SUÇ 3 Kasım 2022
31,9b OKUNMA     351 PAYLAŞIM

13'ü Polis Olmak Üzere Tam 21 Cana Kıyan Osmanlı'nın İlk Seri Katili: Hrisantos

1889-1920 yılları arasında İstanbul'da yaşayan Hrisantos, 13'ü polis olmak üzere toplam 21 kişiyi öldürdü. Osmanlı'nın ilk seri katili olarak tarihe geçen Hrisantos'un hayatına yakından bakalım.

"beyoğlu, papazköprü semtinde bakkal yorgi'nin evinde dünyaya gelen hırisantos'un babası ahilya, 1910'da atina'ya gitmiş ve bir daha hayatından haber alınamamıştır. annesi ise, derviş sokağı (peremeci sokağı)'ndaki umumhaneci andernohin'dir. kendisinden beş yaş büyük olan lâtarnacı kaço adında bir ağabeyi ile bir de kız kardeşi vardır.

küçükken ağabeyi kaço ile birlikte tramvaylarda yolcuların para çantalarını kapıp kaçar, bazen de umumhanelerde zamparaların elbiselerinden söğüşçülük usulüyle para çalardı. aynı zamanda cinsisapık olan bu çocuğa, sakızlı meyhaneci deli panayot ve sarı hıristo delicesine âşıktılar. hatta bu kıskançlık sebebiyle de deli panayot rakibini bıçakla öldürmüştü.

önceleri kasımpaşa, emincami mahallesi'nde oturan hırisantos, adını duyurmaya başladığı 1915 yılında on yedi yaşında bulunuyordu. yol kesme işlerinde ustası zafiri'yi çoktan geçmiş, hırsız çetesinin reisi olmuştu. bu iki şerir ekseriya haşarat yuvası haline gelen galata'da acem ali'nin kahvehânesi ile bülbülderesi'ndeki kahvehânede kumar oynarlardı... kısa zamanda çetesi genişlemiş ve şeamet kadrosuna zafiri, latarnacı niko, hariton, panayot, demirci andon, lazari ve fantoma mehmet'i almıştı. 1915-1918 yılları arasında faaliyet sahaları tatavla, papazköprü, dolapdere, sinanköy, bülbülderesi ile beyoğlu'nun arka sokaklarıydı.

hırisantos'un ilk cinayeti 1918 yılında boğazkesen'de sütçü recep usta'nın katili olup, ilk polis şehidi de taksim merkezi kadrosundan 2873 yaka sayılı mehmet efendi'dir. bu memur, yağmurlu bir gecede dolapdere'den sinanköy'e çıkan yokuşta, madam despina'nın imdat çağrısına koşarken, hırisantos tarafından kahpece öldürülmüştü. o sıralarda arab mesut ile galib adındaki şerirler de çetesine iltihak etmişlerdi. böylece hırisantos, sağında zafiri, solunda hariton ve avanesiyle, beyoğlu'na dehşet vermeye başladı.

bir pazar günü hırisantos, sinanköy karakolunu basarak komiser muavini ismail'i başından tabanca kabzasıyla yaraladı. temmuz ayının 15. cumartesi günü, beyoğlu karnavola sokağı'nda karşısına dikilen komiser fahri'yi de öldürdükten üç ay sonra; avanesiyle birlikte ziba'daki bir içki âleminden gece yarısı dönerken karşılaştığı taksim merkezinden komiser muavini hüsnü ile polis memuru ali'nin tabancalarını alıp giderken, polis memuru ibrahim tarafından peşinin bırakılmadığını görünce, onu da şehit etti.

polis düşmanı katil rahat durmuyordu. soğuk bir kış günü dolapdere'de koço'nun esrar tekkesinden arkadaşı zafiri ve muhbiri hulûsi ile çıkıp da, avangeliya kilisesi'ne yaklaştıkları sırada, duvar dibinde ayakkabılarına boyatmakta olan polis memuru abdurrahman'ı vurdular. yine polis memuru cemal'in can verdiği ve polis memuru hüseyin'in de ağır surette yaralanmasıyla sonuçlanan bülbülderesi'ndeki kahvehânede vukua gelen olaydan sonra, bir silahlı çatışmada polis memuru osman öldürülmüş, hırisantos ise ancak omuzundan yaralanmıştı.

ocak ayında taksim, çeşme sokağı'nda sıkıştırılan şerirler, bu defa sivil polis memuru nuri'yi kanlar içinde yere sererek kaçmaya muvaffak oldular. bunu, mart ayında bir gece galata'da kilise arasındaki todori'nin meyhanesinde, mıntıka devriyelerinden mehmet'in öldürülmesi takip etti. bu suretle on üçüncü cinayetini işlemiş oluyordu.

hırisantos'un taraftarları onu panaiya'nın, yani allah'ın koruduğunu söylerlerdi. hakikatte ise, bulunduğu muhitte soydaşları tarafından himaye ediliyordu. ele geçmemesinin bir sebebi olarak da, polisten kovulma hulûsi ismindeki bir hainin çeteye muhbirlik edişi gösterilir.

artık bu seri cinayetlerine bir son verilmesi düşünülüyordu. o devirlerde istanbul emniyet ikinci şube müdürü nevzat (tandoğan-intihar eden ankara valisi) bey ve muavini de hidayet (demircan) bey idi... her ikisi de bu küstah palikaryanın bir an evvel yakalanması için gereken her türlü fedakârlığın yapılmasına karar vermişlerdi.

nitekim ilk hamlede polis memuru ali rıza tarafından tertip edilen baskınla hariton öldürüldü. az sonra da zafiri, dostu ile tepebaşı'nda bir muhallebicide otururlarken, içeriye giren merkez memuru (sonra emniyet amiri) faik bey'i tabanca ile karnından yaralamasına rağmen, çabuk toparlanan faik bey'in attığı kurşunlarla ölmüştü. bu suretle en önemli kollarını kaybeden hırisantos, korkusundan yerini ve ismini değiştirdi.

fakat arkadaşları mutad soygunlara devam ediyorlardı. polis memuru necati ile bekçi sabri'nin vurulmasından sonra (ki, bunlar hastanede öldüler) çete kısa bir müddet hırisantos'suz görüldü. bir soygun sırasında ise niko bacağından vurularak yakalandığı zaman, polise yarar bilgiler verdi. çok geçmeden kasa hırsızı donirci andon, galata'da acem ali'nin kahvehânesinin üzerindeki evde, metresi ile beraber bulunurken, kolundan yaralanarak yakalanmış ve akabinde de fantoma mehmet ele geçmişti.

Hrisantos'un çocukluğu

hırisantos, o günlerde tertip edilen bir karnavalda tanındığını sezince, polis memuru raşid'i vurup kaçarken, kendisini yakalamak isteyen iki rum gencinden birini öldürmüştü. bu olay üzerine istanbul polisi işi daha sıkı tutup, gruplar halinde takibe koyulunca, artık sonunun geldiğini anlayan şımarık adam, selâmeti türkiye'yi terketmekte buldu. birgün sevgilisi eftimia'yı yanına alarak, gizlice bindiği "gülcemal" vapuru ile yunanistan'a kaçtı. ama orada da rahat durmadı. eftimia'ya göz koyan bir jandarma onbaşısını öldürdükten sonra, sevgilisini kaptığı gibi soluğu selanik'te aldı. yunan makamlarınca arandığını anlayınca, bu defa gerek soydaşları ve gerekse işgal kuvvetleri tarafından daimi surette himaye gördüğü türkiye'ye döndü.

bu sıralarda istanbul'da katil nobar diye biri ortaya çıkmıştı. hırisantos bununla birlik oldu. yine bu aralarda, arkadaşı anesti ile beraber bir fransız subayını ayağından yaraladıktan sonra, önce malatya'ya sonra da izmir'e kaçarak, oralarda iki ay kadar saklandı. istanbul'a geldiği zaman anlaşmalarına göre kendisine afyon verecek olan bir gümrük memurunu, arkadaşı anesti ile bir olup, tophane rıhtımında bıçaklayarak cesedini denize attılar. azılı palikarya yine mel'anetlerine başlamıştı, belâ arıyordu. bir gece de tepeüstü'nde arkadaşları aleko, marko ve galib ile bir olup, yirmi kadar yolcusu bulunan tramvayı durdurarak, içindekilerin paralarını alıp sıvışmışlardı.

böylece kendi hâmilerini de rahatsız edecek kadar işi ileri götüren hırisantos'u dostları da çekemez oldular. vücudunun bir an önce ortadan kalkmasını isteyenler çoğalmıştı. nerede ise ihbarı kendileri yapacaklardı.

nitekim bu durumdan istifade eden galatasaray merkez memuru (emniyet amiri) bahri paşa-zâde kemal bey, hırisantos'u çocukluğundan beri tanıyan ve her an yanına yaklaşabilen agaton gargaraça adında bir balıkçı ile anlaştı. mesele ancak bu suretle sonuçlanabilirdi. zira bir defa lâz tufan ile kıranta yakub'u araya koymuş, fakat karşılaştıkları kahvehanede şeririn kendini acındıracak sözlerine kanarak, onu güya müdafaasız öldürmeyi kabadayılıklarına yakıştıramamışlardı.

merkez memuru kemal bey ile agaton gargaraça arasındaki anlaşmadan kimsenin haberi olmadı. bugüne kadar da olmamıştı ya... ancak yakalama şekli mıntıka karakolu tarafından yapılacak ve başarı sağlayanlara iki bin lira ikramiye verilecekti.

nihayet 7 eylül 1920 salı günü hava kararırken, papazköprü polis karakolu komiser muavini raşit'in yanına gelen balıkçı agaton gargaraça, aradıklarının ayağından yaralı olarak direkçibaşı sokağındaki bir evde olduğunu söylüyordu. burası, papazköprü'den yokuş yukarı çıkarken, yunanlılar'a hizmet eden tulumbacı reisi kılanti'nin evinin karşısında, o günlerde belediyece oturulamayacak durumda olduğuna dair raporlu, üç katlı boş virâne ahşap bir evdi. hırisantos'u gizlice buraya getiren balıkçı, onu alt katın arka tarafındaki çöplük haline gelmiş mutfakta, evinden getirdiği yatağa yatırmıştı. bir asker beyliğinin yarısını yatağın üzerine sermiş, diğer kısmını da şeririn üstüne örtmüştü.

komiser muavini içkiye düşkün bir kimseydi. ummadığı anda aldığı ihbarı, o an için sonuçlandırmaya ne hali ve ne de kadrosu müsaitti. bir ara kendini toplayan karakol âmiri raşit, durumu telefonla dolapdere merkez başkomiseri hasan tahsin bey'e bildirirken, agaton gargaraça da, az evvel yanından ayrıldığı hırisantos'un şüphelenmemesi için bulunduğu yere dönmüştü.

ihbarın diğerleri gibi doğru olup olmadığının tahkiki maksadıyla görevlendirilen komiser muavini muharrem (alkor) ile samimi meslekdaşı polis memuru cafer tayyar, az sonra papazköprü karakoluna geldiler. gecenin bir hayli ilerlemiş saatinde alt kat koridorda komiser muavini muharrem'in sesi geliyordu:

-"akşamcılar da dahil, bütün memurları kaldır!"

daire nöbetçisi eyüplü naci telaşa kapılmıştı. emri veren âmiri değildi ama, kendisininki fazla içkiden çoktan odasına çekilmişti. gürültüye uyanan polis memuru şükrü (güzel) çağırılmadığını görünce, kendiliğinden giyinerek aşağıya indi. buna komiser muavini muharrem'in canı sıkılmıştı. sert bir çıkışla:

-"sen niye geldin?" sualine, polis memuru şükrü şaşırarak:

-"kızmana sebep yok, memur aramıyor musunuz? bu karakoldan olduğuma göre, benim de olanlardan haberim olması gerek." diye cevap verdi. muharrem de: "madem ki, kalktın, söyleyeyim..." diyerek, meseleyi ona da açtı.

fakat bu defa merkezden gelen dokuz ve karakoldan toplanan beş memur ki, toplam ondört kişi, tartışmaya koyuldular. "tutalım mı? yoksa vuralım mı?" deniyordu.

heyecanlanan şükrü efendi'nin teklifi yerinde idi: "yakalasak, nasıl olsa işgalciler elimizden alacak. öldürelim daha iyi!.."

bu konuşma arasında nasrıçlı mustafa ile beşiktaşlı ibrahim adındaki iki polis memuru, gözcü olarak viran eve gönderilmişti. tahtaperde dışında pusuya yatan bu iki memur, gelecek olan arkadaşlarını beklemeye koyuldular.

vakit hayli ilerlemişti. hırisantos'un yanına dönen agaton gargaraça, polislerin gecikmesinden endişe ediyordu. acaba ihbar edişini rumlar da duymuşlar mıydı? bir ara yattığı yerde olanlardan habersiz derin uykuya dalan hırisantos'a baktı, sonra ani bir kararla eli belindeki tabancaya gitti.

birbiri ardı sıra patlayan silah seslerini işiten karakoldakiler, hemen harekete geçerek olay yerine geldikleri zaman, evvelce gönderdikleri iki polisi şeririn başı ucunda ellerinde tabancaları olduğu halde beklerken gördüler. bu defa muharrem ile cafer tayyar da birkaç el daha ateş ettilerse de hırisantos, agaton gargaraça'nın kurşunlarıyla çoktan can vermişti.

burada bir açıklamada daha bulunmayı gerekli gördüm, şöyle ki; 60 yıla yakın mazisi olan bu olay hakkında yazılan roman ve sinema oyununda, polis memuru cafer tayyar'ın şerir tarafından karnından vurularak öldürüldüğü belirtilmiştir. halbuki, yaptığım araştırmada bu memurun, ertesi günü muhtelif karakollara tayinleri çıkanlar arasında adalar'a verildiğini ve burada iken âşık olduğu rum kızını öldürüp, sinop hapishanesine kapatıldığını, 2. şube müdürü nevzat (tandoğan)'ın kefaletiyle serbest bırakıldıktan bir müddet sonra, eceliyle öldüğünü tespit ettim.

hırisantos'un cesedi ertesi günü gönderildiği sinanköy kilisesi papazına zorla kabul ettirilerek, yakındaki mezarlığa gömdürüldü. olay kısa zamanda etrafa yayılmıştı. kimse onun öldüğüne inanmıyor, hâlâ yunanistan'da olduğunu söylüyorlardı. ama agaton gargaraça tarafından öldürüldüğünü anlayan yakınları, balıkçıyı tehdide başlamışlardı. müşkül durumda kalan bu adam, evvelce anlaştığı galatasaray merkez memuru kemal bey'e müracaat etti. çare olarak, ailece samatya'da sancaktar hayreddin mahallesi'nde, bir eve naklettirilerek gözden ırak tutuldu.

fakat hırisantos'un ağabeyi koço, bu evi keşfetmiş ve olaydan iki ay sonra oturdukları alt kata, intikam hırsıyla bomba atarak; on yaşındaki oğlu aristidi'nin ayağından yaralanmasına ve on dört yaşındaki kızı panayota'nın da kulağının kopmasıyla yüzünün yanmasına sebep olmuştur. (panayota, yunanistan'da ölmüştür. kendisiyle görüştüğüm aristidi ile dolapdere'de sobacılık etmekteydi. babaları agaton gargaraça ile yunanistan'daki görüşmemde, ora halkı tarafından hırisantos'un katili diye bıyıklarının kesildiğini söylemişti.)

netice olarak hırisantos'un yirmi bir cana kıydığı bu cinayet serisinde, vurduğu on üç polisten ancak üçü yaralı kalmış, diğer dokuzu ise şehadet mertebesine erişmiştir."

kaynak: hrisantos'u ben öldürdüm - muharrem alkor