Akira Kurosava ve Hayao Miyazaki'nin 1993 Tarihli Okuması Keyifli Söyleşisi

İki üstadın birbiriyle ne konuşmuş olabileceğini merak ediyorsanız sizi şöyle alalım.
Akira Kurosava ve Hayao Miyazaki'nin 1993 Tarihli Okuması Keyifli Söyleşisi

akira kurosava'nın hayao miyazaki ile yaptığı röportajı 2017 yılında bir internet sitesi için türkçeye çevirmiştim. iki usta, 1993 yılında yapılan bir televizyon programı için bir araya gelmiş. insan aralarındaki jenerasyon farkından dolayı (kurosawa 1910, miyazaki 1941 doğumlu) çok fazla ortak noktalarının olmayacağını düşünse de, ikilinin bu kapsamlı sohbetini dinlemek ve okumak oldukça keyifli. yaratım süreçlerinden hayat görüşlerine kadar birçok konuyu açık yüreklilikle masaya yatırmışlar. iyi okumalar.

kurosawa: filmimdeki sahnelerden biri, - "oichini" adlı satıcının olduğu- hatırlarsınız, dikdörtgen bir odada geçiyordu. üç kamera kullandık, her biri odanın bir köşesindeydi ve baştan sona her şeyi çektik... sonra kamera lensleri dahil her şeyin yerini değiştirdik ve sahneyi baştan çektik. bunu üç kez yaptık, dört farklı açıdan. sonuçta, kurgu aşamasında elimizde aynı sahnenin istediğimiz gibi kesebileceğimiz 36 farklı alternatifi vardı.

miyazaki: kafamı karıştıran da bu. hangi çekimi kullanacağınıza nasıl karar verdiniz?

kurosawa: ilk bakışta gözüme güzel görünenleri seçtim.

miyazaki: cidden mi?

kurosawa: hepsini hızlıca izleyip geçiyorsunuz; "bunu çıkaralım, bunu tutalım" diyerek. sonuçta yapmanız gereken, elinizde kalan sahneleri birbirine bağlamak oluyor.

miyazaki: doğru, ama... (gülüyor)

kurosawa: büyük zorluk çıkaracağa benzeyen bir sahnemiz vardı, çekmesi günler alacak gibiydi; fakat yarım günde tamamladık- sabah başlayıp 3 gibi bitirdik. aynı şey kurgu için de geçerli - büyük bir kargaşa beklerken saat 3 civarı bitiriyoruz, herkes şaşırıp kalıyor.

[kurosawa'nın maadadayo filminden bir sahne izliyorlar.]

kurosawa: savaş sahneleri de zordu. süvari önem arz edecek herhangi bir hareket yaptığında onu da üç farklı kamera ile çekiyorduk, ve farklı lenslerle. sonuçta elimizde aynı sahnenin 9 alternatifi kaldı, ve iyi olanları birbirine bağlamamız gerekti. o kadar da zor olmadı. bunun haricinde, elinizde sahnenin iyi bir versiyonu yoksa filmi tersine çevirmek yetiyor.

[miyazaki bir süre anlamıyor, kahkahalar.]

kurosawa: cidden, filmi tersine çevir. karakter soldan sağa koşuyorsa, bu kez sağdan sola koşacak. farkı kimse anlamaz.

mıyazaki: (gülüyor) kılıcı yanlış ellerinde tutsalar bile mi?

kurosawa: hayır, fark edilmez bile. karakterin kılıcı hangi elinde tuttuğuna dikkat ediyorsanız zaten bir şeyler ters gidiyor demektir. fark edebilirsiniz, fakat... etmezsiniz işte. toshiro mifune’nin dövüş sahneleri oldukça yoğun, görüyorsunuz. bir keresinde, bu sahneleri keserken biri soru sormaya geldiği için kurguyu durdurduk. soruyu cevapladım, dönüp selüloide baktım ve sahnedeki adam orada görünmüyordu.

miyazaki: ne...

kurosawa: her karede bir bulanıklık olarak yer buluyordu, yüzünü bile göremiyordunuz; o kadar hızlıydı. o yüzden dövüş sahneleri böyle gözüküyor. ayrıca, kurguya bu kadar uzun zaman ayırınca sahnenin çok uzun olacağını zannediyorsunuz; fakat oldukça kısaydı.

[kurosawa'nın sanjuro filminden bir sahne izliyorlar.]

miyazaki: bu storyboard çizimlerini senaryoyu tamamladıktan sonra mı yaptınız?

kurosawa: çoğunluğunu, evet... fakat yazım esnasında çizdiklerim de vardı. bazen eski çizimlerime zarfların arkasında falan rastlıyorum.

miyazaki: (çizime bakıyor) çok iyi.

kurosawa: efendim?

miyazaki: çok iyisiniz.

kurosawa: ah, o kadar da değil...

miyazaki: siz öyle düşünmüyor musunuz?

kurosawa: işin komik yanı, genç yaşlarda sanatçı olmaya karar verdim. paris'e gidip sanat eserleri satan bir dükkan açmak istiyordum. bay umehara, beni çizim yaparken gördüğü zamanlarda mutlaka yanıma gelir, övgü dolu sözler söylerdi. onun ve bay cardin'in sayesinde japonya dışındaki bazı sergilere çizimlerimi yollamaya başladım. sonra, ilginç şekilde louvre müzesi'ne konuşma yapmaya çağırıldım. "ama bayım, ben sanatçı değilim ki!" diye cevap verdim. yani, hayalim bir şekilde gerçek oldu.

kurosawa’nın meşhur storyboard’larından birkaçı

miyazaki: anlattığınız kadarıyla, gerçek oyuncularla film yapmak da epey eğlenceli duruyor.

kurosawa: kesinlikle öyle. mesela, ertesi gün bir yerde çekim varsa, ben o mekana olabildiğince erken gitmeye çalışırım. asistanlarım bundan pek hoşlanmaz, çünkü benimle uğraşmak istemezler. onlar için benim işe gecikmem iyi bir iş günü anlamına geliyor. bu yüzden çoğu zaman evde sabırsızca oturuyor oluyorum. herkes çok eğleniyor, cidden. çevremdekilere hep "başta olanlar yorucu gelse de, sonradan keyif almaya başlayacaksınız. o raddeye geldiğinizde, farkında bile olmadan çaba harcıyor olacaksınız." derim. bazen "tamam, bu yeterli" desem de, "dur bir saniye, bir şey daha var" derler ve işlerine ekleme yaparlar. kameranın önünde değil diye set ekibini ihmal etmek tembellik olur. ya her şeyinizi vermelisiniz, ya da hiç başlamamalısınız. bazen bu yüzden saçma sapan olaylar da meydana gelebiliyor. hachi-gatsu no rapusodi filminde, evin karşısında büyük bir arsa vardı. çekimlere başlamadan uzun süre önce civardaki çiftçilerden orada iyi görünecek birkaç bitkiyi ekmelerini istedik. "buraya balkabağı ekelim", falan filan. döndüğümüzde ekilenlerin iyice büyümüş olması gerekiyordu. döndük, arsaya baktık... su kabağı ekmişler!

miyazaki: (gülüyor) tohumları mı karıştırmışlar?

kurosawa: "size söylemiştim, su kabakları raflarda olmalıydı. arsaya balkabağı ekecektiniz!" fakat sonrasında, o bölgeyi yapraklarla kapatabileceğimizi fark ettik; kimse anlamayacaktı. herkes su kabaklarına kendi isimlerini yazıp çekimden sonra yanlarında götürdüler; süs eşyası olarak kullandılar sanıyorum. çok büyüklerdi. epey güldük buna , kim arsaya su kabağı eker ki?

miyazaki: eskiden, film stüdyolarının durumu çok daha iyiyken, büyük film şirketlerine savaş açabiliyorduk. yani bütçeyi aşsak da, onlarla geçinemesek de, bir şekilde para bulma imkanımız olabiliyordu...

kurosawa: shichinin no samurai üzerinde çalışırken başımıza gelen şey tam olarak buydu. olması gerekenden çok uzun sürdü; her an paramızı kesebileceklerini düşünüyorduk. bu yüzden son savaşın tek bir sahnesini bile çekmedik. ardından, tam da beklediğimiz gibi toho'dan ziyaretçiler geldi; "elinizde ne varsa gösterin" dediler. "bayım, şubat geldi ve kar yağışı başlayacak, çekimlerin geri kalanı oldukça zorlu geçecek. emin misiniz?" dedik, "evet, görmek istiyoruz" dediler. böylece elimizdeki materyali bir hafta boyunca kurguladık ve onlara gösterdik. kikuchiyo tavana çıkar, bayrağın yanına gider, bayrak dalgalanmaktadır... "işte, geliyorlar!" film orada bitiyordu. "sonrasında ne oluyor?" diye sordular; henüz çekmediğimizi söyledik. birbirlerine döndüler, bir şeyler mırıldandılar ve bize dönüp, "lütfen devam edin, istediğiniz şeyi çekin" dediler.
hemen sonrasında kar yağışı başladı. "size söylemiştik!" dedik, ve aynı akşam benim evimde içmeye karar verdik.

(miyazaki gülüyor.)

kurosawa: şans bu ya, o gece epey kar yağdı. sonra bir itfaiye ile çekim yaptığımız bölgeye gittik ve hafta boyunca karı eritmeye uğraştık.

[shichinin no samurai’dan bir sahne izliyorlar.]

kurosawa: totoro'daki otobüs çok hoşuma gitmişti.

miyazaki: sağ olun...

kurosawa: bu benim gibilerin yapamayacağı bir iş ve yapabilenleri epey kıskanıyorum.

miyazaki: ben şehirde büyüdüm, savaştan hemen sonra. japonya ile ilgili aklımdaki tek imaj; güçlü, acınası ve umutsuz bir ülke olduğuydu. en azından bize böyle söyleniyordu. yurtdışına çıkınca japonya'nın doğal güzelliklerinin farkına vardım. böyle bakınca, sürekli batı'da geçen filmler yapmak istemem komik duruyor. totoro'yu japonya'da geçen bir film yapmak istediğim için yaptım. şimdi tarihi filmler yapmak istiyorum, fakat çok zor! nereden başlayacağımı bile bilmiyorum.

kurosawa: sengoku döneminin (1467-1567) en ilginç yanı şu; herkes o çağı "halkın, yöneticinin etik ve ahlaki fikirlerine uymak zorunda olduğu çağ" olarak biliyor. fakat ardından gelen edo dönemi çok daha katı. sengoku döneminde halk epey özgürdü aslında. hideyoshi gibi fikir adamları bu dönemde ortaya çıktı. serbestçe düşünebiliyorlardı. "kadınlar kocalarına sadık kalmak zorunda" gibi kurallar yoktu, adam layık değilse kadın onu boşayabilirdi. bunu filme aktarırsanız ilginç şeyler çıkabilir. shakespeare ingilizdir, ama aynı çağda japonya'da da macbeth gibi insanlar vardı. bir shakespeare hikayesine paralel ne kadar çok japon hikayesi yapabileceğinizi duysanız şaşarsınız. neden japon tarihini konu alan "şekspiryen" bir film yapmıyorsunuz? çok güzel hikayeler çıkar.

miyazaki: şey, ne yedikleri ve ne giydikleri ile başlayalım.

kurosawa: elimde menülerinin kayıtları var.

miyazaki: muromachi çağına ne derseniz?

kurosawa: muromachi... o da iyidir.

miyazaki: kyoto'nun heian çağından sonraki yıkılışı, depremler, büyük yangınlar, etrafa saçılan cesetler...

kurosawa: rashomon'un geçtiği zaman diliminden bahsediyorsunuz. o da ilginç.

miyazaki: çocukken izlediğimi ve çok korktuğumu hatırlıyorum! eğlenceli filmler aklımda kalmıyor; hayatta kalma temalı filmleri ise unutamıyorum.

kurosawa: rashomon'un yazarı akutagawa-san'ın aynı dönemi konu alan birçok romanı var.

miyazaki: evet, evet. filmler artık eskisi kadar uzun zaman dilimlerini konu almıyor.

kurosawa: evet, bunun başlıca sebebi, belli bir zaman diliminde geçecek filminizi çekmek için uygun bölgeyi bulmakta zorlanmanız.

miyazaki: çok doğru. artık her yerde elektrik hatları var! (gülüyorlar)

kaynak