SİNEMA 1 Nisan 2020
174b OKUNMA     904 PAYLAŞIM

2004-2006 Arasında Türk Sinemasının Eşsiz Bir Eğlence ve Kalite Yaşaması

Bugün kalitesiz gişe filmleri ve çok az izlenen arthouse filmleri arasına sıkışan Türk sineması, 2000'lerin ortalarında ortayı bulmuş ve herkese hitap edebilen ancak kaliteden de ödün vermeyen filmler çıkarmıştı. Buyrun tespite.

2004-2006 arasında türk sinemasının çılgın atması...

clickbait kokan bir cümle olduğunun farkındayım. çünkü daha fazla insanın o yılları hatırlaması ve şimdilerde düşen kalitenin gerekçeleri üzerine düşünmesi gerekiyor bence.

türk sineması şimdilerde, çok izlenen kalitesiz filmler ile 3-5 kişinin izlediği festival sineması arasında sıkışmış durumda. (son 1 - 2 yıldır ufak ufak canlanan bir şeyler olduğunu kabul etmeliyim.) bu nedenle sağlıklı bir şekilde endüstrileşemeyen sinemamız, en özel dönemlerinden birini 2004-2006 yılları arasında yaşadı bana göre. keşke o damar hiç kaybolmasaydı da şu an bambaşka şeyler izliyor olsaydık.

milenyuma adım attığımız yıllarda cenazesi kaldırılalı çok olmuş türk sinemasını eşkıya, her şey çok güzel olacak, vizontele gibi yapımlar diriltmeye çalışmıştı. bu filmlerin ortak özelliği hem döneminde geniş kitlelere hitap etmesi hem de yıllar içinde kült sıfatını alabilecek kalitede olabilmesiydi. insanlar tekrardan sinemaya gitmeye, türk filmi izlemeye başlamışlardı.

arkasına bu rüzgarı alan türk sineması 2004-2006 yıllarında kaliteli ana akım film patlaması yaşadı. önce filmlere bakalım, sonra da bu dönemden sonra başlayan çölleşmenin üzerine biraz beyin fırtınası yapalım.

2004
neredesin firuze – senarist: levent kazak, yönetmen: ezel akay
g.o.r.a. – senarist: cem yılmaz, yönetmen: ömer faruk sorak
vizontele tuuba – senarist ve yönetmen: yılmaz erdoğan
yazı tura – senarist ve yönetmen: uğur yücel
duvara karşı – senarist ve yönetmen: fatih akın
karpuz kabuğundan gemiler yapmak – senarist ve yönetmen: ahmet uluçay


2005
babam ve oğlum – senarist ve yönetmen: çağan ırmak
organize işler – senarist ve yönetmen: yılmaz erdoğan
pardon – senarist: ferhan şensoy, yönetmen: mert baykal
gönül yarası - senarist ve yönetmen: yavuz turgul
anlat istanbul – senarist: ümit ünal, yönetmen: ömür atay, selim demirdelen, kudret sabancı, yücel yolcu, ümit ünal


2006
hacivat karagöz neden öldürüldü – senarist: levent kazak, yönetmen: ezel akay
hokkabaz – senarist: cem yılmaz, yönetmen: ali taner baltacı, cem yılmaz
beynelmilel – senarist: sırrı süreyya önder, yönetmen: muharrem gülmez, sırrı süreyya önder
takva – senarist: önder çakar, özer kızıltan
dondurmam gaymak - senarist ve yönetmen: yüksel aksu
kader – senaryo ve yönetmen: zeki demirkubuz
sınav – senaryo: yiğit güralp, yönetmen: ömer faruk sorak


not: 2003 yılından inşaat ve 2007 yılından kabadayı, polis, son osmanlı yandım ali gibi filmlerin de yukarıdaki listeyle ruh birliği içinde olduğu bilinmelidir.

2003 - 2007 akp'nin ilk yıllarına rast geliyor. henüz otoriterleşmemiş bir iktidar, 90'lı yıllara nazaran düşen enflasyon, tüm dünyanın keyfini sürdüğü likidite bolluğu ve henüz devam eden bir milenyum heyecanının ortasında yaşıyoruz o yıllarda. 2002 dünya kupası üçüncülüğü ve 2003 eurovision birinciliği gibi şenlikli günlerimiz de henüz çok yakın.

ekonomik refahın nispeten iyi olması, insanların elinde sinema gibi bir eğlence aracına harcayacak paraları olduğu anlamına geliyor. bu sinema endüstrisinin aktörlerini daha büyük prodüksiyonlu işler yapmaya teşvik ediyordu

siyasi olarak da artık askeri darbenin üzerinden 20 küsür yıl geçmiş ve akp hükümeti, avrupa birliği kapılarında müzakereden müzakereye koşuyordu. bir demokratlaşma eğilimi içerisindeydik yani. yönetmenler politik filmler çekmek için daha özgürdü zaten yukarıdaki listeye bakacak olursanız neredeyse hepsinde politik bir arka plan bulursunuz.

böyle güzelce gelip geçiyordu yıllar. (gene bu yıllarda yer alan tatlı hayat, avrupa yakası, kurtlar vadisi, çemberimde gül oya gibi kaliteli tv yapımlarını hatırlatmak isterim.)

2007-2008 yıllarında ise ülkede bir şeyler değişmeye başlıyor. recep ivedik fenomeninin hayatımıza girip, tüm gişe rekorlarını alt üst etmesiyle birlikte endüstrinin paradigması allak bullak oluyor. düşük bütçeli, mesaj kaygısının sıfıra yakınsadığı komik karakter filmleri her bir yanımızı sarıyor. (recep ivedik'in ilk 2 filmini komik bulur, eğlenerek izlerim ama kopyaları türemeseydi keşke.)

gene bu yıllarda ergenekon, balyoz gibi tüm ülkenin konuştuğu siyasi davalar patlak veriyor ve ülke gündemi büyük ölçüde güncel siyasete kayıyor (bu durum hâlâ da devam etmekte.)

önceleri politikanın sanatla ustaca harmanlandığı filmler izlerken şimdi televizyonda, günde 5 vakit politikacıları izliyoruz. artık politik film yapmak ise neredeyse bir hayal oldu.

konu hakkında yüzeysel bir şekilde yazmaya çalıştım ilk aklıma gelenleri, tabi daha çok faktörleri vardır bu değişimin. sizlerin de bu konuda değerli fikirlerinizi okumayı çok isterim.

5 Ayrı Hikayeyi Tek Senaryoya Sığdıran Nefis Film: Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?