Almanya'nın 300 Milyar Dolar Cari Fazla Vermesi Dünya Ekonomisine Dair Neler Anlatıyor?

Almanya'nın, bir süredir olduğu gibi 2018 yılını da büyük miktar cari fazlayla 1. kapatması bekleniyor ancak bu başarılı ihracat performansı bazı ekonomiler için sorun teşkil edebilmekte. Sözlük yazarı "1123581321", durumun analizini yapmış.
Almanya'nın 300 Milyar Dolar Cari Fazla Vermesi Dünya Ekonomisine Dair Neler Anlatıyor?
iStock

almanya'nın 300 milyar cari fazlası vermesi, bütçe fazlasıyla karıştırılmaması gereken bir durumdur. ülkeler arası üretim yapısı farklılıkları nedeniyle oluşmuştur. bu konuda birkaç madde üzerinden ilerlemekte fayda var.

1) bahsedilen cari fazladır, bütçe fazlası değildir

dolayısıyla "bilime daha çok fon ayrılabilirdi" diye alman devletini eleştirmek yersizdir. eleştirilecekse alman şirketlerinin ar-ge bütçelerini artırmamış olması eleştirilebilir. çünkü buradaki cari fazla alman şirketlerinin yaptığı ihracatın ithalatının çok üzerinde olmasından kaynaklanmaktadır, ki bu da oldukça verimli bir üretim yapısına sahip olduklarını gösteriyor, zira almanya ortalama yıllık çalışma saatleri açısından avrupa birliği'nin en düşük seviyesindeki ülkelerden birisidir. belki alman devlet bütçesi de aşırı miktarda bütçe fazlası veriyordur tabii onu bilmiyorum.

Kim en fazla çalışma saatine sahip? (2015)

2) alman devleti ancak uzun vadede vergi politikaları ile bu duruma el atabilir

öte yandan bu durum nitelikli sermaye birikimini yavaşlatıp, paranın niteliksiz dolaşım hızını artıracağı için hem enflasyon yaratır hem de uzun vadede euro'ya olan güveni ortadan kaldırır. tabii alman devleti bu konuda her şeye rağmen böyle bir adım atsa dahi alman toplumunun buna vereceği tepkinin ne olacağı bu kadar kolay kestirilemez. bu kadar bilinçli bir toplum devletin böyle bir adım atmasına rağmen tüketimini kısarsa maksat gene hasıl olmaz. her toplumu bizimki gibi sanmamak lazım zira bizde devlet bütçe açığını biraz gevşetse anında enflasyon coşuyor, çünkü harcamaya ve ülke olarak üretemediğimiz şeyleri almaya aç bir toplumuz.

3) abd-çin ticaret savaşı

trump'ın çin'e karşı bir ticaret savaşı başlatması aslında genel anlamda kapitalizmin ve ekonomik liberalizmin ruhuna pek aykırı sayılmaz. bunun temel nedeni ise çin'de uygulanan sıkı sermaye kontrolü ve çin merkez bankası'nın bütün dış ticaret fazlasını rezerv olarak kasasında tutarak yuan'ın değerinin düşük tutulmasının makroekonomik dengelerin bozulmasına sebep olmasının önüne geçmesidir.

yani çin bir anlamda, kendi ülke içindeki hakimiyeti için uluslar arası ticarete hakim olan liberalizmi kötüye kullanıyor. tabii ki bu yaptırımların kesin bir kazananı olmaz, hatta herkes kaybeder: dünya'nın ekonomik büyüme oranı düşer. mamafih biri kaybederken diğeri daha az kaybeder ve çin-abd örneğinde daha az kaybeden tarafın ticaret dengesinde açık veren taraf olacağı, ki bu abd oluyor, aşikardır.


4) öte yandan benzer yaptırımların almanya'ya karşı yapılması ise ahlaki olarak yanlıştır

bunun birkaç nedeni var.

a) her şeyden önce euro tamamen çevrilebilir (convertible) bir para birimidir, almanya'da herhangi bir sermaye kontrolü uygulaması yoktur ve kur tamamen dış piyasalardaki duruma göre belirlenir. çin'de bu saydıklarımın hiçbiri geçerli değildir.

b) almanya'nın bu kadar dış ticaret fazlası vermesi aynı şekilde ab içinde de sıkıntılara neden olmaktadır. açıkçası bu durum euro bölgesinde ortak para politikası güdülen ülkeler arasında uyumsuzluk yaratmaya başlamıştır. üretim yapısındaki katma değer çıktısı ve üretim verimlilikleri yüksek olan kuzey euro-zone ülkelerinde tahvil alımları artık bitsin ve faiz artırımları başlasın talepleri yükselmektedir. öte yandan verimlilikleri düşük güney euro-zone ülkelerinde ise ekonomik toparlanma zaman almaktadır ve bu ülkelerin ekonomisi açık bir şekilde bu alımların devam etmesini talep eder bir konumdadır.

şu durumda tahvil alımına devam edilmesi, kuzey ülkelerinde maliye politikalarında sıkılaşmaya yol açacakken, güney ülkelerinde devam edilmemesi ekonomiyi toplamak için maliye politikalarında gevşemeye yol açacaktır. bu durum uzun vadede euro bölgesi şirketleri arasında rekabet farkı yaratır. bu istenmediği için başını almanya'nın çektiği bir ekip sürekli borç vererek bunların üstesinden gelmeye çalışmaktadır. bunun açık örneği şu an yunanistan'dır.

şu an trump'ın almanya'ya karşı yaptırımları gündemine alması ise bunun daha geniş ölçekli bir tezahürüdür. fakat bu durumun çin örneğindeki gibi ahlaki olmamasının nedeni ise almanya'nın parasının değerini zorla düşük tutarak veya ucuz işgücüne abanarak bu durumu gerçekleştirmemiş, tam aksine üretim verimliliğini artırarak gerçekleştirmiş olmasıdır.

c) bu üretim yapısını ve üretim verimliliğini biraz açmak lazım. kitabi tanımla üretim yapısının verimliliği bir ekonomide üretilen katma değerin o değeri üretebilmek için harcanan kaynaklara oranıdır. bunu halk dilinde söylemek gerekirse, üretim verimliliği mercedes'tir, bmw'dir, porsche'dir, man'dır, bosch'tur, miele'dir.

cari fazla/cari açık ve bunun miktarının o ülkenin milli gelirine oranı size o ülkenin, eğer bu ülke abd değilse, üretim yapısının verimliliğini anlatır. almanya çin örneği bunun en basit karşılaştırmasıdır. linkte dünya'da en çok dış ticaret fazlası veren ülkenin açık ara almanya olduğunu görüyoruz, hem de en çok ihracat yapan ülkesi çin olmasına rağmen. işte verimliliğin göstergesi budur. 80 milyon nüfusla 1.5 milyarlık çin'den daha çok cari fazla vermeyi başarabiliyorsanız, üretim verimliliğiniz en ileri noktada demektir.

Dünyanın en çok ihracat yapan ülkeleri (açık maviden laciverte artış şeklinde).

tabii ki daha detaylı bir karşılaştırma için, kaynakların wikipedia olmadığı veri setlerine ihtiyaç vardır ama gene de veriler bu haliyle bile ciddi bir fikir oluşturabilir.

kaldı ki, aslında endüstri 4.0'ın da çıkış noktası tamamen otomasyon ağırlıklı bir üretim yapısına bürünerek, ülkeler arası üretim verimliliği farklılığından yurtdışında yatırıma yönelmiş alman şirketlerini ülkelerine geri çekmektir. dolayısıyla çin'in gayrı ahlaki adımlarına karşı atılacak adımın liberal anlayışa göre endüstri 4.0 olması gerekirdi, dış ticaret duvarları değil.

5) üretim yapısının verimliliğini anladıysak geleceğe dair öngörüler üzerine de kafa yorabiliriz

bu verimlilik farkının dünya'nın geri kalanı üzerinde farklı etkileri oluyor. almanya'nın cari fazlasını euro bölgesi içi ve dışı olarak ikiye ayırmak lazım.

a) euro bölgesi içinde almanya bu sorunları kurtarma paketleri ile yönetmeye çalışıyor, ki bu da borçlanma demektir. şimdilik euro bölgesi ülkelerine karşı verdiği ticaret fazlasını değiştirecek adımlar atmaya pek yanaşmıyor, ki yanaşsa da ne kadar başarılı olabileceği bir muammadır. sonuçta ülke nüfusları 80 milyon ve ispanya, yunanistan, portekiz gibi ülkelere yılda kaç kere kaç milyon alman turist gidecek de dış ticaret açıklarını bu ülkeler hizmet fazlasıyla, yani ağırlıkla turizm ile, telafi edebilecekler?

borçlanma çok uzun vadede, bu ülkeler de üretim verimliliklerini yükseltecek adımlar atmazlarsa çözüm olamaz. çünkü almanya'nın bu ülkeleri borçlandırarak onlara karşı ticaret fazlası vermeye devam etmesi bir noktadan sonra artan bu ülkelerin artan borçluluk oranları, yükselen cds'leri ve düşen kredi notları nedeniyle mümkün olmayacaktır. doğru bir mantığa sahip emperyal ülkenin, bu ülkelerin ekonomisini batırmak yerine almanya lehine mevcut ticaret dengesini daha sürdürülebilir bir hale getirecek seviyeye kadar, daha ötesine kadar değil yoksa rakip olurlar, üretim verimliliklerini artırmasını desteklemesi gerekir. galiba öyle ya da böyle bu ikinci adımı atacaklar.


b) euro bölgesi dışı için de atılacak adımlar aşağı yukarı aynı olmasına rağmen uygulaması o kadar kolay değildir. bunu türkiye örneği üzerinden irdeleyelim. hatırlanacağı gibi, ispanyol, fransız ve italyan bankaları qe2 döneminde türk bankalarına toplam büyüklüğü 50 milyar dolardan fazla sendikasyon kredisi kullandırdılar.

ani döviz ataklarıyla, türk bankalarının bu borcu ödeyemeyecek hale düşmesi aynı zamanda bu bankaları da ciddi şekilde etkileyeceğinden dolayı bizim yüzümüzden geçen hafta euro/dolar paritesi 1.16'yı kırıp 1.14'ün altına kadar gerilemişti. bu üç ülkede de para birimi euro olduğundan dolayı aslında bu kredilerin geri ödemesinde yaşanacak sıkıntılar direkt olarak euro bölgesini etkileyecektir. bu nedenle çıkıp alman bakanları türkiye'nin batması bizim lehimize değildir diye açıklama yaptılar. ama uygulamada türkiye'ye mali yardım yapacaklarsa şartlarını bize kabul ettirmeleri mümkün görünmüyor. bu yüzden de iş zorlaşıyor. ayrıca para politikası üzerinden direkt olarak etkileyemezler zira biz euro kullanan bir ülke değiliz.

yukarıda da dediğim gibi, doğru mantığa sahip bir emperyal devletin bizim gibi ülkelerin batmasına izin vermemesi gerekiyor yoksa mevcut ekonomik düzende kendilerine ciddi zarar verirler, ama bunun yolunu bulma konusunda bir süre daha zorlanacakları aşikar. bu durum, almanya'ya karşı ve globalde euro bölgesi ülkelerine karşı dış ticaret açığı veren bütün ülkeler için geçerli aslında.

c) abd tarafıysa daha da karışık. dediğim gibi, çin'in aksine almanya'yı dış ticaret fazlasını düşürmeye zorlamanın ahlaki bir tarafı yok zira zorla düşük tutulan ucuz işgücü üzerine kurulmuş bir durumun sonucu değil, üretim verimliliğini güçlendirecek adımların atıldığı bir ekonomik yapı üzerine kurulmuş bir durumun sonucudur almanya'nın verdiği dış ticaret fazlası.

bu durumu ortadan kaldırması için verilebilecek tek tavsiye alman şirketlerini kontrolsüzce yatırım yapmaya teşvik etmeleri olabilir. eğer inşaat gibi verimsiz sektörlere değil de, endüstri 4.0 tarzı üretim yapılarındaki verimliliği daha da yükseltecek yatırım stratejileri oluştururlarsa da bu durum kısa vadede almanya'nın dış ticaret fazlasını düşürebilse dahi, uzun vadede büsbütün artıracaktır.

özet

hayat ne kadar garip, almanya gibi ülkeye üretim verimliliğini bu kadar yükseltme diye baskılar yaparken, türkiye'ye ise inşaat yatırımlarını durdur üretim verimliliğini artır diye baskı yapan bir dünya ekonomik düzeni var.

Türkiye İçin de Bir Hayli Kritik Olan Ekonomik Kaos: ABD-Çin Ticaret Savaşları

Küresel Boyutta Bir Ekonomik Kriz Çıkma Olasılığı Var mı?

Türkiye Gerçekten de Enflasyonun Yüzde 40 Bin Olduğu Venezuela Olabilir mi?