SİYASET 30 Eylül 2025
4,1b OKUNMA     90 PAYLAŞIM

ABD, Bazılarının İddia Ettiği Gibi Gerçekten de Güç mü Kaybediyor?

Trump neden "Make America Great Again" sloganı üstünde duruyor mesela? ABD güç mü kaybediyor ki? Güncel durumun kişisel bir fotosunu çeken bir yorumu paylaşıyoruz.

abd'nin çöküşünün başlaması... abd'nin ciddi anlamda güç kaybettiği doğru olsa da çöküş olarak adlandırılamayacağından doğru olmayan tespittir. devletlerin temel olarak siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel olmak üzere dört adet gücü vardır. aslında siyasi güç diğer üçünün bileşkesidir.

abd zaman zaman farklı ülkelerle rekabette olmuştu. bu rekabette olduğu ülkeler kimi zaman kendi müttefikleri, kimi zamansa karşı blokta kabul ettiği ülkeler oldu. mesela plaza anlaşması bunun açık örneklerinden biridir. o dönem de abd kendi himayesinde olan almanya ve japonya'ya karşı çok ciddi derecede cari açık veriyordu, abd doları rezerv para olduğundan bu cari açık durmadan artırıyordu.

bunun önüne geçmek için abd faiz artırırsa da, kendi ekonomisi yavaşlıyordu ki bu da abd sermaye gruplarının işine gelmezdi. o dönem bir de sanayi sermayesi abd'de lobi yapacak imkana sahipti. onların yaptığı baskı sonucunda anlaşma imzalandı ve japon yeni ve alman markı değerli hale geldi. bu durum uzun vadede özellikle de japon ekonomisi üzerinde çok ağır sonuçlar üretti. birçoklarına göre japon ekonomisinin mevcut durumunun baş müsebbibi olarak plaza anlaşması gösterilir.

eğer abd karşısında japonya ve almanya'nın bir askeri gücü olsaydı, plaza anlaşması yine de imzalanacaktı ama anlaşmanın koşulları farklı olurdu. abd askeri gücünü kullanarak bu anlaşmayı kendi çıkarlarına daha uygun olacak şekilde imzalattı. bu nedenle ülkeler kendi para birimlerini değerli hale getirmeyi taahhüt etmek zorunda kaldılar.

böyle olunca japon ekonomisinde zaman içerisinde varlık fiyatları çok arttı çünkü endüstriyel üretimden dış talep artışına karşı gelen büyümenin yerini iç talebe bırakmasını istediler. bence bu iki nedenle sorun çıkardı.

birincisi iç talebe dayalı büyüyen ülkelerde daha hizmet sektörü olağan şekilde büyür. büyüyen hizmet sektörü de sosyal anlamda daha hiyerarşik bir toplum yapısı yaratır. önceki sanayiye dayalı büyüme modelinde ise refah daha genele yaygın hale geldiğinden bu ülkeler iç taleple büyümekte zorlandı.

ikincisi, iç taleple büyümenin ana motoru petroldür. petrol olmadan iç taleple sürdürülebilir bir büyüme modeli sağlayamazsınız. ihtiyacınız olan enerjiyi hizmet sektörünü ne kadar genişletirseniz genişletin, petrolsüz sürdürmekte zorlanırsınız. japonya da almanya da petrolü olmayan ülkelerdi.

sosyal açıdan hiyerarşik toplum yapısını kurmakta zorlandılar çünkü servet görece homojen dağılmıştı. dolayısıyla ne kadar uğraşsalar da, kendi paraları değerlenince iç taleple büyüyemeyip varlık fiyatlarını patlattılar. bir ülkeyi iç taleple büyütmek istiyorsanız petrolünüz olmak zorundadır. petrolsüz iç taleple büyüme modeli bir noktada patlamaya mahkumdur.

alman ekonomisi bu durumu daha hafif atlattı çünkü almanya japonya gibi bir ada ülkesi değildi. bir de sovyet duvarı yıkılınca oradaki insan gücünü de görece ucuz işgücü olarak bünyesine katabildi ve böylece japon ekonomisine göre büyüme oranları daha sürdürülebilir kaldı. japonya dışarıdan insan getirmekte hem coğrafi hem de kültürel açıdan daha çok zorlandı. gerçi ikisi de son derece dışa kapalı kültürler ama almanya'nın en azından komşuları var.

mesela şu tabloda abd ekonomisinin dünya ekonomisi içerisindeki payı var. 1985'teki plaza anlaşması öncesi %34'e kadar çıkmış olan abd payı 1990'da %26'ya inmiş. bu dönemde muhtemelen japon ve alman ekonomilerindeki genişleme bu durumu değiştirmişti.


hegemon gücünü korumak için dünya ekonomisindeki payının küçülmesi gerekmesi ilk bakışta insana saçma geliyor ama aslında gerçek ve mantıklı. askeri açıdan sana bağımlı olan ortaklar yarattığın zaman onların zenginleşmesini sağlayacak koşulları onların aleyhine olacak şekilde onlara dikte ettiriyorsun. o dönem alman ve japon ekonomilerinin gdp artışı ardında muhtemelen reel bir büyüme değil iç pazarın değerlenen yerel para nedeniyle usd bazlı karşılığının artması gibi bir durum vardı. bunun bir benzeri türkiye'de 2001-2013 arası dönemde yaşandı. devletler ekonominin büyümesini ister, mamafih bu her zaman dolar bazlı gdp'nin büyümesi anlamına gelmek zorunda değildir. türkiye ekonomisi 2013-2020 arasında da büyümüştür mesela ama dolar bazlı gdp'si artmamış hatta azalmıştır.

kısacası bugün çin'in yaptığı da aslında geçmişte japon ve alman ekonomilerinin yaptığına benzemektedir fakat abd'nin çin'e karşı askeri güç dengesindeki hegemon konumu geçmişteki alman ve japon ekonomilerine karşı konumu kadar güçlü değildir. dolayısıyla çin'e karşı rekabeti daha zorlayıcı olmaktadır. abd çin'e karşı bir plaza anlaşması dikte edecek konumda değildir. bu da ciddi şekilde abd ekonomisini zorlamaktadır.

bunun önünü almak için önceki trump döneminde başlayan ticaret savaşları bugün hala devam etmektedir. trump ikinci döneminde ilk anda gelir gelmez çin'e karşı inanılmaz vergiler getirmiş ama çin restine rest ulan diyerek daha el yükseltince yaşanan finansal türbülans abd ekonomisinin istemediği şekilde sonlanmıştır.

abd şu an hem bütçe açığını hem de dış ticaret açığını daraltmak zorunda hissediyor kendisini. bunu yaparken de geçmişte olduğu gibi çin'i kendisinin istediği şekilde bir plaza anlaşması türevini imzalamaya zorlayamıyor. bu nedenle de, bütün bagajlarından kurtulmak istiyor.

bu bagajların ilki ukrayna, ikincisi ise orta doğu, daha doğrusu israil'dir. burada harcanan ve abd bütçe açığını artıracak her bir doları çin'e karşı rekabet gücünde bir dezavantaj olarak görüyorlar, ki haksız da sayılmazlar. bu nedenle ab'nin koruması rolünden vazgeçiyor. rusya'ya bu konuda alan açıp cesaret veriyor ve rusya da polonya'ya drone sokuyor.

ab ise ukrayna savaşı sonrası sıranın kendisine geleceğinden emin olduğundan savaşı uzatabileceği yere kadar uzatmak istiyor ki bu sırada kendi savunma kapasitesini güçlendirebilsin. özellikle almanya'da son 2 yılda onlarca drone startup şirketi kuruldu. ortalık flight control, embedded flight software engineer pozisyonlarından geçilmez hale geldi. tüm dertleri enflasyon yaratmamak için sosyal yardımları budayarak bu şirketleri fonlayacak kaynağı bulmak oldu.

eğer bunu başarabilirlerse olacakları da merak etmiyor değilim. özellikle savunma alanında abd'ye bağımlılığı azalmış bir avrupa'nın abd ile ilişkilerinin geleceği izlemeye değer olacaktır.

konuyu dağıtmamak adına abd'ye dönecek olursak, bugün abd ilk defa bir ülkeye karşı rekabet etmek zorunda kalıyor çünkü ona bir plaza anlaşması dayatamıyor. japonya ve almanya'ya karşı askeri üstünlüğü nedeniyle dayatabilmişti. sovyetler ise abd için hiçbir zaman iktisadi rakip olamadı, sadece askeri ve siyasi açıdan rakipti. sovyetlerin çökme nedeni her zaman iktisadi olmuştu, askeri değil.

mesela bugünlerde rekorlar kıran şirket büyüklüklerinin, abd borsalarının da nedeni bu rekabet etme zorunluluğuydu. abd'de bugün yapay zeka uzmanı mühendislere önerilen maaşlar senelik 500 bin dolara kadar çıkmış bir vaziyettedir. bunun nedeni hegemon güç olmak için teknolojik konumdaki liderliği sürdürme mecburiyetidir.

abd bugün çok daha hızlı şekilde teknoloji geliştirmek için değil, teknolojik liderliğini sürdürmek için bu maaşları öder hale geldi. bu nedenle bu şirketlere daha çok kaynak aktarılırken, sürekli olarak bu liderlikte etkisi olmayacak olan kalemlerde tasarrufa gitmeye çalışıyor. haliyle bu da suç oranlarını yükseltiyor. yani gelir eşitsizliği sadece sermayedar arasındaki konu olmaktan çıkarak çalışanlar arasında bile devasa bir hale gelebiliyor.

bunu mecburen yapmak zorunda kalma nedeni ise çin'in teknoloji liderliğine tehdit olabileceğini düşünmesiydi. yani gerçekten önemli olan teknolojik liderliğini pekiştirmek mi yoksa sürdürmek mi sorusu üzerinde düşünmeye değerdir. bu kadar ani bir şekilde artan hisse değerlerinin arkasında durmadan artan bütçe açığı ve dış ticaret açığı yatıyor. ivmenin son zamanlarda bu kadar artmasının nedeni ise çok muhtemel çin'in bu liderliğe karşı tehdit olma ihtimali gibi geliyor bana.

özetle, çöküş çok iddialı bir kavram ama abd ilk kez rekabet etmek zorunda kalacağı bir rakiple karşı karşıya geldi. bu da çok daha radikal tedbirler almasına yol açıyor. bundan nasibini ilk alan nato olmuş gibi olsa da, böyle devam ederse abd'nin gerileme süreci ivmelenerek artacak gibi bir momentumla devam ediyor. yine de çökecekse bile bu çöküşü görmeye benim ömrümün yeteceğini sanmıyorum. yani bu çöküş yüzlerce yıl sürebilir.

ekleme: benim yazdıklarım burada bitiyor

yazıyı chatgpt'ye göstererek olumlu/olumsuz yanlarını içeren bir karşı okuma analizi yazmasını istedim ve onun dediklerini de mantıklı buldum. o kısmı da merak edenler için buraya ekliyorum. abd’nin çöküşü: farklı bir okuma...

yazıda dile getirilen “abd’nin ciddi güç kaybına rağmen çöküşten bahsetmenin doğru olmadığı” tespiti dikkat çekici bir çıkış noktası. ancak meseleyi yalnızca plaza anlaşması, petrol bağımlılığı ve çin rekabeti üzerinden okumak bazı noktaları eksik bırakıyor. abd’nin bugünkü konumunu anlamak için daha geniş bir perspektife ihtiyaç var.

1. hegemonya ve askeri güç ilişkisi

abd’nin plaza anlaşması’nı müttefiklerine “askeri gücü sayesinde” dayattığı iddiası tartışmaya açıktır. anlaşma esasen japonya ve almanya gibi ülkelerin de çıkarına olacak şekilde kur dalgalanmalarını yumuşatmaya yönelikti. abd’nin askeri üstünlüğü bu pazarlıkta arka plan baskısı oluşturmuş olabilir; ancak anlaşma doğrudan “güç gösterisiyle” değil, çok taraflı diplomatik müzakereyle imzalandı. bu fark önemli, çünkü abd hegemonyasının kaynağı yalnızca askeri güç değil; aynı zamanda kurumsal düzen kurma becerisi (ımf, dünya bankası, gatt/wto) olmuştur.

2. petrol ve büyüme modeli

yazıda “iç tüketime dayalı büyüme petrolsüz mümkün değildir” deniyor. enerji faktörü elbette kritik; ama 1970’lerden itibaren gelişmiş ülkeler nükleer, doğalgaz ve daha sonra yenilenebilir enerjiyle de büyümelerini sürdürebildi. örneğin almanya’nın 2000’lerden itibaren yaşadığı büyüme, rus doğalgazına ve aynı zamanda verimlilik artışına dayanıyordu. dolayısıyla iç taleppetrol bağımlılığı şeklinde doğrusal bir bağıntı kurmak, modern ekonomilerin çeşitlenmiş enerji yapısını göz ardı etmek olur.

3. hizmet sektörü ve toplum yapısı

“iç taleple büyüyen ülkelerde hizmet sektörü genişler, bu da hiyerarşik toplum yaratır” önermesi de sorgulanmalıdır. hizmet sektörü, post-endüstriyel toplumların ortak özelliğidir ama bunun tek sonucu hiyerarşi değildir. anglo-sakson ülkelerde hizmetleşme bireyselleşmeyi artırırken, iskandinav ülkelerde refah devleti aracılığıyla eşitlikçi sonuçlar da doğurmuştur. yani sektör yapısı ile toplumsal hiyerarşi arasındaki ilişki, devlet politikaları ve kültürel faktörlere bağlıdır.

4. abd’nin bugünkü konumu

abd’nin çin’e karşı “plaza benzeri bir anlaşma dikte edememesi” doğru bir tespit; ancak buradan doğrudan “abd’nin çöküşü başladı” sonucuna gitmek hatalı olur. abd hâlâ:

dünya rezerv para sisteminin merkezinde,

küresel teknoloji şirketlerinde lider,

nato üzerinden askeri gücünü konsolide eden,

kültürel alanda olağanüstü etkili bir aktör.

çin ekonomik büyüklük açısından yaklaşıyor ama finansal sistem, askeri ittifaklar ve kültürel yumuşak güç bakımından hâlâ abd gerisinde. bu farklar, abd’nin “çöküş süreci”ni yavaşlatıyor.

5. abd’nin krizi: çöküş değil, dönüşüm

abd’nin yaşadığı sorun, mutlak bir çöküş değil; hegemonya maliyetlerinin artmasıdır. ukrayna ve ortadoğu’ya harcanan kaynakların iç kamuoyunda sorgulanması, çin’e karşı teknoloji yarışı için verilen teşvikler ve devasa bütçe açıkları bu maliyetleri görünür kılıyor. ama tarihteki diğer hegemonlardan (britanya gibi) farklı olarak abd, hâlâ küresel ağların merkezinde. çöküşten ziyade bir göreli güç kaybı ve çok kutupluluğa uyum süreci yaşıyor.

sonuç

abd, belki 20. yüzyıl ortasındaki mutlak üstünlüğüne sahip değil; ancak “çöküş” ifadesi bugünkü tabloyu fazla dramatize eder. daha uygun kavram, hegemonya sonrası yeniden konumlanmadır. abd gücünü kaybetmiyor; maliyetlerini başka aktörlerle paylaşmak için pozisyon değiştiriyor. bu nedenle de çin, ab ve bölgesel güçlerle rekabet kaçınılmaz olsa da, bu bir son değil; küresel düzenin evrilmesi anlamına geliyor.