bu ülkeyi işgal edecekti. bundan sonra asıl merak konusu olan şeyse ingiltere ile abd’nin bir sonraki çıkartma ve saldırı noktasıydı. hitler saldırının yunanistan veya hollanda üzerinden geleceğini düşünüyordu ve buralardaki önlemlerin arttırılmasını istiyordu.
ingilizler italya’nın güney ucundan kuzeye doğru ilerlemeye başlamıştı ve 10 eylül itibariyle alman ordusu roma’ya girerek savunma pozisyonu almıştı. hitler bu halde hala ingilizler’in dostluğunu kazanmaya çalışıyordu. roma’nın güneyindeki italyan toprakları ingilizler’e bırakılmıştı ve bu “hediye” sayesinde ingilizler’in kendisiyle barış masasına oturmaya ikna olacağını düşünüyordu. goebels hitler’i stalin’le barış yapması konusunda da ikna etmeye çalışıyordu ama yukarda söylendiği gibi hitler stalin’in bu işe sıcak bakmayacağını bildiği için karşı çıkıyordu. alman ordusu çaresiz bir durumdaydı. bir yanda nazi yönetimi yeryüzünden silininceye kadar savaşa devam etme kararı almış olan ingiltere ile abd, diğer tarafta yine naziler yeryüzünde olduğu sürece masaya oturmama konusunda kararlı olan rusya vardı. çember giderek daralıyordu ve hitler’in artık geri adımlar atması bile bir fayda vermeyecekti. artık hitler rejiminin hayatta kalabilmesi için vakit çok geçti.
hitler uzun zamandır alman halkına bir konuşma yapmamıştı çünkü konuşma yapmak için övünülecek bir zafer kazanılmış olması gerekiyordu ve alman ordusu bir süredir zafer kazanmış değildi. goebels hitler’i roma’nın işgalinin zafer sayılabileceği konusunda ikna etmişti ve radyo üzerinden kısa da olsa bir konuşma yapmasını sağlamıştı. bu hitler’in savaşın sonuna kadar alman halkına yaptığı son konuşmalardan biriydi. konuşmanın konusu almanya-italya ilişkileriydi ve hitler mussolini’yi eleştirmemek için özen gösterirken italya konusundaki tüm eleştirileri italyan komutanlara yöneltiyordu. öyle ki italyan komutanlara laf sokabilmek için o güne kadar kanlı bıçaklı olduğu rommel’den bile övgüyle söz edecekti ve kuzey afrika’daki italyan askerlerinin hayatlarını ona borçlu olduğunu söylecekti. hitler’e göre içte ve dışta düşmanlarla boğuşan mussolini tam içerdeki düşmanları altetmek üzereyken kendisine darbe yapılmıştı ve mağdur edilmişti. aslında bu konuşmada yeni fazla bir şey yoktu ve hitler’in önceki konuşmalarındaki materyaller yeniden kullanılmıştı. hitler kısaca “bu saatten sonra italya istese de istemese de bu savaşın parçası olmaya devam edecek” diyordu.
12 eylül’de italya ve balkanlardaki italyan askerleri silah bıraktı ve italya’nın kuzey yarısı almanya’ya katıldı. ülkenin güney yarısı da ingiliz işgali altındaydı ve italya diye bir ülke kalmamıştı. aynı gün mussolini’nin hapsedilmiş olduğu bölgede operasyon düzenleyen alman ordusu kendisini serbest bırakmayı başardı. mussolini şimdi almanya’ya getirilmişti ve güvenliği alman askerleri tarafından sağlanacaktı. hitler her ne kadar devrilmiş olsa da mussolini’ye dostça davranmaya devam ediyordu ve büyük ihtimalle savaş bittikten sonra italya’yı kendisine kukla bir devlet olarak geri vermeyi planlıyordu. hitler’in bu operasyondaki amaçlarından biri de o sırada sarsılmak üzere olan romanya, bulgaristan, macaristan gibi müttefiklere “sizi asla yalnız bırakmam” mesajı vermekti.
mussolini sessiz sakin bir şekilde ortadan kaybolmak ve hayatını normal olarak sürdürmek istiyordu. yönetimden düştüğünde idam edilmemiş olduğu için kendisini şanslı olarak görüyordu ama şimdi hitler’in kendisini cephedeki başarısızlıklarından dolayı idam ettireceğini düşündüğü için pek mutlu olduğu söylenemezdi. 14 eylül’de hitler ile mussolini arasında bir görüşme gerçekleşti. hitler mussolini’yi görür görmez gülümseyerek sarılmıştı ve rahat olmasını söylemişti. ertesi gün almanya ile japonya ortak bir bildiri yayınlamıştı ve almanya-japonya ve italya arasındaki ittifakın devam ettiğini ilan etmişti. almanlar mussolini’ye radyodan italyan halkına seslenme fırsatı vermişti ve mussolini pek heyecanlı olmasa da kendisini zorlayarak bir konuşma yaparak görevinin başında olduğunu söylemişti. mussolini’nin o günden sonra savaşa devam edecek ne enerjisi ne de motivasyonu yoktu ve tam bir alman kuklasına dönmüştü.
italya’da olanlardan çok etkilenen hitler benzeri bir darbe teşebbüsünün almanya’da tekrarlanmaması için çalışmalara başlamıştı. 22 eylül’de goebels ile görüşen hitler ülkede devlete ve hükümete karşı işlenen suçların cezalarını arttırma yoluna gitmişti ve istihbarat çalışmalarına da ağırlık verilmesine karar vermişti. hitler son günlerde italya cephesiyle ve mussolini ile çokça ilgileniyordu ve ülkede güç kaybetmemek için şekilde şekle giriyordu ama rusya cephesinde işler giderek daha da kötüye gidiyordu orada olanlara hiç dikkatini vermemişti. ruslar smolensk şehrini geri almak için saldırıya geçmişti ve şehrin dış kapılarına dayanmıştı. aynı cephede almanlar’la beraber savaşan finlandiyalılar savaştan bıkmıştı ve almanya’dan bağımsız olarak rusya ve ingiltere’yle barış antlaşması imzalamaya hazırdılar. rusya cephesinde sürekli geri çekilmek zorunda kalan alman komutanlar hitler’e ulaşarak “ya bize takviye birlikleri yolla ya da rusya cephesinden tamamen çekilelim” demeye başlamıştı. hitler takviye asker yollayacak durumda değildi ama onları oyalayıp zaman kazanabilmek için “biraz daha dayanın, takviye birlikler birkaç hafta sonra yola çıkmış olacak” diyordu.
1 ekim’de napoli’yi alan ingilizler gözlerini alman işgali altındaki roma’ya dikmişti. 13 ekim tarihinde italyan hükümeti almanya’ya geç kalmış bir savaş ilanında bulunduysa da hitler bu savaş ilanını pek takmadı. zaten ortada almanya’ya karşı savaşacak bir italyan ordusu da kalmamıştı. ingilizler roma’ya epeyce yaklaşmıştı ama şehirdeki alman askerlerine saldırma işini epeyce ağırdan alıyorlardı. öyle ki ekim ayı geride kaldığında roma’ya hala bir kara saldırısı düzenlenmiş değildi. gökyüzünde en ufak bir yağmur olduğunda bile saldırı iptal ediliyor veya erteleniyordu. almanlar da roma’da savunma pozisyonu alırken şehrin güneyindeki ingiliz askerlerine karşı saldırıya geçmemişti. halbuki hitler birkaç yıldır ingilizler’in avrupa’ya asker çıkartmasını iştahla bekliyordu. şimdi beklediği olmuştu ama hiçbir tepki gösterememişti.
3 kasım’da bir kararnameye imza atan hitler batı cephesinde olası bir ingiliz çıkartması için hazırlıkların başlamasını emretti. mayınlar döşenecek, savunma pozisyonları alınacaki ve batı avrupa’daki sahil şeridi boyunca her türlü önlem alınacaktı. ingilizler’in tam olarak nereden saldıracağı belli olmadığı için tüm sahil şeridi savunma hattı olacaktı ama doğu cephesinde zaten çok sayıda asker kaybeden almanlar’ın yeterince askeri yoktu. bu yüzden rusya cephesindeki bazı askerlerler batı cephesine kaydırılacaktı. bu da rusya’nın alman topraklarına olan ilerleyişini hızlandırmaktan başka bir şey yapmayacaktı. örneğin 6 kasım’da ukrayna’daki kiev şehri haftalarca süren kanlı çarpışmaların ardından ruslar’ın eline geçmişti. rusya savaşın başından beri kaybettiği toprakların tamamını olmasa da önemli bir kısmını geri almıştı ve almanya toprakları cepten yemeye devam ediyordu. ruslar bu hızla giderse almanya’nın savaştan önceki topraklarına kadar gelebilirdi.
8 kasım’da nazi partisinin kurucularından oluşan bir heyete konuşma yapan hitler önceki konuşmalarına oranla farklı bir hava çizdi. hitler önceki konuşmalarında hep zafer kazanılacağını, almanya’nın rusya’dan da ingiltere’den de üstün olduğunu söylerken bu konuşmada “savaşı kaybetmeyeceğiz” “bu sefer sonuçlar dünya savaşından farklı olacak” gibi sözler söyleyerek galibiyet yerine mağlup olmamayı hedeflediğini göstermeye başlamıştı. teknik olarak “galip gelmek” ile “mağlup olmamak” arasında epeyce fark vardı. galip olmak demek savaşın tüm hedeflerini yerine getirmesi, örneğin rusya’nın ve komünizmin ortadan kalkması, demekti ama şimdi bunların hiçbiri olmayacak gibiydi ve hitler “kaybetmeyeceğiz” diyordu, yani “almanya ortadan kalkmayacak” diyordu.
kasım ayının geri kalanı nispeten sessiz geçmişti. ingilizlerle amerikalılar avrupa’ya yapacakları çıkartma için hazırlanıyordu ve ruslar da almanlar’ı kiev’den attıktan sonra dinlenmeye çekilmişti, zira her ne kadar rusya cephesinde son ayların galibi rusya’ysa da iki taraf da çok ağır kayıplar vermişti ve iki tarafta da zayiatlar milyonlarla ölçülüyordu. kasım ayının sonunda ingilizler berlin’i uçaklarla çok yoğun bir şekilde bombalarken bu bombardımandan nasibini alan hitler’in başkanlık sarayı büyük ölçüde zarar görmüştü ama hitler askeri karargahında olduğu için bu saldırıdan zarar almadan çıkmıştı.
aralık ayının başında son zamanlarda yavaşlayan tempodan sıkılan ve bir an önce zafer konuşması yapmak için can atan hitler kış soğuğuna aldırmadan kiev’in yeniden alınması için saldırıya geçilmesi emrini verdi. bu saldırı ilk haftasında kısmı başarı sağlamıştı. toplamda 10 binden fazla rus askeri öldürülüp 5 bin kadarı esir alınmıştı ve alman ordusu birkaç mahalleyi ele geçirmişti ama kiev ele geçirilmekten çok uzaktı. hitler noel’den önce zafer konuşması yapmak istiyordu ama bu pek mümkün olmayacak gibi gözüküyordu. noel zamanı geldiğinde ruslar çoktan karşı atağa geçmişti ve kaybettikleri mahalleleri geri almakla kalmayıp almanlar’ı daha da geriye itmeyi başarmıştı.
hitler ilkbahar gelip karlar eriyince ingilizler’le abd’liler’in avrupa’ya asker çıkartacağı istihbaratını almıştı ama saldırının tam olarak nerede gerçekleşeceğini hala bilmiyordu. saldırı denize kıyısı olan herhangi bir ülkeye gerçekleşebilirdi ve norveç’ten yunanistan’a kadar uzanan bu liste kabarıktı. almanlar tüm kıyılarda güvenlik önlemlerini arttırmayı planlıyordu ama elde yeterince kaynak yoktu. hitler bundan sonra geceleri uyumakta bile zorlanacaktı. bir sabah kalkıp “ingilizler norveç’e asker çıkartacak bundan kesin eminim” diyen hitler ertesi sabah “yok yok, yunanistan’a saldıracaklar” diyordu ve sürekli fikir değiştiriyordu. halbuki geçen sene ingilizler’e “gelin istediğiniz kıyıyı boşaltalım da rahatça asker çıkartın, kozumuzu karada paylaşalım” diye meydan okuyordu. hitler saldırının nereye başlayacağını bilmediği için kafayı yemek üzereydi ve zaman zaman yanındaki kurmaylarına “şu saldırı başlasa da rahatlasam” diyordu.
1943 yılı sona erdiğinde hitler için hiç de başarılı bir yıl olmamıştı. ingilizler’e karşı atlantikte yürütülen deniz savaşı büyük ölçüde kaybedilmişti ve hava savaşında da ingilizler’in bariz üstünlüğü vardı. rusya cephesinde stalingrad savaşı kaybedilmişti ve almanlar 1942 yılı boyunca elde ettikleri tüm toprakları geri kaybetmişlerdi. italya artık savaş dışıydı ve kuzey afrika cephesi de kaybedilmişti. 1944 yılı başlarken hitler’in savaşı kaybedeceği net bir şekilde belli olmaya başlamıştı. almanya pirince giderken eldeki bulgurdan olmak üzereydi ve hitler bile savaşın kaybedileceğini anladıysa da almanya’nın orjinal topraklarını kaybedeceğine ihtimal vermiyordu. yavaş yavaş almanya’nın orjinal toprakları da riske girmeye başlamıştı. 1944 yılına girilirken hitler’in amacı önceki senelerin aksine toprak kazanmak değil kazanılan toprakları elde tutmak, veya en azından kaptırılacak olan toprakları mümkün olduğunca minimumda tutmaktı. hitler’in konuşmaları da her sene değişiyordu. 1940 yılının yılbaşı gecesi yaptığı konuşmada “bu sene savaşı kazanacağız” gibi kesin bir ifadede bulunan hitler, 1941 yılının yılbaşı gecesinde “bu sene savaşı kazanmalıyız” ve 1942’de “bu sene savaşı kazanmayı umuyoruz” ve 1943’te “savaşı eninde sonunda kazanacağımıza inanıyorum” ve 1944’te “savaşı kaybetmeye tahammülümüz yok” diyordu. söylemler git gide değişiyordu.
avrupa’ya çıkartma yapmak için ingiltere, abd, kanada, avustralya orduları bir araya gelmiş ve ortaya 2 milyona yakın devasa bir asker topluluğu çıkmıştı. hitler dahil tüm alman yetkililer böyle bir gücün avrupa’ya çıkması halinde savaşın dengesinin tamamen değişeceğini ve almanya’nın tutunmasının imkansız hale geleceğini anlamıştı. bu yüzden ingiliz öncülüğündeki koalisyonun avrupa’ya asker çıkartmaması için ne gerekiyorsa yapılmalıydı. italya’ya çıkan askerler roma’nın yakınlarına kadar gelip burada savunma pozisyonu almıştı ve şimdilik kuzeye çıkma niyetleri yok gibiydi. hitler hala saldırının tam olarak nereden geleceğini tahmin edemiyordu ve bu onu çılgına çeviriyordu.
ocak ayının ilk haftasında alman ordusunun rusya’daki dnieper bölgesinde de tutunamayacağı ortaya çıkmıştı ama hitler bölgenin ne pahasına olursa olsun savunulmasını emretmişti. hitler’e göre dnieper düşerse macaristan, romanya ve bulgaristan da düşerdi ve bundan cesaret alan rusya türkiye’yi kısa süre içinde yutardı. her ne kadar türkiye savaşta tarafsızlığını ilan etmiş olsa da hitler türkiye’yi ilerde kullanabileceği gizli bir müttefik olarak görüyordu ve türk hükümetiyle alman hükümeti arasında sürekli devam eden bir diplomasi trafiği vardı. o sırada en büyük hedefi ne olursa olsun savaşa girmemek olan türkiye başarılı bir denge politikası yürütüyordu ve hitler henüz bunun farkına varmış değildi.
hitler bir yandan rus cephesine sımsıkı tutunulmasını istiyordu, bir yandan bu cephede sürekli takviye isteyen komutanların isteğini geri çeviriyordu. ingilizler kıta avrupa’sina asker çıkartana kadar hitler’in ordusunun önemli bir kısmı avrupa kıyılarında mevzi alıp bekleyecekti ve ingilizler geri püskürtüldükten sonra bazı askerler doğu cephesine kaydırılacaktı. tabi ki bu hiçbir zaman gerçekleşmedi çünkü ingilizler hiçbir zaman geri püskürtülemedi.
hitler o günlerde “şu anki tüm cephelerde tutunup birkaç sene boyunca kazandığımız toprakları aynen muhafaza edersek savaş kendiliğinden bitecektir” düşüncesine hakimdi. ona göre ingilizler’le ruslar arasındaki ittifak uzun süre boyunca sürdürülemezdi ve ingilizler’in savaşma azmi de giderek azalıyordu. gerçekte ise ingilizler de ruslar da almanya’ya açtığı savaştan dolayı gerekli cezayı vermeden pes edecek değildi ve iki ülke de gerekirse 10-20 sene daha savaşmaya hazırdı. geçen zaman almanya’nın lehine değil aleyhine işliyordu.
savaşın başında cepheye ilk sürülen alman askerleri nazi yanlışıydı ve ölümüne savaşıyordu. bu askerlerin birçoğu cephelerde telef olmuştu ve alman ordusu yeni askerleri cepheye sürmek zorunda kalmıştı. yeni gelen askerler eskileri kadar ideolojik değildi ve bu hitler’i rahatsız ediyordu. hitler rus ordusunun askerleri nasıl ideolojileri için ölmeyi göze alıyor ve gözlerini kırpmadan ölüme atlıyorsa aynısını kendi askerlerinin de yapmasını istiyordu. bu yüzden 8 ocak itibariyle erden generale kadar alman ordusuna katılan tüm askerlere belli aralıklarla nazizm propagandası verilmesi ve ideolojik olarak askerlere belli bir “donanım” katılması kararlaştırıldı.
17 ocak’ta yıllardır kuşatma altında olan ama bir türlü düşmeyen leningrad’ı rahatlatmak için hücuma geçen rus askerleri şehri kuşatan alman askerlerine ağır kayıplar verdirmeye başladılar. ruslar’ın isabetli topçu ateşi karşısında almanlar neye uğradıklarını şaşırmışlardı. 3 yıldır alman kuşatmasıyla, açlıkla ve hastalıklarla boğuşan ve neredeyse tamamen harabelere dönen leningrad’ın çevresinkdeki şiddetli çarpışmalar ocak ayının sonuna kadar devam etti. 27 ocak itibariyle ağır zayiatlarla geri çekilen almanlar şehrin 50-60 km kadar gerisine düşmüştü.
aynı günlerde ingilizler ve amerikalılar italya’ya gemiyle asker çıkartmaya başlamıştı ve roma’nın hemen güneyinde binlerce asker birikmişti. müttefikler henüz italya’nın başkentine karşı saldırıya geçmemişti ama şehrin yakınındaki asker yığılması arttıkça bunun artık zaman meselesi olduğu ortaya çıkmıştı. bunu bilen hitler, generallerinden albert kesselring’e şehri savunmak için taktiklerin ve silahların yetmeyeceğini, aynı zamanda askerlerin ideolojik olarak da donanımlı olması gerektiğini, düşmanlarına fanatikçe saldıran ve ölümden korkmayan askerlerin şehri savunabileceğini söylemişti. 30 ocak’tan sonra italya topraklarındaki ingilizler ile almanlar arasındaki çarpışmalar düşük yoğunlukta da olsa başlamıştı ve iki ülkenin askerleri de siper savaşı vermekteydi. henüz iki taraf da hücuma geçecek durumda olmadığı için savaş uzun süre bir çizgi üzerinde devam etti.
30 ocak’ta alman radyosuna kısa bir konuşma veren hitler ingilizler’e seslenerek “ateşle oynuyorsunuz, rusya bizi yenerse sadece almanya değil tüm avrupa, hatta ingiltere bile komünizmin pençesinde kalacak ve avrupa’yı kurtarabilecek kimse olmayacak” mealinde şeyler söyledi. hitler’e göre savaş almanya ile müttefikler arasında değil komünist rusya ile avrupa medeniyetleri arasındaydı ve almanya’nın kazanması halinde savaş bitecekken rusya’nın kazanması halinde rusya-ingiltere savaşına dönüşerek devam edecekti. hitler ingilizler’i tehdit ediyor gibi gözüküyordu ama ses tonu daha çok ingilizler’e yalvaran bir ses tonunu andırıyordu. bu esnada hitler savaşı kaybedeceğini anlamıştı ama yıkılmaz iki duvar arasında (ingiltere ve rusya) kaldığı için çaresizdi ve çöküşünü geciktirmekten başka yapabileceği bir şey yoktu.
şubat ayının ortasına gelindiğinde ruslar kırım’ın kuzeyindeki nikopol şehrini de geri almayı başarmıştı ve ukrayna’daki alman askerlerinin gerilemesi devam ediyordu. ruslar dinlenip dinlenip alman askerlerine saldırıyordu ve her saldırıdan sonra bir yerleşim birimi daha ruslar’ın eline geçiyordu. bu hızla gidilirse ilkbahar geldiğinde almanlar güney cephesinde ukrayna’dan tamamen atılmış olacaktı ve kuzey cephesinde de ruslar polonya’nın önemli bir kısmını ele geçirmiş olacaktı. hitler içten içe savaşın kaybedildiğini biliyordu ama yayınlanan basın açıklamalarında hala zafer kazanılmış havası veriliyordu ve imha edilen yüzlerce rus tankından, onlarca rus uçağından ve binlerce rus askerinden bahsediliyordu.
aynı günlerde cherkessk bölgesinde ruslar tarafından çember altına alınan binlerce alman askeri imha edilmeyi beklerken son anda hitler’den çemberi kırma konusunda onay gelmişti ve son bir saldırıyla çember kırılmıştı. almanlar şehirden geri çekilip püskürtülmüştü ama en azından tamamen imha edilmekten kurtulmuşlardı.
ruslar’ın ilerlemesi devam ederken mart ayına girilmişti ve avrupa’da yavaş yavaş karlar erimeye başlamıştı. artık hitler’in neredeyse 6 aydır korkuyla beklediği ingiliz işgali için şartlar hazırdı ve saldırı her an gelebilirdi. alman istihbaratı hala saldırının tam olarak nereden geleceğini kestiremediği için binlerce kilometrelik sahil şeridinin tamamı sivillere kapatılmıştı ve askeri nizam alınmıştı. bu arada sürekli ya generalleriyle, ya kurmaylarıyla ya da kendisine yakın devlet adamlarıyla sürekli görüşmeler yapan hitler halktan köşebucak kaçıyordu ve eskiden konuşma yapma fırsatı bulduğu için canla başla beklediği önemli günlere veya resmi törenlere katılım göstermiyordu.
18 mart’ta almanya’nın müttefiği olan macaristan’ın başkanı horthy’i ağırlayan hitler onu ülkesindeki yahudiler’i katletme konusunda bir türlü ikna edemediği için kızgındı. macaristan’da 1 milyona yakın yahudi vardı ve horthy’nin bazı uzak akrabaları yahudiler’le evliydi ve kendisi yahudiler’in katledilmesi için ortada geçerli bir sebep göremiyordu. hitler “macaristan’da 1 milyona yakın yahudi’nin serbestçe yaşaması bize yapılmış bir tehdittir” diyerek macarlar’ı işgalle tehdit etti ve şu ana kadar rusya cephesinde yaşanan başarısızlıklardan dolayı macarlar’ı sorumlu tuttu. artık hitler o gün karşısında kim varsa kötü giden rusya cephesiyle ilgili olarak tüm suçu ona yıkıyordu. o gün de kuradan macaristan çıkmış gibiydi.
konuşmanın sonunda hitler horthy’den macaristan’ı işgal etmek için izin istedi. horthy macar anayasasına göre böyle bir izni tek başına verme yetkisi olmadığını söyledi. bu kez hitler ona macaristan’ı zorla işgal etmek zorunda olduğunu söyledi ve horthy de macar askerlerinin teslim olmayacağını ve sonuna kadar savaşacağını söyledi. hitler “böyle bir şey olursa macaristan’da taş üstünde taş bırakmayız” deyince horthy çaresiz kaldı ve “o zaman görevimden istifa ediyorum, ne halin varsa gör” dedi. hitler de “istifa edersen ne senin ne de ailenin can güvenliğini garanti altına alamam” diyerek tehditlerini sürdürdü. horthy çok sinirlenmişti ve “madem her şeye zaten karar verdin, o zaman burada bana ihtiyacın yok” diyerek odayı terk etti.
horthy trene atlayıp macaristan’a dönerken alman ordusuna hücum emri verildi. ayrıca horthy’nin trenindeki telefon hattı kesilmişti ve ülkesini arayıp haber vermesi engellenmişti. alman askerleri macaristan sınırını geçtiğinde macar hükümeti hitler’i arayıp ne olduğunu sorunca “horthy’nin onayıyla askerlerimiz macaristan’a girdi” cevabını almıştı. macar askerleri hiçbir direniş göstermemişti ve almanlar ülkeyi kolayca ele geçirmişti. 22 mart’ta macaristan’da yeni bir hükümet kurulmuştu ve hitler gazetelere zafer ilanında bulunmuştu. alman ordusu cephede zafer kazanmayalı o kadar uzun bir süre olmuştu ki almanlar’ın kendi müttefiklerine saldırması bir zafer sayılmaya başlanmıştı. bundan birkaç hafta sonra macaristan’daki yahudiler’in tutuklanma ve katliam işlemleri başladı.
bu arada finlandiya ile rusya barış masasına oturmuştu. rusya iki ülkenin 1940’daki eski sınırlarına geri dönmesini kabul etmişti ve finlandiya topraklarındaki tüm alman askerlerinin tutuklanıp alman tank ve savaş gemilerine el konulmasını şart koşmuştu. finlandiya daha rusya’yla yeni savaştan çıkmışken almanya’yla savaşa girmek istemiyordu ve bu konuda tereddüt ediyordu. ruslar finlandiyalılar’ı ikna edebilmek için helsinki ve çevresindeki bazı şehirleri bombalamaya başlayınca hitler bunu fırsat bilerek finlandiyalılar’a “ruslar’la antlaşma imzalayıp silah bıraktığınız anda ruslar sizi katledecek” şeklinde mesajlar yollamaya başladı. finlandiyalılar’ın kafası bulanmıştı ve rusya ile yapılacak olan barış antlaşması birkaç ay daha ertelenecekti.
mart ayının sonuna gelinirken alman orduları rusya’da çember içindeydi ve yıkımın eşiğindeydi. bir çok alman komutan geri çekilebilmek için hitler’den izin istiyordu ve hitler hemen hemen kimseye izin vermiyordu. hatta yavaş yavaş geri çekilmek için izin isteyen generallerden bıkan hitler, bu şekilde kendisine yaklaşan generalleri birer birer görevden almaya başlamıştı. bu şekilde kellesi giden ilk 2 general manstein ve kleist ikilisi oldu. hitler generaller kendisine karşı isyan etmesin diye onlara yüklü bir maaş bağlamıştı ve bu maaşa her sene ciddi manada zam yapılıyordu. yine generallere yönettikleri cephe ve kazandıkları zafer başına prim veriliyordu. emekli olan veya görevden alınan generallere bile yüksek ücret ödenmeye devam ediliyordu. herşey hitler’in rahatının bozulmaması içindi.
nisan ayında rus cephesinde eriyen karlar almanlar için hiçbir şeyi değiştirmemişti. ukrayna’da rus hücumu tam gazla devam ediyordu ve son düşen önemli şehir odessa olmuştu. böylece ukrayna’nın karadeniz kıyıları neredeyse tamamen naziler’den temizlenmişti. ruslar romanya kapılarına kadar gelmişti ve almanlar’ın burada da fazla tutunamayacağı belliydi.
ukrayna’da rus kuşatmasını yarıp askerlerinin hayatını kurtaran komutanlardan biri general hube’ydi. kendisi askerleriyle ölümüne savaşmadığı için hitler’in nefretini kazanmıştı. hitler hube’yi “ukrayna’da kazandığı zaferi kutlamak için” yanına çağırdı ve kendisine onca askerin hayatını kurtardığı için kahramanlık madalyası verdi. gece boyunca hube onuruna kutlamalar verilmişti ve sabah 4 sularında hube’nin uçakla askerlerinin başına geri dönmesi planlanmıştı. hube’nin uçağı kalktıktan kısa bir süre sonra havada arızalandı ve dağa çakıldı. o günlerde hitler’in emirlerine karşı gelenlerin uçakları sıklıkla dağa çakılıyordu ve bu olaydan kimin sorumlu olduğu çok netti. alman gazeteler önce hube’ye verilen madalyadan bahsedecekti ve dört gün sonra da düşen uçaktan bahsedecekti. böylece kimse hitler’den şüphelenmeyecekti. hube hitler’in de katıldığı bir devlet töreniyle gömüldü.
nisan ayı da sona ermişti ama aylardır beklenen ingiliz-abd saldırısı hala gerçekleşmemişti. 13 mayıs itibariyle almanlar kırım bölgesinden tamamen atılmıştı ve ukrayna’da ruslar tarafından esir alınanlar hariç neredeyse hiç canlı nazi askeri kalmamıştı. rus cephesi almanlar için tam bir felakete dönüşmüştü ve daha batı cephesindeki savaş başlamamıştı bile. hitler ingilizler’in avrupa’ya saldırmasını beklemekten bıkmıştı ve nereye saldıracaklarını düşünmekten geceleri uyuyamaz olmuştu. bir an önce ingiliz saldırısının gerçekleşip püskürtülmesini istiyordu. bu yüzden ingilizler’i provoke edecek yeni bir operasyon başlatmalıydı. almanlar’ın dizaynını bitirip üretime geçtiği uzun menzilli ve güdümlü roketleri fransa ve hollanda kıyılarından ingiltere’ye ulaşabiliyordu ve hitler bu roketleri ingilizler üzerinde test etmek istiyordu. almanlar 4-5 bin roket stokladıktan sonra haziran ayının ortasından itibaren ingiltere’ye günde 50-100 arası roket yollayacaklardı. roket saldırısı başarılı olduğu taktirde rusya cephesinde de kullanılmasına karar verilmişti.
italya’da uzun süredir çizgi halinde devam eden sığınak savaşından sonra amerikalılar ve ingilizler 11 mayıs itibariyle roma’yı alıp alman ordusuna darbe vurmak maksadıyla hücuma geçmişti. henüz saldırının 5. gününde alman savunma hattı delinmişti ve müttefikler roma’nın kapılarına kadar yaklaşmıştı. almanlar’ın tüm cephelerdeki düşmanlarına karşı savaşacak yeterince kaynağı yoktu. ingilizler sahip oldukları sömürgeler sayesinde dünya’nın yarısına ve neredeyse sonsuz kaynağa sahipti. ingiltere’nin ölen askerlerinin yerine yenisini koyması pek zor olmuyordu ama almanlar’ın kaynakları tükeniyordu. almanya yine birinci dünya savaşının sonunda düştüğü duruma düşmüştü ve sonuçlar yine aynı olacaktı.
haziran ayının başında ruslar bulgaristan’ın çok yakınına gelmişti ve 2 haziran’da bulgaristan’daki hükümet değişmişti. bulgarlar ruslar’ın saldırısını bu şekilde savuşturmak ve herşeyin suçunu geçmiş hükümete atmak istiyordu. bundan bir gün sonra roma’yı savunan alman ordusu çok ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. hitler roma’nın tamamen boşaltılmasını istiyordu ve şehir ingilizler’e bırakılacaktı. almanlar cephede bir mağlubiyet daha almıştı ve hitler’in etrafındaki çember giderek daralıyordu.
roma düştükten sadece birkaç gün sonra, 6 haziran’da uzun zamandır beklenen çıkartma harekatı başladı ve 2 milyona yakın müttefik askeri fransa’nın normandiya sahillerine doğru akmaya başladı. hitler ingilizler’in norveç’e, yunanistan’a veya danimarka’ya ineceğini beklerken ingilizler hemen ingiliz kanalının öte yanındaki şehre, yani kendilerine coğrafi olarak en yakın olan bölgeye inmeyi tercih etmişti. hitler bir arada ingilizler’in burada gelebileceğini düşündüyse de sonradan “o kadar aptal olamazlar” deyip fikrini değiştirmişti. aslında ingilizler normandiye’ye saldıracaklarını 2 gün önceden belli etmişti çünkü ingiliz savaş uçakları burayı operasyondan 2 gün önce yoğun bir bombardımana tabi tutmuştu. normandiye’ye ingiliz ve amerikan askerleri indiğinde müthiş bir direnişle karşılaşmıştı ve çok sayıda asker can vermişti ama ilerleyen saatlerde ingiliz hava kuvvetlerinin başarılı yakın desteğiyle beraber işler değişmeye başlamıştı. daha çarpışmaların ilk günü geride kalmadan müttefiklerin sahilde kalıcı olduğu ortaya çıkmıştı ve hitler’in en büyük kabusu gerçekleşmişti.
hitler müttefiklerin saldırı haberini aldığında rahatlamışa benziyordu. aylardır onu uykusuz tutan konu artık açığa çıkmıştı ve almanlar ingilizler’i sahilden attıkları taktirde savaşı kazanacaktı, zira ingilizler bir kere mağlup olduktan sonra bir daha saldırmaya cesaret edemezdi. almanya’nın normandiya sahillerinde 200 bin civarı askeri mevcuttu ve bu askerlerin 2 milyon müttefik askerine direnmesi uzun sürede mümkün değildi. bu yüzden müttefiklerin sahilde mümkün olduğunca uzun süre oyalanması ve diğer cephelerden destek alman askerlerinin getirilmesi gerekiyordu. hitler günün sonunda ingilizler’in büyük ölçüde denize döküldüğü haberini duymak istiyordu ama duyduğu haber bunun tam tersiydi. ingilizler kıta avrupa’sında italya dışında kalıcı bir üs sahibi olursa almanya’nın çökmesi en fazla birkaç ay sürerdi ve hitler bunun bilincindeydi.
10 gün süren çarpışmaların ardından haziran ayının ortasına gelindiğinde müttefikler fransa’da kalıcı olduklarını göstermişti ve alman ordusu yavaş yavaş geriye çekilmeye başlamıştı. hitler daha önce ingiltere’ye haziranın ortasından itibaren fransa sahillerinden uzun menzilli roket saldırıları düzenlenmesini emretmişti ama şimdi bu saldırılar hollanda sahillerinden gerçekleşmek zorundaydı. orjinal planda roket saldırılarının amacı ingilizler’i saldırıya provoke etmekti, halbuki şimdi amaç ingilizler’i geri çekilmeye zorlamak şeklinde değişmişti. 16 haziran’dan itibaren londra ve çevresine hemen hemen her gün ve gece roketler yağmaya başladı.
bu arada hitler tarafından afrika’daki başarısızlıkların sorumlusu olarak gösterilen ama kendisinden bir türlü vazgeçilemeyen rommel’e fransa-belçika-hollanda hattında bir ordu ve savunma görevi verilmişti. zamanında afrika’da “silah ve teknoloji olarak düşmanımız bizden çok üstün” diyerek hitler’i sinirlendiren rommel 17 haziran’da yine benzeri bir beyanatta bulunarak hitler’i yine sinirlendirmişti. artık rommel’in suyu ısınmıştı ve bu dünya’daki son günlerini yaşamaya başladığını herkes anlamıştı. hitler v-1 roketlerinin savaşın gidişatını değiştirebileceğine inanıyordu ama her konuda olduğu gibi yine yanılmıştı. bir ara londra yerine normandiye’ye çıkartma yapan ingiliz ve abd askerlerinin roket yağmuruna tutulması düşünüldüyse de v-1 roketlerinin uzun menzilde zaman zaman birkaç km hata payı olduğunu öğrenildiğinde bu fikirden vazgeçildi, zira bu kadar hata payı olan füzeler alman askerlerini de vurabilirdi. halbuki londra’ya atılan füzenin hedefini 2-3 km şaşması pek bir şeyi değiştirmezdi ve şehre yine zarar verirdi. bu yüzden bu silah genelde londra’ya karşı kullanılacaktı. gerçi ingiliz hava kuvvetleri bir süre sonra bu roketleri havada vurup imha etmeye başlamıştı ve hitler’in tüm umutlarını bağladığı bu roketlerin etkisi giderek azalmaya başlamıştı.
22 haziran’da almanlar’ın rusya’ya savaş ilan edişinin 3. yıldönümüne girilmişti ve ruslar bu tarihi boş geçmek istemiyorlardı. bu tarihte yeni bir rus saldırısı başlamıştı ve kısa süre içinde bugünkü beyaz rusya’da 300 bin kadar alman askeri çembere alınmıştı. hitler bu askerlerin teslim olmasına veya çemberi delip geri çekilmesine izin vermemişti ve ruslar çemberi giderek daraltmaya başlamıştı. ruslar’ın çember içine aldıkları bu devasa alman ordusunu tamamen imha etmeleri 15 günden az sürdü. operasyonun bu ayağı bittiğinde 300 bin alman askerinin tamamı etkisiz hale gelmişti ve beyaz rusya civarında tek bir alman askeri bile kalmamıştı. buradaki 300 bin askerin etrafındaki çemberin bir benzeri de hitler’in etrafında vardı ve artık hem doğudan hem batıdan bu çember hızla daralıyordu.
hitler’in etrafındaki generaller bir an önce ingiltere ve rusya’yla barış antlaşması imzalanması ve bu uğurda gerekirse savaş boyunca elde edilen tüm toprakların geri verilmesi konusunda seslerini yükseltmeye başlamıştı. hitler bu işten hiç memnun değildi. generallerini susturmak için “şu anda mühendislerimiz çok önemli silahlar üzerinde çalışıyor. çok yakında cepheye yeni süreceğimiz silahlar sayesinde savaşın seyri değişecek. ayrıca 800 yeni jet uçağımızın üretimi bitmek üzere” şeklinde sözler veriyordu. generaller de “o uçaklar bitse bile elimizde o uçakları kullanabilecek sayıda pilot kalmadı, savaşı çoktan kaybettik” demeye başlamıştı. bundan sonraki günlerde birer birer generaller vefat etmeye başladı. hemen hemen her gün generalin biri ya kalp krizi geçiriyor, ya onu taşıyan uçak düşüyor ya da “beklenmedik bir sebepten” hayatını kaybediyordu. hitler şüphe çekmemek için ölen generallere devlet töreni yaptırıyor ve çoğu zaman cenazelere bizzat katılıyor veya çelenk gönderiyordu ama herkes ölenlerden hitler’in sorumlu olduğunu biliyordu.
temmuz ayının ilk haftasında ruslar litvanya’yı ele geçirmişti ve almanya’ya epeyce yaklaşmıştı. müttefikler de batıdan bastırıyordu. aynı günlerde japonya için de işler pek iyi gitmiyordu ve pasifik adalarında amerikan üstünlüğü başlamıştı. hitler halkın silahlanıp sonuna kadar savaşmasını, aksi taktirde komünistler almanya’yı ele geçirirse tüm almalar’ın infaz edileceğini ve alman ırkının dünya’dan silineceğini söylüyordu. bu arada hitler’e muhalif olan askeri kesim hitler’in infaz edilip ortadan kaldırılması için plan üstüne plan yapıyordu. en sonunda 20 temmuz tarihinde hitler’in bombalı bir saldırıda öldürülmesine karar verildi. almanya’nın kurtuluşunun tek yolu hitler’i ortadan kaldırıp rejim değişikliğine gittikten sonra ingiltere ve rusya ile masaya oturmaktı.
hitler’in suikastı için alman direniş hareketinin liderlerinden claus von stauffenberg seçilmişti. kendisi afrika’daki cephede savaştıktan sonra tek gözünü kaybetmişti ve çeşitli yerlerinden yaralanmıştı. vücudundaki bazı yaraların etkisi ve izi hiçbir zaman silinmeyecekti. kendisine hitler düştükten sonra kurulacak yeni hükümette savaş bakanı olma sözü verilmişti. aslında stauffenberg 7 temmuz’da hitler’e epeyce yaklaşmıştı ve onu uzaktan kumandalı bir bombayla öldürme şansı vardı ama hitler’in yanında himmler olmadığı için operasyonu ertelemişti çünkü bir bombayla ikisini birden öldürmek istiyordu.
hitler’e karşı gerçekleşecek olan suikastten 1 hafta önce fransa’dan kendisine mektup yazan rommel kendisi için artık bardağı taşıran ifadelerde bulunmuştu. rommel’in mektubunda “savaşı kaybedeceğimiz en başından beri belliydi ve şimdi bu gerçekleşiyor. umarım hatalarından ders alırsın ve gerekeni yaparsın” diyordu ve o güne kadar hitler’e karşı kimsenin söylemeye cesaret edemediği sözleri kullanıyordu. bu da onun idam fermanı olacaktı. hitler aslında kendisine itaat etmediğinden şüphelendiği çok sayıda asker ve sivili idam ettirmek istiyordu ama elinde bahane yoktu. 20 temmuz’daki suikast denemesi ona tam da aradığı bahaneyi altın tepside teslim edecekti.
suikastın yapılması planlanan 20 temmuz günü gelmişti. hitler bir grup generalle bir yeraltı sığınağında görüşecekti ama toplantı son anda üst kata taşınmıştı. bu saldırının etkisini azaltabilecek bir gelişmeydi çünkü pencereleri olmayan bir yeraltı sığınağında patlayacak bir bomba pencereleri olan geniş bir alana göre çok daha fazla yıkıma sebep olabilirdi. suikastı gerçekleştirmesi beklenen stauffenberg yanında içinde bomba olan bir “bond çanta” getirmişti ve hitler’in yakınına oturmasının da verdiği avantajla bu çantayı hitler’in oturduğu masanın altına koymuştu. birazdan telefon görüşmesi yapacağı bahanesiyle odadan çıkan stauffenberg bombanın patlamasını beklemeye başladı. birazdan ayağa kalkıp bir şeyler anlatan hitler masanın birinde duran bir haritada bir noktaya işaret etmek için eğildiği anda bomba patladı. bomba beklenen etkiyi yapmadı ve odanın bir tarafından diğerine savrulan hitler hafif yaralarla durumu atlattı. odada hitler’den çok daha kötü durumda olanlar ve daha sonra yaralarından dolayı ölecek olanlar da vardı ama “kendisini tanrılar’ın koruduğuna inanan” hitler bir şekilde kurtulmuştu.
bu arada saldırıyı düzenleyen stauffenberg operasyonun başarılı olduğunu ve hitler’in öldüğünü düşünerek çoktan olay yerini terk etmişti. o kargaşada bir çok kişi hitler’in artık hayatta olmadığını düşünüyordu. birazdan patlamanın olduğu yerde ortalık sakinleşmişti ve yaralılar başka yere taşınırken hitler’e pansuman yapıldıktan sonra yeni bir üniforma verilmişti. hitler binanın her yerinin aranmasını istiyordu çünkü binada başka bombalar da olabilirdi. normalde her olayda bağırıp çağıran hitler o gün oldukça sakındı ve bu herkesin dikkatini çekmişti. aslında hitler kendisine muhalif kesimi katledebilmesi için bahane veren bu olaydan dolayı mutluydu. kendisi ayrıca üst üste 3. bombalı saldırıdan da zarar görmeden kurtulmasını tanrı’dan bir işaret olarak görüyordu ve savaşta zaferin geleceğine olan inancı artmıştı.
berlin’de toplanan muhalif generaller stauffenberg’den gelen “iyi haberi” kutlamaya başlamıştı ve yeni kurulacak alman hükümetinin bakanlıklarını kendi aralarında paylaşmıştı. bunun haberi kısa sürede hitler’e ulaştığında onları “suçüstü” yakalamak isteyen hitler anında harekete geçilmesi emrini verdi. bir anda olayla alakası olsun olmasın, daha önce hitler tarafından muhalif olmakla fişlenen kim varsa tutuklandı. sadece muhalif olduğundan şüphelenilenler değil, onların eşleri ve çocukları da tutuklanmıştı. toplamda olayla alakalı olarak tutuklananların sayısı 7 bini geçmişti ve bunların 5 bin kadarı kısa süre içinde infaz edilecekti.
uzun zamandır halka konuşma yapmak için bir zafer kazanmayı bekleyen hitler bu saldırıdan neredeyse yara almadan çıkmış olmasını bir zafer kabul ederek alman radyosundan halka seslendi. alman ordusunu hitler yönetmeye devam edecekti ama alman ordusuyla kendisi arasına bir sivil katman daha geliyordu. hitler’in altında himmler olacaktı ve himmler alman ordusunu yönetecekti. böylece ordudaki generallerin etkisi giderek azalacaktı. almanya’da işler iyice karışmıştı ve artık bundan sonra ülkeye paranoya hakim olacaktı. himmler her ne kadar bir çok konuda hitler’le aynı fikirde olmasa da ülkeyi bu saatten sonra tek parça halinde tutabilmek için muhalifleri ağır şekilde cezalandırması gerektiğini biliyordu. almanya’nın o ana kadar savaşı kazanması için ufacık bir ihtimal kaldıysa o da ortadan kalkmıştı.
hitler iç sorunlarla boğuşurken doğu ve batı cephelerini ihmal etmişti ama zaten yapabileceği pek fazla bir şey yoktu. ruslar’ın ilerleyişi ivme kazanmıştı ve polonya’ya girmişti. 23 temmuz’da ruslar’ın ülkeye girişinden cesaretlenen polonyalılar sokaklara dökülüp isyan başlatmıştı. hitler aynı gün doğu cephesinde eli silah tutan kim varsa silahlandırılıp cepheye sürülmesini sağlayacak bir kararnameye imza attı. artık almanya doğu cephesinde son kartlarını oynuyordu. batı cephesinde de işler çok iyi gitmiyordu ama ingilizler’in ilerleyişi ruslar’a göre şimdilik daha yavaştı ve bu hızla gidilirse ruslar berlin’e ingilizler’den önce varacaktı.
doğu cephesinde alınan “seferberlik emri” bir gün sonra tüm almanya’da ilan edilmişti. artık okullar, tiyatrolar, kiliseler kapatılacak ve öğretmenler, tiyatrocular ve din adamları cepheye sürülecekti. eli silah tutan herkes cepheye koşacaktı ve eli silah tutmayanlar da silah üretim fabrikalarında veya arka görevlerde çalışacaktı. hitler doğuda da batıda da son kozunu oynuyordu ama artık bunun için fazlaca geç kalmıştı.
30 temmuz’da batı fransa’daki avranches şehri müttefiklerin eline geçmişti. bu şehir fransa’nın geri kalanına bir yol ağıyla bağlıydı ve buradan itibaren zırhlılarla paris’e kadar gidilebilirdi. fransız şehirleri birer birer düşmeye başlamıştı ve müttefikler’in batı fransa’da tutunacağı kesinleşmişti. hitler bu işten hiç memnun değildi ve hiç vakit kaybedilmeden avranches’in yeniden geri alınması için saldırıların başlaması emrini vermişti. hitler aynı zamanda batı fransa ile avrupa’nın geri kalanı arasındaki tüm tren yollarının imha edilmesini düşünüyordu. şimdilik müttefiklerin ilerleyişini yavaşlatmak için elinde kalan tek yol onların ikmal yollarını ortadan kaldırmaktı.
2 ağustos’ta türkiye almanya ile diplomatik bağlarını kopardığını açıkladı. türkiye almanya’ya savaş ilan etmemişti ama tarafsızlığını bozmak üzereydi. hitler önce müttefiklerini kaybetmeye başlamıştı, şimdi de önceden tarafsızlığını açıklayan ülkeler yavaş yavaş almanya’da uzaklaşmaya başlamıştı. bundan 2 gün sonra romanya almanya’dan asker yardımı istiyordu ama almanlar buna olumlu yanıt verecek durumda değildi. bu durumda romanyalı askerler moldova bölgesinden çekilmek zorunda kalacaktı ve hitler bunun bir ihanet olduğunu düşünüyordu. hitler’e göre romanya rusya’ya karşı yeterince çetin bir savaş vermemişti ve davaya ihanet etmişti.
ağustos’un ortasına gelindiğinde fransa’nın güney kıyılarına da asker çıkartmayı başaran müttefikler ülkenin sahil şeridini yavaş yavaş ele geçirmişti. müttefikler o ana kadar yeterince hızlı bir ilerleme gösterememişti ama işler bundan sonra daha kolay olacaktı. almanlar fransız sahillerinde savunma yaparken çok ağır zayiatlar vermişlerdi ve moralman çökme noktasına gelmişlerdi. 18 ağustos itibariyle bir başka fransız sahil kasabası olan st. malo çok şiddetli çarpışmaların ardından müttefiklerin eline geçmişti. doğu cephesinde de rusya’nın amansız ilerleyişi devam etmekteydi. almanlar doğu cephesinde tamamen çaresiz durumdaydılar ve ruslar’ın ilerleyişini en fazla yavaşlatabiliyorlardı. 24 ağustos’ta romanya kralı michael, hükümetin başı olan antonescu’yu tutuklattı ve romanya’nın savaştan çekilip ülkedeki tüm alman askerlerinin ülkeden atılacağını ilan etti. romanya’da o günlerde 200 bine yakın alman askeri vardı ve ilk etapta bu askerler ülkeden çıkmamak için direnecekti ama bir süre sonra rus askerleri romanya kapılarına ulaşınca işler değişti ve romanya’daki alman orduları kayıtsız şartsız teslim olmayı kabul etti.
aynı gün fransa’da paris kapılarına dayanan müttefikler şehri almak için harekete geçti. paris’teki alman askerleri neredeyse hiç direniş göstermeden teslim oldular ve 25 ağustos’ta şehir içindeki alman askerlerle beraber müttefiklerin eline geçti. bu olaya fazla bir tepki gösteremeyen veya nasıl bir tepki göstereceğini bilemeyen hitler almanya’nın bir çok bölgesine beton sığınak ve savunma kulesi inşa edilmesi için harekete geçilmesini emretti. hitler er ya da geç alman topraklarının işgal altına alınacağını anlamıştı ve savunma pozisyonu almaktan başka çaresi olmadığını çok iyi biliyordu. paris’i ele geçiren müttefikler burayı operasyonun komuta merkezi haline getirdiler ve kısa süre içinde fransa’nın geri kalan kısmını da nazi işgalinden kurtarmak için harekete geçtiler. bu olayı takip eden günlerde rusya’nın polonya’nın önemli bir kısmını ele geçirip almanya’nın doğu sınırına epeyce yaklaştığı haberi geldi.
hitler hala etrafındakilere işlerin o kadar da kötü olmadığını anlatmaya çalışıyordu. örneğin 1 eylül’de kurmaylarıyla görüşen hitler “eskiden elimizdeki tüm toprakları savunmaya yetecek askerimiz yoktu ama şu anda elde tuttuğumuz toprakları savunabiliriz, hatta karşı hücuma bile geçebiliriz” mealinde sözler söylüyordu. savaşın başında alman ordusu kendisinin bile beklemediği bir hızla devasa bir toprak sahibi olmuştu ve bu toprakları savunmak için gereken asker sayısı ülkenin kaldırabileceğinden çok daha fazlaydı. hitler bu konuda haksız sayılmazdı ama savaşın gidişatı ve momentumu bu şekilde devam ederse almanlar’ın kısa süre sonra “savunmak zorunda olacakları toprak parçası” iyice ufalacaktı. o anda hitler’e savaş başlamadan önceki topraklara dönülmesi önerilse havada karada bunu kabul edecekti ama kimsenin ona hiçbir öneride bulunacağı yoktu. savaş hitler ortadan kalkmadan bitmeyecekti.
eylül ayının başında romanya düştükten sonra bulgaristan rusya ile barış masasına oturmak için harekete geçti ama ruslar artık çok geç olduğunu söyleyerek bulgaristan’ı işgal ettiler. bulgarlar bu işgale sadece 2 gün dayanabildiler. rusya bulgaristan’ı tamamen ele geçirmişti ve bulgaristan’ı almanya’ya savaş ilan etmeye zorlamıştı. böylece almanya bir müttefiğini daha kaybetmiş oluyordu. almanlar’ın balkanlarda tutunması giderek zorlaşıyor, hatta imkansıza yakın bir hal alıyordu.
bu arada finlandiya ile rusya’nın arası yeniden düzelmişti ve finlandiya sonunda rusya ile barış masasına oturmayı kabul etmişti. savaşın finlandiya cephesi kapanmıştı ama ülkede hala çok sayıda alman askeri vardı. finlandiyalılar alman askerlerine ülkeden çıkmaları için 15 eylül’e kadar süre verirken hitler buna cevap vermeyince bu ülke de almanya’ya savaş ilan etti. savaş ilanından sonra hitler “biz ülkeyi terk edecektik ama bize bunun için bilerek yeterince zaman vermediler” diyerek finlileri suçladı. almanya savaşta neredeyse yalnız kalmıştı ve müttefikleri onları sadece terk etmiyor, aynı zamanda savaş ilan edip karşı tarafa katılıyordu.
hitler kara kara ne yapacağını düşünüyordu. pirince giderken eldeki bulgurdan olmak üzereydi. aslında o anda kendisine “savaştan önceki duruma geri dönülsün” denilse, hatta “orijinal almanya’yı ikiye böleceğiz ve yarışı diğer ülkeler tarafından paylaşılacak” dense kendisi iktidarda kaldığı sürece bunları anında kabul etmeye razıydı. o anda hitler’in aklından geçen düşünce “görevin başında ben olduğum sürece kaybedilen toprakları 3-5 sene sonra yeniden kazanırız ama önemli olan benim almanya’nın başında olmam” şeklindeydi. ingilizler hitler almanya’nın başında olduğu sürece hiçbir barış antlaşmasına hiçbir şart altında imza atmamaya kararlıydı ve ruslar da bu fikirdeydi. bu yüzden bu savaş hitler tamamen ortadan kalkmadan bitmeyecekti.
almanya’da yaşayan sivil halka yaşadıkları mahallelerde hendek ve siper kazmaları söylenmişti. savaşın başından beri olan bitenden pek haberdar edilmeyen siviller olayın vehametini şimdi her zamankinden daha net bir şekilde anlamaya başlamıştı. çok uzaklarda sürdüğü sanılan savaş evlerinin kapısına kadar gelmişti. 16 eylül’den itibaren paris’ten berlin’e doğru yola çıkmaya çalışan ingiliz ve amerikan güçleri fransa’daki şehirleri birer birer ele geçirmeye başlamıştı. stratejik olarak önemsiz olduğu düşünülen bazı küçük kasaba ve köyler simdilik nazi kontrolüne bırakılıyordu ama buraların alınması zaten çok zor olmayacaktı. 17 eylül’de arnhem’e çok sayıda paraşütlü asker indiren ingiltere fransa ile almanya arasında bir köprü yaratmaya çalıştıysa da alman ordusu burada epeyce direniş göstererek ingilizler’e ağır kayıplar verdirdiler ve geri çekilmeye zorladılar. bu o günlerde alman ordusunun gördüğü nadir başarılardan biriydi. her ne kadar almanlar bu saldırıyı başarıyla püskürtse de hitler çok endişelenmişti çünkü ingilizler’in kendi karargahının yakınlarına veya berlin’e paraşütle asker indirmeyeceğinin garantisi yoktu.
25 eylül’de “geçen sene ruslar nasıl çoluk çocuk demeden tüm ülke olarak direndiyse aynısını biz de yapabilmeliyiz” diyen hitler istisnasız tüm alman halkının mobilize edilmesini ve silahlandırılmasını istedi. hitler’in hayalinde stalingrad’da ruslar’ın yaptığını yapmak vardı ama şu anda işler çok farklıydı. bir yandan ruslar, bir yandan ingiliz ve amerikalılar saldırıyordu ve almanya ne kadar direnirse dirensin ülkenin düşmesi zaman meselesiydi ve hitler ne yaparsa yapsın sadece düşmesini birkaç ay engelleyebilirdi. o gün halkın karşısına çıkıp konuşmaya cesaret edemeyen hitler yazılı bir basın açıklaması yayınlayacaktı ve bu açıklamada savaştaki başarısızlıklardan dolayı italya, romanya, finlandiya gibi ülkeler bahane olarak gösterilecekti.
eylül ayı biterken ingiliz ve amerikan askerleri belçika’yı ele geçirip hollanda ve batı almanya kapılarına dayanmıştı. batı avrupa’da bir çok stratejik bölgeyi ele geçiren müttefikler bundan sonra buralarda kalıcı karargah ve üsler kurabilmek ve ikmal yollarını sağlamlaştırabilmek için şimdilik operasyona ara verdiler. müttefikler hiç durmadan hücuma devam etseler belki almanya’yı 1-2 ay içinde peş ettirebilirlerdi ama fransa ve belçika kurtarıldıktan sonra acele etmeleri için ellerinde fazla bir sebep kalmamıştı. doğu cephesinde ruslar varşova kapılarına ulaşmıştı ve bundan cesaret alan varşova halkı sokaklara dökülüp isyan başlatmıştı. almanlar bu isyanı kısa süre içinde bastırsa da ruslar henüz şehre saldırmamıştı ve olası bir rus saldırısına karşı almanlar’ın dayanması mümkün değildi.
churchill “almanlar’ı kendi yağında pişirmek lazım” diyordu. ona göre ingilizler direk almanya’ya saldırmak yerine almanya kapılarına dayanıp birkaç ay beklerse almanya zaten aynı italya’da olduğu gibi iç karışıklıklar yüzünden kendi kendine çökecekti. zaten almanlar kendiliğinden çökmese bile ruslar onların işini bitirecek gibiydi, bu yüzden rusya cephesinde işler değişmediği sürece ingilizler’in acele etmesine gerek yoktu. bu arada ingilizler zaten balkanlarda zar zor tutunan almanlar’a son darbelerden birini vurmak için yunanistan’a asker çıkartmaya başladı. bu almanlar’ın beklemediği bir hareketti ve atina’nın düşmesi 1 hafta kadar sürdü. ekim ayının ortasında yunanistan neredeyse tamamen ingilizler’in eline geçmişti ve almanlar’ın tutunabilecekleri dalları giderek azalıyordu. almanlar batıda ingiliz ve amerikan askerlerini durdurabilmek için bazı bölgelerde duvar örme kararı almıştı ama bunun başarıyla uygulanabilmesi için yeterince zaman olup olmadığı bile şüpheliydi.
hitler bunca karışıklık içinde bile bazı kişisel kinlerini bırakmaktan vazgeçmiyordu. uzun süredir hitler ile general rommel’in arası kötüydü ve hitler afrika’nın kaybedilmesinden dolayı onu suçlamasına rağmen daha sonra fransa’yı savunması için kendisine yeniden görev vermişti. rommel alman ordusu içinde çok popülerdi ve muhalifler hitler’i devirmeleri halinde onu genelkurmay başkanı yapmayı planlıyordu. aslında rommel’in 20 temmuz’da hitler’e düzenlenen suikastten sonra infaz edilenlerle beraber imha edileceği düşünülüyordu ama o suikastten bir gün önce yolculuk ettiği arabası ingiliz uçakları tarafından vurulmuştu ve ağır yaralanan rommel günlerce hastahanede yoğun bakımda kalmıştı. şimdi kendisi tamamen iyileşmişti ve hitler onu ortadan kaldırmak istiyordu.
14 ekim’de rommel’in kapısını 2 general çaldı ve “hitler’e karşı komplo yaptığınız düşünülüyor ve ömrünüzün sonuna geldiniz. bugüne kadar alman ordusuna yaptığınız hizmetlerden dolayı sizi idam etmeden önce intihar etmeniz için fırsat tanıyoruz. eğer intihar ederseniz ailenize ömür boyunca devlet bakacaktır, idam edilirseniz bu sözkonusu olmayacaktır” şeklinde bir konuşmaya maruz kalan rommel zehirli hap içerek intihar etmeyi kabul etti. rommel aynen önceki aylarda “intihar eden” veya “kaza geçiren” bir çok subay ve diplomat gibi devlet töreniyle gömülecekti ve bu törende hitler’in kendisinden övgüyle söz eden mektubu okunacaktı.
bu olayın ertesi günü bir başka alman müttefiği olan macaristan da barış görüşmeleri için masaya oturmayı kabul etti. hitler bu görüşmeleri durdurmak için devlet başkanının oğlunu kaçırtsa da bu hiçbir işe yaramadı, hatta ters tepki yaptı ve almanya ile macaristan arasındaki diplomatik ilişkileri tamamen bitirdi.
ekim ayının sonlarına doğru ruslar bugünkü çek cumhuriyeti ve slovakya bölgelerine ulaşmıştı ve burada yerel isyancıların da desteğini alarak bir çok yerleşim birimini ele geçirmişti. almanlar zaman zaman direniş gösterip karşı atağa çıksa da bu çok etkili olamamıştı. arnavutlar ve yugoslavlar yani balkanlarda alman hakimiyetinde kalan son milletler de isyan başlatmıştı ve alman orduları bu bölgede tutunmakta zorlanmaya başlamıştı. batı cephesinde v-1 roketlerini çok daha güçlü ve isabet oranı çok daha yüksek olan v-2 roketleriyle değiştirmeye başlayan almanlar belçika’nın şehirlerini bombalamaya başlamıştı. bu riskli bir hareketti çünkü müttefikler belçika’yı aldıktan sonra yunanistan hariç hücumlarına ara vermişti. hitler’in durup dururken belçika şehirlerine füze yağdırması müttefikleri yeniden provoke edecekti ve bu kez hollanda ve fransa üzerinden hücuma kaldıkları yerden devam edeceklerdi.
12 kasım’da ruslar iyice yaklaştığı için korkudan doğu prusya’daki askeri karargahını berlin’e taşıyan hitler savaşın sonuna kadar burada kalacaktı. hitler’in aynı gün bir konuşma yapması bekleniyordu ama bu konuşmanın metni okuması için himmler’e verildi. hitler yazdığı metinde olan bitenlerden dolayı kendisi hariç herkesi (“beceriksiz” müttefiklerini, “hain” generallerini, yahudileri, komünistler...vs) suçluyordu ve alman halkının aynı 1918’de olduğu gibi yine ihanete uğradığını savunuyordu. kasım ayının geri kalanında batı cephesindeki çarpışmalar hollanda’da ve biraz da fransa’nın batısında hafif tempoda devam ederken ruslar da polonya’nın önemli bir kısmını ele geçirdikten sonra direk alman topraklarına saldırmak yerine güneye inip balkanlardaki toprakları toplamaya başlamıştı. berlin’e er ya da geç saldırılacaktı ama şimdilik bu işin bir acelesi yoktu. aralık ayında macaristan büyük ölçüde düşmüştü ve yugoslavya’daki isyan başarıya ulaşmıştı. böylece kıs aylarına girildiğinde almanya’nın balkanlarda pek bir varlığı kalmamıştı.
hitler artık son kozlarını oynuyordu. lüksemburg ve belçika’da toplanan ingiliz ve amerikan askerlerine karşı nazi saldırısı yapılmasını emreden hitler alman tanklarının yakıt sıkıntısı, hava kuvvetlerinin de pilot sıkıntısı çektiğini duymasına rağmen bu fikirden vazgeçmedi. almanya çok az sayıda tank ve savaş uçağıyla bu operasyonu yürütmeye çalışacaktı ve hitler’in generallerine göre daha çarpışmalar başlamadan kaybedilmişti. hitler’in bu saldırıdaki en büyük amacı noel öncesi askerlerin moralini yükseltmek ve biraz da vakit kazanarak olası bir işgale karşı direniş için halkın örgütlenmesini sağlamaktı ama her şey geri tepecekti.
11 aralık’ta generalleriyle bir araya gelen hitler onlara saldırı planını açıkladığında hiçbiri mutlu değildi. odada hitler hariç herkes bu operasyonun çok büyük bir zararla biteceğini biliyordu ve almanlar’ın o anda saldırıdan çok savunmaya odaklanması gerektiğini düşünüyordu. sonunda hitler’in istediği oldu ve bu saldırı için 250 bin kadar alman askeri bir araya getirildi. almanlar operasyonda kullanabilmek için yeterli yakıtla beraber sadece birkaç yüz tank bulabilmişti ve bölgede 100 bin kadar ingiliz-amerikan askeri vardı ama yakınlarda 600 binden fazla ingiliz-amerikan askeri vardı ve bunlar kısa sürede cepheye yardıma gelebilirdi. almanlar’ın işler kötü giderse cepheye sürebileceği fazla takviye askeri yoktu. hitler generallerine “aynı savaşın başında olduğu gibi belçika ve fransa’daki müttefik askerleri denize dökersek bir daha gelmeye cesaret edemezler” diyordu ama savaşın başında batı cephesinde 3 milyondan fazla alman askeri vardı ve şimdi bu saldırıyı düzenleyecek olan asker sayısı bunun çok altındaydı.
16 aralık’ta güneşin doğmasından önce alman ordusu belçika-lüksemburg cephesinde hücuma geçmişti. müttefikler böyle bir saldırıyı beklemiyordu çünkü almanlar neredeyse bir senedir hiçbir hücum hareketinde bulunmamıştı. gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı ve klasik bir kış havası vardı. ingiliz hava kuvvetleri çarpışmalarda kullanılamayacak gibiydi. bu da durumları biraz olsun eşitliyordu. saldırının ilk birkaç günü almanlar için oldukça başarılı geçmişti. amerikan askerleri oldukça ağır kayıplar vermişti ve ingilizler saldırının şaşkınlığını üzerlerinden atamamıştı. birkaç gün sonra toparlanan ve şaşkınlığı üzerinden atan müttefikler karşı saldırıya geçmişti ve durum dengelenmişti. işler noel gecesine kadar dengeli bir şekilde devam etti ama amerikanlar fransa’dan gelen takviye birliklerle beraber noel gecesi hücuma geçince almanlar büyük ölçüde geri püskürtüldü. aralığın son haftasında ağır kayıplarla geri çekilen alman askerler cephe gerisine itilmişti ve müttefikler çarpışmaların sonunda toprak kazanmıştı. almanlar’ın cepheye sürdüğü askerlerin yarısı, tankların da tamamına yakını imha edilmişti.
bu saldırıdan sonra iki taraf da ağır kayıplar vermişti ve müttefikler almanya’ya karşı düzenlemek istedikleri kara harekatını 6 haftalığına erteleme kararı almıştı. doğu cephesinde ruslar almanya topraklarına epeyce yaklaşmıştı. istihbarat subaylarıyla görüşen hitler ruslar’ın almanya’nın doğu sınırına yığdığı tank ve asker sayısını duyduğunda buna inanamadı. “ruslar kesinlikle blöf yapıyorlar. ruslar’ın yıllardır devam eden savaştan sonra bu kadar tankı ve askeri kalmış olması mümkün değil. bizi korkutmak için yüksek rakamlar sızdırmışlar ve bu da bize saldırmaya cesaret edemeyeceklerinin kanıtı” şeklinde sayıklamaya başlayan hitler generallerine döndü ve “rusya’nın bize saldırmayacağına dair size garanti veririm” dedi. bu onun önceki verdiği garantilerden (örneğin ingiltere konusunda verdiği garanti) farksızdı.
artık hitler son kozunu oynamıştı ve beklemekten başka çaresi kalmamıştı. ruslar’ın polonya’yı ve balkanları aldıktan sonra duracağını çünkü yıllardır devam eden savaştan sonra rus ordusunun çok zayıf düştüğünü düşünüyordu. zaten ona göre kapitalist dünya ile marksist rusya arasındaki ittifak olması gerekenden çok daha uzamıştı ve rusya’nın polonya’dan öteye geçmesi ingiltere’yi kızdırarak bu ittifakın bitmesini sağlardı. bu yüzden rusya’nın polonya’dan bir adım öteye geçemeyeceğini düşünen hitler batı cephesine yoğunlaşmaya başladı.
1 ocak 1945 tarihine gelindiğinde hitler hala son bir saldırı daha yaparak savaşı kazanabileceğini düşünüyordu. son saldırılarda özellikle amerikan askerleri çok ağır kayıplar yaşamıştı ve savaşın başından beri 250 bin ölü ve bir o kadar da yaralı olduğu söyleniyordu. hitler amerikalılar’ın çok olduğu cephelere son bir saldırı yaparak abd’yi savaştan çıkmaya ikna edebileceğini, yalnız kalan ingiltere’nin de rusya ile kavga edip ayrılacağına inanıyordu. 31 aralık’ı 1 ocak’a bağlayan gece hücuma geçen alman askerler fransa’nın alsace kentindeki amerikan askerlerine hiç beklemedikleri anda saldırdılar. ilk saldırıda olduğu gibi amerikalılar yine ilk birkaç gün boyunca saldırının şokunu ve şaşkınlığını atlatmaya çalışıyordu. aynı gün almanlar bulabildikleri tüm uçakları, pilotları ve uçak yakıtını bir araya getirip belçika-hollanda hattındaki amerikan askerlerine karşı hava saldırısı düzenleyecekti. bu saldırıda amerikanlar bazı zayiatlar verdiyse de çok sayıda alman savaş uçağı düşürülmüş, çok sayıda pilot esir alınmış ve alman hava kuvvetleri neredeyse tamamen imha edilmişti. bu ikinci dünya savaşında alman hava kuvvetlerinin düzenlediği son saldırı olarak kayıtlara geçti.
almanlar’ın batıdaki hücumu devam ediyordu ama o sırada hitler’in güvendiği dağlara kar yağacaktı. hitler ruslar’ın hiçbir zaman polonya hattını aşamayacağını çünkü ingiltere’nin buna asla izin vermeyeceğini düşünüyordu. sonuçta her ne kadar ingiltere ile rusya bu savaşta müttefik olsa da iki ülkenin ideolojileri zıttı ve ingiltere alman topraklarında ne nazizmin ne de marksizmin hüküm sürmesini istemiyordu. bununla birlikte 12 ocak’ta stalin’i arayan churchill sovyet askerlerinin polonya sınırını geçip almanya’ya asker çıkartması için onay verdi. bu hitler’in sonu demekti ve artık onu hiçbir şey kurtaramayacaktı.
hem doğuda hem de batıda çok şiddetli çarpışmalar oluyordu ve her gün her iki taraftan da binlerce asker hayatını kaybediyordu. ortalık kan gölüne dönmüştü. 25 ocak’ta almanlar’ın son saldırısı da bitti ve ortada gerçekleştirilmiş hiçbir başarı yoktu. amerikalılar savaşın dışına itilememişti ve almanlar ellerindeki son yedek askerleri de kullanmıştı. artık alman donanması ve alman hava kuvvetlerinden sonra alman ordusu da bitme noktasına gelmişti.
28 ocak itibariyle ruslar alman topraklarında ilerlemeye devam ediyordu. hitler etrafındaki generallere ve kurmaylarına “ingilizler neden ruslar’ın almanya’da ilerlemesine izin veriyor? bu nasıl oluyor?” diye soruyordu. bazı kurmaylar birkaç gün içinde ingiltere’nin rusya’ya “dur” diyeceğini, rusya durmazsa da almanya ile birleşip rusya’ya saldıracağını düşünüyordu. savaşın başından beri hitler’in hayali olan ingiltere ile müttefik olmak bir türlü gerçekleşmemişti ama umutlar hala yitirilmemişti. o günlerde ingiliz gazeteleri ingiltere-rusya dostluğunu sorgulamaya başlamıştı ve ingilizler’in rusya’nın daha ne kadar ilerlemesine izin vereceği tartışılıyordu. rusya almanya’nın önemli bir kısmını veya tamamını yutarsa ingilizler’in ne yapacağı merak konusuydu. zaten avrupa’da rusya’yı durdurabilecek kimse kalmamıştı ve hitler bundan dolayı ingilizler’in fikrini değiştireceğini düşünüyordu.
ingilizler stalin’le sürekli görüşme halindeydi ve onun hitler’den çok daha güvenilir olduğunu düşünüyorlardı. en azından stalin o güne kadar verdiği hiçbir sözün üzerine basmamıştı ve defalarca alman topraklarında gözü olmadığını söylemişti. ingilizler şimdilik ona güvenmeyi seçiyordu ama olası bir “kaza” durumunda nasıl bir önlem alınabileceği kapalı kapılar ardından görüşülüyordu.
30 ocak’ta hitler son defa alman halkına radyodan seslendi. hitler aslında alman halkından çok ingilizler’e sesleniyordu ve komünizmin avrupa’yı ele geçirmek üzere olduğunu, ingilizler’in buna seyirci kaldığını ve ilerde çok pişman olacağını söylüyordu.
aylardır devam eden bombardımanların sonucunda hitler’in başkanlık sarayı epeyce hasar almıştı ama alt katlarda bazı sağlam odalar mevcuttu. hitler bundan sonra hemen hemen her gün kurmaylarıyla bu odalarda bir araya gelip cephelerden son haberleri alıyor ve durum değerlendirmesi yapıyordu. ruslar 31 ocak’ta öder nehrinin öteki tarafına geçmişti ve berlin’e 75 km mesafedeydiler. almanlar ellerindeki son askerlerle ölümüne direnecekti ama berlin’in düşmemesi bu saatten sonra imkansızdı. 4 şubat’tan 11 şubat’a kadar olan zaman diliminde bir araya gelen roosevelt, churchill ve stalin, savaştan sonra avrupa’nın nasıl şekilleneceğini tartışmaya başladı. aynı gün belçika’nın alman askerlerinden tamamen temizlendiği, hollanda’da çok az sayıda alman askerinin kaldığı haberi geldi. fransa da büyük ölçüde temizlenmişti ama stratejik önemi olmadığı için şimdilik saldırılmayan bazı köy ve ufak kasabalarda almanlar hakimdi. 9 şubat itibariyle almanlar’ın fransa’daki son cephesi de düştü ve bölgedeki tüm alman askerler savaş öncesi alman-fransa sınırının ötesine gönderilmiş oldu. ingiltere ve abd tarafından kurtarılıp yeniden bağımsızlığa kavuşturulan fransa kaybettiği toprakların tamamını geri kazanmıştı ama savaş henüz bitmemişti.
10 şubat’ta generalleriyle görüşen hitler’e yeniden “ruslar çok büyük bir orduyla üzerimize geliyor” haberi verildi. hitler bu kez eskisi kadar sert bir tepki göstermedi. hatta anlatılana göre 4-5 dakika boyunca sessizce önüne bakan ve tek kelime etmeyen hitler daha sonra oldukça sakin bir ses tonuyla “tamam, toplantı bitmiştir” deyip toplantıyı dağıttı. bu arada roosevelt, stalin ve churchill’in görüşmesi sonuca bağlanmıştı ve çıkan karara göre almanya tamamen işgal edilip bir kısmı sovyetler’e bir kısmı da batı ittifakına verilecekti. ayrıca savaştan hemen sonra milletler cemiyetinin yerine daha geniş ve kapsayıcı olan birleşmiş milletler kurulacaktı.
13 şubat tarihinde almanlar kısa bir süre önce ruslar’ı şaşırtmak için saldırıp ele geçirdikleri macaristan’ın başkenti budapeşte’yi yeniden kaybettiler. ruslar bu kez macaristan’da kayıtsız şartsız üstünlük kurmuştu ve almanlar’ın burayı yeniden geri alması mümkün değildi. aynı gün alman dışişleri bakanlığı çeşitli ülkelere ulaşarak barış antlaşması için zemin yokladıysa da alınan tek cevap “almanya kayıtsız şartsız teslim olmalı ve hitler görevinden istifa edip teslim olmalı” şeklindeydi. çoğu alman bu şartlar altında savaşı bitirmeye razıydı ama hitler güç kaybetmektense ölmeyi tercih ediyordu.
alman hava kuvvetleri neredeyse tamamen imha edilmiş veya sahneden çekilmişti ve gökyüzü tamamen ingiliz ve amerikan hava kuvvetlerine aitti. dresden, berlin gibi alman şehirleri hemen hemen her gün bombalanıyordu ve bu bombardımanda alman ordusu da siviller de ağır zayiatlar veriyordu. savaşın başında ingiliz ve rus şehirleri nasıl moloz yığınına dönüştüyse şimdi aynı cezayı tatma sırası alman şehirlerindeydi. dresden şehri almanya’nın kültürel ve tarihi başkenti olarak kabul ediliyordu ve zamanında almanlar prag, roma gibi tarihi öneme sahip şehirleri bombalamadığı için ingilizler’in böyle kültürel mirasa sahip olan bir şehri bombalamayacağı düşünülüyordu. bu yüzden bir çok şehirden gelen mülteciler bu şehre yerleştirilmişti. yaklaşık 3 gün boyunca aralıksız bombalanan şehirde taş üstünde taş kalmamıştı ve bu tür olaylar savaşta iki tarafın da savaş suçu işlemekten hiç de çekinmeyeceğini gösteriyordu.
artık almanya’da iktidarı sonsuza kadar kaybedeceğini anlayan hitler’in psikolojisi iyice bozulmaya başlamıştı. sabah akşam etrafındakilere bağırıp çağıran hitler en ufak bir anlaşmazlıkta olay çıkartıyordu ve yanında durulması çok zorlaşmıştı. ona duygusal olarak en yakın olan kurmayları bile onu görmemek için bin dereden su getiriyordu. hitler daha önce yanından ayırmadığı ve veliahtı olarak gördüğü göring, himmler, ribbentrop gibi isimleri bile artık hain olarak adlandırmaya başlamıştı ve olanlardan dolayı onları suçluyordu. ona göre olan bitenlerden dolayı kendisi hariç tüm dünya suçluydu.
24 şubat’ta almanya semaları tarihte görülmemiş bir şekilde bombalandı. ingiliz, amerikan ve ruslar’a ait 9 bin savaş uçağı almanya semalarında gözükmüştü ve bir çok şehre binlerce bomba yağmıştı. almanya alevler içindeydi ve bundan sonra kara operasyonları tamamen son bulsa bile sırf hava saldırılarıyla bile ülke çökertilebilirdi. almanya japonya’nın yediği atom bombalarını yememişti ama yaşanan yıkım birden fazla atom bombası yemeye eşdeğer hale gelmişti.
mart ayının ilk günlerinde batı cephesinde alman askerlerinin toplu halde teslim olmaya başladığı haberi gelince hitler çılgına döndü. ona göre cenevre sözleşmesi savaş esirlerine bir sürü haklar veriyordu ve bundan cesaret alan askerler düşmanlarına teslim oluyordu. hitler almanya cenevre sözleşmesinden tek taraflı olarak çıkıp düşman askerlerini infaz etmeye başlarsa ingiliz ve ruslar’ın da alman askerlerini infaza başlayacağını ve bu sayede alman askerlerinin silah bırakıp teslim olma konusunda o kadar da istekli olmayacağını düşünüyordu. yine de hitler son dakikada fikrini değiştirdi ve an itibariyle şartların ingilizler’i de ruslar’ı da sinirlendirmek için uygun olmadığını anladı.
zaten tecrübeleri alman askerlerinin çoğu çoktan ölmüştü ve şu anda cephede 14-20 yaş arasında olan ve çoğu hayatında hiç silah tutmamış tecrübesiz çocuklar ve gençler vardı. bu kişiler isteseler bile fazla bir direniş gösteremezdi. 7 mart’ta amerikalı askerler köln şehrine girdi ve almanya’nın batıdaki toprak kaybı başlamış oldu. bu bölgede nehirler üzerinden şehirleri bağlayan bir çok köprü vardı ve almanlar bu köprüleri zamanında havaya uçuramadığı için amerikalılar’ın geçişi kolaylaşmıştı.
18 mart itibariyle rus askerleri danzig şehrine varmıştı. burası savaşın başlamasına sebep olan şehirdi çünkü polonya danzig’i almanya’ya vermeyi kabul etmeyince almanya polonya’yı işgal etmişti ve ingiltere ile fransa da almanya’ya savaş ilan etmişti. ruslar berlin’in doğusundaki şehirlerin tamamına yakınını ele geçirmişti ve berlin’e saldırmak için hazırlıklara başlamıştı. abd-ingiltere ittifakı da rhine nehrini geçip kassel yönüne doğru yol almaya başlamıştı. mart ayının sonuna kadar iki cephede de şiddetli çatışmalar devam etti ama çok fazla yerleşim biriminin el değiştirdiği söylenemez.
nisan ayının ilk günlerinde hücuma kalkan ingiliz ve amerikan askerleri wesel, saarbrücken, manheim ve frankfurt şehirlerini ele geçirip kassel üzerine hareket etmeye devam ettiler. ruslar da macaristan’ın etrafındaki alman topraklarını almakla meşguldü. eva braun hitler’in yanına gelmişti ama berlin’in yakında kuşatma altına alınacağını bilen hitler onun şehirden çıkmasını istiyordu. eva braun şehirde kalmakta ısrar edince başkanlık sarayında ona da bir bölge ayrıldı.
12 nisan’da abd başkanı roosevelt hayatını kaybetti. bu olaydan önceki birkaç gün ve olayın yaşandığı günlerde abd ordusu almanya’da çok büyük ilerlemeler göstermişti ve almanya’nın batı yarısı ile merkez bölümü neredeyse tamamen ele geçirilmişti. hatta leipzig, dresden gibi doğu tarafındaki şehirler bile düşmek üzereydi. hitler kendisi bir çok suikast girişiminden sağ çikmasına rağmen roosevelt ölünce bunun tanrıdan bir işaret olarak görülmesi gerektiğini söyledi ve savaşın talihinin bu saatten sonra döneceğini belirtti. 13 nisan’da viyana şehri düşmüştü ve ruslar berlin’e saldırı için son hazırlıklarını da tamamlamak üzereydi. hitler’in beklediği mucize gerçekleşmeyecekti.
ruslar berlin’e başlamadan 1 gün önce alman askerlerine seslenen hitler “berlin hiçbir zaman düşmeyecek, viyana’yı en yakın zamanda geri alacağız ve avrupa’yı hiçbir zaman ruslar’ın ele geçirmesine izin vermeyeceğiz” şeklinde ifadelerde bulundu. 16 nisan’da ruslar berlin’e saldırdı. şehirde müthiş bir sokak savaşı başlamıştı ve stalingrad’daki gibi burada da her sokak, her cadde, her mahalle için ölümüne çarpışılıyordu. berlin’in stalingrad kadar dayanması mümkün değildi ve rus ordusu bu kez oldukça hazırlıklı gelmişti. almanya’nın batı cephesi de çökmeye başlamıştı. generallerden erlere kadar bir çok asker cephedeyken üniformasını çıkartıp sivil kıyafet giyiyordu ve bu şekilde cepheden kaçmaya çalışıyordu.
20 nisan’da hitler son kez doğum gününü kutlarken berlin’in önemli bir kısmı düşmüştü ve almanya’nın geri kalan şehirlerinde de büyük ölçüde ingiliz ve amerikan askerleri hakimdi. berlin’deki başkanlık sarayında her şeye rağmen sakinlik mevcuttu ve hitler gerçeklerle hala yüzleşememişti. tabi ki hitler’in gerçeklerle yüzleşmesi için geçmesi gereken zaman 1 gün kadardı. 21 nisan’da rus topçu ateşinin açtığı bombardımanda bazı top mermileri başkanlık sarayının çok yakınına düşmüştü ve hitler bombaların sesini duyunca çılgına dönmüştü. kendisi ruslar’ın başkanlık sarayına bu kadar yaklaştığını bilmiyordu. general koller’i arayan hitler bir an önce kaç tane alman savaş uçağı varsa hepsinin toplanıp berlin’de mevzilenen ruslar’a saldırmasını istedi. koller’in yapabileceği fazla bir şey yoktu çünkü alman hava kuvvetleri neredeyse yeryüzünden silinmişti. zaten mevcut kalan az sayıda uçağı uçurabilecek almanlar’ın kontrolünde havaalanı da neredeyse kalmamıştı.
birkaç saat sonra alman ordusunun ruslar’a kara saldırısı düzenleyip geri püskürtmesine karar verildi. kağıt üzerinde eli silah tutan herkese silah verilecekti ve herkes ölümüne savaşacaktı ama bu da yeterli olmayacak gibiydi. akşam 11 sularında yeniden koller’i arayan hitler “göreceksin, ruslar’a tarih boyunca unutamayacakları bir yenilgi yaşatacağız” dedi. hitler’in doktoru kendisinin sakinleşmesi için iğne yapmayı önerdiğinde “bana morfin mi vereceksin? defol git, bundan sonra doktorum değilsin” diyerek kendisini saraydan kovdu.
22 nisan’da koller’i arayıp “steiner’in başlattığı saldırı nasıl gidiyor?” şeklinde bir soru ileten hitler “steiner henüz saldırıya başlamadı, tüm birliklerin toplanması bitmedi” şeklinde bir cevap aldı ve yeniden çılgına döndü. aynı saatlerde ruslar’ın topçu ateşi yoğunlaşmaya başlamıştı ve başkanlık sarayının etrafında sürekli patlama sesleri duyuluyordu. hitler neye uğradığını şaşırdı ve aklı dengesini tamamen kaybetmeye başladı. etrafındakilere bağırmaya başlayan hitler “işler zora gittiğinde dayanmaktan bıktım. artık dayanacak halim kalmadı, savaşı kaybettik işte. artık yaşamama bir gerek kalmadı” dedi ve intihar hazırlıklarına başladı.
hitler’in sığınaktaki tüm belge ve dökümanları toplanıp yakılmıştı. söylenene göre goebbels ve yanındakiler hitler’i gizlice berlin’den çıkartmak istediyse de kendisi bunu kabul etmemişti ve onlara “siz istediğiniz yere gitmekte serbestsiniz, ben burada kalacağım” demişti. zaten kaçabileceği pek bir yer de kalmamıştı ve almanya’nın tamamı işgal altındaydı. hitler sürekli “ihanete uğradım, tarihte görülmemiş bir ihanete uğradım, ss bile hain çıktı, generallerimin hepsi hain çıktı” diye sayıklayıp duruyordu. birazdan sakinleşen hitler birkaç telefon görüşmesi yaptı ve “havadan, karadan, denizden, getirebildiğiniz kadar asker getirin, almanya’nın tüm askerlerini berlin’e yığın, bu son şansımız, eğer ruslar buraya yaklaşırsa kendimi vururum” dedi.
23 nisan’da berlin’deki çarpışmalar devam ediyordu ama hitler biraz daha sakin gibiydi. o ana kadar hitler’in veliahtı olarak görülen göring hitler’e ulaşarak “efendim görevinizi ve tüm yetkilerinizi bu saatten sonra bana devredebilir misiniz?” şeklinde bir mesaj iletti. bu mesajı duyan hitler gaza gelmişti ve “ben görevimin başındayken göring ne curretle bana böyle bir soru sorar? göring’in hain olduğunu en başından beri biliyordum. onu çok önceleri ortadan kaldırmalıydım” diye düşünerek yeniden ayağa kalktı. bundan sonra berlin düşene kadar şehirde kalma fikrini yineleyen hitler son ana kadar olayları gözlemleyip savaş kesin olarak kaybedildikten sonra intihar etmeye karar verdi. göring tutuklanarak ev hapsine alındı ve berlin düşerse idam edilmesi, şehir düşmezse affedilmesine karar verildi.
25 nisan’da yaverini yanına çağıran hitler intihar ettikten sonra kendi cesedinin, eva braun’un cesediyle beraber benzin dökülüp yakılmasını, geride hatıra olarak bıraktığı (duvarda asılı olan fredrick’in tablosu hariç) tüm eşyaların ve dökümanların da aynı şekilde imha edilmesini istedi.
hitler’in yeraltı sığınağında saatler saatleri deviriyor, bir subay girip öbürü çıkıyor, sürekli rapor üstüne rapor veriliyordu ama işlerin hiç de iyiye gitmediği, şehrin en geç birkaç gün içinde düşeceği belli olmuştu. ruslar şehri 2 buçuk milyon askerle kuşatmıştı ve alman savunması 1 milyondan az askerden oluşuyordu. ruslar’ın bu saatten sonra geri püskürtülmesi imkansıza yakındı ve geri püskürtülseler bile kısa zaman içinde yeniden gelebilirlerdi. 27 nisan’da hitler’i şok eden bir haber radyoda duyuldu. himmler hitler’den izinsiz bir şekilde isveç’e gitmişti ve burada ingiliz diplomatlara “hitler ölmek üzere, hatta olmuş bile olabilir. ülkenin yönetimi bende” deyip barış için pazarlık masasına oturmuştu. bu ingiliz radyosunda yayınlanınca hitler çılgına dönmüştü ve himmler’in göring’den de büyük bir hain olduğunu söylemeye başlamıştı.
28 nisan sabahı hitler uyandığında sadece top sesleri değil otomatik silah sesleri de duymaya başlamıştı. demek ki çarpışmalar kendisinin olduğu yere oldukça yaklaşmıştı. bütün gün boyunca ne yapacağını bilemeden etrafta dolaşan hitler geceyarısı eva braun ile evlenmeye ve sonra da beraberce intihar etmeye karar verdi. hitler kendisini aynı isa gibi tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olarak gördüğü için o güne kadar evlenmeye hep soğuk bakmıştı ama artık tanrı onu “sattığı” için onun da tanrı’yla bir alakası kalmamıştı. nikah töreni gece 1’de bitmişti ve şimdi sıra vasiyet ve “son mektup” yazmaya gelmişti.
hitler bu son mektubunda ve vasiyetinde bile hiçbir konuda suçu kabul etmiyordu ve ömrü boyunca almanya ve barış için çalışıp çabaladığını, ingiltere ile barış yapmak için defalarca uğraştığını ama kimsenin onun kıymetini bilmediğini yazacaktı. hitler’in mektubuna göre yahudiler, göring, himmler, roosevelt, churchill, stalin gibi isimler her şeyden sorumlu tutulmuştu ve savaştan dolayı tüm suç bunlara aitti. hitler mektubunu bitirdiğinde saat sabahın 4’uydu. kendisi intihar ettikten sonra yönetimi goebbels’e bırakmak istiyordu ama belki de en başından beri en büyük destekçisi olan goebbels bu görevi almak istemiyordu ve ne olursa olsun berlin’i terketmek istemiyordu.
intihar etmeye hazırlanan hitler ilk olarak alman kurdu cinsi köpeği olan blondi’yi zehirletti. daha sonra sıra kendisine ve eva’ya gelecekti. ilginçtir ki hitler intiharından saatler önce radyoda mussolini’nin italya’da yakalanıp infaz edildiğini duyacaktı. gece 11’de intihar için herşey hazırdı ama hitler’in içinde hala son dakikada herşeyin değişeceğine dair bir umut vardı. cephedeki jodl’a telsizle ulaşan hitler son durumun ne olduğunu ve umut olup olmadığını sordu. aldığı haber şehrin düşmek üzere olduğu, şehri savunan askerlerin çembere alınıp imha edilmeye başlandığı şeklindeydi. artık hitler için her şey bitmişti. hitler birazdan odasından çıktı ve dışarda kendisini bekleyen kişilerin ellerini son kez sıktı ve herkesle vedalaştı. daha sonra mezar taşına “generallerinin kurbanı oldu” şeklinde yazılmasını isteyen hitler özel pilotuyla da vedalaştıktan sonra odasına geri döndü.
hitler intihar edip etmeme konusunda tereddüt duyuyordu ama ruslar’ın eline canlı geçmeyi de istemiyordu. en büyük korkusu ruslar’ın sığınağına uyku gazı atıp kendisini canlı ele geçirdikten sonra tüm dünya’ya görüntülerini servis etmesiydi. ruslar’ın eline canlıyken değil ölüyken bile geçmek istemiyordu ve bu yüzden olur ölmez cesedinin yakılmasını istiyordu. birazdan odasından çıkan hitler sığınaktakilerle beraber son kez öğle yemeği yedi ve sonra eva ile buluşup bir daha çıkmamak üzere yeniden odasına kapandı. politika hayatı boyunca verdiği hemen hemen hiçbir sözü tutmayan hitler ilk kez bir sözünü tutacaktı ve gelen başarısızlıktan dolayı kendi kafasına mermi sıkacaktı.