SİNEMA 30 Ocak 2018
62,1b OKUNMA     833 PAYLAŞIM

2017'nin Dikkat Çekici Filmlerinden Mother!'da Başarıyla İşlenen Sanatçı Depresyonu Döngüsü

Requiem for a Dream ve Black Swan filmleriyle tanıdığımız ABD'li yönetmen Darren Aronofsky'nin 2017 filmi Mother! (Anne!), geçtiğimiz aylarda oldukça dikkat çekmiş ve konuşulmuştu.


sanatçılar yaratmak için neye ihtiyaç duyarlar? zihinlerindeki kaosa bir düzen getirmeye.

başlangıçta kaos vardı ve tanrı evrene düzen getirdi dizelerini sanatçının yaratım süreci için de kullanabiliriz. yaratmak, zihnin içindeki kaosun sanat eseri biçimine dönüşmesidir. sanatçı kurgusal düzlemde tanrının taklitçisidir. gerçeklik düzlemindeyse yaşadığı depresif gelgitleri yücelterek hayali düzlemde de olsa bir çıkış yolu bulabilmiş biri.

filmdeki şairin kaosu evine buyur ederek, karısının bin bir emekle kurmaya çalıştığı düzeni yıkmak pahasına yapmaya çalıştığı şey, yaşadığı zihinsel tıkanıklığı aşmak ve yeniden yazabilmektir. yalnızca karısıyla kendisi varken, evin içerisi sessizken, çalışması için en uygun koşullara sahipken bu mümkün olmamıştır. görünürde her şey fazlasıyla düzenliyken zihninin içerisi kaosla doludur. tıkanmış vaziyettedir. hatta öylesine tıkanmıştır ki tek bir satır yazamadığı gibi karısıyla ilişkiye de giremez. kadının kurduğu düzen sadece görünüştedir. adamın zihni kaynayan bir kazan gibidir o anlarda. evin duvarlarına dokunduğunda, bodrum katına indiğinde, yer döşemesindeki deliğe baktığında tuhaflıklar olduğunu hisseder kadın. ev adamın zihninin eğretilemesi gibidir ve her ne kadar restore edilmiş gibi görünse de bazı noktaları tekinsizliğini korumakta, eski yangının izlerini taşımaktadır. kadının çabası inşa sürecini özenle sürdürmektir, yani aslında adamı baştan yaratmak. adamsa hissettiği zihinsel tıkanıklıktan dolayı patlamak üzeredir.

filmin başlangıcında evin yıkıntılar içinde olduğunu görürüz. sonrasındaysa, kadının her dokunuşuyla ev yeniden oluşur. kadın neye dokunmaktadır? bence adamın çöküntü içindeki varlığına dokunmakta, onu yeniden yaşama döndürmektedir. bunu yaparken gençliğini, güzelliğini, sevgisini, yeteneklerini... dişille anneliğin birleşiminden doğan bir sürü niteliğini kullanır. adamı adam eden kadındır diyebiliriz. 


sonra ne olur?

adam yeniden yaşama döner ve eski yaralarının kapanışının ardından canlılık kazanır, tıpkı ev gibi biçim kazanır yani. ama bu adam bir şairdir, bir yaratıcı. yaratıcılar başkalarının hükmü altında yaşamaktan nefret ederler, bu durumu yaratıcılıklarına engel olarak algılarlar. adamın yaşadığı durum da böylesi bir engellenmişliktir. kadın onu yaşama döndürdüğü anda işlevini tamamlamış ve "ilham perisi" sıfatıyla süs objesine dönüşmüştür. şimdi şair yeterince güçlüdür ve ona gerekli olan şey düzen değil, kafasındaki kaotik enerjinin akabileceği elverişli bir mecradır. 

sonrasında olaylar gelişir. gelen yabancılar, işgal edilen ev, barbarca bir istila, yağma, yamyamlık, ölümler, karanlık bir festival, mahşer yerini andıran kalabalık ve şeytani tipler... evin her köşesinde bir yabancı görür kadın ve bağırır: "burda ne işiniz var?" yabancılar kadının davranışını tuhaf bulurlar ve onu yanıtlarlar: "sen de kimsin?" sanki yabancı olan kadındır. sankisi fazla, yabancı olan kadındır çünkü ev adamın zihninin metaforudur ve zihnindeki kaos evi işgal eden yabancılar olarak dışsallaşır. adamın zihninde kadına dair bir imge olmadığı için eve gelen yabancılar "bu kadın da kim?" diye sorarlar, şaşırırlar, tabiri caizse kadını sallamazlar.

kaos dışsallaşır, adam kafasının içindekileri yansıtır, zihnin içindeki her bir çatışma gerçekliğe dönüşür ve sonunda kafasının içindekileri dış dünyaya ait nesnelermiş gibi algılayarak kaosu yazıya döker şair. eserini üretmesi için kaosa ihtiyacı vardır. bu döngünün her seferinde tekrarlanması gerekir ki tıkanıklığı son bulsun ve yeniden yazabilsin. adam yabancıları buyur ederek zihnindeki kaosu boşalmasını sağlıyordur. akın akın gelen konukların yüzünde gülümsemelere yol açması bu yüzdendir, her yeni gelen zihnindeki karanlık bir imgenin dışa çıkışıdır ve bu süreç rahatlatır adamı.


filmin sonunda kadın şöyle der: "beni asla sevmedin."

çok doğrudur bu çünkü kadın bir an bile adamın zihninde yer bulamamıştır. o zihinde bir sürü karaktere yer vardır, yüzlerce hayali yabancı eve girer çıkar ama evi inşa eden kadın aslında tek yabancıdır.
kadının gerçek bir yaratı olan bebeği doğurması bile adamı tatmin etmeyecektir. bebeği alır ve zihninin içindeki karmaşayı beslemekte kullanır. onun aklı gerçeklikte değil, eserindedir çünkü.

ev yeniden yanar, adam yeniden güçsüz düşer ve bu döngü başka bir kadınla yeniden açılır. filmdeki şair figürü için kadınların belli bir ana kadar işlevleri vardır: küllerinden yeniden doğmasını sağlayana kadar işlev görürler ve şair yeterince güçlendiğinde işlevleri son bulur. ta ki bir sonraki depresyon anına kadar. film boyunca izlediğimiz kurgu (küllerinden yeniden doğmak ve her şeyin küle dönüşmesine kadarki coşku) depresyon döngüsüdür de.

Bu içerik de ilginizi çekebilir