2016 Nobel Edebiyat Ödülü Nasıl Oldu da Ünlü Müzisyen Bob Dylan'a Verildi?
aslında mesele, bob dylan'ın bilinç akışında coşan imgelerinin eşsiz bir hayat muhasebesi sunabiliyor olması değil. ya da çağdaş zamanların ruhunu yakalayıp, kültürün eşiğini ne kadar yükselttiği de...
nobel akademisinin demirbaşlarından horace engdahl, amerikan edebiyatını, dünya edebiyatının bütününe ortak olamayan, yetersiz bir edebiyat olmakla eleştiriyordu. bu sanatsal üretimin var olabilmesi için sanatçı'nın bağımsızlığının korunmasına yönelik bir endişeden besleniyordu.
horace engdahl ve arkadaşlarına göre; yazarlar, pazarın talebine göre yazmaya başladıktan sonra, stratejik davranarak üretmek yerine satmayı, popüler olmayı tercih ediyordu. yazmak için yazmak, beklenti amacıyla yazmakla takas edilince sözün değeri de düşüyordu. sartre'ın ödülü reddederken ifade ettiği yazarın özgürlüğü vurgusu, nobel için küçük ama edebiyat için büyük bir adımdı. bir yazarın ne işi var ödülle? eserler, sanat dışında başka bir amaç için yazıldığında sözün kaderi de karanlığa sürüklenmez miydi?
güzel olan, popüler olanla değiştirilirse, sanat da güzellik iddiasıyla beraber eriyip yok olmaya başlar. edebiyat, metinler mezarlığına dönüşür. çok-satanlar, para kazandırabilmesi için herkese hitap etmeye çalışır. yazar, edebiyat için değil ikon olmak, para kazanmak, övülmek, ödüllendirilmek için yazar. söz'ün kışı gelir.
yukarıdaki iddiayı savunanlar, amerika ve onun edebiyatını topa tutuyorlardı. zira her şeyi endüstriyelleştirerek var eden, tüketimin en görkemli katedrali amerika'nın hegomanyası edebiyat için bir tehditti. nobel aksini desteklemeliydi. diyorlardı ki:
"sizin yazdıklarınız edebiyat değil, ne düşündüğünüz ya da ne hissettiğiniz de değil. okuyucu neyi sever diye kalemi elinize alıp edebiyatın güzelliğini de çok-satanlara indirgemeye çalışıyorsunuz. okurun beğenisini, raflarda kitaplarınızın sergilenmesini, ne kadar sattığınızı, ne kadar övüleceğinizi düşünüp edebiyatın sonunu getiriyorsunuz. yazarlık, profesyonel bir meslek değil. sırtınızda taş taşıyın, ama edebiyatı bu işleri karıştırmayın !"
popüler olanlara alınan cephe nitekim proust, joyce gibi çok okunan ve bu işin hakkını veren edebiyatçıları da hedef alıyordu. edebiyat tutkunu insanların hastalığıdır bu aslında, yazarı ne kadar severseniz sevin, kitabını herkesin elinde görüp, binlerce gerizekalının koro halinde övdüğünü gördüğünüzde gıcık olursunuz. yazarın aşırı popülerleşmesine tahammül edemiyor olmak ile onu çok sevmek arasındaki ince çizgiyi sadece bir edebiyat tutkunu anlayabilir. onlar da edebiyat tutkunuydular, edebiyatın geleceğini kurtarmak için popülerliğe militan bir tavır gerekliydi. popüler olan alt yapısızdı, bağımlıydı, pazarcıydı, hesapcıydı. söz'ün mezarlığına giden karanlık bir yoldu. ve tüm bunlar amerika'da default olarak her şeyin içine yerleşmişti. nobel'e plato'nun akademisine benzer şekilde popüler olan ve çok satanlar giremezdi.
ama bir diğer nobel akademi üyesi anne-marie mai ve arkadaşları aynı fikirde değildi. onlara göre popülerlik, pazar, ülke önemli değildi, önemli olan eserdi. amerikan edebiyatına da karşı eleştirel perspektiften doğan bir önyargı vardı, pekala o da her edebiyat kadar saygındı. horace engdahl ve arkadaşlarının iddia ettiği gibi amerikan edebiyatı, pazara bağlı ticari içerikler olarak tanımlanamazdı. bu bakış açısı, amerikan geleneğinden tiksinti duyan avrupa merkezli edebiyat anlayışının önyargısının bir tezahürüydü. hatta sırf bu sebeple yüzlerce saygın yazara sırf popüler oldukları için haksızlık yapılıyordu. nobel edebiyat ödülü için tek şey söylenebilirdi, okuyucuların gözünde nobel, edebiyat'tan anlamıyordu. madem akademi içinde amerikan edebiyatına karşı bir tiksinti ve küçümseme vardı, o zaman nobel ideolojisi de siyasal doğruculukla görevini yerine getirmeliydi.
anne-marie mai, engdahl ve arkadaşlarını temsil eden bakış açısına karşı bob dylan'ı aday gösterdi. işte, dedi! size amerikan geleneğinin temsilcisi ve eleştirebileceğiniz kadar popüler bir şair! bu şair iddia ettiğiniz gibi stratejik davranmamış, imgelerin arkasına anlatısını ustalıkla yerleştirmiş, bilinç akışı tekniğiyle anlamlı şiirler yazmış, herkesten daha gelenekçi ama herkesten daha modern, konformist bir toplumun üyesi ama protest, bireycilerin arasında ama sosyal duyarlılık sahibi, duyarsızların arasında ama aktivist, herkesin anlayabileceği kadar popüler ama herkesin anlayamayacağı kadar zor sözler yazan, aynı anda hem evrensel hem de yerel kalmayı başarabilmiş bir değer ve eserleri! ben de bu adamın şairliğine kefilim, öyle ki onun edebiyatını popüler kültürün içerisinden çekip çıkarıyorum ve yanıtınızı bekliyorum.
beklenen yanıt geç de olsa geldi. bob dylan, 2016 nobel edebiyat ödülü'nü aldı. böylece şarkı sözlerinin de söz güzelliğinin bir parçası olduğunu göstererdi. edebiyatın ruhlara erişebilmesi için yazı şart değildi, hayatında bir kitabı bile bitirmemiş kitle pekala edebiyatla büyülenebilirdi. edebiyat bir tutkuysa, bu tutku sadece ciltlerin arkasına mahkum edilemezdi. pekala bir mp3'ün içinde, bir gitar akordunun üzerinde de var olabilirdi.
bu ödülle bob dylan, hem kendisi hem de popüler kültür için bir dönemi sona erdirdi. bunu yaparken de dım tıs tıs seslerine yirmi kelime yazan şarkıcıların kulvarından ayrılıp, andre gide'lerin, albert camus'ların yanına geçti. edebiyat eleştirmenleri tarafından onurlandırılarak elinde gitarı ve siyah şapkasıyla altın varaklı bir tahta oturdu.
horace engdahl ve anne-marie mai'nin tartışmalarını tahmin edebiliyorum. onlar "bob dylan ve nobel mi? hak ediyor mu? " diye birbirlerine giredursun, bob dylan zaten yıllar öncesinden bu tartışmalara şu sözlerle yanıt vermişti:
"unutma, hak ettiği kadardır bir insana verilen değer. ve aslında herkes, kendi değerini kendisi belirler."